Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Karadaği, Al Jazeera Türk’ün sorularını cevapladı. Karadaği; IŞİD, El Kaide, Boko Haram ve Şebab gibi örgütlerin normal olmayan koşullarda, bazı Arap rejimlerinin baskıları nedeniyle ortaya çıktığını söyledi.
Son yıllarda İslam dünyasında El Kaide, Boko Haram ve IŞİD gibi yeni silahlı örgütlerin ortaya çıktığına şahit oluyoruz. Ne oluyor, neden bu haraketler ortaya çıkıyor, bu hareketlerin arkasındaki fikri alt yapı nedir?
Evet bu bir gerçeklik maalesef. Önce tekfir (kafir ilan etme) sonra tefcir (bombalama). Fiili bir gerçeklik. Bunlar İslam dünyamızda son yıllarda ortaya çıktı. Başlangıçta selefi düşünce ismiyle çıksa da, kökleri, İslam’daki dostluk ve düşmanlık düşüncesinin katı ve daraltılmış sert anlayışına dayanıyor. Onlar bu düşünceyi daralttıklarında ve sadece belli vasıfları kapsadıkarında, bunun dışında kalanları İslam milletinin dışındakiler olarak algıladılar. Tabi buradaki en büyük hata, Eşari ve Maturidi gibi inanç mezheplerini baz alarak, kimilerini kafirlikle, kimilerini fasıklıkla suçlamaları oldu. Bu katı düşünce daha sonra gelişti ve özellikle baskıcı rejimlerin hapishanelerinde hayat buldu. Mesela ilk çıkışı Mısır hapishaneleri olmuştur. İçeriye atılanlar, etraflarındaki polis ve askerlerde düşündükleri İslam vasıflarının hiçbirisini görememeleri sert fikirlerinin zeminini oluşturdu. Bu fikri sahiplenen Muhammed Şükrü Mustafa kurduğu gruba ‘Tekfir ve Hicret Cemaati’ adını verdi. Onun bu fikrine yine kendisiyle aynı dönemde cezaevinde bulunan ve işkence gören İhvan Genel Sekreteri Hasan Hudeybi karşı çıktı ve onların bu fikrine reddiye omarak yazdığı kitaba “Yargıçlar değil Davetçiler” adını verdi. O dönem İhvan üyeleri onlardan çok daha fazla işkence görüyor ve öldürülüyorlardı ama anlayışları farklıydı. Şunu diyorlardı, ne yaşanırsa yaşansın, biz Allah yolunda sınırımızı aşıp davet yerine hüküm verici olamayız. Bir insana kafir ya da değil demek, onun hakkında hüküm vermektir. Eğer bir insan Allah’tan başka ilah yoktur diyorsa o Müslümandır.
Peki bu düşünce gençler arasında neden destek buldu?
Aslında bazıları geri adım attı. Gençlerin arasında bu düşüncenin yayılmasının iki nedeni var. Fikirsel katılık ve baskıcı yönetimlerin yaptığı uygulamalar. Allah’ı tanımayan, onun hükümlerini dikkate almayan baskıcı, zalim rejimler onları bu katılığa itti. “Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenler kafirlerin, fasıkların ta kendileridir” ayetini zahiri anlamını alarak bu tezlerini savundular. Gerçekten de o yöneticilerden bazıları İslam’a savaş açmıştı. Aslında buna karşı mücadelen yolunun tekfir etmek olmaması gerektiğine rağmen, bu fikirler ortaya çıktı. Gençler zaten hırslı ancak şunu da söylemek lazım; bu dönemde arabulucu, ılımlı alimler gerekli olan ortayı bulma yolunda görevlerini yapmadılar. Böylece bu boşluğu doldurmuş oldular. Şunu da gizleyemem, bu gruplara bazı Arap ülkelerinden büyük mali yardımlar da yapıldı. Buna ‘Gerçek selefilik’ diye güzel de bir isim buldular. Oysa gerçek selefilik bu değil. Ilımlı selefiliği kasdetmiyorum, buna göre biz de selefiyiz.
Peki bu fikirler dünyaya nasıl yayıldı?
Tekfir ve Hicret fikri ortaya çıktıktan sonra Mısır’daki cihadı önceleyen kişiler bunu sahiplendi. Devlet Başkanı Enver Sedat’ın öldürülmesini organize ettiler, hapse atıldılar, Sonra bunlardan bir kısmı geri adım atıp bunu kitaplaştırdılar. Ancak bu düşünce doktor Zevahiri üzerinden Afganistan’a ulaştı. Usame bin Ladin bu fikirden etkilendi. Parası ve gücü vardı ve o dönem Körfez ülkeleri cihadı destekliyordu. Sonra mücahitler kendi aralarında ayrılığa düştüklerinde, bu fikirlerin yayılması için zemin bulunmuş oldu. Mücahitler o dönemde orta yollu bir İslami düşünceye, İhvan ya da benzer düşüncelere sahipti . Ama kendi aralarında ayrıştılar. Bu sırada Pakistan ile anlaşarak, Gülbeddin Hikmetyar ve Rabbani’yi hedef aldılar ve üstün kuvvet olarak onların yerine geçtiler. Ama dediğim gibi bu fikirlerin oluşması ve yayılmasının asıl nedeni, yöneticilerin uyguladığı, zulüm, baskı ve değişmez iktidarları oldu.
Böyle bir ortamda Arap baharı ortaya çıktı. Önce Tunus kendi baskıcı yöneticisinden kurtuldu, sonra Mısır. Arap baharı sürecinde sertlik yanlılarının gücü azaldı. Ama ılımlılar, doktor Mursi hedef alınınca, dediler ki bizim savaşmaktan başka mücadele yolumuz yoktur. Şunu bilelim ki; bu düşünceler her zaman doğal olmayan ortamlarda yayılır. Özgürlük ortamları, serbestiyet olsa bu fikirlerin zemin bulması mümkün olmaz. Arap dünyasında insanlara serbestçe gösteri yapma hakkı tanınsa, bu tür durumlar yaşanmaz. Yönetimlerde, yöneticilerde değişimler olsa bu fikirler yayılmaz. Ülke liderleri Allah’ın dinine önem verseler bunlar çıkmaz. Bugün liderlerin bir çoğu, dinin gereklerini yerine getirmiyor ve önem vermiyor. İşte onlar da bu boşluğu dolduruyor.
Bu düşüncelerin arkasında Batılıların olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu düşünceler kullanılıyor. Batılılar, Osmanlı sonrası İslam dünyasıyla askeri yöntemle savaşmak yerine kültürel savaşı planladı. İslam dünyasında bölünmeler oluşturma planları yaptılar. Bunu da iktidarlar üzerinden değil, fikirler üzerinden planladılar. Mesela, Türkler ile Araplar arasında milliyetçilik fikrini Turancılık üzerinden yaydılar. Araplar İngiltere ve Fransa bayrakları altında Osmanlı’ya karşı koydular ve Osmanlı’yı devirdiler. Bugün ise gördüler ki, milliyetçilik fikri artık para etmiyor. Mısır’da, Suriye’de , Türkiye’de her yerde başarısız oldu. İslam dünyasını bölecek yeni düşünce arayışlarını gittiler ve bu doğrultuda işte bu cemaatleri buldular. Onları kullanmak zor olmadı.
Ben mesela Çeçenler arasında arabulucuk yapmak için dönemin devlet başkanı Aslan Mashadov’un talebiyle Çeçenistan’a gitmiştim. Mashadov bana dedi ki, “Lütfen gel bu adamlarla bir konuş”. Gittim konuştum bazılarnı ikna ettim. Bazıları ise benimle görüşmedi bile.
Arap mıydı, Çeçen miydi görüştükeriniz?
Bazıları Arap bazıları Çeçen di. Onlara dedik ki “bakın bugün Çeçenistan hükümetiyle Rusya arasında bir anlaşma var. Bu anlaşmayı baltalamanız doğru değil. Kuran’dan örnekler vererek, iki kavim arasında yapılan anlaşmaya uymalarını istedim. “Bir yıl durum, sonra seçimler var ona katılın” dedim. Ama malesef beni dinlemeldiler. Sonra Dağıstan’da savaşa girdiler. Sonra büyük trajediler yaşandı. 2 yüzbin insan evini terk etti, bazıları öldürüldü.
Kissinger diyor ki “Amerika’nın gücü iki temel esase dayanır, birincisi yaratıcı karışıklık ki bu karışıklık ABD’ye çalışma alanları, müdahale alanları sağlar, İkincisi iplerin elimizde olması. Bugün işte bu yaşanıyor. Bu gençler aslında iyi insanlar, liderlerini kasdetmiyorum. Onlar temiz gençler. Ancak tıpkı peygamberimiz haricileri tanımlarken ki hadisinde dediği gibi. “Namazlarınız da onların namazları yanında hiç kalacaktır. Oruçlarınız da onların oruçları yanında hiç kalacaktır. “ Namazları oruçları güzel ama fikirleri tıpkı okun yaydan çıkması gibi İslam’dan çıkmıştır. Biz alimler olarak bu fırsatı kullanarak diyoruz ki bu gençlere Mısır’daki cihadi grupların yaptığı gibi bir kez daha İslam’ı okuyun.
Hedefleri ne peki?
Sertlik yanlısı bu kişiler kendilerine en büyük düşman olarak kimi görüyorlar; ılımlı İslam’ı. Mesela bugün Irak’ta Afganistan’da, ya da başka bir yerde Müslüman Kardeşler’den birini gördüklerinde, öldürüyorlar, kesiyorlar. Bu ılımlı akımlardan ne kadar nefret ettiklerinin bir göstergesi.
Bunun yanında maalesef, Amerikan haçlı, siyonizm projesi olarak bu cemaatler üretilmiş ya da içlerine sızılmıştır. Tıpkı Mısır’daki selefi akımlar, Ezher kökenli kişiler ve Sufi bazı hareketler gibi. Amerika’nın ılımlı İslami düşünceyi hedef alan stratejisi, İslam dünyasında başarılı olmuş akımları, boşa çıkarmak maksatlıdır. Örneğin bugün Türkiye’de başarılı bir proje vardır. Dolayısıyla onlar İslam’ın kendi adını kullanarak başarılı olan projeleri baltalamayı hedefliyorlar. Bugün İslam dünyasında halkın tek Kabul ettiği gerçeklik İslam’dır. Dolayısıyla İslam ile mücadeleyi yine İslam içindeki kişilerle yapıyorlar.
Siz Dünya Müslüman Alimler Birliği olarak bu kişilerle görüşüyor musunuz?
Maalesef görüşemiyoruz. Biz dünyanın her tarafında bulunan alimlerimizle, düşüncelerimizle, programlarımızla onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Onlara nasihatlerde bulunuyoruz. Bazı zamanlarda kendileriyle buluşarak bu fikirlerimizi anlatıyoruz.
Kaynak: Metin MUTANOĞLU, Al Jazeera Türk