Fahreddin Paşa ve destanlaşan Medine müdafaasını anlatmaya çalıştığımız bir önceki yazımıza Cemil Meriç’in şu veciz sözü ile giriş yapmıştık; “Zavallı Türk Aydını, Batılı dostları alınmasın diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır!”
Kendini aydın olarak tanımlayan veya gören yüzlerce aydının bugünlerde Devletimizin bekasını ilgilendiren konularda ne tür bildirilere imza attığı hepimizin malumu. Dolayısıyla Cemil Meriç’in yıllar önce söylediği söz bugünlerde halen geçerliliğini koruduğu gibi, sanırım bu necip Türk Milletinin Devleti var olduğu müddetçe maalesef geçerliliğini korumaya devam edecektir.
Yine üstad Cemil Meriç, “tarih kitapları, Haçlı Seferlerinin en büyük zaferidir” demiştir. Zira, bugün birçok tarihçinin ve tarih severin birleştiği nokta, tarihi şanla ve şerefle dolu milletimizin evlatlarının gerçek tarihlerinden çok uzak, tarih sevgisinden bir haber yetişmekte ve yetiştirilmekte olduğudur.
Batılıların hasta adam olarak nitelendirdiği Osmanlı İmparatorluğu’nun girmiş olduğu 1. Dünya savaşında, Çanakkale Zaferi’nden sonra kazanılan ve İngiliz Ordusunun tamamının esir alınmasıyla sonuçlanan Kut’ul Amara Zaferi ve bu zaferin mimarı Halil Kut Paşa da tarihimizdeki dezenformasyonun en güzel örneklerindendir.
Çanakkale deniz ve kara savaşlarında ağır bir yenilgi alan İngiltere’nin başını çektiği müttefik devletler, gerek söz konusu mağlubiyetlerin psikolojik travmasını atlatmak, gerekse silahaltındaki askerine ve dünya kamuoyunda bozulan imajlarını düzeltmek amacıyla bu defa tüm güçleriyle Irak cephesinde faaliyete geçmişlerdir.
İngilizler bir yandan Arabistan çöllerinde Şerif Hüseyin önderliğinde Arap halkını Osmanlıya karşı isyan ettirme faaliyetlerine girişirken, diğer taraftan özellikle sömürgesi altında bulunan Hindistan’dan deniz yoluyla getirdiği birliklerle Basra Körfezinden çıkartma yapılarak önce Basra’yı işgal etmişler (22 Kasım 1914), sonra da Bağdat’a doğru harekete geçmişlerdir.
Söz konusu bölgede Osmanlı’nın kayda değer bir askeri birliği olmamakla birlikte, yerel halkın İngiliz işgaline karşı örgütlenmesi yoluna başvurulmuş, bu bağlamda Süleyman Askeri Bey görevlendirilmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli isimlerinden olan Süleyman Askeri Bey, milis kuvvetlerden yararlanma ve onları teşkilatlandırmada Trablusgarp Savaşında İtalyanlara karşı üstün başarılar kazanan Enver ve Mustafa Kemal Beyler’le birlikte bulunmuş ve oldukça tecrübeli bir isimdir.
Basra mücadelesinin henüz daha başlarında İngiliz kuvvetlerine karşı hatırı sayılır başarılar elde eden Süleyman Askeri Bey, İngilizleri takibi sırasında önüne çıkan kalın tel örgüleri aşamamış, söz konusu teli kesecek makasın olmayışından dolayı eratı yakınlarda bulunan bataklık üzerinden geçirmeye kalkmıştır. Ancak söz konusu geçiş sırasında asker içinden boğulanlar olduğu gibi kendisi de yaralanmış ve istenilen başarı sağlanamamıştır. Hazin tabloyu kendisine mâl eden Süleyman Askeri Bey beylik tabancası ile intihar etmiştir. (14 Nisan 1915)
Bilahare 20 Nisan 1915’te Süleyman Askeri Bey’in yerine, Alman Goltz Paşa’ya bağlı olarak, Basra Bölgesindeki İngilizlere karşı mücadele eden Osmanlı Ordusu kumandanlığına Sakallı Nurettin Paşa atanmış ve Aralık 1915’e kadar Türk birliklerini komuta etmiştir.
Basra’nın işgalinden sonra hızla Kuzey’e yani Bağdat’a ilerleyen İngilizler, 29 Eylül 1915’te Kut’ül Amare’yi işgal etmişler ve Selman-ı Pak kasabasına doğru harekete geçmişlerdir. Ancak Nureddin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı Ordusu, Selman-ı Pak’ta İngilizleri ağır bir yenilgiye uğratmış ve İngiliz ordusu 3 Aralık 1915 tarihinde Dicle Nehrinin doğal yapısından kaynaklı bir yarım ada şeklinde bulunan ve o dönemde 6-7 bin nüfusu bulunan Kut kasabasına geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
Bu dönemde Halil Paşa, bugünkü Türkiye, İran ve Irak sınırlarının hemen hemen kesişme noktası sayılabilecek bir bölgede elinde bulunan derme çatma kuvvetlerle Ruslar’ın önünü kesebilmek ve Bağdat üzerine yürüyen yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız İngiliz kuvvetleri ile birleşmesini engellemek üzere destansı bir mücadele vermekte, aynı zamanda tehcire tabi tutulan Ermenilerin Suriye’ye naklinde aktif bir görev almaktadır.
Albay Halil, 1882 doğumlu olup, Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşıdır ve dönemin Genel Kurmay Başkanı ve Başkumandan vekili Enver Paşan’nın kendisinden 1 yaş küçük amcasıdır. O’da askerliğe Balkanlarda çete savaşları ile başlamış bilahare Trablusgarp’ta İtalyan’lara karşı mücadele etmiş ve Balkan savaşının patlak vermesi üzerine yurda dönmüştür.
Basra körfezi civarında İngilizlerle Osmanlılar arasındaki mücadelede 1. Dünya Savaşının başından beri hemen hemen her cephede var olan Türk-Alman anlaşmazlığı burada da kendini göstermiş ve Goltz Paşa ile Nureddin Paşa arasında yaşanan bir tartışma sonucu, 10 Ocak 1916’da Albay Halil Bey, Nureddin Paşa’nın yerine göreve getirilmiştir.
Bağdat’ı ele geçirip, 1915’i, 1916’ya bağlayan yılbaşını (noeli) Bağdat’ta kutlamayı planlayan İngilizler, çok kolay gördükleri amaçlarına bir türlü ulaşamamışlar, Bağdat’a 170 km uzaklıktaki Kut’ul Amare kasabasında çakılıp kalmışlardır.
İngiltere Savaş Bakanlığının 1 ay dayan, seni ve ordunu kurtaracağız dediği İngiliz General Townshend, yaklaşık 15.000 askeri ile kendinden ve Devletinden emin olmakla birlikte, Türk’ün imkansızlıklar içinde bile harikalar yaratan azminden ve inadından dolayı endişelenmektedir. Buna bağlı olarak kuşatmayı yarmak için de sürekli taarruz etmektedir.
Osmanlı Ordusu bir taraftan Kut’ül Amare’de mahsur kalan Townshend Kumandasındaki İngilizleri kontrol altında tutmakta, diğer taraftan güneyden gelen yardımcı kuvvetlere karşı koymaktadır.
Bu doğrultuda, kuşatmayı yarmak için Mart ve Nisan aylarında 3 büyük saldırı yapan İngiliz’ler amaçlarına ulaşamamışlar ve var olan ümitleri tükenme noktasına gelmiştir. 19 Nisan 1916’da 6. Ordu Kumandanı Alman Goltz Paşa Bağdat’taki karargahında tifüsten ölmüş, yerine artık efsaneleşmiş olan Albay Halil Bey, Halil Paşa ünvanıyla tek yetkili olarak görevlendirilmiştir.
İngilizlerin içinde bulunduğu psikolojik durumu Kut’ül Amare’deki Arap halkından aldığı bilgilerle çok iyi etüt eden Halil Paşa, cephede elde ettiği başarıları psikolojik alanda da yaptığı icraatlarla taçlandırmıştır.
İngiliz üniformalarıyla savaşan askerlerin büyük çoğunluğu Hindistan’dan getirilen ve “Müslümanların Halifesi İttihatçıların elinde esirdir, sizler O’nu kurtarmaya gidiyorsunuz” diye kandırılan Hintli Müslümanlardır. Bağdat’ta matbaalarda bastırılan ve din kardeşliği vurgusu yapılan bildiriler, Alman uçaklarıyla Kut’ül Amere semalarından atılmış ve zaten gönülsüz olan Hintli Müslümanlar etkilenmiştir. Bu bildiriler o derece etkili olmuştur ki, binlerce Hintli asker, tetik çeken parmaklarını ya kesip atmış, ya da ciddi manada yaralayarak savaş dışı kalmışlardır.
1.Dünya savaşında Türk ordusu hemen hemen her cephede açlık ve beslenme sorunu ile karşı karşıya kalmışken, İngilizlerin açlıkla imtihanı, tarihleri boyunca yalnız Kut’ül Amare’de olmuştur. Zira 5 ay kuşatma altında kalan yaklaşık 15.000 askerin erzakı tükenmiş ve binek hayvanları (at, eşek, katır) kesilerek yenilmeye başlanmıştır. Halil Paşa, bir bildiri daha bastırarak, İslamiyet’te söz konusu hayvanları yemenin dinen caiz olmadığı, buna karşılık İngiliz menfaatleri için savaşmanın ve aç kalmanın hem bu dünyada hem öbür dünyada hiçbir fayda sağlamayacağı” şeklinde Hintli Müslüman askerler uyarmıştır.
Zaten gönülsüz olan Hintliler, bahsi geçen hayvanları yemek istememişler ve dolayısıyla savaştan geri durmaya çalışmışlardır. İngilizler bunun üzerine Hindistan’daki Müslüman din adamlarından “savaş halinde binek hayvanların etlerinin yenilebileceğine” dair fetva almışlar, ancak bu fetva da Hintlileri kararlarından döndürememiştir.
Dünya tarihinde ilk defa havadan iaşe desteği sağlama, Kut’ül Amare de İngilizler tarafından yapılmaya çalışılmıştır. Halil Paşa’nın elindeki kıt imkanlarla tahkim ettiği Kut kasabasına karadan giremeyen İngilizler, dönemin tek motorlu uçaklarıyla havadan erzak atmaya çalışılmakta, ancak atılan bu erzaklar daha yere düşmeden yüzlerce askerin hücumuna uğrayarak ya telef olmakta, ya da erzak getiren uçaklar ya gelirken yada dönüşlerinde Türk’ler tarafından düşürülmekte veya ciddi manada kullanılamaz hale sokulmaktadır.
Bu süreçte İngilizler, son çare olarak ellerinde bulunan Julnar ismindeki vapuru, 270 ton erzakla doldurarak (ki söz konusu erzak kuşatma altındaki İngiliz birliklerine 2 ay yetecek düzeydedir) bir gece karanlığında Dicle Nehrinin serin suları üzerinden, sessizce Kut’a doğru yola çıkarmışlardır. Kimi tarihi belgelerde Türkler tarafından son anda fark edilerek kıyıya çekilen vapur, General Townshend’ın son umudunu da tüketmiştir. Bu vapura Türkler daha sonra Kendigelen Vapuru ismini vermişlerdir.
Güneyden Basra Körfezi üzerinden gelen kuvvetler engellenmiş, Kut’ül Amare’den de kuşatmanın yarılmasına müsaade edilmemiş ve kuşatma altındaki İngilizler, iyice köşeye sıkışmıştır. Bir savaş geleneği olarak Halil Paşa, General Townshend’e mektup yazarak içler acısı durumunun farkında olduğunu ve teslim olmaktan başka çaresinin bulunmadığını bildirmiştir.
Üstün İngiliz Devletinin bir Generali olarak hakir görülen bir devletin derme çatma kuvvetlerine karşı teslim olmak istemeyen Townshend, Halil Paşa’ya, 1.000.000. Sterlin para ve elinde bulunan tüm silah ve cephaneyi teslim etme karşılığı Kut’ül Amare’den çıkmayı teklif etmiştir.
Halil Paşa bu teklifi “bizim Devletimiz bize gayet iyi bakmaktadır, hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur, ayrıca para teklifinizi latife olarak kabul ediyorum, silah ve cephaneniz de bizim işimize yaramaz, zira sizin silahlarınızla bizim silahlarımız bir birine uyumlu değildir” diyerek reddetmiştir.
Bu tekliften birkaç gün sonra Arabistan’dan gelen meşhur casus Lawrance, para teklifini 2.000.000 Sterline çıkarmış, kabul etmesi durumunda ertesi gün bu parayı Halil Paşa’ya teslim edeceğini vaad etmiştir.
Söz konusu teklif karşısında vakur bir duruşla söze başlayan Paşa; kendisinin bir Osmanlı Askeri olduğunu, paranın miktarı ne olursa olsun Devletine ve milletine böyle bir kara lekeyi asla çalmayacağını ve yarın teslim olunmazsa büyük bir taarruza geçeceğini Lawrence’ye bildirir.
28 Nisan 1916’yı 29 Nisan’a bağlayan gece yarısı kuşatma altındaki Kut Kasabasından şiddetli patlama sesleri gelmeye başlaması üzerine Halil Paşa maiyetinde bulunan kurmay heyetine “bu patlamalar İngilizler’in ellerindeki cephaneyi imha ettiğine işarettir. Yarın teslim olacaklardır” demiş ve gerçekten de sabah saatlerinde gelen elçiler teslim için hazır olduklarını bildirmişlerdir.
Şehrin teslim alınmasından sonra, Halil Paşa yanında Miralay Kazım Karabekir ile birlikte General Townshend’ın karargâhına varmış, Townshend titreyen elleriyle kılıcını ve silahını Halil Paşa’ya teslim etmek istemiştir. Paşa âlîcenaplık göstererek, “bunlar bugüne kadar sizindi, bundan sonra da sizin olarak kalacaktır” diyerek kılıcı ve silahı almamıştır.
Bu hadise, ayrıca o dönemde izleri hâlâ silinmemiş olan ve İngiliz’lerin Osmanlı’yı Rusya’ya, Rusya’yı da Osmanlı’ya karşı kışkırtmasıyla yapılan ve tarihte 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Plevne’de destanlaşan Gazi Osman Paşa’nın intikamının alındığı bir savaş olarak tarihe geçmiştir. Zira o savaşta kuşatma altındaki Plevne’ye Ruslar 3 büyük saldırı yapmışlar ancak Osman Paşa, üç saldırıyı da karşılayarak büyük bir başarı kazanmış, erzakının ve cephanesinin bitmesi üzerine huruç harekatı yapmış, ancak kendisinden kat kat üstün olan Ruslara teslim olmak zorunda kalmıştı. Osman Paşa Silahını ve kılıcını teslim etmek istediğinde de, Rus general Paşa’nın kılıcını ve silahını almayarak âlîcenaplık yapmıştı.
Kut’ül Amere zaferi ile 5 İngiliz General, 272 İngiliz Subay, 2592 İngiliz Asker, 204 Hintli Subay, 6988 Hintli Asker ve 3248 Asker dışı esir olmak üzere toplam 13.309 esir alınmıştır. Ayrıca İngiltere, kuşatma altındaki 13.000 civarındaki askerini kurtarmak için toplam 22.000 civarında kayıp vermiştir.
İngilizlerin en meşhur tarihçilerinden olan James Morris, Kut’un kaybını “Britanya (İngiltere) askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi” olarak tanımlamıştır
Savaşın neticesi tüm dünyada büyük bir ilgi uyandırmış, İngiliz kamuoyu Çanakkale’den sonra bu ikinci ve acı tablodan sonra ayağa kalkmıştır. Bu sonuç İslam âleminde ve Almanya’da büyük bir sevinçle karşılanmış, kötü giden savaşın ittifak kuvvetleri lehine döneceğine inanılmaya başlanmıştır.
Kazanılan bu büyük zafer sonunda Halil Paşa askerlerine yayımladığı bildiride;
“Arslanlar!..
– Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında sühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
– Bize ikiyüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.
– İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
– Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Sühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.” demiştir.
Gerçekten de, Halil Paşa’nın bildirisinde yayınladığı gibi, bu zafer 1916 yılından NATO üyesi olduğumuz 1952 yılına kadar ordumuz tarafından Kut Bayramı olarak kutlanılmış ve NATO’ya girişimizde İngiliz baskısıyla kaldırılmış, kaldırılmakla kalmamış, tarihten silinmeye çalışılmıştır.
Esir alınan İngiliz askerleri hemen Bağdat üzerinden Anadolu’ya sevk edilmiş, kumanda heyeti de İstanbul’a nakledilerek savaşın sonuna kadar İstanbul’da tutulmuşlardır.
Esir askerler yol yapımı vs gibi imar işlerinde kullanılmış, General Townshend’da, savaş sonunda imzalan Mondros Mütarekesinde görmüş olduğu iyi muamelelerin karşılığı olarak antlaşma sırasında Osmanlı lehine lobi faaliyetinde bulunmak üzere Mondros Limanına Rauf Orbay’ın yanında yer almıştır.
Halil Paşa’nın İngiliz’lerle Kut’ül Amare’den sonra Bakü’de yolları kesişmiştir. İngiliz kuvvetleri zengin petrol rezervleri bulunan ve müttefikleri Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan Bakü’yü işgal etmeleri üzerine, yine Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın komutasındaki Kafkas İslam Ordusu Bakü’yü İngilizlerden 15 Eylül 1918’de kurtarmış ve söz konusu orduda Nuri Paşa aktif olarak rol almıştır.
1.Dünya Savaşının malum sonla bitmesinden sonra, İngilizlerin Halil Paşa ile olan hesabı da ayrı olmuştur. İstanbul’un işgalinden sonra İngilizlerin ilk icraatlarından birisi Halil Paşa’nın tutuklanarak meşhur Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilmesi olmuştur. O dönemde birçok önde gelen Osmanlı aydını ve askeri lideri önce tutuklanmış ve Bekirağa bölüğünde hapsedilmiş, sonra da ya Malta adasına sürgüne gönderilmiş, ya da, faili meçhul şekilde ortadan kaldırılmıştır.
Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Halil Paşa’ya İngiliz’ler Dünya Savaşı yıllarında 300.000 Ermeni’nin ve Bağdat civarında 50.000 kişinin ölümünden sorumlu olduğunu, söz konusu suçlamalara karşı yazılı ifade vermesini istemeleri üzerine Paşa; “…. Devletlerine isyan etmişlerdi, imhalarını emrettim, ama imha edilenleri saymadığım için adetleri hakkında bir fikrim yoktur” şeklinde cevap vermiştir.
Bilahare İngilizlerin elinden kaçarak Anadolu’daki Milli Mücadeleye katılmak üzere Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa ile buluşan Halil Paşa, Mustafa Kemal’in isteği üzerine Moskova’ya geçer ve Milli Mücadele için silah ve para temini için yeğeni Enver Paşa ile birlikte Kominist liderlerle görüşerek yardım sağlanmasında aktif rol alır. Kendisine teslim edilen yüklü miktarda altın, silah ve cephaneyi, Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden bin bir güçlük ve tehlikeler arasında Anadolu’ya geçirerek Kazım Karabekir Paşa’ya teslim eder.
Bu dönemlerde soğuk Moskova ikliminde ciğerlerinden ciddi manada rahatsızlanan Halil Paşa’ya Rus doktorlar, Kırım veya Kafkasya gibi havası ılıman bir yerde dinlenmesinin uygun olacağını tavsiye ederler.
Meşakkatli ve fırtınalı hayattan yorulmuş olan bu zayıf bünyeli asil komutan, İstanbul’da bulunan ailesini de yanına alarak Trabzon’da sade bir vatandaş olarak yaşamak ister ve bu niyetle yine bin bir türlü meşakkatle Trabzon’a gelir. Ancak bu dönemde Anadolu’da bir ölüm kalım savaşı vardır ve Enver Paşa’nın da her an Anadolu’ya döneceği konuşulmaktadır. Paşa’nın Trabzon’a gelişinde Ankara hükümetinin temsilcisi olan Albay Nuri Güney, kendisinin burada ikametine müsaade edilmeyeceğini üzüntü içinde bildirir.
Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki iplerin tamamen kopmasına neden olan ve Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya “… Bununla maatessüf Trablustan beri bildiğim ahlâk-ı şahsiyenizin bugün vardığınız mevkide bile tebeddül edemediğini görüyorum” ifadelerinin yer aldığı 17 Temmuz 1921 tarihli mektuba da bu muamele sebep olur.
Trabzon’da bir müddet kalan Paşa, daha sonra sağlığı düzelince tekrar Rusya’ya geçmiş ve oradan da Berlin’e geçmiştir.
Enver Paşa’nın Tacikistan’da şehit olması, ayrıca Anadolu’da kesin zaferin kazanılması üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın özel izni ile yurduna dönen Halil Paşa, yine Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine Kut soy ismini alarak 1957 yılında İstanbul’da vefatına kadar mütevazı bir hayat yaşayarak ebedi âleme göç etmiştir.
Bugünlerde 100. Yıldönümünü yaşadığımız Kut’ül Amare Zaferi başta olmak üzere, bizleri böylesine zengin ve gurur duyacağımız tarihi bırakan tüm kahramanlarımıza bir kez daha şükran, minnet ve rahmet olsun.
.
Zafer TEKİN – zafertekin@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Tebrik ederim kardeşim.
[…] Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM […]