Çin Cumhuriyeti, yani bildiğimiz yaygın olarak kullanılan adı ile Tayvan, Asya’da yer alan Konya büyüklüğünde diyebileceğimiz bir ada devletidir. Gelişmiş teknolojisine rağmen Tayvan’ın neden Çin Halk Cumhuriyeti hegemonyası altında kalmış gibi lanse edildiğini ve Tayvan’ın bilinirliğinin neden artmadığını bu yazımızda inceleyeceğiz:
Tayvan aslında geçmiş dönemlerde sömürge altında kalmış fakat daha sonra bağımsızlığına kavuşmuştur. Zaman içerisinde yabancı güçlü devletlerle kurmuş olduğu ikili ilişkiler Çin Halk Cumhuriyeti tarafından tepki ile karşılanmış, kendi eyaleti olarak gördüğü Tayvan’ı deyim yerindeyse hainlikle suçlamıştır.
Burada asıl önemli olan konu ise halihazırda varlığını sürdüren iki adet Çin hükümetinin hangisinin gerçek yönetici olduğunu belirlemek olmalıydı. Öyle ki Amerika, her iki Çin hükümetini de ayrı birer güç olarak kabul etmek istiyordu. Bu durum her iki hükümetin de hoşuna gitmiyordu. Amerika öncelikle Tayvan, yani Çin Cumhuriyeti’ni tanımıştı. Bu durum diğer taraftan Çin Halk Cumhuriyeti’nin tanınmaması, hukuken yok sayılması anlamına geliyordu.
Tayvan aslında tarihi olarak baktığımızda ilk olarak 1600’lü yıllarda Hollanda sömürgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra 1800’lü yıllarda Japonya ve Çin arasındaki savaşta, Japonya sömürgesi haline gelmiş, fakat İkinci Dünya Savaşı sonrası mağlup Japonya, Tayvan’ı Çin’e devretmek zorunda kalmıştır. Komünist Partisi’nin Çin’de iktidarı ele geçirmesiyle ikili bir sistem ortaya çıkmış Çin Cumhuriyeti varlığını milliyetçi olarak devam ettirme kararı almıştır. Tayvan Boğazı Krizi, büyük güçlerin Tayvan’ı tanıması gibi nedenler adeta bu husumetin fitilini ateşlemiştir.
Tayvan krizi uluslararası bağlamda her zaman fikir ayırılıklarına sebep olmuştur. Hatta 1995’li yıllara gelindiğinde hem Amerika’nın Tayvan’a verdiği destek neticesinde, hem Tayvan Boğazı Krizi baz alındığında Tayvan ile Çin arasında ipler gerilmiş ve Çin tarafı Tayvan yakasına füzeler yerleştirerek tehditlerini açıkça sergilemiştir. Bu durumların yaşanmasında, Birleşik Devletler’in Tayvan’a silah satışı gibi etkenler, Çin Halk Cumhuriyeti tarafında huzursuzluğa neden olduğunu gözler önüne sermiştir. Halihazırda resmi olarak varlığını sürdüren Tayvan, El Salvador, Paraguay ve bir dizi ada ülkeleri gibi bazı devletler tarafından uluslararası bağlamda hukuken tanınmaktadır
TAYVAN BOĞAZI KRİZİ
Birinci Tayvan krizine, Tayvan’ın etrafındaki adalarda yaşayan milliyetçi gruplar neden olmuştu. Tayvan halkı, anakarayı tekrar milliyetçi hale getirmek, Mao döneminde uygulanmış olan komünist politikaya karşı bir duruş sergilemek eğilimindeydiler. Bu durum Mao’nun Tayvan’ı bir üs olarak kullanma planlarına engel teşkil etmekteydi. Mao aslında Tayvan’a özerklik diyebileceğimiz tarzda bir politika önermişti. Birçok olanak ile birlikte içişlerinde bağımsız ‘tek devlet, iki sistem’ adını verdiği bir sistem ile hem Tayvan’ın, hem de Çin Halk Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmesi ve uluslararası alanda ortak hareket etmelerini istemekteydi. Fakat bu durum kendi egemenliğini, bağımsızlığını kazanma adına gayretler sarfetmiş ve ilk dönemlerde bunu başarmış olan Tayvan için kabul edilemez bir durumdu. Çünkü milliyetçi Çinliler tam bağımsızlık istemekteydiler ve görünen o ki, bu durum haklarıydı. Kore savaşının başlangıç yıllarında Başkan Truman’ın Yedinci Filo’yu Tayvan Boğazına göndermesi Mao’nun Tayvan’ı işgalini ertelemişti. Bu durum aslında Çin Halk Cumhuriyeti nazarında, Amerika’nın Çin’in içişlerine karışması olarak görülüyor ve Çin bu durumdan gayet rahatsız oluyordu. Aslında, Birleşik Devletler, tarihinde birçok defa komünizme yer vermeyeceğini, komünizm ile mücadele edeceğini belirtmişti. Nitekim Marshall yardımları bunun bir göstergesi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Tayvan konusunda, Çin Halk Cumhuriyeti lideri Mao Zedong’ un da komünist rejimi benimsemesi aslında açıkça olmasa da, Washington Hükümeti tarafından hoş karşılanmıyordu. Tayvan krizi aslında, iki Çin tarafının da birbirleriyle boy ölçüşmesi olarak adlandırılabilirdi. Bu durumda Birleşik devletler, Tayvan tarafını tutacaktı ve hatta nükleer tehditle cevap vereceğini açıkça dile getirmişti. Geçmişte Hiroşima ve Nagasaki örnekleri bu tehditin ciddiyetini destekler nitelikteydi. Çin Halk Cumhuriyeti, devrimci komünist rejimi benimsetmekte kararlıydı. Fakat Milliyetçi Çin tarafı bu duruma yanaşmıyordu. Bu gelişmelerin ışığında Mao geri adım atarak Çin Hükümetinin Birleşik Devletler ile savaş istemediğini belirtmiş ve bir barış çubuğu uzatmıştı. Bu durum bir süreliğine de olsa, her iki hükümetin de çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde sonuçlanmıştı. Ta ki ikinci Tayvan Boğazı krizine kadar. Çin Halk Cumhuriyeti ve Mao, Tayvanlılar’ın bağımsızlığını, Birleşik Devletler ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınırlığını bir türlü kabul edip sindirememişti. Çıkarlarına ters düşüyor ve tek Çin hedefini gölgeliyordu. Bunun için Birleşik Devletler’in tepkisini tekrar görmek isteyen Çin Halk Cumhuriyeti, tekrardan bu sorunu ikinci Tayvan Boğazı krizinde gündeme getirmişti. Tayvan krizi için kendince bahaneler bulan Mao, Tayvan adalarının bombalanmasını, Amerika ve İngiltere’nin Lübnan’daki askeri operasyonlarına tepki olarak geliştiğini öne sürmüştü.
“Dürüst olmak gerekirse Jinmen’in (Quemoy) bombalanması, bir amaç için uluslararası gerilim yaratma sırasının bizde olması anlamına geliyor. Amerikalılara bir ders verme niyetindeyiz. Amerika bize yıllarca gözdağı verdi madem şimdi bir şansımız var, neden onlara kök söktürmeyelim? Amerikalılar Ortadoğu’ da bir fitili ateşlediler, biz de Uzak Doğu’ da bir diğerini, ne yapacaklarını göreceğiz”. (WU ‘ İnside story of the Decision Making During the Shelling of Jinmen’ S.208 )
Bu cümleleri dile getiren Mao’nun hedefi, aslında görüldüğü üzere Amerika’nın Lübnan’ı bombalamasıyla pek ilgisi olmadığı, fakat Tayvan’ı geri kazanma isteği ve hedefi olan ‘tek devlet iki sistem’ politikasını yoluna koyabilmek için, Tayvan’a yapmış olduğu saldırıya meşruiyet kazandırma çabasından öteye gidemiyordu. Dışarıdan görüldüğü üzere devrimci ruhunun verdiği kazanma hırsı ve arzusu üzerine Mao, Tayvan’ı Çin Halk Cumhuriyeti topraklarına katma isteğinden vazgeçmeyecek bir görüntü sergilemekteydi. Fakat bu kriz sonucunda Birleşik Devletler ve Çin arasında geçen çalkantılı süreçten galip ayrılan Mao olmuş ve şu cümleleri dile getirmişti:
“Verdiğimiz bu mücadele Birleşik Devletler’i görüşmeler için istekli hale getirmiştir. Birleşik devletler kapıyı araladı. Durum onlar için pek de iyi görünmüyor ve artık bizimle görüşmeleri sürdürememenin endişesiyle her geçen gün telaşa kapılıyorlar. Pekala görüşelim o zaman. Genel durum itibariyle, Birleşik Devletler ile anlaşmazlıkları görüşmeler ya da barışçı araçlarla çözmek daha iyi olur, çünkü hepimiz barışı seven insanlarız.” sözlerini adeta verdiği diplomatik mücadeleyi kazanmış olmanın gururu ile söylemişti. Bu yaşanan gelişmeler sırasında, Sovyetler ise; aslında var olan krizi belki de fırsata çevirme niyetindeydi. Tayvan Boğazı sorununda Kruşçev, Mao’nun yanında olduğunu söylemiştir. Her iki devletin politikası da komünizme dayanmaktaydı. Fakat ortaya çıkan bu gelişmeler sonucunda Çin Halk Cumhuriyeti ile yapılan bazı görüşmeleri askıya almış, mühendislerini geri çağırmıştır.
Sonuç olarak Tayvan günümüzde ayrı bir ada ülkesi olarak karşımıza çıkmakta, Milliyetçi Çinlilerin var olduğu bu ada ülkesi teknolojik gelişmelere üst düzey ev sahipliği yapan ve dünya pazarında adı hatrı sayılır biçimde geçen bir ülke olarak varlığını sürdürmektedir. Ülkemizin Tayvan ile ilişkilerini geliştirmesi ise hem önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi hem de bundan sonra ele almayı planladığımız yazılarda da görüleceği üzere oldukça önemlidir.
İkram ÇİFÇİ
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
_________________________________________
KAYNAKÇA:
1. WU ‘ İnside story of the Decision Making During the Shelling of Jinmen’ S.208
2. XİA, Negotiaying with the Enemy, s.98-99
Henry Kissinger Çin Dünden Bugüne Yeni Çin s.221 s.227