Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi M. Kemal Atatürk’e 1926 yılında İzmir’de menfur bir suikast tertibinde bulunulmuştur. Suikast olayının aydınlatılması için pek çok kişi tutuklanmış ve yine pek çok kişi de idam edilmiştir.
Hazırlanışı, gelişimi ve sonuçları itibariyle siyasi ve sosyolojik birçok hadiseyi içinde barındıran bu dehşet verici olayın yarattığı travmalar, uzun yıllar etkisini sürdürmüş ve Türk siyasi tarihi üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
Suikastla hayatına son verilmek istenen kişi M. Kemal Atatürk, bu düşünceyi hayata geçirmek istemekle suçlananların pek çoğu ise yıllarca omuz omuza düşmana karşı hayatlarını ortaya koyan silah arkadaşlarıdır.
1926 yılı Haziran ayında yapılması planlanan suikast düşüncesine yol açan sürecin başlangıcı, biraz daha gerilere, milli mücadelenin en hızlı şekilde sürdürüldüğü günlere kadar gitmektedir. Buna örnek olarak Enver Paşa, 1921 yılının Temmuz ayında Moskova’dan M. Kemal’e yazdığı mektupta;
“Yalnız senden bir ricam var: lüzumsuz düşünce ve kibre kapılmayınız. Sizden cidden sizi seven bir kardeş gibi rica ediyorum. Şimdi mevkinize bakarak sizi ayartanlara uyup memlekette bir şahsın veya yalnız bir kısmının tahakkümüne doğru gitmeyiniz. Yoksa yine lüzumsuz baskılar ve bunların neticesi şiddet meydana gelebilir. Buna emin ol ki bütün vatanını seven herkes, olan biten her şeye rağmen sizin başarınıza çalışıyor. Çünkü senin başarın, Anadolu’nun başarısı demektir.
Fakat eğer siz şimdiden kanunsuz hareketlere ve lüzumsuz şiddetlere giderseniz, korkarım ki hayırlı netice vermez. Millet, Sultan Hamid idaresi altındaki millet değildir. Artık tahakküm ve kibre çok dayanamaz. Bak, seni bütün arkadaşlarım namına temin ederim. Bizim hiçbir mevkide ve memuriyette gözümüz yoktur. Bana gelince, ben yalnız bir ideal takip edeceğim. O da İslam’ı ezen Avrupa canavarları ile pençeleşmek için Müslümanları harekete getirmek”[1]
diye yazdıktan sonra eşi Naciye Sultan’a aynı tarihlerde yazdığı mektupta;
“Şimdi yalnız, odamda Anadolu haritası önümde düşünüyordum. Kim bilir şu anda 7 Temmuzda başlamış olan Yunan taarruzunun kesin safhaları cereyan ediyor, ben ise böyle Moskova’da memleketime yardım edememek mecburiyetiyle oturuyorum.
İki gündür hareket edip gitmek zihnimden geçiyor fakat gidinceye kadar belki iş olacak, bitecek, bir de Mustafa Kemal’in hırsı başka bir şeye sebep olur diye tereddüt ediyorum. Neyse bakalım inşallah bizimkiler başarılı olur da biçare Anadolu biraz rahat yüzü görür.
Mustafa Kemal’in tuttuğu yolda barıştan sonra da zannımca memlekette gürültüler eksik olmayacak…”[2]
diye yazacaktır.
O tarihlerde Türkiye’den uzaklarda olan Enver Paşa’yı bu düşüncelere, kendisine yakın olup, M. Kemal’in yanında yer bulamayan arkadaşlarının sevk ettiği muhakkaktır. Zira birkaç yıl önce yıkılmakta olan İmparatorluğun en güçlü adamı olan Enver gitmiş, yerine M. Kemal Paşa gelmiştir ve doğal olarak etrafındaki çalışma arkadaşları da değişmiştir. Enver’in 1921 yılında öngördüğü “memlekette gürültüler eksik olmayacak” düşüncesini düşmanın Anadolu’dan kovulduğu günlerde bizzat M. Kemal Paşa da itiraf edecektir.
Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış, Afyon yakınlarında Büyük Taarruz için son hazırlıkların yapıldığı günlerde cephede bulunan H. Edip, M. Kemal Paşa’ya; “İzmir’i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam, çok yoruldunuz” dediğinde, M. Kemal Paşa’nın cevabı çok anlamlıdır; “Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, bir birimizi yiyeceğiz.”
Konuşma şöyle devam etmişti:
Halide Edip:
–Niçin? O kadar yapılacak iş var ki!
Mustafa Kemal:
–Ya bana karşı çıkmış olan adamlar?
Halide Edip:
–Bu, bir millet meclisinde tabii değil mi?
Halide Edib’in ifadesi ile bu diyalog sürerken Mustafa Kemal Paşa’nın gözleri tehlikeli bir şekilde parlamış ve İkinci Grup’tan iki isim zikrederek onların halk tarafından linç edilmeye layık olduklarını söylemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın görüşmedeki son ifadeleri ise şunlar olmuştu:
– “Bu mücadele bitince, durum sıkıntılı olacak. Başka heyecanlı bir iş bulmalıyız hanımefendi”[3]
Enver Paşa’nın yukarıda belirttiğimiz mektuplarındaki düşünceleri üzerinden dört, M. Kemal Paşa’nın Halide Edib’e söyledikleri üzerinden 3 yıl kadar zaman geçmiştir. Kurtuluş Savaşı kesin bir zaferle sonuçlanmış, Cumhuriyet kurularak ülkemizde yeni bir yönetim şekline geçilmiştir. Bu süreçle birlikte eski arkadaşları ile M. Kemal Paşa arasındaki fikir ayrılıkları derinleşmiş, ne O arkadaşlarını, ne de arkadaşları O’nu anlayabilmişlerdir.
Milletvekilleri TBMM’de 1. Grup ve 2. Grup olarak ikiye bölünmüşler, 1. Grup M. Kemal Paşa’ya bağlı kalırken 2. Grup ise M. Kemal Paşa’nın git gide diktatörleştiğini, Lozan görüşmelerinin hezimetle sonuçlandığını ileri sürerek Mecliste hararetli tartışmalar yapmışlardır.
1923 yılında yapılan milletvekilliği seçimleri ile bahsi geçen 2. Gruptaki milletvekillerinin çoğu tekrar meclise girememişlerdir. M. Kemal Paşa’ya yakın olan 1. Gruptaki vekiller ise Müdafa-i Hukuk grubu olarak TBMM’ye tekrar girmişlerdir.
Seçimlerin yenilenmesinden önce M. Kemal Paşa, 17-18 Ocak 1923 tarihlerinde İzmit’te İttihatçıların önemli ismi ve 1. Dünya Harbi zamanında İaşe Nazırlığı da yapmış olan Kara Kemal ile bir görüşme yaparak, İttihatçıların bundan sonraki planlarının ne olduğunu öğrenmek ister.
Kara Kemal, M. Kemal Paşa’ya özetle, İttihat ve Terakki’nin darmadağın olduğunu, önemli şahsiyetlerin hayatlarını kaybettiğini, geride kalanların ise kendi sorunlarıyla mücadele ettiklerini ifade ederek, İttihatçıların tek dertlerinin vatanın kurtulması olduğunu, bunun da kendisinin (M. Kemal’i kast ederek) liderliğinde başarıldığını, artık politika ile uğraşmak istemediklerini, bundan sonraki mücadelenin de M. Kemal Paşa’nın önderliğinde devam etmesi gerektiğini ifade eder.
Ayrıca yine bu görüşmede Kara Kemal, bireysel olarak bizden yararlanmak istediğiniz arkadaşımız var ise söyleyin sizinle birlikte memleketin kalkınması için yanınızda çalışsın diyerek sözlerini tamamlar. Kara Kemal’in bu sözlerine karşılık M. Kemal Paşa;
“-İyi ama bunlar yalnız senin düşüncelerin, bakalım arkadaşların da aynı kanaatte midirler? Onlarla görüş, bana sonucu bildir”[4]
diyerek görüşmeyi sonlandırır.
Mustafa Kemal Paşa ile Kara Kemal’in bu görüşmesinden yaklaşık iki ay sonra, İstanbul’da eski Maliye Bakanı Cavid Bey’in evinde birkaç kez toplanan İttihatçılar, M. Kemal Paşa ile Kara Kemal arasında geçen görüşmeyi değerlendirirler ve M. Kemal Paşa’ya;
“Eskiden İttihat ve Terakki’ye bağlı olan arkadaşlar, Anadolu örgütüne karşı değildirler. M. Kemal Paşa isterse İttihat ve Terakki’nin başına geçsin, örgüt yeniden kalkındırılsın, isterse başka bir örgüt kursun, isterse Cumhurbaşkanı olsun, bizim bu konularda hiçbir karşı koyanımız yoktur”[5] diye cevap verirler.
Toplantıya katılanlardan Hüseyin Cahid Bey (Yalçın), Kara Kemal ile M. Kemal Paşa arasında yapılan görüşmenin üzerinden iki ay geçtikten sonra bir araya gelmelerinin M. Kemal Paşa tarafından kendisine karşı bir hazırlık eylemi olarak değerlendirebileceğini, toplantı yapılmadan mutlaka bu konuda ona haber verilmesi gerektiğini ifade etse de, diğer arkadaşları bunun bir sorun teşkil etmeyeceğini ifade ederler.
Ancak ileride görülecektir ki, İzmir Suikastı yargılamalarında bahsi geçen toplantılar, toplantıya katılanların aleyhlerinde önemli bir delil olarak kullanılmıştır.
9 Eylül 1923 tarihinde, Müdafa-i Hukuk Cemiyeti, M. Kemal Paşa tarafından Cumhuriyet Halk Fırkasına dönüştürülür ve partinin genel başkanı da kendisi olur. Bu durum da M. Kemal Paşa’nın yakın arkadaşları tarafından eleştiri konusu olur. Özellikle Kurtuluş Savaşı’nın önemli karakterlerinden Rauf Bey ve aynı zamanda M. Kemal Paşa’nın harp okulundan yakın arkadaşı olan Ali Fuat Paşa gibi önemli isimler, Gazi Paşa’nın etrafında birtakım “tufeyli”[6] kimselerin peyda olduğunu, söz konusu tufeylilerin özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde hiç ortalıkta görünmediklerini, zaferden sonra ortaya çıktıklarını öne sürerler.
Bunun yansıması olarak Ali Fuad Paşa ile yakın arkadaşı M. Kemal Paşa arasında şöyle bir diyalog geçer;
“Ali Fuad Paşa yakın arkadaşının kendilerini geri plana itmesini şu sözü ile eleştirir;
-Senin Aportların (havarilerin) şimdi kimlerdir? Atatürk, bu sorudan hiç bir şey anlamadığını söyler. Ali Fuad Paşa izah eder. Çevresini dolduran tufeylilerden şikayetçi olur. Buna karşılık Atatürk:
-Benim havarilerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, bu hizmete layık ve muktedir olduğunu gösterirse havari onlardır” der.[7]
Gelinen noktada M. Kemal Paşa ile bir dönem kader birliği yaptıkları Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez ve Adnan Adıvar gibi isimlerin yolları ayrılırlar. M. Kemal Paşa’nın Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı 17 Kasım 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurarlar.
Mustafa Kemal Atatürk, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hakkındaki düşüncelerini Nutuk’ta şöyle ifade eder;
“…Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları bu parti “muhafazakar” adı altında ortaya çıkmış olsaydı, belki bir anlamı olurdu. Fakat bizden daha çok Cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları elbette doğru değildi. “Parti dini düşünce ve inançlara saygılıdır” ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi?[8]
Böylesine derin ayrılıkların yaşandığı ve bu ayrılığın o günü Türkiye’sinde iki ayrı parti olarak sahaya çıktığı günlerde, hem ülkede hem de TBMM’de ortam iyice gerginleşir. 1. Dünya Savaşının ve İstiklal Harbinin parlak askerlerinden Halit Bey (Deli Halit Paşa), TBMM’de bir tartışma sırasında CHP’li milletvekillerinden birisinin tabancasından çıkan kurşunla hayatını kaybeder. Hemen aynı günlerde 1925 yılının şubat ayında Doğu Anadolu Bölgesinde Şeyh Said İsyanı baş gösterir. Bu durum karşısında hükümet, TBMM’ye “Takrir-i Sükun” ve “İstiklal Mahkemeleri” kanununu getirerek yasalaştırır. Şeyh Sait isyanı bastırılarak suçlular gerekli cezalara çarptırılırken, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapatılır.
26 Mayıs 1926’da ise görev süresi dolan İstiklal Mahkemesinin görev süresi uzatılarak, idam cezalarının meclisin onayına gerek olmadan infaz edilebilmesine dair yetki verilir. Bu kararın gerekçesi de kısa süre sonra anlaşılacaktır.
Genç cumhuriyetin ilk yılları, hem yönetenler, hem de yönetilenler açısından oldukça zorlu geçmektedir. Lozan görüşmeleri ve anlaşması, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, şapka kanunu gibi hususlar, toplumun tüm kesimlerini etkilemekte, uzun savaş yıllarının verdiği ağır tahribat ve yoksulluk da devam etmektedir.
Tarihler 14 Haziran 1926’yı gösterirken, yurt gezisine çıkan Gazi, Bursa, Bandırma ve Balıkesir’den sonra 14 Haziran Pazartesi günü İzmir’e gelecektir. Ancak Gazi, 14 Haziran günü İzmir’e gelmez. Aynı günün akşamı Giritli Şevki adındaki şahıs, polise giderek Gazi M.Kemal’e yarın (15 Haziran’da) bir suikast yapılacağını, kendisinin de suikast yapacak ekibin içinde olduğunu ihbar eder. Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Ziya Hurşit adındaki suikastçılar, 10 Haziran’da Gülcemal Vapuru ile İstanbul’dan yola çıkmışlar ve 11 Haziran’da İzmir’e gelmişlerdir.
Gazanferzade ve Ragıppaşa Oteline yerleşen söz konusu şahıslar, polisin yaptığı operasyonla 15 Haziran 1926’da sabaha karşı tutuklanırlar. İlk yapılan sorgulamalardan sonra Sarı Edip Efe, Eski İzmit Mebusu Şükrü Bey’in de planın merkezinde yer aldıkları anlaşılır. Bilahare genişletilen soruşturmalar da, İttihatçıların eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey ve yine eski İaşe Nazırı Kara Kemal’in de bu elim hadisenin içinde olduğu kanısına varılır.
14 Haziran’da İzmir’e gelmesi planlanan Gazi, 16 Haziran akşamı trenle geldiği İzmir’de tarihe geçen; “Benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözünü söyler.
Hadisenin ortaya çıkması üzerine Ankara İstiklal Mahkemesi de derhal İzmir’e çağrılarak yargılamaya başlaması istenilir. İstiklal Mahkemesi tarafından soruşturma genişletilerek daha önce M. Kemal Paşa ile yolları ayrılan ve Terakkiperver Fırkasını kuran eski kudretli paşalar hakkında da tutuklama kararı verilerek Ankara’ya bildirilir.
Kazım Karabekir hakkında verilen tutuklama kararının uygulanması, Başbakan İsmet Paşa tarafından önce engellenmek istenir, ancak İzmir’den gelen emir kesindir ve Kazım Karabekir Ankara’da, Ali Fuad Paşa da İstanbul’da tutuklanarak İzmir’e getirilir.
Kazım ve Ali Fuad Paşalarla birlikte Cafer Tayyar, Refet Paşa, Dr. Nazım, İsmail Canbulat Bey, eski Maliye Bakanı Cavid Bey’in yanı sıra pek çok eski İttihatçı önde gelen de yargılanır.
Her ne kadar yargılama konusu, Gazi M. Kemal Paşa’ya 15 Haziran 1926 tarihinde İzmir’de yapılacak suikast olsa da, zaman dilimi çok daha gerilere götürülerek muhakeme yapılır. Yazımızın başında ifade etmeye çalıştığımız Gazi Paşa’nın isteği ile Cavid Beyin evinde yapılan görüşmeler ve görüşmeye katılanlar ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu, partinin programı ve parti faaliyetleri sırasında söylenilen sözler de yargılama sırasında hep ön planda olmuştur.
Diğer taraftan Kara Kemal ve eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey ortadan kaybolmuş ve günlerdir bulunamamışlardır.
13 Temmuz 1926 günü mahkeme kararını açıklar ve toplamda 15 kişi hakkında idam kararı, çoğu eski ve yeni mebus olmak üzere 22 kişi hakkında da beraat kararı verir. İdam Cezası verilenler arasında Kara Kemal ve Abdülkadir Bey de vardır ve bu kişiler henüz yargılanmadan, diğer sanıkların beyanlarına göre gıyaplarında bu cezaya çarptırılmışlardır.
Yine bu on beş kişinin içinde eski Sivas Mebusu Halis Turgut Bey ve İsmail Canbulat Bey de vardır ki, onların idam cezaları çok daha dramatik olmuştur. Zira bu şahıslara önce on’ar yıl sürgün cezası verilmesi üzerine; “töhmet altında yaşayamayız, kendimizi müdafaa edeceğiz” demişler ve bunun üzerine kendilerini bir kere daha müdafaa etme hakkı verilmiştir. Ancak çıkan sonuç dehşet vericidir; “idam”.
Halis Turgut Bey, bu karar üzerine idam sehpasına götürülürken şu veciz sözü söyler; “Çocuklarıma söyleyin, katiyen siyasetle uğraşmasınlar. Fikir adamı olsunlar. Yaşasın mefkûre. payidar olsun Türklük. Bir Türk, Türklüğe nasıl fenalık yapar”[9]
Özellikle Paşaların yargılanması sırasında mahkeme salonunu dolduran ve çeşitli ordulardan gelmiş muvazzaf subaylar, yargılanmakta olan eski kudretli Paşalardan yana kararlı bir tutum sergilemişler ve bunun da Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya[10] üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğu ve verilen kararda etkili olduğu, sonraki yıllarda yargılamayı gözlemleyenler tarafından ifade edilmiştir.
Paşaların idamdan kurtulması için Gazi M. Kemal Paşa’nın da devreye girdiği ifade edilmektedir. Bu iddianın en somut örneğini, Fahreddin Altay Paşa dile getirmiş ve bu hususta;
“M.Kemal, Fahreddin Paşa’ya “Ali Bey, Paşaları asacak” şeklinde bir ifadede bulunmuş, bunun üzerine Fahreddin Altay, paşalar lehine görüşlerini açıklamıştı. Atatürk ise, “iyi ama sonrasından emin olabilir miyiz?” diye sormuştu. Fahreddin Paşa, eski silah arkadaşlarını korumak ve onlara sahip çıkmak amacıyla: “Emin olabilirsiniz Paşa hazretleri. Siz var oldukça hükümetimiz daima kuvvetli olacaktır. Bütün millet sizi delicesine seviyor. Bu nankörlüğe teşebbüs edenler sınırlı birkaç sapıktan ibarettir. Ceza da bu sınır içinde kalırsa adaletiniz bütün Türk Milletini bir kere daha bağlayacaktır.” şeklindeki ifadesine “pekala” diye karşılık veren Atatürk bilahare: “Ali Bey ile bir kere daha görüşelim” diyerek duruma müdahalede bulunacağını hissettirmişti”[11] anekdotu önemli bir yer tutmaktadır.
13 Temmuz 1926 tarihinde açıklanan karara göre idam cezaları, 13 Temmuz’u 14 temmuza bağlayan gece infaz edilir. Ancak mahkeme bir kısım sanıkların Ankara’da yargılanmasına devam edileceğine de karar verir. Bunun üzerine 17 Temmuz 1926’da Ankara’ya gelen mahkeme üyeleri, 02 Ağustos 1926 tarihin de yargılamaya devam etmeye başlar.
İzmir’den getirilen sanıkların yanı sıra, çok sayıda yeni tutuklamalar yapılmıştır. Bu süreç yaşanırken, 27 Temmuz 1926’da diğer sanıklar tarafından suikast planının içinde olduğu öne sürülen ve bu yüzden yargılanmadan gıyabında idam kararı verilen Kara Kemal, İstanbul’da eski bir İttihatçı olan Enver Bey’in evinin bahçesinde bulunan kümeste güvenlik kuvvetlerince sıkıştırılınca intihar ederek yaşamına son verir.
Enver Bey, daha sonra konu ile verdiği ifadesinde; “Kara Kemal’in bir gece yarısı çok perişan bir halde evine geldiğini, eski dostu olduğu için onu eve aldığını, birkaç gün evinde saklandığını, bu süreçte M. Kemal’e yapılması planlanan suikastte kendisinin hiçbir dahlinin olmadığını, hatta bu olayı duyduğunda planlayıcıları bu işten vazgeçirmeye çalıştığını söylediğini, ayrıca kendisinin içinde olması durumunda bu düşüncenin başarısız sonuçlanmasının mümkün olmadığını, zira suikasti planlayıcıların bir motor[12] için beş yüz lira dahi bulamamışlar”[13] dediğini ifade etmiştir.
Ankara’da başlayan ve devam eden yargılamalar, İzmir Suikastından daha ziyade bir İttihat ve Terakki dönemi yargılamasına dönüşmüş, özellikle 1914-1918 dönemi ve o dönemin önde gelen pek çok sivil ve askeri şahsiyetin yanı sıra, yine dönemin önde gelen gazetecileri ve fikir adamları da yargılanmıştır.
Sanıklara, İmparatorluğun 1. Dünya Harbine girişi de dâhil olmak üzere o dönemde yapılan uygulamalar, suçlama olarak yöneltilmiş ve bir dönem Moskova’da bulunan Enver Paşa ile olan yazışmaları ve görüşmeleri sorulmuştur.
Ayrıca yine İzmir’de yapılan yargılamalarda olduğu gibi eski Maliye Nazırı Cavid Bey’in evinde yapılan toplantılar ile Terakkiperver Halk Fırkasının programı ve propagandaları da Ankara’da görülen davanın ana temelini oluşturmuştur.
Yargılananlar, âdeta İttihat ve Terakki’nin hayatta kalan yıldızlar topluluğu gibidir. Cavid Bey, Doktor Nazım, Hilmi Bey, Küçük Talat Bey, Mithat Şükrü Bey, Azmi Bey ve Kara Vasıf Bey sadece birkaç isim olarak sayılabilir.
Yapılan yargılama sonucunda dört önemli isim, idam cezası ile cezalandırılır. Bunlar, Eski Maliye Nazırı Cavid Bey, Doktor Nazım, Nail ve Hilmi Beylerdir. İdam cezaları, 1926 yılının 26 Ağustos’unu 27 Ağustos’a bağlayan gece infaz edilir.
İsmet İnönü, yıllar sonra Cavid Bey’in idamı hakkında;
“Cavid Bey’in durumu, ittihat ve Terakki’nin başta gelen şahsiyetlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Ama ben, onun şiddet hareketlerine, suikast teşebbüslerine girecek tabiatta olduğuna hiçbir zaman ihtimal vermedim. İnsan, siyasi bir teşkilatın başına geçtiği zaman onun sorumluluğun nereye kadar varır, belli olmaz. Cavid Bey’in başına gelen de siyasi hayatın tabiatında mevcut olan en ağır ihtimaldir.”[14]
değerlendirmesinde bulunmuştur.
İdam edilen Cavid Bey hakkında özellikle ekonomi alanında engin bilgisi ve tecrübesinin yanı sıra, entelektüel donanımıyla Cumhuriyet Türkiye’sine çok şey verebileceğine yönelik değerlendirmeler yapılarak, hazin bir şekilde idam edilmesi, Türkiye için büyük bir kayıp olarak görülmüştür.
Cavid Bey ve diğer üç İttihatçının yargılamalarının yapıldığı günlerde, Kara Kemal ile birlikte İstanbul’da sırra kadem basan eski Ankara valisi Abdülkadir Bey de Kırklareli tarafında Bulgaristan üzerinden yurtdışına çıkarak kaçmak isterken 23 Ağustos 1926 tarihinde yakalanır, 25 Ağustos’ta Ankara’ya getirilir, 28 Ağustos’ta sorgusu, 29 Ağustos’ta da duruşması yapılarak idam cezasına çarptırılıp, 31 Ağustos 1926’da idam edilir.
İzmir Suikastı hadisesi ve sonucunda yapılan yargılamalar, siyasi tarihimiz açısından çok önemli bir hadisedir. Bir takım kimseler, Cumhuriyetimizin kurucusu ve banisini katlederek iktidarı ele geçirmeye teşebbüs etmişler, ancak bu teşebbüs akamete uğratılarak İstiklal Mahkemeleri eliyle katı bir yargılama ile savuşturulmuştur.
Olaya karışanların ve sonradan dahil edilenlerin hemen tamamı eski İttihatçılardır ve M. Kemal Paşa’nın da eski bir İttihatçı olduğu değerlendirildiğinde, kendisine bu olayı planlayanların ilerleyen zaman dilimlerinde yine aynı şeyi yapabileceklerini düşünmesine ve ona göre pozisyon almasına sebep olmuştur.
İttihatçı zihniyete göre; iktidara sahip olmak için darbe yapmak gerekiyorsa, mutlaka yapılır ve bunun önünde hiçbir güç duramaz. “Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe” sloganı, İttihatçıların en önemli sloganı olup, bu uğurda canları pahasına da olsa yapamayacakları şey yoktur.
Mustafa Kemal Paşa, İttihatçıların karargahı konumunda olan İstanbul’dan 16 Mayıs 1919’da ayrıldıktan sonra, İstanbul’a ilk ziyaretini 1 Temmuz 1927 tarihinde yapmıştır. Bu tarih; İstanbul’dan ayrıldıktan 8, İzmir Suikastı yargılamalarının bittiği tarihten yaklaşık bir yıl sonrasıdır ve bahsettiğimiz tehlikelerin son bulduğuna inandıktan sonrasına tekabül etmektedir.
Yeni kurulmuş devlette, yeni geçilmiş bir düzende, vatanın kurtarıcısı ve devletin kurucusuna yönelik bu suikast girişimi sonucunda, dehşet verici planın içinde olanlar veya olabileceği tahmin edilenler idam edilmiş, öte yandan ileride yine benzer bir düşünceye girme potansiyeli olanlar da yargılama kapsamına alınarak sindirilmişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa’ya yapılması planlanan suikast, ilk önce 1925 yılının Aralık ayında Ankara’da yapılmak istenilmiş, daha sonra 1926 yılının Mayıs ayında Bursa’da ve en sonunda da İzmir’de yapılmasına karar kılınmıştır. Dönemin Ankara Valisi Atıf Bey, o günlerde gazetelere verdiği beyanatta; kış aylarından beri suikast planlayanları takip ettiklerini, bu konuda ellerindeki tüm bilgi ve belgeleri mahkemeye sunduklarını ifade etmiştir. Buradan görev süresi dolan İstiklal Mahkemesinin süresini, söz konusu olağanüstü durum için uzattıkları sonucu çıkmaktadır.
Bu elim hadise, eğrisiyle doğrusuyla değerlendirilirken unutulmaması gereken en önemli hususlardan birisi de; Türk Devlet geleneğinde, iktidarı elinde bulunduranlarda; “Devletin Bekası” için şahısların hiçbir öneminin olmadığı düşüncesinin var olduğu bilincinin unutulmaması gerektiğidir. Zira yaklaşık 600 yıl ayakta kalan ve yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük, en görkemli Devletlerinden birisi olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, bu noktaya ilişkin sayısız örnek mevcuttur. Osmanlı’da kardeşini veya evlatlarını sırf bu gerekçeyle ortadan kaldırmak veya saf dışı bırakmak için, dönemin hukuk sistemine göre kurulmuş ve korunmuş bir sistemin çok uzun yıllar kullanıldığı unutulmamalıdır.
Zafer TEKİN – zafertekin@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
____________________________________
Dipnotlar
[1] Murat Bardakçı, Enver, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s. 264
[2] Murat Bardakçı, Naciye’m Ruhum Efendim, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016, s.239
[3] Vahdettin Engin, Hesaplaşma, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 5. baskı, 2011, s.6
[4] Vahdettin Engin, age, s;18
[5] Vahdettin Engin, age, s;19
[6] Başkalarının sırtından geçinen, asalak yaşayan (kimse)
[7] Vahdettin Engin, age, s;22,23
[8] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Panama Yayıncılık, Ankara 2019, s;682
[9] Vahdettin Engin, age, s;176
[10] Kel Ali olarak bilinir ve eski bir İttihatçıdır. Kafkas İslam Ordusunda Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın yaverliğini yapmış, bilahare milli mücadelenin ilk yıllarında Ege Bölgesinde Kuvay-i Milliye için çalışmıştır.
[11] Vahdettin Engin, age, s;185
[12] Sanıklar ifadelerinde plan başarılı olsaydı, M. Kemal Paşa’yı katlettikten sonra bir motorla Girit Adasına kaçmayı planlamışlardır. Ancak bu kaçış için ayarladıkları motor hacizlidir ve bu haczin kaldırılması için 500 TL gerekmektedir. Daha sonra söz konusu motorun sahibi Giritli Şevki’de suikast planını ihbar eden kişidir.
[13] Vahdettin Engin, age, s;180
[14] Vahdettin Engin, age, s:284