Twitter Facebook Linkedin Youtube

RADİKALLEŞME VE TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELERİNİN RADİKALLEŞME SÜREÇLERİ

Süleyman ERDEM

(Not: Bu makale, “Cihatçılar: El Kaide ve IŞİD’e Katılanların Hikayesi” adlı kitabın ilgili bölümünden alınmıştır.)

Radikalleşme; gruplar arası şiddeti meşrulaştırmaya ve grubun savunulması için fedakârlık beklentisi oluşturmaya yönelik olarak, düşüncelerde, hislerde ve davranışlarda değişiklik olarak tanımlanabilir.[1] Peki, bu değişiklik nasıl meydana gelir? Bireyler, gruplar ve kitleler, çatışma ve şiddete nasıl yönelirler?

Terör sorunuyla profesyonel olarak ilgilenenler, özellikle de devlet yetkilileri, terör eylemlerine başvuranların neler düşünerek bu eylemleri gerçekleştirdiklerini ve nasıl bu düşünceleri benimsediklerini, yani nasıl radikalleştiklerini bilerek sorunun çözümüne yönelik politikalar geliştirmek zorundadırlar. Sadece; “Bu davranışları sergileyenler insan olamazlar”, “Bunlar insanlık dışıdır”, “Lanetliyoruz!” ve benzeri kınama cümleleriyle terörizmle mücadele edilmesi ve terörist ile terörizmin anlaşılması mümkün değildir. “İnsanlar nasıl radikalleşirler ve niçin terör örgütlerine katılırlar?”, “Gerçekleştirdikleri terör eylemlerini nasıl kendi vicdanlarında meşrulaştırabilmektedirler?”, “Terör örgütlerine katılımların önüne geçmek için neler yapılmalıdır?” vb. soruların cevapları bilinerek terörizmle mücadele stratejilerinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu sorulara herkesin cevap araması belki gerekmemekte, ancak vatandaşlarını korumak zorunda olan devletler ve toplumlarını aydınlatmak zorunda olan araştırmacılar, konuyu duygusallığın ötesinde daha soğukkanlı ve bilimsel veriler ışığında ele almak durumundadırlar. Çünkü terörizm, son iki yüzyıldır gündemdedir ve teröristler de her geçen gün daha donanımlı, vahşi, can yakıcı hale gelerek daha fazla insanın canını almaya devam etmektedirler.[2]

TERÖRLE MÜCADELEDE RADİKALLEŞMENİN ÖNLENMESİ” – Okumak için tıklayınız

Şiddete yönelme, bir teröristi diğer radikallerden/aşırılardan ayıran en önemli özelliktir.[3] Radikalleşme ve sonrasında şiddete yönelme süreci, zaman içinde gelişmekte ve bireylerin dünyayı ve kendilerini algılamalarında önemli değişikliklere neden olmaktadır. Ancak son yıllarda yapılan akademik araştırmalar; terör eylemlerine katılan bireylerin farklı sosyal geçmişlerden geldiklerini, oldukça farklı radikalleşme süreçlerinden geçtiklerini ve farklı motive edici kaynaklardan etkilendiklerini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, dini suiistimal eden terör örgütlerinde olduğu kadar; sağ, sol ve etnik milliyet temelli terör örgütlerinde de geçerlidir. Örneğin Londra ve Madrid bombacıları, milliyetleri, kültürel geçmişleri, eğitim seviyeleri, İngiltere ve İspanya toplumlarına entegrasyonları, ailevi durumları ve suç geçmişleri açısından farklılık arz ediyorlardı. ETA’ya ve 60’lı ve 70’li yıllarda Avrupa’da kurulan diğer terör örgütlerine katılan bireylerin de sosyal karakteristikleri oldukça farklıydı. Tüm bu farklılıklara rağmen, terörden mahkum tüm bireyler, şiddet içeren radikalleşmeye giden bir süreci yaşamış ve terör eylemlerine katılmışlardı. Bu durum, araştırmacıları iki sonuca götürmüştü;[4]

    1. Radikalleşmeye açık toplum kesimlerinin profilini çıkarmak ve muhtemel teröristleri tespit etmek mümkün değildir.
    2. Farklı radikalleşme süreçlerinin tamamını engellemeye yönelik bir strateji geliştirmek mümkün değildir.

Bu araştırmalar neticesinde; radikalleşmeye müsait bireyleri tespit etmek için yapılacak bir profil çalışması yerine, radikalleşme süreçlerini tespit etmenin daha sağlıklı sonuçlar verdiği ortaya çıkmıştır. Bu süreçlerin anlaşılması, önleyici stratejilerin oluşturulması ve tedbirlerin alınması açısından faydalı olacaktır.[5]

Radikalleşme süreçlerini/mekanizmalarını, aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere; bireysel, grupsal ve kitlesel düzeyde ondört başlık altında incelemek mümkündür: [6]

Tablo: Şiddete Giden Yollar: Bireysel, grup ve kitlesel düzeyde radikalleşme süreçleri[7]

Radikalleşme Düzeyi Süreçler/Mekanizmalar
Bireysel 1. Kişisel Mağduriyet Nedeniyle Bireysel Radikalleşme
2. Siyasi Mağduriyet Nedeniyle Bireysel Radikalleşme
3. Radikal bir Gruba Katılmak Suretiyle Bireysel Radikalleşme – Sevginin Gücü
4. Radikal Bir Gruba Katıldıktan Sonra Bireysel Radikalleşme – Kendini İkna Etme
5. Basın, Medya ve İnternet Yoluyla Bireysel Radikalleşme
Grupsal 6. Aynı Düşünceden Gruplar içinde Grup Radikalleşmesi
7. İzolasyon ve Tehdit Altında Grup Radikalleşmesi
8. Aynı Destek Tabanı İçin Rekabet Sırasında Grup Radikalleşmesi
9. Devlet Gücü ile Rekabet Esnasında Grup Radikalleşmesi
10. Grup İçi Rekabet Nedeniyle Grup Radikalleşmesi
11. Amaca Ulaşmada Terörün Kestirme Yol Olarak Görülmesi Nedeniyle Grup Radikalleşmesi
12. Marjinalleş(tiril)me Nedeniyle Grup Radikalleşmesi
Kitlesel 13. Başka bir Grup ile Mücadele Esnasında Kitlesel Radikalleşme
14. Başka bir Grup ile Uyuşmazlıktan Kaynaklanan Kitlesel Radikalleşme – Nefret

1. Kişisel Mağduriyet Nedeniyle Bireysel Radikalleşme

Mağduriyet; “haksızlığa veya zulme uğramış olma durumu” olarak tanımlanmaktadır ve insan eliyle ya da ihmaliyle ortaya çıkan mağduriyet ve doğal afetler sonucu yaşanan mağduriyet olmak üzere ikiye ayrılabilir. Doğal afetler sonucu meydana gelen mağduriyetlerde öç alma ve intikam gibi duygular oluşmaz iken, insan eliyle ya da ihmaliyle meydana gelen mağduriyetlerde öfke, kin, nefret, intikam ve düşmanlık gibi radikalleşmeye neden olan menfi duygular oluşmaktadır.[8]

Birçok terörist, yaşadığı bir mağduriyet sonucu, örneğin gözaltına alındığında şiddete maruz kalma, işkence görme ya da tacize uğrama gibi nedenlerle radikalleşerek terör örgütlerine katılmaktadır.[9] Devlet görevlilerinin intikam, cezalandırma ve teröristlere hak ettikleri dersi verme düşüncesiyle yaptıkları aşırı güç kullanımı, çoğunlukla terör örgütü elemanlarının devlet görevlilerini düşman olarak görme eğilimlerini güçlendirmekte, daha fazla kinlenmelerine sebep olmakta ve buldukları ilk fırsatta intikam almak için örgütün saflarında yerlerini almaya itmektedir.[10]

Bireylerin radikalleşmesine neden olan mağduriyetler, sadece devlet görevlilerinin haksız muamelelerinden oluşmamakta; devlet dışı örgütlerin neden oldukları mağduriyetler de radikalleşmeye neden olmaktadır. Örneğin Türk Hizbullah’ı ile ilgili yapılan bir araştırma; Hizbullah’a katılımda PKK’nın yol açtığı mağduriyetin önemli bir rol oynağını ortaya çıkarmıştır. PKK tarafından mağdur edilmiş, yakınları PKK tarafından öldürülmüş, işkence ve tehdide maruz kalmış Güneydoğu halkı, Hizbullah’ı intikam almak için bir adres olarak görmüş ve ideoloji olarak Hizbullah’a yakınlıkları olmayanlar da intikam güdüsüyle Hizbullah’a katılmışlardır. Mezkûr araştırma kapsamında yapılan mülakatlarda bir uzman, bu çeşit katılımlara şöyle işaret etmektedir: “Büyük ölçüde PKK’dan mağdur olmuş PKK’dan tehdit görmüş, abisi, babası yakın bir akrabası PKK tarafından öldürülmüş insanlardır bunlar. Hizbullah’ın ilk elemanları arasında PKK’dan öyle ya da böyle zarar görmüş, PKK tehdidi ile karşı karşıya kalmış ve savunma içgüdüsüyle Hizbullahçı olmak zorunda kalmış insanlar çoktur. Bu katılımlar bana göre ideolojik değildir, bu gidişler tamamen sosyolojiktir, yani güvenlik veya bölgede bir güce kendini dayama ihtiyacı…”[11]

Kişisel mağduriyet nedeniyle yaşanan radikalleşme süreci, intihar bombacılarının radikalleşmesini izah için literatürde en çok atıf yapılan süreçtir. Çeçen Kara Dulları’nın, uğradıkları tecavüz veya başta kocaları olmak üzere diğer erkek yakınlarının öldürülmeleri sonrasında intikam için intihar bombacısı oldukları savunulmaktadır. Kara Kaplanlar olarak anılan Tamil Kaplanları’nın intihar tugaylarının da benzer bir şekilde Singalaların vahşetlerinden sağ kurtulanlardan oluştuğu söylenmektedir. Filistinli intihar bombacıları da, niçin intihar bombacısı olduklarına dair açıklamalarında; İsrail ordusunun sevdiklerine veya mahallelerine saldırılarının intikamını almak için böyle bir yönteme müracaat ettiklerini ifade etmektedirler.[12] Bu nedenle de intihar bombacılarının; yakın aile fertlerinden, akrabalarından ya da arkadaşlarından birinin güvenlik güçleri ile girmiş oldukları silahlı çatışmada öldürülmüş olması, yaralanması ya da hapse atılması gibi nedenlerden dolayı kinlenmeleri ve intikam alma duygusu içerisinde bulunmaları nedeniyle radikalleştikleri ve bu travmaları yaşayanların intihar saldırıları için uygun birer aday olabildikleri savunulmaktadır. [13]

2. Siyasi Mağduriyet Nedeniyle Bireysel Radikalleşme

Bazen bireyler, siyasi akımlara ve hadiselere karşı radikal eylemlere karışabilmektedir. Buna en güzel örneklerden biri; ABD’li matematikçi Ted Kaczynski’dir. Harvard Üniversitesi mezunu, Michigan Üniversitesinde matematik doktorası yapmış ve Berkeley Üniversitesinde Üniversitenin o döneme değin en genç öğretim üyesi olarak görev almış olan Kaczynski, namı diğer Unabomber (Üniversite ve Havayolları Bombacısının kısaltması), Berkeley Üniversitesindeki görevinden istifa ettikten sonra Montana’ya yerleşerek ormanın içinde bir kulübede yaşamaya başlamış, yaşamını tamamen kendi kendine sürdürmenin yollarını aramıştır. Ancak endüstriyel gelişmenin yaşam alanını gittikçe daha çok daralttığına ve çevresindeki doğanın sürekli olarak tahrip edildiğine şahit olması, kendisini önce ufak tefek sabotaj eylemlerine, daha sonra ise kararlı ve planlı bombalamalar yapmaya itmiştir.[14]

Diğer bir örnek, Yahudi Toplum Merkezi’nde beş kişiyi yaralayıp sonrasında Filipinli bir postacıyı öldürdükten sonra Ağustos 1999’da polise teslim olan Buford Furrow’dur. Eylemlerini kendi başına planlayıp gerçekleştiren Furrow’un, beyaz ırkın üstünlüğünü savunan gruplara kendini adamış birisi olduğu anlaşılmıştır.[15]

Bu şekilde bireylerin bir grubun parçası olmaksızın yalnız başına hareket ettiği radikalleşme süreci, oldukça nadir görülen radikalleşme süreçlerindendir. Bu gibi durumlarda, kişinin entelektüel bir hareketten etkilenmesi kuvvetle muhtemeldir. Yine radikalleşmenin bu türü, diğer radikalleşme türlerine göre daha fazla psikolojik rahatsızlıklar içerme ihtimali taşımaktadır. Yukarıda verilen örneklerden Kaczynski’nin, paranoid şizofreni olduğu tespit edilmiş; yine Furrow’un daha önce akıl sağlığı tedavisi gördüğü anlaşılmış ve Furrow, bu nedenle idam cezasından kurtulmuştur. Terör örgütlerinin, bu gibi psikolojik sorunları olan kişileri, güvenilmezlikleri nedeniyle saflarına katma ihtimali çok düşüktür.[16]

3. Radikal bir Gruba Katılmak Suretiyle Bireysel Radikalleşme – Sevginin Gücü

Bireyler, terör örgütlerine bu örgütlere mensup teröristlerle kişisel bağlantıları kanalıyla katılırlar. Hiçbir terörist, kendilerine ihanet edecek kişileri örgüte kazandırmak istemez. Bu da pratikte; “terör örgütü mensuplarının, eleman kazanmak için güvendiği arkadaşlarına, sevdiklerine ve ailelerinden kişilere yönelmeleri” demektir.

“Güven”, terör örgütü mensuplarının eleman kazanma ağını belirleyebilir ancak kimlerin örgüte kazanılacağında belirleyici olan unsur; sevgidir. Romantik ve yoldaşça bir sevginin çekim gücü, bireylerin terör örgütlerine katılmalarında siyaset kadar etkili olabilir. Yoldaşlara adanmışlık, bir arkadaş grubunun hep birlikte bir terör örgütüne katılımına neden olabilir. Hatta bazen küçük siyasi bir grup, bir terör örgütüne katılımın müzakere edildiği bir toplantı gerçekleştirebilir ve katılım yönünde oy çokluğu olursa, grubun tamamı blok halinde terör örgütüne katılabilir. Grup kararı veya bireysel tercih nedeniyle bir terör örgütüne katılan kişinin, birlikte hareket ettiği arkadaşlarına ve yoldaşlarına olan sevgisi, genellikle daha da artmaktadır. Çünkü aynı amaçlar ve ortak tehditler, grup birlikteliğini artırmakta, bu da örgüt mensuplarının birbirlerine daha sıkı bağlanmalarını sağlamaktadır. İrlanda ve Kuzey İrlanda’da faaliyet gösteren Sinn Fein’e mensup 30 örgüt elemanı ile White’ın yaptığı mülakatlarda; “grup dayanışması ve grup için faydalı olabilme ümidinin, örgüt üyelerini tüm sıkıntılara rağmen bir arada tutan en önemli iki güç olduğu sonucuna” varılmıştır.

Yani yol arkadaşlarına adanmışlık, sadece radikal bir gruba katılmak için bir katalizör görevi görmemekte, aynı zamanda radikal bir gruptan ayrılmanın önünde bir bariyer de oluşturmaktadır. White’ın yaptığı mülakatlarda bir örgüt üyesin söylediği şu sözler, yukarıda söylenenleri özetler niteliktedir: “Niçin diye kendi kendime sorduğum zamanlar oluyordu. ‘Niçin? Kafayı mı yedin?’ diyordum kendi kendime… Fakat sırtımı dönüp gidemezdim. Hapiste olan ve hayatlarını feda eden pek çok arkadaşım vardı ve ben sırtımı dönüp gidecektim… Hayır, arkamı dönüp gidemeyeceğim kadar çok cenaze arkasından yürüdüm.”[17]

4. Radikal Bir Gruba Katıldıktan Sonra Bireysel Radikalleşme – Kendini İkna Etme

Bireylerin, büyük riskler ve fedakârlık üstlenerek aniden sempatizanlıktan eylem boyutuna geçmeleri, nadir görülen bir davranıştır. Normal şartlarda bir bireyin terör örgütüne katılma süreci, daha önce de ifade edildiği gibi yavaş ve kademeli olarak gerçekleşmektedir. Örgütler, saflarına katmak istedikleri veya saflarına katılmak isteyen bireyleri, önemli görevlerden önce küçük pek çok testten geçirmekte ve silahlı eylemden önce pek çok şiddet içermeyen görevler vermektedirler.

Bireyin kendi olumsuz davranışlarını kendi zihninde adım adım meşru hale getirmesi, sosyal psikolojide çok iyi irdelenmiş bir konudur. Yüzlerce deney, bireyin aptalca veya kötü bir davranıştan sonra bu davranışını meşrulaştırmaya güçlü bir şekilde meylettiğini göstermiştir. Sıkıcı bir deneyin eğlenceli olduğunu söylemek zorunda kalan veya karşı çıktığı bir hususun lehine bir makale yazmak zorunda kalan bir kişi, muhtemelen bu davranışını haklı göstermek için bahaneler uyduracaktır. Bilişsel Uyumsuzluk Teorisine göre bu eğilim, kişinin kendi pozitif imajı ile kötü davranışı arasındaki uyumsuzluğu azaltmaya yönelik bir gayrettir. Başka bir deyişle; yaptıklarımız için gerekçe bulmak, gerekçelerimiz olan şeyleri yapmaktan daha kolaydır.[18]

Kendi kendine radikalleşmeye dair en çarpıcı örneklerden biri, Milgram’ın otoriteye itaati izah etmeye yönelik çalışmaları sırasında gerçekleştirdiği deneylerden biridir. İnsanların kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen, otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bu deney[19], Yale Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Denekler, gazete ilanları ve posta yoluyla bulundu. Deneyin tanıtımında deneyin bir saat sürdüğü ve katılanlara deneyi tamamlamasalar bile ücret ödeneceği bildirildi. Katılımcılar; 20 ve 50 yaşları arasında, ilkokulu tamamlayamamışlardan doktora mezunlarına kadar her türlü öğretim geçmişine sahip erkeklerden oluşuyordu.

Deney gözlemcisi rolünü, bir teknisyen önlüğü giyen, sert ve hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni oynuyordu. Kurban rolünü de bu rol için eğitilmiş, İrlandalı-Amerikan bir muhasebeci üstlenmişti. Kurban ile deney gözlemcisinin işbirliği yaptığı, katılımcıdan gizleniyor ve kurban, katılımcıya kendisi gibi gönüllü olarak katılmış başka bir denek olarak tanıtılıyordu. Böylece katılımcının gözünde deney, deney gözlemcisi ve iki denekten oluşuyordu. Deney gözlemcisi, iki deneğe “öğrenmede cezanın etkisi” hakkında bir deneye katıldıklarını, birisinin “öğretmen” diğerinin de “öğrenci” rolünü üstlenecekleri bilgisini veriyordu. Sonra, iki deneğe de birer kâğıt veriliyordu. Katılımcının, bu kâğıtlardan birinde “öğretmen” ve diğerinde de “öğrenci” yazdığına ve kâğıtların rastgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise her iki kâğıtta da “öğretmen” yazıyordu ve işbirlikçi denek, kendi kâğıdında “öğrenci” yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece katılımcının hep “öğretmen” olması sağlanıyordu. Bu noktada “öğretmen” ve “öğrenci”, birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu.

Deneyden önce öğretmene 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak öğrenciye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. Öğretmene daha sonra öğrenciye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen, listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.

Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek, geçtiği odada elektroşok makinesine bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırıyor ve bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra aktör, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikâyette bulunmamaya başlıyordu.

Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediğini ifade ediyordu. Kimi denekler, 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu, sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Bazı denekler, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.

Denek, herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:

1- Lütfen devam edin.

2- Deney için devam etmeniz gerekiyor.

3- Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.

4- Başka seçeneğiniz yok, devam etmek “zorundasınız”.

Denek, bu dört uyarıdan sonra hala “durmak istediğini” ifade ederse, deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney, ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu.

Milgram, deney gerçekleştirilmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı. Katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1-2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünüyordu. Milgram, ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir anket yaptı. Onlar da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını düşündüklerini söylediler. Ancak sonuçta deneklerin %65’inin (40 denekten 26’sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Deneklerin tümü, deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri, 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Milgram’ın notlarına ve anılarına göre, son şokları uygulamayı reddeden katılımcılardan hiçbiri, ne deneyin kendisinin durdurulmasını talep etti, ne de izin almadan odayı terk ederek kurbanın durumunu kontrol etti.[20]

Milgram, ulaştığı sonuçları 1974 tarihli “İtaatin Tehlikeleri” başlıklı makalesinde şöyleözetledi: “İtaatin hukuksal ve felsefî açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde, genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir otoritenin komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur. Zira sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ayrıca bu deneylerde, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde, pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.”

Milgram’ın deneyinde bağımlı değişken; düşünce veya duygulardaki radikalleşme değil, davranışlardaki radikalleşmedir. Bu deneyde düşünce veya duygulardaki radikalleşme ölçülmemiştir ve zaten şok seviyesini artırmanın kurbana karşı değişen hislerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını ölçmenin yolu da yoktur.

Bu konuda yapılan diğer meşhur bir deney de; Psikolog Philip Zimbardo liderliğinde bir grup araştırmacı tarafından 1971 yılında Stanford Üniversitesi’nde gerçekleştirilen deneydir. Stanford hapishane deneyi[21] olarak bilinen deneyde; mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileri incelenmiştir. Deney için psikolojik açıdan sorunu olmayan gönüllü erkek öğrenciler, rastlantısal bir şekilde gardiyan ve mahkûm rolü oynamak üzere seçildiler. Bu öğrenciler, Stanford Üniversitesi psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler. Kendi hallerine bırakılan mahkûmlar ve gardiyanlar, çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular ve gardiyanlar, birkaç gün içinde mahkûmlara (aşağılama ve keyfi cezalandırmalar şeklinde) kötü muameleye başladılar. Deney, öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm, duygusal olarak travma geçirirdi ve Zimbardo, altıncı günün sonunda deneyi bitirmek zorunda kaldı.

Milgram’ın deneyinde olduğu gibi, bu deneyde de düşünce ve duygulardaki radikalleşme değil, davranışlardaki radikalleşme ölçülmüştü. Deneyde; gardiyan rolündeki deneklerin, mahkûm rolündeki deneklere karşı (şınav çektirmekten başlayıp, pis yemekler yedirmeye ve en sonunda cinsel taciz içeren oyunlar oynamaya zorlamaya varan) gayri insani muamelelerinin düzenli olarak arttığı, açıkça gözlemlenmişti. Deney sonrası, deneklerle yapılan mülakatlarda gardiyan rolündeki bir öğrenci, mahkûmlara karşı artan zalimce muamelesinin sebebini; “mahkûmların hangi aşamaya kadar ses çıkarmayacaklarını merak etmesi” olarak açıklamıştı. Ona göre, kendisinin aşırıya kaçmasının sorumlusu, kendilerini savunmayan mahkûmlardı!

Bu iki deneyden de çıkan sonuç; yavaş bir şekilde artan (başkalarına zarar veren) radikal davranışlara ilişkin bir şablonun varlığıdır. Bireyler, kendi davranışlarını meşrulaştırabilmek için kendilerini ikna etmektedirler. Kendi kendine radikalleşme, aşırı davranışlar için kaygan bir zemin oluşturmaktadır. Aşırı mazeretler ve meşrulaştırmalar ise, bu kaygan zemini daha da kaygan hale getirmektedir.[22]

5. Basın, Medya ve İnternet Yoluyla Bireysel Radikalleşme

Radikalleşme sürecinin en önemli unsurlarından biri; basın, medya ve internet kanalıyla geniş kitlelere ulaştırılan propagandadır. Propaganda, aşırı veya radikal olarak nitelendirilebilecek fikir, ideoloji ve eylemleri meşrulaştırmak ve grup ile düşman olarak nitelendirilenler arasındaki ihtilaf konularını abartarak kızıştırmak için kullanılan bir yöntemdir.[23] Bu nedenle de propaganda ve propagandaya dayalı beyin yıkama, terörün en önemli aracı ve terörist olmaya giden yolun başı olarak nitelendirilmekte ve propagandaya malzeme olarak kullanılabilecek unsurların çokluğu ile terör örgütlerine katılan bireylerin sayısı arasında doğru bir orantı olduğu savunulmaktadır.[24]

Kitaplarda, medyada ve özellikle de internette yer alan görsel, işitsel materyaller ve videolar kanalıyla şiddet eylemleri, haklı nedenlere dayalı ve meşru olarak yansıtılmakta ve savunulmaktadır. İnternet, günümüzde en önemli propaganda, radikalleştirme ve eleman kazanma aracı olarak kullanılmaktadır. Teröristler, hedeflerini insanlar gözünde canavarlaştırmaya yönelik propagandalarını internet kanalıyla geniş kitlelere ulaştırabilmektedirler. Düşmanın canavarlaştırılması ve şiddetin yüceltilmesi, propaganda yoluyla yapılan beyin yıkama sürecinin en önemli unsurlarıdır. Propaganda, radikalleşmekte olan bireyler ve grup arasındaki bağların pekişip kuvvetlenmesini sağlar. Rasyonel ve duygusal fikirlerin harmanlanarak bir araya getirildiği propaganda, radikalleşen bireylerde amaca ulaşmak için en etkili ve kaçınılmaz yolun şiddetten geçtiği kanaatini oluşturur.

Terör örgütlerinin propagandaları, bireylere gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirecekleri şiddet eylemleri için savunma mekanizmaları üretir. Bunun için de propaganda materyalleri, genellikle yapılan/yapılacak eylemleri haklı çıkaracak tarihi karşılaştırmalar ve kahramanlık terminolojisi içererek fantastik bir dünya oluşturmakta ve böylece terörizm, “iyi” ve “kötü”nün yeniden tarif edildiği makul bir çerçeveye oturtulmaktadır.[25]

Cihadi doktrinleri savunan web siteleri, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Müslümanların radikalleşmesine neden olmaktadır. Bunlardan İngilizce yayın yapanların, Amerikan Müslümanlarının artan bir şekilde radikalleşmesinde etkili oldukları ifade edilmektedir. Bu web sitelerinin El Kaide tarafından kurulup yönetilmediği bilinmekle birlikte, bu sitelerin içeriklerinin cihad ve ABD’ye karşı kutsal savaşa sempatizan kazandırmada oldukça etkili oldukları gözlenmektedir. Bu siteler ve sohbet odaları, cihada hevesli Müslümanlar için endoktrinasyon ve eğitim temin etmekte, aynı zamanda aynı düşünceye sahip dünyanın farklı bölgelerindeki diğer bireylerle bağlantı kurmalarını ve cihatçı gruplara katılmalarını kolaylaştırmaktadır. Militan İslami web siteleriyle mücadele eden Suudi Hükümeti programına göre; El Kaide’ye sempatiyle yaklaşan İngilizce (aktif) web siteleri yedi yıl önce 30 iken, günümüzde 200’den fazla olmuştur.[26]

6. Aynı Düşünceden Gruplar içinde Grup Radikalleşmesi

Birbirini tanımayan gruplar, belirli bir riski üstlenip üstlenmemek veya siyasi bir karar vermek üzere bir araya getirildiklerinde, düzenli olarak iki değişim göstermektedirler: üzerinde konuşulan konu hakkında artan bir şekilde uzlaşma ve grup üyelerinin ortalama fikirlerinde bir kayma. Fikirlerdeki kayma, görüşmelerden önce en fazla kişi tarafından benimsenen aşırı görüşe doğru ve artan şiddette olmaktadır. Örneğin müzakerelerden önce risk almayı tercih edenler fazla ise, ortalama görüşteki kayma; daha fazla risk alma yönünde olmaktadır. Yine müzakerelerden önce çoğu kişi Amerika’nın dış yardımlarına karşı ise, ortalama görüşteki kayma; dış yardım karşıtlığında artış yönünde olmaktadır. Bu kayma, farklı görüş benimsediği halde uyumsuzluk çıkmaması için sesini çıkarmama ve bu nedenle çoğunluğun fikrine onay verme endişesinden kaynaklanmamaktadır. Aksine, müzakereler öncesi ve sonrasında yapılan ve sadece araştırmacıların görebildiği anketlerden elde edilen sonuçlara göre; benzer değerlere sahip bireyler arasındaki müzakereler, bireylerin görüşlerinde daha aşırı görüş yönünde içselleştirilmiş bir kaymaya neden olmaktadır.

Sosyal karşılaştırma teorisine göre; bütün bireyler, kendileri üzerinde uzlaşmaya, yani kendi fikirlerini grubun ortalama fikrine yaklaştırmaya yönelik baskı hissederler. Fakat bu baskı, herkes için aynı düzeyde değildir. Müzakerelerden önce grup üyelerinin benimsediği ortalama görüşten daha aşırı görüşler benimseyen bireyler, daha çok takdir görürler. Çünkü onlar, diğer üyelere göre gruba kendilerini daha fazla adamış ve daha kapasiteli olarak görülürler. Bu statü de, onların grup üzerinde daha etkili olmalarını ve müzakerelerden (fikirlerinde meydana gelebilecek değişiklikler bağlamında) daha az etkilenmelerini beraberinde getirir. Müzakerelerden önce, grubun ortalama görüşünden daha yumuşak görüşler benimseyen grup üyeleri ise, grup üzerinde daha az etkiye sahiptirler ve müzakereler sonucunda fikirlerinde en fazla değişim olan bireyler de bu kişiler olmaktadır. Kimse, grubun benimsediği fikri desteklemede, ortalamanın altında kalmak istememektedir. Bunun neticesi de; ortalama fikirlerin, grubun benimsediği görüşler doğrultusunda daha aşırılaşmasıdır.[27]

7. İzolasyon ve Tehdit Altında Grup Radikalleşmesi

Bu tarz radikalleşme, küçük savaşçı grupların üyeleri arasında oluşan güçlü bağlardan kaynaklanmaktadır. Savaştaki askerler veya terör örgütü üyeleri, genellikle aynı birlikte/grupta savaştıkları silah arkadaşları dışındaki kişilerden izole haldedirler. Böyle bir ortamda, bireylerin birbirlerine güvenmek dışında bir seçenekleri yoktur. Zira hem askerler hem de teröristler, düşmanla savaşırken kendi hayatları için birbirlerine bağlı ve muhtaç durumdadırlar ve bu şekilde birbirine aşırı bağımlılık, grup üyeleri arasında aşırı uyumu ve bağlılığı beraberinde getirir. Bu uyum ve bağlılık, grup üyelerini kardeşlerden daha yakın hale getirebilir. Bir grup üyeleri arasında bu boyuttaki uyum ve bağlılık ise, grup üyelerinin uzlaşmaları yönünde güçlü bir baskıyı da beraberinde getirir.

Gruplar, ahlaki standartlar oluşturma güçleri bakımından farklılık gösterirler. Eğer bir grubun üyeleri, aynı standartlarda başka gruplara da üye iseler, o grubun sosyal gerçeklik değeri zayıftır. Bunun tersine eğer bir grubun üyeleri, diğer gruplardan izole edilmişlerse, o grubun sosyal gerçeklik değeri güçlüdür. Bu prensip, beyin yıkama da dâhil grup odaklı pek çok ikna yöntemi için güçlü bir temel oluşturmaktadır. Uyum çok yüksek olduğunda, yani bir bireyin tüm sosyal dünyası kendi birliğindeki/terörist hücresindeki veya kapalı başka bir gruptaki birkaç arkadaşla sınırlı olduğunda, grubun sosyal gerçeklik değeri en yüksek seviyededir. Bu nedenle de bir radikal grup, yer altına inip terör örgütü haline geldiğinde; dış dünyadan izolasyon ve dış tehditler, grup dinamiklerini çok daha güçlü hale getirir. Grubun değerler ve ahlak üzerine uzlaşması, büyük bir güç meydana getirir ve bu güç; grubu tehdit edenlere karşı şiddet kullanılmasını meşru, hatta zorunlu hale getirir. Bu şekilde yüksek uyumlu bir grup oluşturmak, devletlerin ve terör örgütlerinin askeri eğitimlerinin en önemli amaçları arasındadır.[28]

8. Aynı Destek Tabanı İçin Rekabet Sırasında Grup Radikalleşmesi

Aynı tabana hitap eden ve dolayısıyla aynı tabanın desteğini bekleyen grup sempatizanları, savundukları davaya destek amaçlı daha radikal eylemlerde bulunarak destek bekledikleri taban nezdinde daha fazla kabul görmeye çalışırlar. Analistler, İrlanda Cumhuriyet Ordusu adlı örgütün 1979 yılında Lord Mountbatten’i öldürmesinin bu bağlamda, yani İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu adlı örgütle rekabet için gerçekleştiğini savunmaktadırlar. Yine bazı Filistinlilerin 1985 yılında iki uçak kaçırma girişiminin, rakip örgütlere karşı halk nezdinde avantaj sağlamak için yapıldığı iddia edilmektedir. Bazı terör saldırılarını birden fazla örgütün sahiplenmesinin nedeni de budur. Böylelikle hitap ettikleri kitlelere; “savunduğumuz dava uğruna biz, diğer örgütlere göre daha fazla eylem yapıyor ve mücadele ediyoruz, dolayısıyla onlar yerine bizi destekleyin!” mesajını vermeye çalışmaktadırlar.

Rekabet nedeniyle radikalleşme, ASALA (Ermenistan’ın Özgürlüğü için Ermeni Gizli Ordusu) örneğinde çok açık bir şekilde görülmektedir. Ana akım Ermeni örgütleri, Türklerin kendilerine uyguladıkları zorunlu tehcir nedeniyle Türklere ceza verilmesini konuşurlarken, ASALA Türklere saldırarak Ermeni diasporasının desteğini almayı başarmıştır. Eski Ermeni örgütlerinden Taşnak, bu rekabete kendi Türk karşıtı terör örgütünü (Ermeni Soykırımının Adalet Komandoları) kurarak cevap vermiştir. Benzer bir şekilde Filistin’in Kurtuluşu için Filistin Cephesi, ikinci intifada varlık göstermeyince materyalist Marksist ideolojisine rağmen, tekrar halk desteği kazanabilmek için intihar eylemlerine başvurmak zorunda kalmıştır.

Ancak bir örgütün böyle bir rekabet esnasında aşırı radikalleşerek halk kitlelerinin desteğini kaybetmesi de mümkündür. Daha radikalliğin getirdiği yüksek prestij ile aşırı radikalliğin getirdiği prestij kaybı arasında ince bir çizgi vardır ve bu çizgi, zaman içinde yer değiştirebilir. Bu çizginin zaman zaman aşıldığına örnekler; IRA’nın hedeflerini kendisine destek veren cumhuriyetçi sempatizanlarının kabul edebileceklerinin ötesinde taşıdığı zamanlarda görüşmüştür. Böyle durumlarda IRA, özür dilemiş ve en azından belirli bir zaman dilimi için hedef alanını daraltmıştır.

Benzer bir şekilde İsrail’e karşı Filistinlilerin düzenledikleri intihar eylemleri, Oslo Mutabakatından sonra dramatik bir şekilde azalmıştır. Barış umudu, anketlere göre Filistinlilerin bu tarz eylemelere desteğini azaltmıştır. Oslo Mutabakatının uygulanamayacağı anlaşılıp ikinci intifada başladığında yapılan anketler ise, intihar saldırıları arttığı halde bu tarz saldırılara desteğin rekor seviyelere ulaştığını göstermiştir. Pek çok durumda, popüler destek arttığında terörün arttığı, tersine destek azaldığında ise terörün azaldığı görülmüştür. Ancak pek çok durumda da daha radikal eylemlerin, bu eylemleri gerçekleştiren gruba, aynı davayı savunan diğer gruplara oranla daha fazla prestij ve destek getirdiği bilinmektedir.

Aynı taban için rekabetin çok fazla değinilmeyen bir ciheti daha vardır: rekabet edenlerin birbirlerine uyguladıkları şiddet… Kuzey İrlanda’da meydana gelen ölümlerin üçte biri; Katoliklerin Katolikleri ve Protestanların Protestanları öldürmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Her iki taraf da ajanlık yaptıklarından şüphelendikleri veya örgütün uygulamaya çalıştığı disipline direnenleri öldürmüştür.

Grup içi şiddetin aşırı bir örneği, Tamil Kaplanları örgütüdür. Tamil Kaplanları, güçlenirken Singaladan fazla Tamil öldürmüştür. İşe rakip Tamil militan gruplarını tasfiye ile başlayan örgüt, 2006 yılından itibaren eylemlerine, kendisini eleştiren bireyler ile siyasi muhaliflerini tasfiye ile devam etmiştir. Grup dinamikleri açısından bakıldığında, grup içi rakiplerin ortaya çıkardığı tehdit, grup içi birlikteliğin artırması, grup üyelerine daha fazla uyum için baskı oluşturması ve uyumsuz davrananların cezalandırılması açısından grup dışı tehdit gibidir. Bireysel açıdan bakıldığında konuya şu şekilde yaklaşılmaktadır: “Arkadaşlarım ve ben, davamız için her şeyimizi riske atarken ve bazı arkadaşlarımız bu dava için hayatlarını kaybetmiş iken, kimsenin bu fedakârlıklara ihanet etmesine izin veremeyiz!”[29]

9. Devlet Gücü ile Rekabet Esnasında Grup Radikalleşmesi

Bu radikalleşme türü, sosyal hareketler üzerine çalışan teorisyenlerin araştırmalarında odaklandıkları türdür. Kamusal bir varlık gösterisinde bulunmak için bir organizasyon yapan zayıf ve dağınık destekli bir grup, polis zoruyla ve özellikle orantısız şiddet uygulanarak dağıtıldığı zaman; devlet baskısına maruz kalmış bu grup üyelerine yönelik kamuoyu sempatisi artmakta ve bazen de bu sempati, eyleme dönüşmektedir. Bu şekilde yaşanan hadiselerde diğer bir dinamik daha gelişmektedir: Yasadışı bir eyleme katılarak radikal bir adım atan bireylerin çoğu, devletin müdahalesi sonucu, katlanacağı maliyetin çok yüksek olduğunu düşünerek eylemden vazgeçmektedir. Diğerleri ise devletin müdahalesinden yılmamakta, davalarına bağlılıkları artmakta ve devlete karşı eylemlerini artırarak devam ettirmektedir. Devlet ile radikal grubun bu etkileşimi, genellikle devlet ve grup arasındaki şiddetin artması ve devletin baskısına direnecek kadar radikalleşmemiş grup üyelerinin gruptan ayrılmasıyla sonuçlanmaktadır. Neticede yasadışı eylem yapan ilk gruptan, tüm baskılara rağmen yılmayan az sayıdaki üyenin aşırı radikalleşerek ve yer altına inerek oluşturdukları bir terörist hücresi doğabilmektedir.

Devlet ile göstericiler arasındaki gerilim döngüsünden her zaman farklı bir terörist hücresi doğmamakta, bazen bu döngü sırasında radikalleşen bireyler, mevcut farklı terör örgütlerine katılabilmektedirler. Gezi eylemlerine katıldığı için 98 yıl hapisle yargılanan ve sonrasında PKK’ya katılan Ayşe Deniz Karacagil, bu şekilde radikalleşen bireylere bir örnek olarak gösterilebilir. Niçin PKK’ya katıldığına dair yaptığı bir açıklamada Karacagil, şunları söylemektedir: “Aileden gelen bir Yörüklük var. Sistemin dayattığı bir yaşam çizelgesi var. Oku, iş sahibi ol, evlen, mülkiyet edin… Bunu sorgulamaya başladım. Bu sistemin içinde nerede yer alacaktım? Özüm nerede? Taksim ve Gezi sürecinde çoğu insan bu soruları sordu. Sorunların hak taleplerinin yankılandığı bir isyan yaşandı. Ben de bu isyana bu sorularla dâhil oldum.”[30]

İtalya’daki Kızıl Tugaylar ve Almanya’daki Kızıl Ordu Fraksiyonu (KOF) adlı örgütlerin ortaya çıkışlarını araştıran Della Porta, bu örgütlerin doğuşunda yukarıda zikredilen reaksiyon ve karşı reaksiyon döngüsünün etkili olduğunu tespit etmiştir. Kızıl Tugaylar, 1960’larda İtalya’da gerçekleşen solcu öğrenci protestolarından, KOF da Almanya’daki benzer solcu öğrenci protestolarından doğmuştur. [31]

Bu şekilde radikalleşme, bireyler arasındaki bağların gücüne bağlı olarak gelişir: tutuklanan yol arkadaşları o halde bırakılamazdır; cezaevinde veya polis kurşunuyla öldürülen yol arkadaşları, intikamları alınması gereken şehitlerdir. Tüm bu döngüden ortaya çıkan sonuç, genellikle devlet şiddetine karşı artan intikam hisleri ve intikam yeminleridir.

Della Porta, terör örgütlerine katılmalarının gerekçesi olarak yol arkadaşlarının tutuklanmasını veya öldürülmesini öne süren örgüt üyelerinden bir takım örnekler vermektedir. Terör örgütüne katılma şeklinde bir tepkinin arka planında; kızgınlık ve intikam duyguları ön plana çıkmaktadır. Ancak arkadaşları aynı dava uğruna hayatlarını kaybetmişken, kendisinin hala yaşıyor olması nedeniyle yaşanan bir nevi suçluluk duygusu da göz ardı edilmemelidir. Hayatta ve özgür olan dava arkadaşları, ölen veya hapiste olan belki de kendilerinden daha iyi olarak gördükleri arkadaşlarının arkasından suçluluk duygusu yaşamaktadırlar.[32]

10. Grup İçi Rekabet Nedeniyle Grup Radikalleşmesi

Grup içi rekabet, şiddetli çatışma üretebilir. Bazı gözlemciler, sadece devlete veya başka bir gruba karşı mücadelenin, bir terörist örgütü iç bölünmelerden koruyabileceğini savunmaktadır. Her ne kadar yeterli veri bulunmasa da mevcut örnekler, grup içi ayrışmaların bir terör örgütünün parçalanması ve birkaç parçaya bölünmesi ile sonuçlandığını göstermektedir. İrlanda Cumhuriyet Ordusu (Irish Republican Army-IRA)’nın yaşadığı parçalanma, bu önermeye ilişkin açık ve somut bir örnek olarak verilebilir. IRA, Resmi IRA (Official IRA), Geçici IRA (Provisional IRA), Gerçek IRA (Real IRA), Devam Eden IRA (Continuity IRA) ve İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu (Irish National Liberation Army-INLA) olmak üzere, zaman zaman birbirini hedef alan beş parçaya bölünmüştü. ASALA’da da eski yol arkadaşlarının birbirlerini hedef almasıyla sonuçlanan bir bölünme yaşanmıştı. Grup içi rekabet, öldürmenin ötesinde işkence ve yok etmeye uzanan aşırı şiddete kadar gidebilir. Kendi grup üyelerinden kaynaklanan bir tehdit, bir kirlenme hissi uyandırır ki bu kirliliği ortadan kaldırmak için işkence ve yok etme yöntemlerine başvurmak, grup üyeleri açısından meşru hale gelebilir. 1972’de Japon Birleşik Kızıl Ordusu adlı örgütün örgüte ait bir sığınakta cesetleri bulunan 14 üyesinin kaderi de açık bir şekilde böyle olmuştur.

Grup dinamikleri açısından bakıldığında, radikal gruplardaki bölünme ve parçalanma eğilimi sürpriz değildir. Daha önce de değinildiği gibi, birlik ve beraberlik vurgusu, grup içi uzlaşma ve uyum konusunda baskılara neden olmaktadır. Bir birey, bu baskılara nadiren karşı gelebilir ama iki veya daha fazla kişiden oluşan azınlık grupları, bu baskılara direnebilir. Uzlaşma yönündeki baskı çok güçlü olduğunda, azınlık ya gruptan ihraç edilir ya da imha edilir.[33]

11. Amaca Ulaşmada Terörün Kestirme Yol Olarak Görülmesi Nedeniyle Grup Radikalleşmesi

İstedikleri sonuca ulaşmada terörün çok daha etkili bir yöntem olduğuna inanan gruplar, yer altına inerek radikalleşebilmektedirler. Bu şekilde radikalleşmeye en güzel örneklerden biri, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren terörü bir yöntem olarak benimseyen Türkiye’deki aşırı Marksist gruplardır. Marksist devrimi gerçekleştirmenin en kestirme yolunun demokratik olanakları kullanmak değil, tam tersine yer altı örgütlenmeleri ve silahlı propaganda olacağı tezinden hareket eden Marksist gruplar, belirtilen tarihten itibaren terör eylemlerine başvurmaya başlamışlardır. Bu tercih, karşılaşılan sorunlarla mücadele veya hedefe ulaşmada diğer yöntemlerin eksik veya olanaksız olmasından değil, terör yöntemlerinin daha etkin ve kısa zamanda sonuç getireceğine olan inançtan kaynaklanmaktadır.[34]

Bu gruplar genelde, terör uyguladıkları toplumun iyiliğini istemektedirler. Verdikleri hasardan çok daha kazançlı bir gelecek kurulacağına inanmaktadırlar. Az bir güçle ve az bir zayiatla (her ne kadar vahşi ve gayri ahlaki olsa da) büyük despot idareleri yıkacaklarını düşünmektedirler.[35]

12. Marjinalleş(tiril)me Nedeniyle Grup Radikalleşmesi

Sosyal veya siyasi açılardan hayal kırıklığı yaşayan gençler, şiddete varan radikalleşmeye ve teröre farklı süreçlerden geçerek ulaşabilirler. Bu kişiler, genellikle ayrımcılıkla karşılaşırlar ve toplumdaki fırsatlar için kendilerinin dezavantajlı olduğu ve adil olmayan bir rekabetle karşı karşıya kalırlar. Bu nedenle de genellikle iyi bir gelecek umutları kalmaz. Bazılarına göre bu şekilde toplum tarafından dışlanma, bu kişilerin topluma aidiyet hislerini kaybetmelerine ve içinde yaşadıkları topluma düşman hale dönüşmelerine neden olur.[36]

Bu şekilde eşitsizliğe, adaletsizliğe ve aşağılanmaya maruz kaldıklarını düşünen ve marjinalleşenlere örnek olarak, Avrupa’ya yerleşen Müslüman göçmenler gösterilebilir. Yaşadıkları olumsuzluklar nedeniyle marjinalleşen bireylerin bu algıları ve düşünceleri, maalesef Batılı gözlemciler tarafından yeterince önemsenmemektedir.[37] Konuya ilişkin diğer bir örnek ise, IŞİD terörü nedeniyle büyük bir kriz yaşanan Irak’tan verilebilir. Irak’ı işgal eden ABD güçlerinin ağır muamelelerine maruz kalan ve ABD güçleri çekildikten sonra kurulan hükümetlerde yeterli düzeyde temsil edilmediklerini ve haksızlığa uğradıklarını düşünen Sünnilerin, gittikçe marjinalleştikleri ve bölgede dehşet saçan IŞİD’e bile destek verebilecek şekilde radikalleştikleri iddia edilmektedir.[38]

Ancak adaletsizliğe ve aşağılanmaya maruz kaldığını düşünen tüm bireyler radikalleşmezler, bunlar içinden şiddete ve teröre başvuranların sayısı oldukça azdır. Şiddet içerecek şekilde radikalleşenler, toplum tarafından dışlandığını ve adaletsizliğe maruz bırakıldığını iddia ettikleri grup içinden çıkan az sayıda insandan oluşur. Somut bireysel deneyimler, akrabalık ve arkadaşlık ilişkileri, grup dinamikleri ve şiddet kullanımını meşru gösteren sosyalleşme ortamları, şiddet içeren radikalleşmeye giden yolu tetiklerler. Bu kişiler, kendilerini içlerinden çıktıkları topluluğun çıkarlarını savunan öncüler olarak görürler ve şiddet eylemlerini topluma yapılan haksızlıkları mazeret göstererek meşru hale getirmeye çalışırlar.[39]

13. Başka bir Grup ile Mücadele Esnasında Kitlesel Radikalleşme

Farklı bir gruptan gelen tehdit, küçük-büyük tüm gruplarda; artan grup birlikteliğine, grup liderlerine yönelik saygının artmasına, grup içi muhaliflere karşı katı uygulamalar getirilmesine ve grup normlarının idealleştirilmesine sebep olur. Örneğin ABD’ye karşı gerçekleştirilen 11 Eylül saldırılarının ardından vatanperverliğin arttığı; gösterilerden, bayraklardan, flamalardan ve arabalara yapıştırılan çıkartmalardan görülmekteydi. Başkana ve tüm devlet kurumlarına olan destek artmış, muhalif seslere karşı yaptırımlar uygulanmaya başlamış (örneğin 11 Eylül’ü gerçekleştirenlerin korkak olmadıklarını savunan talk showcu Bill Maher işten atılmıştı[40]) ve Amerikan değerleri somut bir şekilde tekrar gündeme gelmişti. Amerikan halkı, “bu saldırıyı gerçekleştirenler ve onlar gibi düşünenler, bizim değerlerimizden nefret ediyor!” düşüncesindeydi.

Dışarıdan gelen bir saldırı nedeniyle kitlesel bir radikalleşme halinin başlaması o kadar kesin gibidir ki, bazen bir strateji olarak kullanılabilir. Bazı terör örgütleri, devletin kendilerine orantısız bir müdahalede bulunmasını açıkça teşvik etmişlerdir. Çünkü böyle bir müdahaleyi bahane ederek ve propaganda malzemesi olarak kullanarak, henüz mobilize olmamış sempatizanlarını mobilize edebileceklerdi. Bu şekilde orantısız bir müdahaleye maruz kalan örgütler, genellikle örgüt sempatizanlarını örgütün normal şartlarda başarabileceğinin ötesinde mobilize edebilmişlerdir. Bu stratejiye, düşmanın gücünü kendi aleyhinde kullanma stratejisi (Sumo Güreşi siyaseti – jujitsu politics) denir. [41]

El Kaide’nin ideoloğu Eymen El Zevahiri, Peygamberin Sancağı Altındaki Savaşçılar isimli kitabında bu stratejiyi telaffuz etmiştir. Zevahiri, şöyle fikir yürütmüştü: “eğer savaş Amerikalıların evlerine ulaşırsa, Amerikalılar ya Müslüman ülkeler üzerindeki emellerinden vaz geçecekler ya da intikam için Müslüman yardakçılarının arkalarından ortaya çıkacaklardı. Eğer Amerikalılar Müslüman ülkelere saldırırsa, netice cihad olacaktı.”

ABD’nin Taliban’a karşı savaşı, hızlı gerçekleşmiş ve sivillere verilen zarar, El Kaide’nin tahmin ettiğinden daha az gerçekleşmiş olsa da; ABD’nin Irak işgali, Zevahiri’nin umduğu gibi İslam dünyasında radikal İslam’a desteği çok artırmıştır.[42]

Zaten El Kaide, bir milyardan fazla nüfusu sahip İslam Dünyasının uykuda olduğunu, kendi amacının da; “Müslümanları uykudan uyandırmak ve Batılı güçlere ve Batı kültürünün getirdiği kirliliğe karşı mücadeleye katmak” olduğunu duyuruyordu. 11 Eylül bu amaçla; Batı yılanının uyuyan İslam Dünyasını ısırması ve böylece Müslümanların uyanması amacıyla gerçekleştirilmişti. Bu da jujitsu siyasetinin uygulanmasıydı: ABD’yi evinde vur, ABD karşılık olarak Müslüman ülkeleri işgal etsin ve bu işgal, Müslümanları ABD’ye karşı mobilize etsin. Müslüman ülke hükümetlerine saldırdığı için daha önce El Kaide’ye sıcak bakmayan Müslümanlar, bu sefer Bin Ladin ve El Zevahiri’nin yanında Amerikalılara karşı cihada katılsın.[43] Bugün gelinen nokta itibariyle bakıldığında, bu stratejinin başarılı olduğu kolaylıkla söylenebilir.

14. Başka bir Grup ile Uyuşmazlıktan Kaynaklanan Kitlesel Radikalleşme – Nefret

Uyuşmazlık halinde olan grupların birbirleri hakkındaki algıları, özellikle de aralarındaki uyuşmazlık süregiden bir şiddet içeriyorsa, aşırı olumsuz hale gelir. Hatta bu olumsuz algı, artık birbirlerini insan olarak görmeyecek (canavarlaştıracak) seviyeye ulaşabilir. Diğer grup üyelerini insan olarak bile görmeme (canavarlaştırma); onlara “domuzlar”, “köpekler” ve benzeri şekilde hitap şekilleriyle kendini belli eder.

Diğerini canavarlaştırma, devletler arasındaki uyuşmazlıklarda da görülebilir. Örneğin 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerlerinin yarısı, savaş kazanıldıktan sonra tüm Japonların öldürülmesini ve Japon milletinin ortadan kaldırılmasını savunuyordu. Bu radikal düşünce, sıkı bağları olan bir gruba üye olmaktan veya Japonlarla savaşta yaşanılan tecrübelerden kaynaklanmıyordu. Hatta henüz savaş bölgesine gitmemiş ve ABD’de eğitimde olan askerlerin, cephedeki askerlerden daha fazla tüm Japonların öldürülmesini istiyor olmaları, daha muhtemeldi.

Aynı şekilde, 2. Dünya Savaşı esnasında Almanlar tarafından bombalanmayan İngiliz şehirleri sakinlerinin, ağır bombardımana maruz kalan Londra ve diğer güney şehirleri sakinlerine göre Almanlara karşı daha gaddar ve kinci duygular besledikleri gözlemlenmişti.

Görüldüğü gibi kendisini çatışan gruplardan biri ile özdeşleştiren bireyler, kendileri zarar görmeseler bile, hatta özellikle kendileri zarar görmezlerse, diğer gruba karşı nefret olarak nitelendirilebilecek radikal olumsuz hisler ve davranışlar geliştirebilmekteler. Düşman gruba karşı hissedilen bu nefret ve onların özünde kötü olduklarına dair inanç; yaş, cinsiyet ve asker-sivil ayırımı yapmaksızın düşman grup üyelerinin tümünün yok edilmesini meşrulaştırmaktadır. Nefretin ön plana çıktığı bu gibi durumlarda; bir gruba atfedilen öz niteliklerin sabit olduğu, zaman içinde hiç değişmediği ve grubun tüm üyeleri için geçerli olduğu varsayılmaktadır. Buradan hareketle özü kötü olan bir grup üyeleri için yapılabilecek bir şey olmadığı, onlarla diyalog kurmanın ve onları eğitmeye çalışmanın hiçbir faydasının olmayacağı savunulmaktadır. Tıpkı kaplanlarla diyalog kurmanın ve onları eğitmenin, kaplanların özünü değiştirmeyeceği gibi… Bu anlayışa göre; eğer kaplanlar bizi tehdit ediyor ve bize zarar veriyorlarsa, tüm kaplanlar hedeftir. Bu kaplanlar ister genç, ister yaşlı, ister üniformalı, isterse üniformasız olsun![44]

Nefretin terör eylemlerini meşrulaştırmada önemli bir fonksiyonun olduğunun bilincinde olan örgütler, nefretin oluşması, artması ve yaygınlaşması için ne gerekiyorsa yapmaktadırlar. Yirminci yüzyılın simgeleşmiş ünlü teröristi Ernesto Che Guevara, nefretin önemini şöyle anlatmaktadır: “Bir mücadelede etkin olarak nefret, düşmana karşı uzlaşmaz bir nefret, insana sınırlarının ötesinde bir azim verir ve onu etkili, şiddetli, seçici ve soğukkanlı bir ölüm makinesine dönüştürür. Bizim askerlerimiz böyle olmak zorundadırlar. Nefretsiz bir halk, zalim düşmanları yenemez.”[45]

Nefretin sürekliliğini sağlamak için radikal gruplar, şehitlerinin hatıralarını canlı tutmaya çalışırlar. Tamil Kaplanları, her yıl üç gün süren Şehitler Günü etkinlikleri düzenlemekte ve şehitlerin ailelerini onurlandıracak faaliyetler yapmaktadır. İsrail tarafından öldürülen Filistinliler ise portreleriyle, duvar resimleriyle, mezarlarıyla ve Gazze’de yer alan Şehitler Meydanı’ndaki anma törenleri ile sürekli hatırlanmaktadır. Yine aynı amaçla, intihar eylemlerine katılan şehitler tarafından çekilen videolara, Filistinli web sitelerinde yer verilmektedir.[46]

.

Süleyman ERDEMsuleyman@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

___________________________________________________________________________________________

[1]McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), “Mechanisms of Political Radicalization: Pathways Toward Terrorism”, Terrorism and Political Violence, 20:3, 415-433, DOI: 10.1080/09546550802073367, (Erişim Tarihi: 23 Şubat 2014), http://dx.doi.org/10.1080/09546550802073367, ss.416.

[2]Bal, İhsan, (2006), Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri, Ankara: USAK Yayınları, ss.41-42.

[3] “The Radicalization Process”, http://www.dhra.mil/perserec/osg/terrorism/radicalization.htm

[4] Radicalisation Processes Leading to Acts of Terrorism: A concise Report prepared by the European Commissions’s Expert Group on Violent Radicalisation, (2008), http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20080500_cscp_report_vries.pdf, ss.11

[5] A.g.e, ss.11

[6] Bu çalışmada yer alan radikalleşme süreçleri ve içerikleri, çoğunlukla McCauley ve Mosalenko’nun makalesinden (2008) derlenerek ve bu makalede yer alan süreçlere farklı kaynaklardan yenileri eklenerek oluşturulmuştur.

[7] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, ss.418.

[8] Çevik, Abdülkadir, “Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları”, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:2, Aralık-Ocak-Şubat 2012-2013, ss.65-66.

[9] A.g.e., ss.73.

[10] Özeren, Süleyman, Sözer, M.Alper ve Demirci, Süleyman, (2010), “Terör Örgütlerinde Militan Kimlik Profili: Türkiye’de Hizbullah Örneği”, Sever, Murat, Cinoğlu Hüseyin ve Başıbüyük, Oğuzhan (Der.), Terörün Sosyal Psikolojisi, Ankara, Polis Akademisi Yayınları, ss.143.

[11] A.g.e., ss.159.

[12] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.418.

[13] Sevinç, Bilal, İntihar Bombacıları ve Ölümün Rasyonelleştirilmesi, Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Dergisi, Cilt: 3 (1), ss.72.

[14]Theodore Kaczynski, http://tr.wikipedia.org/wiki/Theodore_Kaczynski

[15] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.419.

[16] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.419.

[17]A.g.e., ss.421-422.

[18] A.g.e., ss.419.

[19] Deneye ilişkin tüm bilgiler; http://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi adresinden derlenmiştir.

[20] Milgram Deneyi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi

[21] Stanford Hapishane Deneyi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Stanford_hapishane_deneyi

[22] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.420-421.

[23] Radicalisation Processes Leading to Acts of Terrorism: A concise Report prepared by the European Commissions’s Expert Group on Violent Radicalisation, (2008), http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20080500_cscp_report_vries.pdf, ss.16.

[24] Bal, İhsan, (2006), Alacakaranlıkta Terörle Mücadele ve Komplo Teorileri, Ankara: USAK Yayınları, ss.41.

[25] Radicalisation Processes Leading to Acts of Terrorism: A concise Report prepared by the European Commissions’s Expert Group on Violent Radicalisation, (2008), http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20080500_cscp_report_vries.pdf, ss.17.

[26] The Radicalization Process”, http://www.dhra.mil/perserec/osg/terrorism/radicalization.htm

[27] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.422-423.

[28] A.g.e., ss.423.

[29]A.g.e., ss.424-425.

[30]Dağa neden çıktığını anlattı, (Erişim Tarihi: 26 Haziran 2014), http://www.gazeteport.com.tr/haber/173931/daga-neden-ciktigini-anlatti

[31] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.425-426.

[32] A.g.e., ss.425-426.

[33] A.g.e., ss.426.

[34] Bal, İhsan, (2006), ss.44.

[35] A.g.e., ss.50.

[36] Radicalisation Processes Leading to Acts of Terrorism: A Concise Report Prepared by the European Commissions’s Expert Group on Violent Radicalisation, (2008), http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20080500_cscp_report_vries.pdf, ss.13

[37] A.g.e., ss.9-10.

[38] “IŞİD öfkeyle büyüyen bir tehdit, Sünniler dışlanmasa öfke birikmezdi”, http://www.imctv.com.tr/2014/08/07/isid-ofkeyle-buyuyen-bir-tehdit-sunniler-dislanmasa-ofke-birikmezdi/

[39] Radicalisation Processes Leading to Acts of Terrorism: A concise Report prepared by the European Commissions’s Expert Group on Violent Radicalisation, (2008), http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20080500_cscp_report_vries.pdf, ss.9-10.

[40] Bill Maher’in kovulmasına neden olan sözleri söylediği program görüntülerine şu linkten ulaşılabilir: http://www.youtube.com/watch?v=brI6b77x19A

[41] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.426-427.

[42] A.g.e., ss.426-427.

[43] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2011), Friction: How Radicalization Happens to Them and Us, Okford University Press: New York, ss.157.

[44] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.427-428.

[45] Bal, İhsan, (2006), ss.46.

[46] McCauley, Clark ve Moskalenko, Sophia, (2008), ss.428.

Süleyman Erdem Hakkında

Balıkesir doğumludur. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden 2001 yılında lisans, Harvard Üniversitesi Kamu Politikaları Bölümünden 2009 yılında yüksek lisans derecesi almıştır. 2002 yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde memur olarak kamuda göreve başlayan Erdem, 2003-2004 yılları arasında Maliye Bakanlığında Vergi Denetmen Yardımcısı olarak görev yapmış, 2004 yılından itibaren de Başbakanlıkta Uzman Yardımcısı, Uzman ve Tanıtma Fonu Genel Sekreteri görevlerinde bulunmuştur. 2009-2011 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’da Geçici Uzman sıfatıyla YÖK ve ÖSYM’deki denetimlerde görev almıştır. 2012 Aralık ayında kurulan Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM)'ın kurulduğu tarihten 08/10/2019 tarihine kadar başkanlığını yürütmüştür. Halen SASAM Uluslararası Güvenlik Masası Direktörü olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmalarını “radikalleşme ve terör” üzerine yürüten Erdem’in; “Cihatçılar; El Kaide ve IŞİD’e Katılanların Hikayesi” isimli yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: