İstanbul büyük depremi ile ilgili olasılığın artması yönünde konunun uzmanları tarafından dile getirilen görüşler, bu konuyla ilgili kurullarda ve kurumlarda değerlendirilmelidir. Deprem olasılığının teknik yönü, uzmanlık alanları dahilinde akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları tarafından incelenmektedir. Ancak düşünce kuruluşları ve türevleri niteliğindeki kuruluşlar ise bu büyük afetin sosyal ve siyasi sonuçlarını analiz etmekle mükelleftirler.
ABD Think-Tank’lerinda hazırlanan ve Amerikan resmi kurumları tarafından 2002 senesinde tatbikat olarak uygulanan “Bin Yılın Meydan Okuması” isimli çalışmada, iki kıta üzerine kurulu ve üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede meydana gelebilecek deprem neticesinde sınır anlaşmazlıklarının gündeme getirilerek Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin devreye sokulması ve ordunun siyasete müdahale etmesiyle beraber kaosun tetiklenmesi işlenmişti.
Bu bir senaryodur ve her senaryoya göre bir anti-senaryo oluşturmak mümkün olmayabilir. Ancak Türkiye’nin içinden geçtiği durum, geçmiş yıllara ait ABD düşünce kuruluşları, CIA ve Pentagon üçlüsünün ortak ürünü olan tatbikatın koşullarına çok benzediği için olası İstanbul depremi neticesiyle ilgili sosyal ve siyasi kriz eşiği hakkında saptamalarda bulunmak, Türkiye’nin hazırlık sürecine katkı sağlayacaktır.
İstanbul Silivri açıklarında meydana gelmesi beklenen İstanbul depreminden İstanbul’un Avrupa yakasının daha büyük oranda etkilenmesi beklenmektedir. Bu yakadaki hassas güzergâh ise, Fatih, İkitelli, Küçükçekmece ve Esenyurt gibi semtleri kapsamaktadır. Bu semtler, sosyo ekonomik yapı bakımından İstanbul ortalamasının oldukça altında yer almakla birlikte, Türk, Kürt ve Arap nüfusunun en ağırlıklı olarak bulunduğu, tetiklenmeye oldukça müsait sosyal bir zemini içermektedir. Ekonomik ve kültürel olarak ortalamanın üzerinde bulunan semtleri provoke etmek hiç kolay olmamaktadır ancak bütün dünyada ekonomik ve sosyal beklentileri minimumda olan gruplar üzerinden kargaşa çıkartmak, oldukça kolay gözükmektedir.
İstanbul’da yaşanan 5.9 büyüklüğündeki son depremde hiçbir ciddi yıkıntı olmamasına ve can kaybı yaşanmamasına rağmen, insanların özellikle GSM operatörlerine tepkisi, siyasi tepkiye de çok kolay dönüşmüş ve bu süreçte İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Merkezi Yönetim arasında kriz olduğu intibaı kitleler tarafından hissedilmiş, bu durum da ayrı bir tartışma konusu yaratmıştır.
Gerek geçmiş yıllarda gerçekleştirilen ABD tatbikatı, gerekse İstanbul’da yaşanan son deprem sonucundaki sosyal hareketlilik, bütün ciddi ülkelerin istihbarat ve daha ağırlıklı olarak düşünce kuruluşları tarafından dikkatle analiz edilmektedir.
Aslında İstanbul’un yerel ve merkezi anlamda büyük bir depreme karşı hazırlıksız olduğu görülmüştür. Bunun yanı sıra askeri hatlarda herhangi bir kesinti yaşanmaması ile beraber doğal bir afete karşı en hazırlıklı sınıfın askeri zümre olacağı anlaşılmıştır.
Kısa veya orta vadede gerçekleşmesi beklenen İstanbul büyük depremi neticesinde yerel ve merkezi yönetimin sivil çabası yetersiz kalacağı için doğal olarak askeri tedbirlere başvurulması mantık dahilindedir ve rasyoneldir.
Bu noktada, askeri zümreden iki şekilde istifade edilmek istenecektir: Birincisi askerler kurtarma çalışmalarında aktif yer alacaklardır. İkincisi çıkan kargaşa ve sivil itaatsizlik eylemlerinde bu eylemleri bastıran kuvvet olarak kullanılmak istenecektir. Bu bakımdan İstanbul ve çevresinde, genel olarak ise Marmara bölgesinde ilan edilecek olağanüstü hal durumu ile 15 Temmuz’dan sonra ilan edilen olağanüstü hal süreci tamamen farklı özellikler taşımaktadır.
15 Temmuz süreciyle birlikte toplumun orduya olan güven sarsılmıştı ve siyasi karar vericilerle yakınlaşarak bütün bir profili oluşturmuştu. Bu sebeple olağanüstü hal sürecinde yetki tamamen sivil idarede bulunmuştu. Ancak İstanbul olası depremi neticesinde asker bir kurtarıcı olarak görüleceğinden, toplumun doğal refleksi de farklılık gösterecektir ve bu süreçte vilayetler bütünüyle askeri idarenin kontrolüne girebilecektir.
Bu afetten birkaç ay sonra acılar hafiflemeye başladığında ise ordunun içerisindeki odakların yönlendirmesiyle idare, askerler tarafından terk edilmek istenmeyebilir ve bu olasılık, bir hayli yüksektir. Bu süreçle ilgili tahminler şu biçimde sıralanabilir;
Olumsuz olasılıklar barındırmasına rağmen siyasi karar vericilerin bu süreci daha kolay atlatabilmelerinin de yöntemleri mevcuttur;
Türkiye’deki düşünce kuruluşlarının ekseriyeti, güncel siyasi ve ekonomik gündem üzerine yoğunlaşmakla birlikte bu tip felaket senaryolarıyla ilgili simülasyon teorileri oluşturamamaktadırlar.
Örneğin böyle büyük bir depremde “TARİHİ YARIMADA” içerisindeki kültürel varlıkların tahribatını sağlayacak, kültürel dokuya zarar verecek ve tarihi değeri olan eserleri yağmalayabilecek yabancı istihbarat servisleriyle ilintili ajanların kimlikleri ya da ne şekilde engellenebilecekleri hususunda açık çalışmalar yapılmamıştır ve devletin güvenlik birimlerinin bu konuda yeterince hazırlığı bulunmamaktadır.
Her türlü kriz ve kaos senaryolarına hazırlıklı olmak, önemli olmakla birlikte kriz senaryoları arasında en yakın olarak görülen İstanbul depremi ve neticesi ile ilgili süreç, Türkiye’nin istikbali için tahlil edilmelidir. Çünkü deprem ve sonrasındaki krizin iyi yönetilmemesi, Türkiye’nin 5 ila 10 yıl arasında süre kaybetmesine yol açacaktır.
Onur DİKMECİ
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız