Twitter Facebook Linkedin Youtube

OSMANLI’DAN DEVRALINAN EKONOMİK MİRAS

Harun OKÇİN

Harun OKÇİN

Ülkemizde sık sık dile getirilen ekonomik sorunlar incelendiğinde, bu sorunların yapısal problemlerden kaynaklandığı ve kökeninin 18. yüzyılın sonlarına dayandığı görülür. Bu nedenle de; Türkiye ekonomisinin yapısını, sorunlarını ve dünya ekonomisi için ne ifade ettiğini anlamak için, ülkemizin kurulduğu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı ekonomik mirasın incelenmesi gerekir.


Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî, ekonomik ve kültürel alanlarda gerileme sürecine girdiği dönem ile Batı Avrupa ülkelerinin sanayi devrimini gerçekleştirdikleri dönem, aynı zaman kesitine rastlamaktadır. Batı Avrupa’nın yükselişini, aydınlanma düşüncesine ve 19. yüzyılın başlarında idrak edilen sanayi devrimine bağlıyoruz.
Sanayi devrimi sonucu makineli üretim giderek yaygınlaşmış, küçük atölyelerden daha büyük fabrikalara geçilmiş, artan üretim iç piyasalarda fazlalığa yol açmış ve ham madde ihtiyacının da artmasıyla birlikte, serbest dış ticaret düşüncesi gelişmiştir.


İngiltere, önce komşularını serbest dış ticarete zorlamış fakat Batı Avrupa ülkeleri, gümrüklerle kendi geleneksel sanayilerini korumuş, aynı zamanda yeni teknolojileri süratle uygulama yoluna giderek İngiltere ile aralarındaki mesafenin fazla açılmasına izin vermemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu ise, kendi geleneksel üretimini koruyamamış ve sanayileşme yoluna gidememiştir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne 1838 tarihli serbest dış ticaret anlaşmasını (Balta Limanı Anlaşması) kabul ettirmesi ile Osmanlı Devleti’nin açık pazar haline dönüşmesi süreci başlamıştır. Sanayileşme ile birlikte hızlı ve ucuza imal edilen Batı Avrupa ürünleri karşında, geleneksel üretime dayalı Osmanlı ürünlerinin rekabet şansı kalmamış, Osmanlı sanayisi yok olmaya yüz tutmuştur.


Devletin dış ticaret yapısı değişmiş; sınai tüketim malları ithal eden, tarımsal ve madensel ham maddeler ihraç eden bir ekonomik yapı ortaya çıkmış ve bunun sonucunda dış ticaret bilançosu açıklar vermeye başlamıştır. Dış ticaret bilançosundaki açıklar, 1850 yılına kadar hazinedeki altın ve gümüşün ihracatıyla, 1854’ten sonra ise borçlanmalar ile karşılanmıştır. Zamanla borç batağına teslim olan ülkede, önce iç borçların tahsili için Rusum-u Sitte İdaresi, daha sonra 1881 yılında bunu da içerisine alan Duyun-u Umumiye İdaresi kuruldu.


Bu borç batağı, devletin egemenlik haklarının bir kısmının kaybedilmesine yol açmış; para-maliye politikaları, Osmanlı Bankası’na, vergilerin yaklaşık %30’u Duyun-u Umumiye İdaresine bırakılmıştı. Buna rağmen ödenemeyen borçlar birikmiş ve ilk kez 1854’te borç almaya başlayan Osmanlı Devleti’nin borçları, Türkiye Cumhuriyeti tarafından ancak 1954’te bitirilebilmiştir.
Osmanlı Devletinin demografik yapısına ekonomik açıdan bakıldığında; kökenleri eskilere uzanan, etnik esaslara dayalı sosyal bir işbölümünün olduğu görülür. Bu işbölümü şu şekilde sayılabilir:

Türkler; asker, çiftçi, devlet memuru ve esnaf,

Rumlar; ticaret,

Ermeniler; zanaat,

Yahudiler; sanayi ve bankacılık,

Türklerin genellikle meşgul oldukları işlere oranla daha fazla gelir getirici işlerle meşgul olan Gayri Müslimler, bu uğraşlarla edindikleri sermaye birikimini, ülkenin sanayileşmesi ya da ekonomiye geri dönmesi için kullanmamış; dışarıya aktarmış veya kendi millî devletlerini kurmak için seferber etmişlerdir.


Cumhuriyetin ilanı ile ülke sınırlarımız içerisinde kalan nüfusun 13 milyon olduğu tahmin edilmekte ve bu nüfusun da yapısı incelendiğinde; çoğunluğunun yaşlı, kadın ve çocuklardan oluştuğu görülmektedir. Genç ve eğitimli nüfusun savaşlarda şehit verilmesi, üretim bilgisi olan azınlıkların ülke dışına çıkarılması ve geriye kalan nüfusun yapısı, cumhuriyetin ilk yıllarında ekonominin gelişimi için bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmaktadır.


Osmanlı Devleti’nde ekonomik düzen, büyük ölçüde toprağa ve tarımsal üretime dayanıyordu. Tarım kesimi, milli gelirin yarısından fazlasını oluşturuyor ve nüfusun %80’ini istihdam ediyordu. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda da bu yapı, aşağı yukarı aynı nitelikteydi. 1920’li yıllarda Türkiye’de tarıma elverişli toprakların 22-23 milyon hektar olduğu ve bu toprakların ancak yarısının (10-11 milyon hektar) işlendiği tespit edilmiştir.


Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda tarımsal potansiyelin yarısından azının kullanılıyor olmasının nedenleri; ülke nüfusunun ekilebilir arazinin tümünü işlemek için yetersiz olması, toprağı işleyecek araç-gereçlerin ve ekilecek tohumun olmayışı olarak sıralanabilir.


Son olarak, cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı ekonomik ilişkilerin özelliklerine bakacak olursak; üretimin aile işletmelerinde öz tüketim için yapıldığı, artan üretimin ancak nakit gelire ihtiyaç duyulduğunda mahalli pazarlara çıkarıldığı, piyasa için üretimin sadece birkaç ihraç ürün ile sınırlı olduğu, sanayileşme gerçekleşmediğinden ekonomik sektörler arasında bütünleşmenin ve karşılıklı girdi alış-verişinin çok yetersiz olduğu görülmektedir.


Osmanlı’dan devralınan bu yapısal sorunların çözümüne yönelik önemli mesafeler kat edilmiş olsa da, günümüzde hala bu sorunların devamı niteliğinde problemlerle karşılaşılabilmekte, bu nedenle de sorunların kaynaklarına inilerek çözüm önerilerinin geliştirilmesinde fayda görülmektedir.

.

Harun OKÇİN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Sahipkıran ÜNİ kategorisinde yayınlanan diğer yazılar için tıklayınız.

Sahipkıran Akademi Hakkında

Sahipkıran AKADEMİ; üniversite öğrencilerine çalışmalarını yayınlayabilecekleri bir platform sağlamak ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine katkı sağlamak üzere, Merkezimiz çatısı altında yeni oluşturulmuş bir yapıdır. “Türkiye’nin geleceğinin mimarları, Sahipkıran’da buluşuyor!” sloganı ile gayretli ve üretken üniversitelileri, çalışmalarını bu platformda paylaşmaya ve SASAM’ın etkinliklerine katılmaya davet ediyoruz. Sahipkıran AKADEMİ üyeliği, tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır. Üye olan öğrenciler, istedikleri zaman üyelikten çıkabilmektedirler. Üye olmak veya üyelikten çıkmak için bilgi@sahipkiran.org adresine, talebinize ilişkin e-posta göndermeniz yeterlidir. Talebiniz, en geç 3 iş günü içinde sonuçlandırılacaktır.

Yorumlar (3)

  1. Yavuz Biber dedi ki:

    Siz bu yazınızla Merhum Menderesin Hükümetini eleştirmiş oluyorsunuz. üzüntülerimi bildirir, yazı yazmadan önce birazcık da olsa araştırma yapmanızı öneririm.

  2. Harun Okçin dedi ki:

    Bu yazıda 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başları Osmanlı ekonomisi var olduğu şekilde ortaya konmaya çalışılmış mevcut bu yapı üzerine Türkiye Cumhuriyeti'nin bina edildiğine değinilmek istenmiştir. Herhangi bir siyasi parti dönemi veya politikası ele alınmamış, değinilmemiş veya eleştirilmemiştir. Bundan özenle kaçındığımı belirtmek isterim.

  3. Yavuz Biber dedi ki:

    Cehaletimi bağışlayın ama, verdiğiniz tarihler hakkında kafam karıştı. 20. yüzyıl başları hangi yıla kadarki bir dönemi kapsıyor?

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: