Tarihimiz, dünya üzerinde var olan hiçbir millete nasip olmayacak kahramanlıklarla dolu olduğu kadar, bir o kadar da hazin olaylar, yürek burkan dramlarla da doludur. Özellikle Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin tarih sahnesinden silinmeden önce girdiği I. Dünya Savaşı sırasında; seferler zaferlere, zaferler hezimetlere, hezimetler ölümlere karışmıştır.
Yangın yerine dönen imparatorluk sınırları, ateşe düşen kartopu misali kısa sürede eriyip yok olma tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş; insanımız ve askerimiz, bu kısa sürede Yemen’den Galiçya’ya, Sarıkamış’tan Çanakkale’ye oluk oluk kanlarını akıtmışlar, Yemen çöllerinde sıcaktan yanmışlar, Sarıkamış dağlarında soğuktan donmuşlar ve Çanakkale de ölüm kusan düşman ateşlerinde ölmüşlerdir.
İçinde bulunduğumuz bugünler, Sarıkamış Harekâtının 99. seneyi devriyesi olup, (22 Aralık 1914 – 15 Ocak 1915) üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmiş olmasına rağmen Sarıkamış, insanımızın yüreğinde hep derin bir yara olarak tazeliğini korumuştur.
Milletimiz, Sarıkamış Harekâtı hakkında fazla detaylı bilgiye sahip olmamakla birlikte, 90.000 Mehmetçiğimizin Allahuekber dağlarında karlar altında donarak şehit olduğundan bahisle, kalbinde derin üzüntüler hissetmektedir. Son yıllarda biraz daha gerçekçi ve o dönemin şartları göz önüne alınarak değerlendirmeler ve araştırmalar yapılmakla birlikte, bugün vicdan sahibi tarihçiler tarafından şanlı tarihimizin Sarıkamış Harekâtında da saptırıldığı dile getirilmektedirler.
Öncelikle, Sarıkamış Harekâtı, dönemin Genelkurmay Başkanı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa ile özdeşleştirilmiş ve Sarıkamış üzerinden Enver Paşa itibarsızlaştırılarak, “hayalperest ve maceraperest” gibi yaftalara muhatap edilmiştir.
Tarihçi yazar Mustafa Armağan “Kazım Karabekir’in gözüyle yakın tarihimiz adlı kitabında; “…normal olarak her savaşın bir Başkomutanı vardır, yenilgi de, zafer de tabii olarak O’nun hesabına yazılır. Sarıkamış hezimeti nasıl Başkomutan Enver Paşa’ya mâl ediliyorsa, hemen 3 ay sonra başlayan Çanakkale Zaferi’nin de fiili komutanı (gerçekte ise başkomutan Vekili) Enver Paşa’ydı. Ancak dikkat edin lütfen, Enver Paşa’nın ismi yakın tarihimizin yalnızca olumsuz olaylarına yamanır da, Çanakkale zaferin yanına zinhar yaklaştırılmaz” diyerek güzel bir tespitte bulunmuş; bir nevi, “Başarının her zaman birden fazla babası olmuştur; ama başarısızlığın babası hiçbir zaman bulunamamıştı” sözünün ne kadar haklı gerekçelerle söylendiğini ortaya koymuştur.
Gerek I. Dünya savaşı sırasında, gerekse savaştan uzun yıllar sonra (hatta bugün bile) savaşa girmemizin gereksiz olduğu, tarafsız kalmamız gerektiği veya savaşa girilecekse bile denizlerde kuvvetli ülkelerin yanında savaşa girilmesi gerektiği yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Kuşkusuz idealist oldukları kadar, acemi de olan İttihat ve Terakkinin önde gelenleri de bu gerçeği görmüşler ve bu konuda da çok çaba sarf etmişlerdir. Bu konuda, Cemal Paşa; “ilk ittifak teklifim Paris’te nasıl ve ne suretle redde düçar olduysa, İngiliz kanalıyla yaptığım ikinci ittifak teklifim de aynen o suretle reddedildi. İngiliz ve Fransız siyasetini takip etmemiş olduğumuzdan dolayı bizi hamakat ve daha doğrusu cinayetle itham edenlere sorarım, bizi istemeyen devletlerle ittifakımız ne suretle mümkün olabilirdi ki, bizde ittifak etmiş olalı., Deniliyor ki, bitaraflığımızı muhafaza daha evla olurdu. Boğazları seyrü sefaine serbest bulundurmak şartıyla değil mi? O halde, Rusya bu harbi umumiden öyle büyük bir zaferle çıkacak idi ki, hatta harbin nihayetini bile beklemeden İstanbul’un ve şarki Anadolu’nun işgaline imkan bulacaktı. Hem boğazları kapatalım, hem bîtaraflığımız muhafaza edelim denilecek olursa, buna ne ahden hakkımız vardı, ne de İngilizler ve Ruslar buna müsaade ederdi” (Sarıkamış Harekatı- Ziya Nur Aksun sayfa 170-171) diye yazmıştır.
Bugün birçok tarihçi tarafından dile getirilen bir başka gerçek ise, 1. Dünya Savaşının asıl amacının Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırılması ve hüküm sürdüğü toprakların paylaşılması üzerine başladığı şeklindedir ki, henüz daha savaşın ilk yılında müttefik ülkeler tarafından imzalanan anlaşmalar (10 Nisan 1915 Boğazlar Antlaşması, 26 Nisan 1915 Londra Antlaşması, 06 Mayıs 1916 Sykes–Picot ( Seyko Piko) Antlaşması, Mart 1916 Petrograd Protokolü; 19 Nisan 1917 Saint Jean de Maurienne (Sen jon dö Moren) Anlaşması), hem bunu hem de yukarıda Talat Paşa’nın hatıratında belirttiği gerçeği doğrulamış bulunmaktadır.
Bu kısa bilgiler doğrultusunda; her şartta çıkacak olan savaşta, Osmanlı Devleti kimi cephede dünya tarihinde olmayan zaferler kazanmış, kimi cephede hazin ve dramatik mağlubiyetler alarak ve savaş sonunda tarih sahnesinden silinerek millet olarak verdiği Kurtuluş Savaşı ile de bambaşka bir sayfa açmıştır.
Sarıkamış Harekâtına geçmeden önce şunu bilmek gerekir ki, tarihte 93 Harbi olarak bilinen 1877 Osmanlı-Rus Harbinden beri yaklaşık 37 yıldır Kars, Ardahan, Batum, Artvin, Rusların elindedir. Bu acı gerçek ve 93 Harbinin acısı tüm Osmanlı halkının yüreğinde derin kederler bırakmış ve tazeliğini hala korumaktadır. Gerek intikam duygusu, gerekse işgal altında bulunan Türk illerini kurtarma duygusu, yaşlısından gencine, askerinden siviline o dönemde herkesin ortak düşüncesidir. Ayrıca, harekâttan önce yine ilk saldırıyı Ruslar yapmış, Doğubeyazıt’ın kuzeyinden saldırarak Kafkas cephesini açmışlardır.
Savaş başladığında, Rus Ordusunun sadece %3’lük kısmı Kafkaslarda bulunmaktadır ve geriye kalan tüm kuvveti batıda Almanlar ve Bulgarlarla savaş halindedir. Hal böyle iken, batıdan doğuya asker takviyesi de mümkün değildir. Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Anadolu’da bulunan 3. Ordusunun mevcudu, 118.000; Rus Ordusunun ise 100.000 civarındadır.
Taarruz hazırlıkları başladığında hem orduya, hem de bölge halkına yeni bir can gelmiştir. Savaşta miralay olarak görev yapan Şerif İlden, hatıralarında; “…kışın şiddetine bakmayarak kadınlar ve çocuklar güle oynaya Erzurum’a kadar sırtlarında ve kucaklarında cephane taşıyacak kadar gayret gösterdiler ve bu toprağın en büyük ve hakiki sahiplerinin ancak kendileri olduğunu tahammülsüz fedakârlıkla ispat ettiler. Halkın yardımlarından elde edilen 15-20 bin kat fanila, çorap, çamaşır gibi eşya Erzurumlular tarafından orduya verildi. Bu yardımlar sonucunda orduya neşe ve direnç geldi” (İlden, a.g.e., s.169) diye bahsetmiştir.
6 Aralık 1914 günü orduya ilk taarruz emri yayımlanmıştır. Genel Kurmay ATESE Başkanlığının yayımladığı esere göre planın esası şöyledir; “3. Ordu biri zayıf, biri kuvvetli olmak üzere iki gruba ayrılacak, zayıf grup Rusların Aras Nehrinin iki yanından Erzurum doğrultusunda yapacakları taarruzları önlerken, diğer kuvvetli grup Rus mevziinin kuzey ve yan derin ve kuşatıcı bir taarruz yapacaktı. Bu maksatla XI. Kolordu ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni düşmanı cepheden durdururken, IX. Kolordu Piktir-Çatak doğrultusunda düşmanın kuzey kanadını kuşatacak X. Kolordu da Oltu üzerinden Bardız-Sarıkamış doğrultusunda Rus mevzilerinin gerilerine düşecekti. Artvin bölgesinde bulunan Ştenge Bey Birliği ile sınır birlikleri ve diğer milis kuvvetleri Olur-Şenkaya üzerinden Oltu-Vartanik doğrultusunda ilerleyerek X. Kolordunun harekâtını kolaylaştıracaktı.” (ATESE, a.g.e., s.355)
Harekât, ilk başlarda başarıyla uygulanmaya başlanmış, yürümenin dahi çok zor olduğu, karlı, buzlu ve dar yollarda insanüstü gayretle hedefe adım adım yaklaşılmıştır. Ancak zaman ilerledikçe, hava şartları normalin çok üzerinde olumsuzlaşmış, kar, tipi, fırtına mevsim normallerinin üzerinde seyretmeye başlamıştır. 24 Aralık günü Kolordular arasında iletişim kopmuş, birbirlerinden haber alınamaz hale gelinmiştir. O gün bir başka olumsuzluk yaşanmış, X. Kolordu kurmay başkanı Binbaşı Nasuhi Bey, Ruslara esir düşmüş ve üzerindeki evraklardan Türklerin bir kuşatma harekâtına geçtiği anlaşılmıştır.
Plana göre, 25 Aralıkta Sarıkamış’a girilmesi gerekmekte olup, bizzat askerin önünde yürüyen Enver Paşa, aksi bir teklifi kabul etmemektedir. IX. Kolordunun 29. Tümeni Sarıkamış’a 4 kilometre kadar yaklaştığında, sırtların Rus birlikleri tarafından tutulduğunu görür. Asker yorgundur ve soğuğa karşı son derece direnci zayıflamıştır. Kolordu komutanı İhsan Paşa, Enver Paşa ya askerin o gece dinlenmesini ve ertesi gün saldırıya geçmesini önerir, öneriyi kabul etmeyen Enver Paşa; “hayır” der ve ekler; “bu iş bu gece bitmeli”…. Karlı arazide hücuma geçen askerimiz çok zor şartlarda ve ağır kayıplar vererek ilerler. Söz konusu hücum, yine Genel Kurmay Başkanlığının eserinde şöyle anlatılır “…gece yarısından az sonraya kadar devam eden bu gece muharebesi sonucunda düşman süngü ile püskürtülmüştü. Makineli tüfeklerin yalnız namlularından başka bütün donanımını geride bırakan düşman kaçmış bulunuyordu” (ATESE, a.g.e., s.425) Zafere ramak kala yaşanan çatışmalarda çok kayıp veren 86. piyade alayının iki bölüğü, Çerkezköy’e girmiş ancak 17. ve 28. tümenler henüz gelmedikleri gibi, bir haber de alınamamıştır. Yine kolordu komutanı İhsan Paşa ile Kurmay Başkanı Şerif Bey’ler, Enver Paşa’ya hücumun durdurulması esas vurucu saldırının asker dinlendikten sonra sabah yapılması konusunda ısrarcı olurlar. İşte bu noktada, hayatı boyunca kendi bildiği doğrulardan asla vazgeçmeyen Enver Paşa’nın basireti bağlanmış, bir anlamda hem kendinin, hem Ordunun ve en önemlisi de Devletin kaderini olumsuz etkileyecek “hücumu erteleme” kararı vermiştir. Zira Sarıkamış’ta bulunan Rus Ordusu, çekilme kararı almış ve çekilme hazırlıklarına başlamış bulunuyordu.
Olay, yine Genel Kurmay Başkanlığının eserinde şöyle anlatılır; “Ordu komutanlığı 25-26 Aralık gecesi (IX. Kolordu Birliklerine) Sarıkamış’a taarruz edilmesini emretmiş ve bu emirde yukarıda belirtilen nedenlerle uygulanmamıştı. Hâlbuki o gece Sarıkamış’ta çok az düşman kuvveti bulunuyordu. Her ne bahasına olursa olsun taarruza devam edilerek Sarıkamış ele geçirilmeliydi. Yorgun kıtalar Sarıkamış’ta dinlenebilirdi. Ne yazık ki IX. Kolordunun savaş gücü çok azalmış olduğundan, sabah başlayan taarruzda ilerletilememiş ve ertesi güne ertelenmişti. Ertesi günü de, Sarıkamış’taki Rus kuvvetleri civardan ivedi olarak getirilen birkaç birlikle takviye edilince, bundan sonraki günlerde yapılan taarruzlardan bir sonuç alınamamıştı.”
O gün yaşananları, Rus Orduları Başkomutan vekili Nikolski ise şöyle yazmıştır; “ Türklerin 29. Tümen komutanı Sarıkamış’ta Ruslara çok sayıda takviye kuvvetleri gelmekte olduğu neticesine vararak ve bağlı olduğu IX. Kolordunun diğer tümeninin de gelmekte olduğunu düşünerek bu tümenin gelişine kadar taarruzu ertelemeye karar vermiş ve bu karar sayesindedir ki Sarıkamış bizde kalmıştır” (Nakleden, Eren, a.g.e., s.410)
İçerisinde binlerce trajik olay ve ölümle hazin bir şekilde son bulan Sarıkamış Harekâtı, maalesef ağır bir yenilgiyle son bulmuştur. Savaşın başında, ortasında ve sonunda, sonucu belirleyici o kadar çok olumsuzluk mevcuttur ki, buna da ancak takdir-i ilahi denilebilir. Bu olumsuzluklara birkaç örnek vermek istiyorum: Savaş başladığında Rus Çarı, ordusuna moral vermek üzere cepheye gelmiştir. Cepheden dönüşte, bir Osmanlı Keşif kolunun yanından geçer. Zorunlu olmadıkça ateş etmemeleri konusunda çok sıkı tembihlenen Osmanlı Askeri, önünden geçen üniforması farklı kişinin kim olduğunu kestiremez ve onu vurup vurmamakta tereddüt eder. Ateş etmenin zorunlu olmadığı kanısına vararak ateş etmekten vazgeçen bu nefer, vurmaktan son anda vazgeçtiği kişinin Rus Çarı olduğunu sonradan öğrenecektir. Eğer orada Rus Çarı öldürülseydi, harekât başlamadan lehimize sonuçlanması işten bile değildi. Bir diğer can alıcı husus ise, içerisinde hemen hemen ordunun tamamına yetecek kışlık giyim, iki alay asker, iki adet keşif uçağı ve dört bin ton askeri malzeme yüklü gemimizin, Rus donanması tarafından batırılması olmuştur. Zira o nakliyeler yapılabilseydi, savaşın seyrinin çok farklı olacağı aşikârdı.
Enver Paşa’yı ve dolayısıyla Sarıkamış Harekâtını, tüm kaynakları harmanlayarak kitaplaştıran ve 10 Ekim 2013 Tarihinde hayatını kaybeden Nevzat KÖSOĞLU, Şehid Enver PAŞA adlı eserinin Sarıkamış Harekatına dair değerlendirmesinde şu tespitlerde bulunmuştur;
“Bu harekâtı Rusların kazanması için altı-yedi şartın bir araya gelmesi lazımdı; bizim kazanmamız için ise, bunlardan herhangi birinin olmaması yeterliydi. Bütün şartlar bir araya geldi ve zafer Ruslara güldü. Bu da tarihin üzerinde düşünülmeye değer ibretli tezahürlerinden biridir.
-Hafız Hakkı Bey yolu uzatmayıp Sarıkamış’a vaktinde yetişseydi zafer kesindi,
-Şerif Bey ve İhsan Paşa IX Kolordunun Sarıkamış’a vardığı akşam Enver Paşa’nın hücum emrini durdurmayıp devam etseydiler, başarı kesindi,
-Rus Komutanı Mişlayevsky’nin geri çekilme emri, yerine bıraktığı Rus Komutan tarafından uygulansaydı yine netice alınmış olacaktı.
-26 Aralık Taarruzunda Albay Şerif Baytan 28. Tümeni Enver Paşa’nın emrine rağmen Sarıkamış yerine, Kızılkilise’ye yönlendirmeseydi yine sonuç alınacaktı
-Rus Plaston Tugayı ve yeni mezun 200 Rus, Sarıkamış’a yardım olsun diye gelmemişlerdi, tesadüfen Sarıkamış gazinosuna uğramışlardı. Direnişe büyük katkı sağladılar.
-Ruslar Aras boyundaki birliklerini süratle geri çektikleri halde, onları tutmakla görevli olan XI. Kolordu komutanı gevşek davranmış, Rus kuvvetlerinin takviyesine fırsat vermişti.
Ve ikinci dereceden sayabileceğimiz diğer birçok sebep -mesela harekâtın başladığı günlerde çok iyi olan havalar iki üç gün daha devam etseydi- daha bir araya geldiği için Ruslar kazanmışlardı. Bunlardan birisi olmasaydı, belki tarihin seyri değişecekti; olmadı. Rusların kazanması için bu kadar şartın bir araya toplanmasını, tarihi planda rastlantılara bağlamak, kabullenilecek bir açıklama değildir.
Daha önce de dokunduğumuz gibi, tarihin akışını, tek tek olaylardan hareketle anlamaya çalışmak yanıltıcıdır. Öyleyse, sonuç olarak Sarıkamış Harekâtını nasıl değerlendireceğiz? Sarıkamış, bir savaş yenilgisi ve milletimizin yaşadığı gurur verici bir destandır.”(Nevzat KÖSOĞLU, Şehid Enver Paşa, s:308)
Evet, Çanakkale’yi savunarak geçilmez yapan ve 255.000 şehit vererek zafer kazanan şanlı ordumuz, nasıl destan yazdıysa; aşılmaz dağları, ovaları aşarak ve binlerce askerini karlar arasına gömerek düşmanının bile takdirini kazanan ordumuz da mağlup olarak bir başka destana imza atmıştır. Yazımızın başında da ifade etmeye çalıştığımız gibi, kimisi yanarak, kimisi de donarak bizlere bu aziz vatanı bırakanlardan Allah razı olsun… Ruhları şad olsun… Düşünmemiz gereken asıl konu, “fazla değil bizlerden birkaç nesil önceki ecdadımızın, acaba Sarıkamış’ta mı şehit düştüğü, yoksa Çanakkale’de mi, ya da Yemen’de mi, Balkanlarda mı, veyahut Balkan Harbinde mi yoksa İstiklal Savaşında mı” diye düşünmemiz gerekirken, “bizler acaba bu yılbaşı eğlencesini Taksimde mi yapalım, Nişantaşı’nda mı veya nerede, nasıl olalım” diye düşünür durumuna nasıl geldiğimiz veya getirildiğimizdir.
Ve ülkemizin son günlerde yaşadığı açmazları ve çıkmazları düşünüp değerlendirince, bugünümüzle, yarınımızla, geçmişimizle, geleceğimizle Allah sonumuzu hayır etsin demekten kendimizi alamıyoruz. Selam ve dua ile…
Zafer TEKİN – zafertekin@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Harikasın kardeşim, zihnine ve ellerine sağlık
Mekanlari cennet oldun. Kalem tutup kardelenleri ebedilestirenlere selam olsun..
mekanlar-ı cennet olsun inş.
ruhları şad olsun.çok acı olayı çok harika anlatmışsın .kalemine aklına sağlık kardeş
Mekanları cennet olsun. Bu yazınızla çok önemli noktaları vurgulamışsınız. Elinize gönlünüze sağlık.