Ulusal güvenlik, rasyonel bir devletin politika yapıcılarının ve karar alıcılarının, devlet yönetiminde öncelemesi gereken en önemli hususlardan birisidir. Tehdit seviyesi, yine rasyonel ölçeklerle değerlendirilip, ciddi bir seviyeye ulaştığında bu kural hiç şüphesiz devletlerin bekası açısından en önemli öncül haline gelecektir. Bu sebeple devletler zaman zaman özgürlükçü yaklaşımlardan, evrensel ilkelere dayalı anayasacılıktan uzaklaşabilmektedir. Buradaki en önemli husus ise fark edileceği üzere, karar alırken veya tehdit değerlendirmesi yapılırken rasyonel davranılması unsurudur. Rasyonaliteden kastımız ise bilineceği üzere, bilgiye dayalı, realist ve akılcı-mantık çerçevesinde hareket edilmesidir. Zaten başarılı bir vizyon başarıyla kurgulanan stratejilere; başarılı stratejiler rasyonel amaçlara ve planlara ve iyi uygulanmış taktiklere bağlıdır.
Bu temel kaidelerle giriş yaptığımız bu yazının konusu ise Türkiye’nin jeostratejiği üzerine kurgulayacağımız bir yaklaşımdır: Mavi Türk Kuşağı Projesi…
Kısaca Mavi Türk Kuşağı Projesi; Türkiye’nin bölgesel güç konumunu güçlendirip, bölgesel sistemde ve bölgesel dengede merkez rolünü üstlenmesi adına; coğrafi uzamındaki doğal müttefik aktörlerini yaratıp, öne çıkarıp ve etkinleştirip, bu aktörlerle beraber barışın tesisinde, önleyici diplomaside, bölgesel düzenin ve istikrarın tesisinde rol alması üzerine kurulu bir projedir.
Ayrıca bu bağlamda bizce, Türk Dış Politikasının vizyonel yaklaşımlarından birisi de, bölgemizin en önemli ihtiyacı olan demokrasiyi, uzlaşma kültürünü ve demokratik kurumları ve insan haklarına dayalı evrensel ilkeleri benimseyen doğal müttefik aktörlerimizi; ulusal, bölgesel ve küresel güvenliğin sağlanması amacıyla, bölgemizde daha da güçlü-etkin kılmak ve bu aktörlerle birlikte hareket edebilmek, olmalıdır. Şimdi, bu bahsettiğimiz projenin gerekliliğine dair bir inceleme yapalım:
İlk paragrafta bahsettiğimiz kurallarla hareket edildiğinde jeopolitik önemine övgüler yağdırabileceğimiz Türkiye’nin çevresine dayalı stratejiği üzerine farklı pencerelerden bakabilir ve tercihlerinizi bu doğrultuda tasarlayabilirsiniz. Eğer Türkiye üzerine çalışmalar yapıyorsanız veya takip ediyorsanız Türkiye’nin stratejilerini güvenlikçi yaklaşımlar üzerine kurgulayabilirsiniz. Ya da yine aynı jeostratejiğe farklı açılardan bakarak açılımlara dayalı yaklaşımlar da elde edebilirsiniz. Yazımızın genel bağlamında kalarak yüzeysel olarak Türkiye’nin çevresel tehditlerine baktığımızda:
gibi unsurlarla karşılaşırız.
Öte yandan Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’daki İsrail üsleri, Suudi Arabistan’ın önderliğindeki Arap koalisyonu da burada anılabilir. Yine FETÖ’nün Türkiye aleyhine çalışmaları da çevremizdeki ülkelerle çeşitli sorunlar yaşamamıza neden olabilmektedir. Kabataslak şekilde yaptığımız incelemeyi eğer derinleştirirsek çok daha fazla tehdit ortaya koyabileceğimizi rahatlıkla ifade edebiliriz.
Ancak bunu bu yazıda yapmayacağız. Burada şimdi yapacağımız ise Türkiye’nin çevresel politiğini farklı bir değerlendirme ile konumlandırmaktır:
Öncelikle belirtmeliyim ki yukarıda saydığım farklı bölgelerdeki Türklerden Anadolu Türklüğüne, Türkiye’ye ya da Türk Milletine sempati duymayan yoktur. Aksine başta Kıbrıs, Suriye Türkmenleri-Irak Türkmenleri ve İran Türkleri olmak üzere pek çoğu Türkiye’den yardım beklemekte/almakta ve Türkiye’ye yönelik derin bir sevgi ve saygı duymaktadır.
Ancak ne yazık ki çevremizdeki Türkler bulundukları ülkelerde etkin bir güç haline ya da aktör haline gelebilmiş değillerdir. Hatta maalesef, pek çoğu ciddi bir baskı ve sindirilme çabalarıyla karşı karşıya kalmıştır, kalmaktadır. Burada sadece son birkaç ayda gerçekleşen bazı hadiseleri sizlere aktararak bu durumu sizlerle paylaşmak istemekteyim:
Bu tip olaylara ve çevremizdeki Türk ekseninde yaşanan acı hadiselere örnekler ne yazık ki arttırılabilir. Kıbrıs, Suriye Türkmenleri, Kerkük Türkmenleri ve İran Türkleri noktasında acilen alınan tedbirler arttırılmalıdır. Türk Hariciyesi doktrinsel bir çalışma ile bu bölgelerdeki Türk Kuşağının doğal aktörümüz olduğunu tekrar hatırlatmalı ve yeni dengelerini bu kuşak üzerine oluşturmalıdır. Çünkü maalesef bu bölgeler yeni krizlere ve kırılmalara çok müsait bölgelerdir.
Bu noktada Irak’taki Kerkük Türkmenleriyle ilgili olarak 2 yıl evvel Sahipkıran Akademi’de yazdığım “Adım Adım Yeni Krizlere Doğru Kerkük Meselesi” başlıklı yazıda Kerkük’te yaşanabilecek krizlere dikkat çekmiş ve Türkmen kardeşlerimiz için acilen tedbir alınması gerektiğini vurgulamıştım:
Baktığımızda, bunun diplomatik bir yönü olduğu gibi sahada da çok ciddi emek isteyen bir yönü vardır. KDP ve KYP sahada oldukça aktif, diplomatik yönleri ve bağlantıları olan bunlara ilaveten ise silahlı yapılanmaları olan oyunculardır. Haşdi Şabi örgütü ise bölgedeki Şii Araplar için silahlı bir unsur ve destekleyici güçtür. Bölgedeki Türkmenler ise diplomatik olarak Türkiye’nin desteğini beklemektedir. Askeri bir yapılanma ise maalesef bulunmamaktadır. Bu noktada Türkiye, böylesine hassas bir bölgede işini şansa bırakmamalı ve Türkmen kardeşlerimiz için derhal tedbir almalıdır.
20 Mayıs 2017
O günden bugüne Irak’ta ya da Kerkük’teki Türkmenler hususunda atılan adımlarda halen eksiklikler vardır. Mesela seçimlerde Kerkük Türkmenlerinin hakkı yendi, patlamalar yaşandı, Irak yönetiminde Türkmenlere yine yer verilmedi. Ayrıca Irak’taki tek silahsız grup olarak Türkmenler halen büyük bir tehdit altındadır ve tehdit zamanlarında Haşdi Şabi örgütünden yardım almaktadırlar.
Öte yandan Türk Dışişleri dönem dönem bu meselelerden vazgeçmediğini mesajını da net bir şekilde vermektedir. Dışişlerinden yapılan açıklamalarda Kerkük’te bir oldubittiye izin verilmeyeceği açık şekilde görülebilir.[6] Kerkük’te yanan kapalı çarşıyı ilk ziyaret eden Türk Diplomatik Misyon görevlileridir. TİKA aracılığıyla da kapalı çarşı onarılmıştır. Irak Büyükelçimiz Fatih Yıldız Beyefendi de bu Irak Türkmenleri için yoğun mesai harcamaktadır. ITC temsilcileri sık sık Türkiye’ye gelmekte ve bu ziyaretlerde çeşitli işbirliği kararları alınmaktadır. Ancak Irak’taki Türkmenlerin güçlendirilmesi, etkinleştirilmesi için ülkemiz bu meseleye daha çok yoğunlaşmalıdır.
İran Türkleri ise ne yazık ki siyasilerin gündemine yok denecek kadar az girmektedir. İran’ın yoğun şekilde tartışıldığı, çalışıldığı bugünlerde İran’da ülkemizin çıkarları için en iyi seçenek olan İran Türkleri gündeme gelmemekte, çalışılmamakta, konuşulmamaktadır.
Kaldı ki İran Türkleri Türkiye için ve diğer Türkler için konjonktürel bir stratejik ortak olarak ele alınmamalı doğal bir müttefik aktör olacak şekilde dizayn edilip güçlendirilmelidir. TEBERAN Başkanı Rıza Heyet ile yaptığımız röportajda kendileri, Türkiye’nin İran Türklerini desteklediğinde ve sonuç aldığında elde edeceği faydaları şöyle sıralamıştı:
“İran’da demokratik bir yönetim kurulur ve Türkler yönetime katılırlarsa neler olur önce bunu kavramamız lazım:
Türkiye’nin Türk dünyasına kapısı açılır.
Türk dünyasının Türkiye’ye kapısı açılır.
Türkiye’nin çözümünde yalnız kaldığı sorunları (Ermeni meselesi gibi) çözülür.
Türkiye’nin doğu sınırı güvenli hale gelir.
Karabağ sorunu dengelerin değişmesi ile çözüme bağlanır.”
23 Temmuz 2019, M. Rıza Heyet
Azerbaycan’a baktığımızda ise oldukça iyi durumdaki ilişkilerimiz daha da işlevselleştirilmelidir; askeri işbirliği yoğunlaştırılıp ortak tatbikatlar, karşılıklı eğitimler (halihazırda var olandan daha geniş şekilde ele alınan) yapılmalı, üniversite ve kültürel değişim organizasyonlarına ağırlık verilmelidir. Karabağ sorununun çözülmesi için ülkemiz de daha çok enerji harcamalıdır. Bütün bunların yanı sıra Azerbaycan’ın demokratikleşmesi, kurumsal yapılarının oturtulması, eğitim sisteminin iyileşmesi için de bu sayılan bahislerde Azerbaycan’dan çok daha iyi olan Türkiye ve Türk aydınları seferber olabilmelidir. Azerbaycan’ın demokratikleşmesi, hukuk sisteminin güçlenmesi demek ülkenin milli servetinin daha işlevsel ve milli menfaatlerine uygun kullanılması anlamına gelecektir. Bu anlamda “Hukukta Teklik” boyutunda değil ancak AB uyum sürecinde ciddi mesafe aldığımız yasaların modernleşmesi ve ileri ülkelerle uyumu tecrübemizi Azerbaycan ile paylaşabilir ve Hukukta Benzerlik mottosu ile belli adımlar atabiliriz. “Savunmada Ortaklık” kavramını tam anlamıyla hayata geçirip, Uygarlık düzeyimizi daha ilerilere taşıyacak ortak projelere imza atabiliriz. Belediyelerimizin ve şehirlerimizin “Kardeş Şehir” olması ve her bir Azerbaycan şehriyle ortak projelere (park yapmaktan öteye giden) imza atması oldukça işe yarayacaktır. Ortak bir TV kanalı kurulması da önemli bir adım olacaktır. Azeri Türkçesinin Türkiye’de seçmeli ders haline getirilip hızlıca öğretilmesi ve Azerbaycan edebiyatının öğrenilmesi aynı şekilde Azerbaycan’da da Anadolu Türkü şairler ve yazarların okunması sanatçıların dinlenmesi oldukça önemli bir motivasyon kaynağı olacaktır.
Rusya’daki Türkler hususunda ise diyebileceğimiz kısa zamanda lobi çalışmaları aracılığıyla Türk-Rus ilişkilerinin geliştirilmesi için zemin hazırlanabilir. Zaten şu anda Rusya’nın kurduğu Asya Polis Teşkilatı Başkanı Enver Talat Beyefendi ve Rus Genelkurmay Başkanı, ve yine her iki ülkede Avrasyacılık politikasını benimseyen gruplar aracılığıyla bu sağlanmaktadır. Bu çalışmalar ivmelendirilmelidir.
Bu ifadeler kesinlikle Türkiye’nin eksen kayması tartışmasında taraf olmak olarak anlaşılmamalıdır. Türkiye NATO üyesi bir ülkedir. Pek çok politikada Batı’nın stratejik ortağıdır. Ancak Türkiye gibi mirası olan bir ülkenin ulusal güvenliği tek taraflı askeri araçlarla sağlanamaz. Türkiye, büyük güçler için konjonktürel ortak olabilir, çeşitli stratejilerde stratejik ortak da olabilir. Hatta zaman zaman bölgesel bir müttefik rolünü de üstelenebilir. Ancak Türkiye, kendi çıkarlarına ve milli menfaatlerine uygun politika geliştirdiğinde hem Doğudan hem de Batıdan engellemelerle karşılaşmaktadır. Bu sebeple Türkiye bütün büyük güçlerin bir bakıma stratejik düşmanıdır da. İşte bu sebeplerle ülkemizin güvenliği için Ruslarla da ilişkilerin geliştirilmesi ve askeri eğitim, savunma sanayi, havacılık, enerji gibi alanlarda da sürdürülmesi, sadece Batı’ya bağımlı olunmaması açısından oldukça önemlidir.
Bunlarla beraber, Rusya’daki Türklerle ilişkilerimizi politikanın ötesine taşıyıp, milli bir bilinç yaratacak faaliyetlere de evirebilmemiz çok önemlidir. Bu açıdan TÜRKSOY faaliyetleri arttırılabilir. Ortak TV kanalı projesi hayata geçirilip, diğer yayınlar da arttırılmalıdır. Türkiye’de Rusça eğitimine önem verilmelidir.
Suriye Türkmenlerine baktığımızda ise Suriye’de sahayı az da olsa çalışanlar bilirler ki Suriye’de desteklediğimiz yapılardan bize en çok güven telkin edebilen ve bizi gerçek manasıyla müttefik gören, çıkarların ve hesapların ötesinde bir bağ bulunduran tek grup Suriye Türkmenleri’dir. Son haftalarda yaşanan gelişmelerle birlikte Suriye Türkmen Meclisi de Antep’ten Suriye’ye taşınmıştır. Bu oldukça önemli bir gelişmedir. Suriye’nin geleceğinde eğer Türkmenleri daha etkin kılabilirsek, orada doğal bir müttefikimiz olacağını iyi kavrayabilmeliyiz. Suriye politikamızın başında düştüğümüz hataya düşmemeli, Suriye Türkmenlerine hiç değilse diğer gruplara verdiğimiz desteği (olması gereken daha fazla destek vermemiz gerektiğidir) verebilmeliyiz ve bundan vazgeçmemeliyiz.
Son dönemlerde Suriye Türkmenleri Türk Dışişleri tarafından önemsense ve desteklense de halen sahada doğal müttefik aktör konumunda değerlendirilmemektedir. Ayrıca Suriye Türkmenlerinin geleceği açısından sadece siyasi değil eğitim, ticaret gibi diğer konularda da destek olunmalıdır.
Kıbrıs meselesi ise Doğu Akdeniz’deki doğalgaz aramalarıyla beraber yeniden gündemimize gelmiştir. Yine 2017’de Sahipkıran Akademi’de yazdığım Kıbrıs Meselemiz ve Türkiye’nin Stratejisizliği başlıklı makalemde, Kıbrıs’ın kaynayacağını ve çeşitli adımlar atmamız gerektiğini vurgulamıştım. O günden bugüne çeşitli platformlarda, yazılarda, söyleşilerde, konuşmalarda sürekli bu hususu ele almaya çalıştık. Hatırı sayılır bir kesim sürekli Kıbrıs’ı gündeme taşımaya çalıştı. Eğer Kıbrıs meselesi sürekli olarak ülkemizin gündeminde olsaydı ve daha çok mesai harcansaydı bugün daha iyi sonuçlar elde edebilirdik. Suriye, Libya, Mısır ve İsrail gibi ülkelerle ilişkilerimizin Doğu Akdeniz’e doğrudan sonuç doğurabileceğini hesap etmemiz gerekirdi, etmemiz gerekir.
Yine de Türkiye’nin ve Türk Dışişlerinin Kıbrıs meselesinde de istediğimiz sonucu alacağına inanıyorum. Zaten verilen mesajlarda da asla baskılara boyun eğilmeyeceği, oradaki haklarımızdan vazgeçilmeyeceği net bir şekilde vurgulanmaktadır.
Birkaç ay evvel Kapalı Maraş Kararını değerlendirdiğim yazıda ve Kıbrıs sorununu uluslararası hukuk bağlamında ele aldığım yazıda ise atmamız gereken adımlarla ilgili bazı önerileri sıralamıştım:
Bütün bu değerlendirmeler yapıldığında ise aslında Türkiye’nin tezinin iki devletli çözüm olması gerektiği açıktır. İki devletli eşitlikçi bir konfederasyon, adanın istikrarı, barışı ve güven ortamı için gereklidir.
Bunun için gerekli olan:
1-) KKTC’nin fiili durumunun hukuki olarak tanınmasıdır. Ancak bunun için de ilk olarak ambargoların kalkması ve de facto olarak ilişkilerin gelişmesi gerekmektedir. Bunlarla beraber Türkiye; Türk tarafının self-determinasyon hakkını vurgulamalı, antlaşmalara yansıyan iki toplumlu yapının fiili olarak bu gerçekliğe dikkat çektiğini belirtmeli ve self determinasyon hakkının farklı yorumlarıyla ilgili (örneğin Kosova örneği) çalışmalar yapılmalıdır.
2-) Ayrıca Türkiye, mutlaka KKTC’nin kendi askeri yapılanması için öncülük etmeli ve bu hususa öncelik vermelidir.
3-) De facto ilişkilerin arttırılması için doğalgaz arama çalışmaları kullanılabilir ve çeşitli işbirliklerine gidilebilir.
4-) Türkiye, sivil inisiyatiflerin ve lobiciliğin gücünü Kıbrıs meselesinde kullanmalıdır. Çeşitli organizasyonlarla ekonomik siyasi ve kültürel girişimler güçlendirilmelidir. (Özellikle Kıbrıs üzerine güncel saha çalışmalarımız yetersizdir ve buna ciddi ihtiyaç vardır.)
5-) Geçmişte yapılmış ve etkisi kanıtlanmış olan mitinglerin benzeri düzenlenmeli, bilimsel çalışmalar arttırılmalı, çeşitli organizasyonlar düzenlenmeli ve bu konudaki kararlılığımız sık sık vurgulanmalıdır.
Diğer yandan eğer Türkiye gerek AB adaylığından ötürü, gerekse de uluslararası baskılardan ötürü iki devletlilik tezinden vazgeçerse de kesinlikle “iki toplumlu ve eşitlikçi” düzenden vazgeçmemeli, self determinasyon hakkı ile garanti ve ittifak antlaşmalarını talep etmelidir.
Doğalgaz meselesinden ve geçiş güzergahından ötürü diğer zamanlara göre daha elverişli bir durumda olduğumuz Kıbrıs meselemizde, dikkatli ve kararlı adımlar atıp; dış politikamızı realist, pragmatist, rasyonel ilkelerle tasarlarsak; barışa ve huzura hizmet edip, bu meseleyi ülkemiz ve milletimizin çıkarlarına uygun olarak çözmüş oluruz.
3 Mayıs 2019
Türk Dışişleri ve hükümetler daima bu meselelerle ilgili olmaya ve gereken hassasiyeti göstermeye çalışmıştır. Bu politikaların çok kuvvetli yanları olduğu gibi eksik kalan yanlarının da olduğu açıktır. Türk Dışişlerinin güçlü bir geleneği ve iyi yetişmiş diplomatları vardır. Benim görebildiğim Türk Hariciye teşkilatının en önemli sorunu genel, hükümetlerin üstünde, rasyonel şekilde belirlenmiş stratejik, (yani en az 10-20 yıllık) çalışma belgelerinin eksikliğidir. Öte yandan sivil toplum ve Think Tank kuruluşları ile koordinasyonun da daha iyi olabileceğini ifade etmem gerekir.
Bütün bu çevresel kuşaktaki Türk unsurların bir araya gelebilmesi, evrensel ölçekte sesini duyurabilmesi, organizasyon içerisinde ve stratejik olarak hareket edebilmesi sadece hükümetlerin veya Türk Dışişlerinin yapacağı bir iş değildir. Post Vestfalyan dönemde, uluslararası düzeni, devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu uluslararası organizasyonlar ve devlet dışı aktörler de etkilemektedir. İşte bu açıdan bakıldığında devletlerin dışında, çok ayaklı ve güçlü uluslararası organizasyonların kurgusu ve varlığı bu vizyon açısından vazgeçilemeyecek bir noktadır.
Öte yandan Türk Milliyetçiliği ve Türk Milliyetçileri tekelleşmiş, modernleşmesini bile tamamlayamamış, post modern dünyayı yeteri kadar takip edememekte ve hem teorik olarak hem de pratik olarak ölü bir vaziyette varlığını sürdürmektedir. Bu sebeplerden ötürü sonuç alınabilecek, elle tutulur örgütlenmeler ve aksiyonlar da yeteri kadar yapılamamaktadır. Milli düşünebilen, aktif, rasyonel okumalar yapıp politika belirleyebilen, işe yarar ve elle tutulabilir organizasyonlara imza atan, lobicilik vazifesini yürüten, siyaset-aydın-akademisyen-iş adamı networküne sahip ne yazık ki yeterli sayıda sivil toplum örgütü bulunmamaktadır.
İşte bunların sonucu olarak, aslında 10 yıllık bir stratejik plan dahilinde, devletlerin işbirliğinde veya devletlerin işbirliği olmaksızın, TİKA-TÜRKSOY gibi kurumların işbirliğinde veya işbirlikleri olmaksızın, özetle sadece sivil toplum kuruluşları önderliğinde bir proje, yani Türkiye’nin jeopolitik eksenindeki doğal müttefik unsurları tanımlama, ve geliştirme projesi, Mavi Türk Kuşağı Projesi, tamamlanabilir, başarılabilir.
Bunun için yapılması gerekenler ise aslında öncelikle bu işe gönül vermekle, rasyonel olarak belirlenen milli çıkarlarımızı öncelemekle, uzlaşma ve demokrasi kültürümüzü geliştirmekle başlanacak kadar basittir.
Türk dünyasının, muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi için, bütün Türk topluluklarının; modernleşmesi (bilginin kutsanıp, rasyonalitenin ilke edinilip, sorgulama ve şüphecilikle geleneksel örf adet ve metodların yeniden inşa edilip, akla ve bireye güvenme süreci), özgürlüklerin teminatı olması, herkes için vaat verebilecek konuma yükselmesi, hukuk sistemini evrensel normlara dayalı anayasal şekilde kurgulayıp hukukun üstünlüğüne saygı göstermesi ve güçlü ticari ağlara sahip olmaları gerekmektedir.
Son olarak, Mavi Türk Kuşağı Projesinin stratejik belgesi (riskleri, gerekliliği, faydası, nasıl yapılabileceği; yeterlilik düzeyimiz, eksik ve kuvvetli yönlerimiz ve izlenecek adımlar) ve yine bu proje kapsamında Türk milliyetçiliğinin liberal veya muhafazakar veya diğer teorik eksenlerde değerlendirileceği çalışmalar da düşünce kuruluşumuzda yapılacaktır.
Bu vesile ile Mavi Kuşak Projesi üzerine düşünmeye ve çalışmaya, çeşitli oyunlar ve senaryolar ile dış politikada ufkumuzu genişletmeye; SASAM uzmanlarını, Sahipkıran Akademi’deki arkadaşlarımızı ve fikri olan, destekleyen, eleştiren herkesi davet ediyorum.
Haldun BARIŞ – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
____________________________________________________________________
Dipnotlar
1] https://www.cnnturk.com/dunya/kerkukte-art-arda-6-bombali-saldiri-4-olu-15-yarali
2] https://qha.com.tr/haberler/ersat-salihi-140-madde-kerkuk-te-ic-savasa-yol-acar/62632/
4] http://southernazerbaijan.com/mother-language-activists-receive-harsh-prison-sentences/
*Güney Azerbaycan ile ilgili pek çok habere basit aramalarla ulaşabilirsiniz.
5] http://araznews.org/tr/?p=4090
http://www.mfa.gov.tr/no_-155_-kerkuk-te-turkmenleri-hedef-alan-saldiri-hk.tr.mfa
http://www.mfa.gov.tr/no_-177_-kerkuk-te-meydana-gelen-teror-saldisi-hk.tr.mfa
[…] tarafından yapılmasını öngörüyor. Mavi Türk Kuşağı Projesi isimli makalede ( http://sahipkiran.org/2019/08/10/mavi-turk-kusagi-projesi-1) Mavi Türk Kuşağı Projesini, yazar şöyle tanımlıyor: “Kısaca Mavi Türk Kuşağı […]
[…] AKADEMİ tarafından oluşturulan Mavi Türk Kuşağı Projesi kapsamında SASAM ve Sahipkıran Akademi olarak Türk Lobiciliği faaliyetlerinde bulunacağız. Bu […]
[…] AKADEMİ tarafından oluşturulan “Mavi Türk Kuşağı Projesi” kapsamında Türk Lobiciliği üzerine önemli bir çalışma […]
[…] AKADEMİ tarafından oluşturulan Mavi Türk Kuşağı Projesi kapsamında; Sahipkıran AKADEMİ, Engelsiz YBÜ ve Kerkük Kültür Derneği ortaklığında […]
[…] (Mavi Türk Kuşağı Projesi: http://sahipkiran.org/2019/08/10/mavi-turk-kusagi-projesi-1/) […]