Twitter Facebook Linkedin Youtube

ŞEHADETİNİN YILDÖNÜMÜNDE ENVER PAŞA

Zafer TEKİN

4 Ağustos 1922 tarihinde, bugün Tacikistan sınırları içinde bulunan Belcivan şehri civarında Pamir Dağlarında ki, Çegan Tepesinde bir Rus mitralyözüne atı üzerinde yalınkılıç yürüyerek giden Enver Paşa şehit düşmüştü. 96 yıl önce vuku bulan bu şehadetten günümüze kadar Enver Paşa hakkında dönem dönem çok yoğun tartışmalar yaşanmış, O’nun döneminde yaşanan olumsuzluklar ve kayıplar doğal olarak yine O’nun ve arkadaşların hanesine yazılmıştır.

Diğer taraftan söz konusu olumsuzluklar abartılarak, çarpıtılarak aktarılırken, Paşa’nın lehine olabilecek pek çok şey “dönemin şartları gereği (!)” gerekçesiyle ya yok sayılmıştır, ya da üzerinde durulmamış ve durdurulmamıştır. Enver Paşa ve arkadaşlarının Gök Sultan Abdülhamit Han döneminde dağa çıkarak isyan etmesi, sonraki süreçte elim 31 Mart hadisesi sonucunda da Sultan’ın tahttan indirilmesi, Balkan Savaşları, Bab-ı Ali baskını olarak bilinen hadise ile darbe yapıp Kamil Paşa hükümetini devirilmesi ve devamında İmparatorluğun 1. Dünya Savaşı’na sokulmasında hep başrollerde olan Enver Paşa ve arkadaşları, daha çok siyasi ve askeri olaylar penceresinden değerlendirilmiş ve toplum önüne de bu yönler üzerinden sunulmuşlardır.

Söz konusu olan 600 yıllık bir Cihan Şümul imparatorluğun yıkılıp tarih sahnesinden çekilmesidir ve elbette bu büyük hadisenin cereyan etmesi sürecindeki aktörlerin almış aldığı roller ve pozisyonlardır. Bu itibarla Enver Paşa ve arkadaşlarının attıkları her adım farklı çevrelerce irdelenecek ve yorumlanacaktır. Askeri ve siyasi hamleler her düşünce ve görüşe göre gözler önüne serilmeye çalışılırken, bunları destekleyecek ve besleyecek farklı argümanlara da başvurulmaktan kaçınılmamıştır. Bu argümanların başında da, satır aralarına gizlenmeye çalışılsa da, Enver Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya Savaşına Almanya’nın yanında harbe sokmak için Almanya’dan yüklü miktarda rüşvet aldığı iddiasıdır.

Düz mantıkla bakıldığında, Balkan Savaşlarından “yüz karası bir bozgunla” ayrılan Osmanlı Devleti’nin bu harbin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesini müteakip İngiltere, Fransa ve Rusya gibi dünya devleri ile harbe tutuşmasının akıl ve mantıkla izah edilebilir bir tarafı olmayabilir. Yine düz bir mantıkla bakıldığında, dağa çıkarak Meşruti yönetimin tekrar gelmesi için isyan eden ve devamında 33 yıllık Sultan Abdülhamit Han saltanatını bitiren, Bab-ı Ali’yi basarak hükümet deviren, kazanamayacaklarını bile bile Trablusgarp çöllerinde İtalyanlarla harbe tutuşan bu çılgın grup, pekala bir rüşvet pazarlığı neticesinde aldıkları yüklü miktarla İmparatorluğun kaderini, milyonlarca insanın da canı ve kanını da hiçe sayabilirler diye de düşünenler pekala olabilir.

İttihatçıları öcü gibi gören ve göstermeye çalışan bu güruh, belki de bu konularla ilgili hiçbir somut araştırma ve incelemeye girmemişler, bu iddiayı çürütecek pek çok belge ve delile rağmen ön yargılarından kurtulamayarak bugüne kadar at gözlükleri ile bakmaya devam etmişlerdir. Dönemin karmaşası, hadiselerin büyüklüğü, Devletin içinde bulunduğu ahval ve söz konusu dönemin önde gelenlerinin karakterleri pek çok hadisede gün gibi, güneş gibi ortada durmaktadır.

İttihat ve Terakki’nin en önde gelen simalarından olan Talat Paşa, Başbakanlık yaptığı dönemde makamına evinden sefer tası ile yemek getirtecek kadar halk adamıdır. Savaşın en yoğun dönemlerinde ülkede ve Payitaht İstanbul’da buğday unundan ekmek sadece hastanelerde yatan hastalara ve savaşta yaralanan gazilere çıkmaktadır. Normal halk çavdar, darı ve arpa unundan yapılan “kara ekmek” yemektedir ve bu durum Başbakan Talat Paşa’nın hanesinde de geçerlidir. Durumu öğrenen Levazım-ı Umumiye Reisi Topal İsmail Hakkı Paşa Talat Paşa’nın evine bir miktar beyaz ekmek gönderir. Akşam yemeğine oturduğunda ekmekleri gören Talat Paşa, eşi Hayriye Hanıma durumu sorup aldığı cevap karşısında verdiği tepki tarihe altın harflerle kazınacak cinstendir; Sofradaki en küçük dilimleri bile toplatan Talat Paşa, şoförünü çağırarak şu emri verdi.

-Bunları İsmail Hakkı Paşa’ya götür ve selam söyle. Biz, her gün vesika ile ekmeğimizi mahallemizin furunundan alıyoruz. Bu ekmeğe ihtiyacımız yoktur.”[1]

Aynı Talat Paşa’nın yine Sadaret (Başbakanlık) makamında iken çıktığı yurt dışı seyahatlerinden aldığı harcırahların büyük bölümünü vezneye iade ederek “hakkım olmayan parayı almam mevzu bahis olamaz” dediği bilinmektedir.

Yurdu terk etmek zorunda kaldıktan ve bir Ermeni tarafından sokak ortasında katledilinceye kadar Talat Paşa’nın hayatı hep yokluklar ve yoksulluklar içinde geçmiştir.

Peki ya Enver? Binlerce yıllık Türk tarihinin en kalabalık ordusunu toplayan ve bu orduya yaklaşık dört yıl Başkumandan Vekilliği (başkumandan Padişah olup, fiili olarak Enver Paşa Başkumandanlık yapmıştır) yapan Enver nasıl bir karaktere sahiptir? İstanbul’da mütevazı dar gelirli sayılabilecek bir Müslüman Türk ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Enver, baş döndürücü bir hızla yükseldiği makamlara ve bu makamları terk ettikten sonraki süreçte nasıldır? 41 yıllık ömründe ahlaki ve karakter yönünden kırılmalar ve sapmalar olmuş mudur?  Özellikle yazının baş tarafında ifade etmeye çalıştığımız “rüşvet” iddiası ne derece doğrudur? Gerek yurt içindeki arşivlerde, gerek yabancı devlet arşivlerinde şimdiye kadar bu konuda dedikodudan öteye bir şey çıkmamıştır ancak, Paşa’dan geriye kalan çok özel mektuplar bu konuda bizlerin sağlıklı bir bilgiye ulaşmamızı sağlayabilir.

Zira Enver Paşa, hayatının her döneminde yakınlarına günlük tutarcasına mektuplar yazmış ve söz konusu mektuplar bugüne kadar sağlıklı bir şekilde ulaşabilmiştir. Bu bağlamda, henüz ordudaki görevine yeni atanmış genç ve idealist bir teğmenken, o dönemin askerlerinin bellerine kılıç takması özel bir onurdur ve Enver’de böyle özel bir onur ve gururu yaşamak ister. Ancak beğendiği kılıcı alacak parası yoktur ve babasına yazdığı mektupta para ister. Babası Ahmed Bey yine mektupla verdiği cevapta, ekonomik sıkıntılardan ve borçlardan bahsetmiştir. Bu cevap karşısında Enver Bey babasına yazdığı mektupta; “… Evvelce arz ettiğim gibi kulunuz sıkılmanızı hiçbir vakit arzu etmem. Binaenaleyh zaten lüzumsuz olan kılıç parasından çoktan sarf-ı nazar ettim. Binaenaleyh inayet buyurup da bu surette bir para irsali için borca girmez yahut o parayı borçlarımıza kapatırsanız daha ziyade, hem de fevkal had sevineceğimden emin olunuz. Zât-ı âlîlerini temin ederim ki aksi halde göndereceğiniz para ile alacağım kılıcı taktıkça kalben fevkal had müteessir olacağım. Her halde irade, zât-ı veliyyü’n niamilerinindir. Kulunuz, fikrimi arz ettim beybabacığım”[2]

Yine o tarihlerde Enver tuttuğu not defterlerinde, bugün Anadolu’da birçok insanın halen uyguladığı bir metodu sıkça uygulamış ve maaşını ve yapılması zorunlu masrafları kalem kalem yazmıştır. Zira boşa harcayacak tek bir kuruşu bile yoktur.

Yukarıda kısaca bahsi geçen mektubun üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmiştir ve Enver göz alıcı bir hızla yükselmiş, emri altından milyonlarca asker ve Devletin en üst makamları gelip geçmiş ve bin bir türlü meşakkatle yurtdışına çıkmıştır. Değişmeyen en önemli acı gerçeklerden birisi yine yokluk ve parasızlıktır. Mağlup komutanın arkasından sayısız iftiralar ve karalamalar yapılmaktadır. “Sen hayal kur, biz ölelim Enver” diye sokaklara çıkan kitleler ortalıktan çekilmiş, ülke ve millet eşi benzeri görülmemiş bir bozgun yaşamaktadır. Her ne kadar Balkan Savaşlarında 4 küçük devletçiğe 45 gün dayanamayan Osmanlı Ordusu, O’nun meydana getirdiği dinamizmle sayısız cephede Dünya devleri ile dört uzun yıl kıyasıya dövüşmüş ise de, artık her şey geride kalmıştır.

Yurtdışına çıkmak zorunda kaldığı günlerde hakkındaki en önemli suçlamalardan birisi de yanında yüklü miktarda altın ve para ile yurt dışına kaçtığı yönündedir. O dönemde yurt dışına çıkmak zorunda olan sadece Enver Paşa’da değildir aynı zamanda. İttihat ve Terakki’nin önde gelen tüm isimleri birer birer vatanlarını terk etmişler, terk edemeyenler de ya işgal kuvvetleri tarafından yakalanıp türlü eza ve cefalara maruz kalmışlar, ya da Malta Adasına sürülmüştür. O kara günler de, Enver Paşa’nın dillere destan bir aşk ve sadakatle bağlı olduğu ailesi de yine bin bir türlü meşakkatle yurtdışına, Almanya’ya kaçmıştır. Yurtdışına çıkan hemen herkesin kıblesi Enver’dir ve her türlü ihtiyaçları için O’na ulaşmaya çalışmaktadırlar. O ise bir taraftan Anadolu’da filizlenen Milli Mücadele’ye destek olmak için akla hayale gelmeyecek lobi faaliyetleri yaparken, diğer taraftan da ailesi ve eski arkadaşlarının geçim ve iaşesi için çırpınmaktadır.

Kendisi sürekli baş döndürücü seyahatlere çıkarken, kardeşi Kamil en güvendiği isimdir ve birbirlerine yazdıkları mektuplar, her türlü abartıdan, yanılgıdan ve yalandan uzak bir şekilde günümüze kadar ulaşmıştır. Maddi ve manevi imkânsızlıkların yürek burkan dramları içeren binlerce sayfalık mektuplardan bazı bölümler;

Enver Paşa’dan eşi Naciye Sultan’a; (26 Nisan 1921 Moskova)

“…Neyse sonra kürkçü Mübin geldi. Ona kürkünü vereceğim. Beni muharabacı zan ile birinin satılık iki elmas iğnesini getirmiş. Sahibi satıp arazi alacakmış. Hakikaten pek ucuz, on altı buçuk karat mecmu-ı sıkleti olan pek temiz elmaslar yüz altın. Fakat doğrusu param yok, olsaydı belki cicime layık olmamakla beraber alıp gönderirdim.”[3]

Enver Paşa’dan Berlin’de ki kardeşi Kamil Bey’e; (29 Temmuz 1921 Moskova)

Kamilciğim,

7/10 tarihli mektubunu okudum, işte cevabı:

1-Hazır açılmış iken konuşalım. Para meselesi pek firaklıdır. Çıldırmak içten bile değil. Buna rağmen ben burada kasadan maaşıma mahsuben olarak Sultan Efendi Hz.ne bazı şeyler takdim ettim. Ne yapayım hoşuma gitti. Ve dünyada da malum başka ya başka eğlencem yok. Fakat değirmenin suyu duracak gibi bir hal aldı. Pek sık. Sonra ne yaparsan yap idarenin yoluna bak. Olmazsa cicimin lüzumsuz şeylerini satar eylülü getirirsiniz. Maamafih belki sanatoryum kadına biraz hayreder. Sonra bu su ay elbise parası 16.000 Mark diyorsun. Kimin elbisesi anlayamadım. Pek rica ederim, bunu bildir, çıldıracağım. ……”[4]

Enver Paşa’dan Naciye Sultan’a; (25 Kasım 1921 Duşanbe/Tacikistan yakınları)

“…Cicim, artık yemek de hep elle yiyoruz. Pilavı dört parmak arasında sıkarak ağıza götürüyoruz. Tabaklar hep yekpare ağaçtan oyulmuştur. Çorba ise bir kaşık ile sıra ile içiliyor. Maamafih ben şimdilik çorba içmekten vazgeçiyorum.Yemeğe başlarken tabii besmele çekiliyor, kalkarken yine amin, Allahuekber deniyor”[5]

Ve yine Naciye Sultan’a yazdığı 11 Ocak 1922 tarihli mektubundan;

“….öğleden sonra Afganistan’dan gelen adamlar geldi. Bir portatif karyola, döşek, yorgan, iki kat elbise, dört bıçak, birkaç çorap, mendil getirdiler. Nurullah Han göndermiş.”[6]

Kamil Bey’den ağabeyi Enver’e; (Tarih:18 Nisan 1922

“Sevgili Ağabeyciğim,

Bugün size kara bir haber vereceğim. Ermeniler Cemal Azmi Bey ile Bahaddin Şakir Beyi dün gece nısfüleyli biraz geçerek şehit ettiler. Buradaki bütün Türklerin ve Türk dostlarının teessürleri son derecedir. Baha zevcesiyle 4 çocuk bıraktı ki, tamamen parasız ve kendilerini idareden acizdirler. Cemal Azmi Bey’in ailesi hemen hemen aynı vaziyettedir. ……”[7]

Kamil Bey’in 10 Temmuz 1922’de (Enver Paşa Muhtemelen bu mektubu okuyamadan şehit olacaktır) Berlin’de yengesi Naciye Sultan ve yeğenlerini bir eve taşıdıktan sonra Türkistan dağlarında ki ağabeyi Enver Paşa’ya yazdığı mektuptan bir bölüm;

“…… bunlar için de 1 Milyon Mark sarf ettim. Bu parayı Sultan Efendimizin üç tek taş elmas ile 1 inci kolyesini satarak temin ettik.”[8]

Enver Paşa’nın özellikle cihan harbinden sonra yurdu terk edip, dünyanın çeşitli yerlerinde yeni mücadelelere girdikten sonraki dönemlerinde yazdığı binlerce sayfalık mektupların hemen tamamında maddi imkansızlıkların ön planda olduğu göze çarpmaktadır. Genç bir teğmenken parasızlıktan çok istediği kılıcı alamayan Enver, elinin altından milyonlarca altın geçtikten sonra, eşine birkaç küçük ziynet eşyasını alamamaktan dolayı derin üzüntü duymaktadır. Ülkesinde hakkında her gün yeni iddialar dalga dalga yayılıp, kulaktan kulağa fısıldanırken, O Berlin’de veya Moskova’da nispeten ailesiyle daha huzurlu ve mutlu bir hayat yaşama şansı var iken hayatı boyunca olduğu gibi imkansız olanı seçmiş ve Rus ve İngiliz emperyalizmine karşı mücadele yolunu tercih etmiştir.

Diğer taraftan yıllarca birlikte yol arkadaşlığı, kader birliği yaptıkları arkadaşları da birer birer Ermeni kurşunlarına hedef olarak bu dünyaya yokluk içinde veda etmişlerdir.

Amcası Halil Paşa, Kut’ül Amare’de kuşattığı İngilizlerden, kuşatmayı kaldırması halinde 2.000.000 İngiliz Sterlini rüşvet teklif edildiğinde; “bu teklifi şaka olarak kabul ediyorum” diyerek reddederken, ölümüne bağlı olduğu yeğeni Enver Paşa’nın ilerleyen dönemlerde böyle bir iftiraya maruz kalacağını aklının ucundan bile geçirmemiştir.

Netice itibariyle, Enver Paşa’nın karakterine birkaç mektubundan alıntılar yaparak ışık tutmaya çalıştık. Elbet bunlar tek başlarına veri olmamakla birlikte, yine de son derece önemli birer tarihi vesikalardır.

Özellikle dönemin şartlarını Enver Paşa ve arkadaşlarının penceresinden bakarak yorumladığımızda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 Kasım 2017 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki Yeni Atatürk Kültür Merkezinin Tanıtım toplantısında değindiği noktaya gelmek hiç te zor olmayacaktır.

Her ne kadar kendileriyle ilgili farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da, aslında Reşit Paşa’dan Enver Paşa’ya, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e kadar dönemin tüm devlet ve fikir insanları ülkenin ve milletin selameti için hep en iyisini aradılar!

Şehadetinin 96. Yıl dönümünde Enver Paşa başta olmak üzere tüm şehitlerimize rahmet olsun.

 

Zafer TEKİN – zafertekin@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
____________________________________
Dipnotlar

[1] H.Cahit Yalçın, Talat Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018 S.105

[2] Murat Bardakçı, Enver, T.İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul, 2015, s.463

[3] Murat Bardakçı, Naciyem Rûhum, Efendim, İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul 2016 S:170

[4] Arı İnan, Enver Paşa’nın Özel Mektupları, İmge Kitapevi, Ankara 1997 S.101

[5] Murat Bardakçı, Naciyem Rûhum, Efendim, İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul 2016 S:360

[6] Murat Bardakçı, Naciyem Rûhum, Efendim, İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul 2016 S:419

[7] A. İnan age, S.55

[8] A.İnan age s 59

Zafer Tekin Hakkında

Zafer TEKİN: (Ankara) 1976 Eskişehir doğumludur. Selçuk Üniversitesi Adalet Yüksek Okulu (Önlisans) ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü (Lisans) bölümlerinden mezun olmuştur. Türkiye hukuk sistemi, halkla ilişkiler ve Türkiye’nin siyasi tarihi alanında çalışmalar yapan TEKİN, orta düzeyde İngilizce bilmektedir.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: