Bugün Çin Halk Cumhuriyeti olarak karşımıza çıkmış olan ülke, nüfusu, teknolojisi, ekonomisi ve iş gücüyle ön plana çıkmaktadır. Aslında tarihi geçmişine bakıldığında bir kapalı kutu olarak nitelendirilebilir. Geçmişte kendisine atfettiği, Orta Krallık ismi ile Dünya’nın tek gücü olarak kendini nitelendirmektedir. Nitekim Mançu hanedanından olan, dönemin Çin hükümdarının, Amerika Birleşik Devletleri başkanı olan Abraham Lincoln’a yazdığı mektupta ‘Göklerden kâinatı yönetme görevi almış Orta İmparatorluk (Çin)’un, kimseye ayrım gözetmeksizin, eşit davranacağını söylemiştir’. Buradan hareketle, Çin’in kendinde gördüğü bu gücü veya kendine atfettiği bu rolü üstlenmesi geçmişten günümüze dek var olan gücünü ve kararlılığını simgelemektedir. Fakat daha geçmişe gidecek olursak, Song hanedanlığı döneminde Amiral Zeng He denizaşırı seferler yapmış, bu seferler sonucunda gittiği ülkelere hediyeler götürmüş, elçilerini davet etmiştir. Gittiği bazı ülkelerdeki hükümdarlar secde ritüelini yaparak Çin’in büyüklüğünü kabul etmişlerdir.
Buradan hareketle Çin’in büyük bir güç olduğu gerçeği, geçmişten günümüze varlığını sürdürmektedir.( Henry Kissinger Çin Dünden Bugüne Yeni Çin S.30-32) Nitekim geçmişte bir takım hükümdarlar ve devletler meşruiyetlerini kanıtlamak için öncelikle Çin’e dâhil olmaları gerektiğini bilirlerdi. Peki, ne oldu da Çin bir düşüş yaşadı ve şu an var olan dönüşümünü gerçekleştirmeye çalışıyor? Napolyon bir sözünde ‘Bırakın Çin uyusun, ne zamanki Çin uyanır dünya yerinden oynayacaktır’ demiştir. Çin uyandı mı, bu dönüşüm bir uyanışın habercisi mi kavramaya çalışacağız.
İkinci dünya savaşından sonra bilindiği üzere dünya soğuk savaş dönemine girmiş, deyim yerindeyse iki kutba bölünmüştür. Bir yanda ABD diğer yanda ise Sovyetler. Fakat görüldüğü üzere Sovyet bloku, ABD’nin gelişimine tam manasıyla karşılık verememiş ikinci planda kalmış, ABD karşımıza hegomonik bir süper güç olarak çıkmıştır. Yine soğuk savaş döneminde Çin’in devrimci lideri Mao Zedong tarafından komünizm politikası belirlenmiş, geçmişte yaşadığı ve Sovyetlerden aldığı deneyimlerle tekrar büyük güç olma yolunda deyim yerindeyse küllerinden doğmaya başlamıştır.
Neden küllerinden doğmaya başlamıştır?
Soğuk savaş döneminden sonra zaman geçtikçe, iki kutuplu dünyanın tek kutuplu dünyaya yavaş yavaş evirilmesi kendini göstermiştir. Hâlbuki Çin, kısa bir süre öncesinde Japonya ile savaşmış ve büyük bir iç savaş yaşamıştı. Milyonlara varan ölüm rakamları, aslında içinde bulunduğu kaosu ve zor durumu göstermekteydi. Bu iç savaş, devrimci lider Mao zamanında da kendini göstermekteydi. Mao devrimci dönüşümü emretmiş, komünist mülkiyete geçilmeli, sınıf sistemi kalkmalı demiştir. Buna bağlı olarak çeşitli kalkınma planları yapmıştır. Bu kadar zorlu bir süreç sonucunda gelişimini hızla göstermiş olan Çin, şu an belki de Amerika’nın süper gücüne alternatif olarak geleceğin süper gücü olarak gösterilmektedir. Fakat hâlihazırda, Çin bunu bir sürece yayarak, tek kutuplu değil çok kutuplu bir dünya modeli içerisinde güçlerin yayılarak tek bir elde toplanmasının önüne geçilmesini öngörüyor ve daha sonraki süreçte bu yayılmış olan güçlerin arasından kendisini öne çıkarmayı hedeflemektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti’nde öne çıkan gelişmelere bakıldığında, askeri güçler, pazar, kaynak arayışları örnek gösterilebilir. Şu an ki durumda ise, hâlihazırda süper güç olan Amerika ile boy ölçüşemese de bir askeri güce sahip, dünya pazarında belki de bir numara diyebileceğimiz konuma gelmiş bulunmaktadır. 1971 de BM’deki sandalyesini geri almışken pek ön planda olmasa da, sonraki süreçte BM faaliyetlerinde aktif rol oynamaya başlamış uluslararası hukuki çözümlerde ön plana çıkmayı hedeflemiştir. Çin, geçmişte Orta Krallık olarak kendisine atfettiği bu rolü görüldüğü üzere özellikle ikinci dünya savaşı sıralarında kaybetmiş, fakat Çin’in tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine geçiş ve zaman içerisinde bu çok kutuplu dünyada sabırla beklemeyi, gelişmeyi, ardından sivrilmeyi hedeflediğini görmekteyiz. Çin’ in bu dönüşümü yaşaması görünen o ki ABD tarafından hoş karşılanmamış ABD yükselen Çin modelini ve dönüşümünü, dünyaya bir tehdit olarak lanse etmektedir. Gerek yuan-dolar savaşı ile gerek ürünlere koyduğu vergiler ile egemenliğin hala kendisinde olduğunu göstermek istemektedir. Önümüzdeki süreçte Çin’in bu dönüşümü nasıl gerçekleştireceği ne gibi önlemler alacağı Doğu Türkistan, Macau, Hong Kong, Tayvan gibi sorunları nasıl çözeceğini zaman içerisinde göreceğiz.
İkram ÇİFÇİ
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız