Twitter Facebook Linkedin Youtube

ÖCALAN İLE MÜZAKERELER VE PKK’NIN KENDİNİ FESHİ

Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de Abdullah Öcalan’a “umut hakkı” verilmesine ve Öcalan’ın TBMM çatısı altında PKK’yı lağvettiğini ilan etmesine yönelik şok edici çağrısıyla başlayan ve “Terörsüz Türkiye” olarak isimlendirilen son çözüm süreci, 27 Şubat Perşembe günü Abdullah Öcalan’ın PKK’ya artık kendisine ihtiyaç kalmadığın bildiren ve kendini feshetmesini talep eden çağrısıyla önemli bir noktaya geldi.

Belediyelerine kayyum atanmasına ve farklı gerekçelerle Kürt hareketlerine mensup kişilerin soruşturmalara tabi tutulmasına rağmen, başta DEM Parti olmak üzere tüm siyasi Kürt hareketleri, süreci canı gönülden destekliyorlar ve Devlet Bahçeli’nin bir an önce sağlığına kavuşarak bu sürece liderlik yapmasını temenni ediyorlar.

Devlet kanadından gözle görülür bir taviz veya siyasi Kürt hareketlerinin talepleri konusunda bir iyileştirme yokken, Kürt hareketlerinin bu sürece kesin desteğinin ardında, eninde sonunca bu süreçten kazançlı çıkacaklarını bilmeleri yatıyor olsa gerek.

Zira bu süreç, ilk çözüm sürecindeki gibi sadece terör örgütünün hapisteki lideri, terör örgütü ve terör örgütüne müzahir DEM Parti muhatap alınarak yürütülüyor. Bu da, ilkinde olduğu gibi terör örgütü liderinin ve onun emrinden çıkmayan legal partinin Kürtler nezdindeki itibarını artırıyor. Sanki terör örgütüne müzahir Kürtler dışında başka Kürt yapıları yokmuş gibi, çözüm için sürekli terör örgütü ve ona müzahir parti muhatap alınıyor. “Terörle müzakere olmaz, mücadele olur” ilkesi, bir kenara itiliyor.

Öcalan, uluslararası düzeyde terör örgütü olarak kabul edilen PKK’yı lağvederek Kürtleri, stratejik çıkarlarına ulaşma yolunda terör kamburundan kurtarmaya çalışıyor. Bir yandan da Türkiye tarafından terör örgütü ilan edilse de, Türkiye dışında hiç bir ülkenin terör örgütü olarak kabul etmediği PYD/YPG’nin, Suriye’nin kuzeyinde devletleşmesi çabalarına hız veriliyor. Diğer yandan terör örgütüne müzahir DEM Parti, terör kamburundan kurtuldukları için daha meşru oldukları gerekçesiyle Türkiye’de daha yüksek perdeden taleplerini dile getirmeye ve yenilenmesi gündeme getirilen anayasada ciddi kazanımlar elde etmeye hazırlanıyor.

Öcalan, 27 Şubat’taki çağrısında; “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın, tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” ifadesini kullandı. “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve parti” ifadesiyle; hem PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiyor, hem de “devlet PKK ile mücadelede amacına ulaşamadı, biz ise PKK aracılığıyla arzu ettiğimiz noktaya ulaştık. Amacımıza ulaştığımız için örgüte ihtiyaç kalmadı, artık yeni bir aşamaya geçiyoruz” mesajı veriyor.

Terör örgütü liderinin çağrısıyla terör örgütünün kendini feshetmesi, devletin 40 küsur yıllık mücadelede başarıya ulaşamadığı algısını da zihinlere yerleştirecek maalesef. Hâlbuki devlet, terörle mücadelede gayet başarılı olmuş ve Türkiye sınırları içinde neredeyse hiç terör örgütü mensubu kalmamıştı. Sonuncusu Pençe-Kilit Operasyonu ismiyle 2022’de başlayan Pençe serisi operasyonlar (https://www.msb.gov.tr/PenceSerisiOperasyonu) ile de Kuzey Irak’ta terör örgütüne karşı önemli kazanımlar elde edilmişti. Terör örgütü liderinin çağrısıyla örgütün kendini feshetmesinin beklenmesi, devletin bu başarılarını da gölgelemekte ve terör örgütü liderinden örgütün feshi için talepte bulunma durumuna düşürmekte.

Üstelik Öcalan, işlevini yerine getirdiğini düşündüğü PKK’ya kendini feshetme çağrısında bulunurken, Suriye’nin kuzeyinde devletleşme sürecindeki PYD/YPG’ye aynı çağrıda bulunmuyor. Hatta iddialara göre, PKK’nın kendini feshetmesi karşılığında Türkiye’nin PYD/YPG’yi kabullenmesi isteniyor. Nitekim 2019’de İstanbul’da yenilenen yerel seçimlerden önce Öcalan’ın mektubunu kamuoyuna duyuran Prof. Dr. Ali Kemal Özcan, dün verdiği bir röportajda sorulan; “Sizin çözüm için olması gerektiğini söylediğiniz paket içinde Suriye’deki YPG/PYD varlığının Ankara tarafından normalize edilmesi de var. Bu olmadığı takdirde bu yeni başlayan sürecin başarılı olmayacağını düşünüyorsunuz. Doğru mu anladım?” sorusuna şöyle cevap veriyor:

Başarılı olmaz! Yani iş boğazlaşmaya, çatışmaya gider ve kimse sonunu tahmin edemez. Ben o yüzden altı aydır ısrarla “Bir devlet aklı krizi var” diyorum. Yani bizim hükümet HTŞ lideriyle görüşmek için sıraya girdi, koşarak kucaklaşmaya gittiler. Dünyada herkes hala HTŞ’ye ‘terörist’ diyor ama kimse PYD’ye ‘terörist’ demiyor. Siz bu ortamda dünyanın önde gelen ülkelerinin teröriste karşı panzehir gördüğü bir yapıya savaş açmaya kalkarsanız…” (https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/prof-ali-kemal-ozcan-ocalan-bana-imrali-dan-cikmak-istemedigini-soyledi-tek-ulus-tek-bayrak-tek-devlete-karsi-degil-ama-ulus-etnisiteyle-tanimlanamaz-kurt-sosyolojisini-inanmadigi-bir-seye-zorlarsan-ters-teper,48858)

Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli husus ise şu; bu müzakereler sonucunda terör örgütü liderinin PKK’ya müzahir olmayan Kürtler nezdinde de itibarı yükseltiliyor, liderliği kabullendiriliyor ve tüm Kürt kesimler arasında milliyetçilik duyguları kabartılıyor. Kürtler arasındaki milliyetçilik duyguları, bir yandan terör örgütü liderinin devlet nezdine muteber bir müzakereci konumuyla yükseltilirken, bir yandan da Kürtlerin haksız olarak gördükleri kayyum ve tutuklama politikalarıyla yükseltiliyor. Böylece de, ileride dört ülkede Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin birleştirilmesiyle oluşturulacak Kürt devletinin yolları sabırla döşeniyor.

Prof. Dr. Ali Kemal Özcan, yukarıda zikredilen röportajda bu konuyla ilgili şunları söylüyor:

Kuantum fiziğinden de beslenen birisi olarak ihtimaller üzerine konuşuyorum. İş buraya gitmezse, olay Kürt-Türk bölüşmesine, Allah muhafaza boğazlaşmaya gider. Bütün dünya işin içine girer. Allah beterinden saklasın ama bugün bölgede ciddi bir Kürdistan devletleşmesinin sosyolojik dinamiği birikiyor. Bakın Avrupa’dan birisi çıkıyor “Sayın Öcalan’ın bu çağrısı dinlenmez ise, büyük bir iç-savaş başlar ve bağımsız Kürdistan’ın oluşturulması için harekete geçirilir” yazıyor ve bu adam 1 milyon görüntülenme alıyor. İflah olmaz bir Öcalan-karşıtı olduğunu bildiğim, gazeteci kılığındaki biri bunları adeta “Örgüt” adına böyle konuşabiliyor! Örgüt adına konuşma havasından öte, 5-10 bin görüntülemeden yarım milyona fırlayabilmesidir önemli —ve tehlikeli— olan, sosyolojik dinamikler açısından.

Bakınız, bir yasadışı örgütün arkasında olduğu bilinen bir yasal parti bu ülkede 35 senedir Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde birinci partidir ülkemizde. Bugün artık bu parti İstanbul seçimlerinde üçüncü parti olmaya başladı. Bütün dünya PKK’ye ‘terör örgütü’ diyor ama, işte bu sosyoloji orta yerde duruyor. AK Parti 23 senedir Türkiye’de birinci parti, bu gelenek 35 senedir Cumhuriyet’in Kürt nüfusunda birinci partidir. Bu Cumhuriyet, Kürtlerle uzlaşmayı beceremezse… İşte isyan örgütü ortada duruyor. Ovada (seçmen kütlesi olarak) üçüncü partidir Türkiye’de. Evet, dağda kadroları çok az ama artık o isyan örgütü, kültürel ve sosyolojik dinamiği ile sadece Türkiye’de değil, İran’da, Irak’ta ve Suriye’dedir. Suriye’de de neredeyse devletleşme noktasına doğru ilerleyen, Suriye’nin üçte birini kontrol eden bir güçten bahsediyoruz. Şu ortamda Öcalan PKK’yi fesheder, yüz kere daha fesheder, ne olacak!” (https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/prof-ali-kemal-ozcan-ocalan-bana-imrali-dan-cikmak-istemedigini-soyledi-tek-ulus-tek-bayrak-tek-devlete-karsi-degil-ama-ulus-etnisiteyle-tanimlanamaz-kurt-sosyolojisini-inanmadigi-bir-seye-zorlarsan-ters-teper,48858)

Bağımsız bir Kürt devleti için çalışmalar, ta PKK’nın kurulduğu 1970’li yılların sonlarına kadar gidiyor. Bugün geriye dönüp baktığımızda, o dönem hazırlanan stratejilerin 50 yıla yayılan uzun vadeli stratejiler olduğu anlaşılıyor. Sonuna yaklaştığımız anlaşılan süreci şöyle kabaca hatırlayalım:

1925’teki Şeyh Sait isyanından sonra hiçbir Kürt isyanı yaşanmazken, dindar bir halk olan Kürtlerin güya haklarını savunmak bahanesiyle ve birleşik bağımsız bir Kürdistan kurmak amacıyla 1978’de sosyalist bir örgüt olarak PKK kuruluyor. O tarihten günümüze yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde, adım adım Kürt milliyetçiliğinin yükseltildiği ve komşu dört ülkeye yayılmış Kürtlerin zamanı geldiğinde birleştirilerek bir devlet kurmaları için stratejik adımlar atıldığı görülüyor. Bu sürecin Türkiye ayağının ise, devlet içinde konumlanmış gayr-ı milli unsurlar tarafından yürütüldüğü anlaşılıyor.

Abdullah Öcalan’ın liseyi Ankara’da okuduğu yıllarda MİT’in paravan bir kurumu olan Türkiye Fikir Ajansı’nda çalıştığı, karısı Kesire’nin babasının bir MİT mensubu olduğu, Öcalan’ın üniversite yıllarında ev arkadaşı ve sonra kara kutusu olan Pilot Necati’nin MİT görevlisi olduğu, 1982 MGK’sında bütün Kürt örgütleriyle uğraşmak yerine, bir tanesiyle uğraşma noktasında Apo’ya yol verildiği ve PKK’nın böyle büyütüldüğüne dair Nevzat Çiçek’in aşağıdaki videosunda da yer alan birbiriyle tutarlı iddialar dikkate alındığında, o dönemde toplumsal tabanı olmadığı halde PKK’nın uzun vadeli bir amaç için devlet içindeki gayr-ı milli unsurlar tarafından kurdurulduğu sonucuna varmak mümkün.

Sonrasında PKK ile mücadele adı altında izlenen yöntemlerin de adeta PKK’nın eksik olan sosyolojik yapısını oluşturma ve Kürt milliyetçiliğini artırma amaçlı olduğu, bugün geriye dönüp bakıldığında net olarak görülmekte. 1980 Darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan işkenceler, 90’lı yıllarda bölgede korku salan JİTEM, bölge halkının PKK’ya destek verdiği iddialarıyla yapılan haksız ve hukuksuz uygulamalar, Kürtçe üzerindeki baskılar, köylerin boşaltılması ve göçü teşvik eden uygulamalar ile aslında Doğu ve Güneydoğu ile sınırlı olan sorunun Türkiye’nin batı illerine yayılması ve bu arada şehirleşme ve sekülerleşme ile birlikte hem Kürt milliyetçiliğinin, hem de PKK’ya sempatinin artırılması, yurtdışına göçlerin teşviki ile Avrupa’nın önemli ülkelerinde PKK’yı finanse edebilecek zengin bir diasporanın oluşturulması vb. adımlarla 2000’li yıllara gelindi.

Türkiye’de bunlar olurken, bir yandan da Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin ilk tohumları atıldı. Kamuoyu karşısında haklarında “çapulcu” vb. aşağılayıcı ifadeler kullanılan Celal Talabani ile Mesut Barzani’ye Türkiye’nin diplomatik pasaport verdiği ve uluslararası görüşmeleri için her türlü imkanın sağlandığı, sonradan açıkça ifade edildi (Talabani ve Barzani’ye kırmızı pasaport nasıl verildi?, https://www.star.com.tr/guncel/kirmizi-pasaport-nasil-verildi-haber-799992/).

2002 yılının Ağustos ayında Hürriyet Gazetesinde yer alan “Barzani’ye ‘Kırmızı Pasaport’ darbesi” başlıklı haberde “Türkiye, uluslararası seyahat özgürlüğüne sahip olması için 1992 yılında IKDP Lideri Mesut Barzani’ye verdiği ‘Kırmızı Pasaport’un süresini uzatmayarak, kullandırtmamaya başladı. Türkiye’nin IKDP’nin Kuzey Irak’ta bir süreden beri PKK ile yakın işbirliği yaptığı ve bu örgüte hem mali, hem de lojistik destek sağladığı için böyle bir karar aldığı öğrenildi.” deniliyor! (Barzani’ye ‘Kırmızı Pasaport’ darbesi,  https://www.hurriyet.com.tr/gundem/barzaniye-kirmizi-pasaport-darbesi-38403559)

Kurulması planlanan bağımsız Kürt devletinin ilk parçası olması için Türkiye’nin o dönem iktidarlarının desteğiyle Irak’ın kuzeyinde 1980’lerde atılan tohumlar, 2003’te Irak’ın işgalinden sonra yine Türkiye’nin de açık desteğiyle hızla yeşertilerek, 2017’de bağımsızlık referandumu yapacak seviyeye ulaştırıldı.

Bu arada 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte, ikinci parça olarak Suriye’nin kuzeyinde benzer tohumlar atıldı. Bir yandan Türkiye’de çözüm süreci başlatılmışken, PYD Başkanı Salih Müslim, 2013 yılında Türkiye’de kırmızı halı ile karşılandı. (Salih Müslim’in ziyareti önceden planlanmıştı, https://www.aa.com.tr/tr/politika/salih-muslimin-ziyareti-onceden-planlanmisti/229000)

Çok sonraları PYD’nin PKK’nın bir uzantısı ve terör örgütü olduğu hatırlandı ama tohumlar atılmış ve fidanlar büyümeye başlamıştı bir kere. O atılan tohumlar, şimdi Suriye’nin kuzeydoğusunda 100 bin mensubu olan bir düzenli ordusu olduğu iddia edilen ve başta İsrail ve ABD olmak üzere Avrupa ülkeleri tarafından her açıdan desteklenen ve petrol sahalarını kontrol eden özerk bir bölgeye dönüştü.

Planlanan Kürt Devleti için geriye 2 parça kaldı. Bunlardan biri İran’da, biri de Türkiye’de. İran ile ilgili olarak Ali Duran Topuz, şunları söylüyor:

İran da sarsıldığında, “hani Next İran” deniyor ya, aslında “first İran” idi ama olmadı. Araya işte Mısır girdi, Arap baharı girdi, Irak girdi, Suriye girdi. Ama artık zaten başka bir “Next” kalmadı. O da şey yaptığında (İran da bölündüğünde) total olarak uluslararası planda 40-50 milyona varan devletsiz statülü bir (Kürt) nüfus çıkacak ortaya. Yani 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan konjonktürde devletsiz bırakılan Filistin halkıyla Kürt halkının durumu yeniden, artık uluslararası planda tartışma konusu. Ve 100 yıldır çalışan anti Kürt uluslararası pakt çöktü. CENTO, Sadabat Paktı vesaire diye bildiğimiz mekanizma çöktü. Irak yok o manada, o manada bir Suriye yok artık. O manada bir İran olmamaya doğru gidiyor.

Topuz’un ifade ettiği o manada bir Türkiye de yok artık. Hazırlıkları PKK ile 2008’de başlayan Oslo Görüşmelerine gitmekle birlikte, resmi olarak duyurulduğu 2012 ila 2015 yılları arasını kapsayan 1. Açılım Süreci (Çözüm Süreci) boyunca, Kürt nüfusta PKK’ya ve DEM Parti’ye (o dönem HDP idi) karşı sempati arttı. 2015 yılına kadar baraj sorunu nedeniyle parti olarak seçimlere katılamayan ve bağımsız adaylarla Meclise giren HDP çizgisi, sürecin oluşturduğu milliyetçi dalgayla 2015 seçimlerine parti olarak girdi ve %13,12 oya ulaştı. Bu tarihten sonra da %10’un altına hiç düşmedi.

Kaynak:Açılım Sonrasında Doğu ve Güneydoğu’da AK Parti ve HDP Çizgisi Oylarının Analizi, https://sahipkiran.org/2015/09/08/acilimin-oylara-etkisi/)

Nitekim Prof. Dr. Ali Kemal Özcan, dünkü röportajında şunları söylüyor:

Abdullah Öcalan’ın aklî ve ruhî melekeleri üzerindeyken bu örgütten bir tek taş düşmez. Benim korktuğum başka bir isyan örgütünün ortaya çıkması değil. Ama biraz önce konuştuğumuz inkâr politikasından vazgeçmezse devlet, başka süreçler gelişir. Bakın, şu anda Irak diye bir devlet yok, Suriye diye bir devlet kalmadı. Diyorlar ki “İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelir.”  Yine iddialı konuşacağım, böyle giderse sıra önce Türkiye’ye gelir. O yüzden hazır Amerika Birleşik Devletleri de kendi menfaatleri gereği destek veriyorken, işin demokratikleşme boyutu bir an önce ele alınsın. “İsrail, ayağımı Orta Doğu’ya sağlam yerleştirmeme şans tam vermiyor, yetmiyor buna” diyor ABD devlet aklı. Bu işin asıl dinamiği Öcalan’ın ‘Dördüncü Kürt-Türk İttifakı’ dediği şeydir. Bu fırsatı kaçırmamız gerekiyor. Eğer bu fırsat kaçırılırsa Türk-Kürt çatışması kaçınılmaz hale gelir. Allah beterinden saklasın hem Türklük hem de Kürtlük ciddi bir beka sorunuyla burun burunadır. Emperyalist savaşlar çıkarabilen dünyanın bun en büyük gücü de bugün Türk-Kürt barışını isterken, bu fırsatı heba etme lüksümüz yoktur.” (https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/prof-ali-kemal-ozcan-ocalan-bana-imrali-dan-cikmak-istemedigini-soyledi-tek-ulus-tek-bayrak-tek-devlete-karsi-degil-ama-ulus-etnisiteyle-tanimlanamaz-kurt-sosyolojisini-inanmadigi-bir-seye-zorlarsan-ters-teper,48858)

SASAM olarak 2015 yılında süreci gözlemlemek üzere bölgedeki altı ile bir çalışma gezisi düzenlemiş ve gözlemlerimizi raporlaştırmıştık. Raporumuzda şu hususlara vurgu yapmıştık;

“- Halktaki genel algı; süreçle birlikte Kürt vatandaşlarımızın elde ettikleri kazanımların PKK’nın bugüne kadar verdiği mücadele neticesinde elde edildiği ve PKK olmamış olsaydı devletin bu kazanımları kendilerine sağlamayacağı yönündedir.

 Süreç boyunca sadece PKK ve HDP’nin muhatap alınması, halktaki bu algıyı güçlendirmiş ve örgütün bölge halkı nezdinde meşruiyetini artırıcı bir etki doğurmuştur. Heyetimizin gözlemlerine göre; bölgede PKK’ya sempatiyle bakanların sayısı artmakta ve HDP zemin kazanmakta iken Hükümet ve dolayısıyla AK Parti zemin kaybetmektedir.

PKK’nın bu süreç zarfında hem insan kaynağı yönünden hem de silah ve teçhizat yönünden daha da güçlendiği, yapılan görüşmelerde ifade edilmiştir. Ayrıca yukarıda değinildiği gibi PKK’nın bölge halkı nezdinde meşruiyetinin ve itibarının da arttığı gözlemlenmiştir. Bu nedenle sürecin akamete uğraması durumunda eskisine göre çok daha şiddetli çatışmaların yaşanacağı, yapılan görüşmelerde ifade edilmiş ve heyetimizin kanaati de bu yönde oluşmuştur.” (Çözüm Sürecinde HDP Tek Muhatap Olmaktan Çıkarılmalı, https://sahipkiran.org/2015/07/27/cozum-sureci/)

Dikkat edilirse, 1978’de PKK’nın kurulması ile başlayan ve bugüne kadar gelen zaman diliminde devlet tarafından ister mücadele, ister müzakere bağlamında olsun atılan neredeyse her adım, Kürt milliyetçiliğini artırarak sorunu büyütmüş, ayrıca Irak ve Suriye’nin kuzeyinde iki özerk Kürt bölgesinin devletleşme süreci büyük ölçüde tamamlanmıştır. İsrail’in ABD eşliğinde İran’a beklenen saldırısı sonrasında, İran’daki parçanın kolayca koparılacağı varsayılmaktadır. Turpun büyüğü ise Türkiye’deki parçadadır. Nihai olarak Türkiye’deki parçanın koparılarak diğer üç parçayla birleştirilmesi ve BOP kapsamında Kürdistan Devleti kurulması hedeflenmektedir. Abdullah Öcalan da, kurulacak bu devletin ilk devlet başkanı olarak hazırlanıyor olsa gerektir. Bunun için 1978’den itibaren geçen süre dikkate alındığında, çok aceleleri olmadığı ama adım adım da mesafe kat edildiği görülmektedir. Nitekim IKBY Başkanı Neçirvan Barzani şöyle demektedir:

Gerçekçi olalım. Irak’ta olan modelin aynısını Türkiye’de veya İran’da uygulayamazsınız. Ancak bir şey var. Sürecin acele ile bir yere varması imkansızdır. Öngörü, tahammül, strateji ve devamlılık olmalı

Tüm bunları ifade ettikten sonra, “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan 2. sürecin de geçmişteki adımlar gibi nihai hedefe yönelik bir adım olduğu görülebiliyor. İlkinde olduğu gibi yine Abdullah Öcalan, DEM Parti ve PKK muhatap alınıyor. Öcalan’ın Kürtler nezdindeki itibarı ve liderliği pekiştiriliyor. Böylece Kürt milliyetçiliğinin ateşi harlanıyor. Devlet, 40 yıllık mücadele sonucu PKK’yı bitirememiş ve örgütü kuran terörist başından örgütü lağvetmesini dilemek durumunda kalmış algısı, Kürt nüfus üzerinde ilmek ilmek işleniyor.

PKK ve uzantısı YPG yok edilmelidir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bunu gerçekleştirecek gücü vardır. PKK ve uzantıları devlet eliyle yok edilerek çözüm sağlanırsa, devlete müzahir Kürt vatandaşlarımızın devlete güvenleri pekişecek ve terörden medet uman odakların hevesleri kursaklarında kalacaktır. Süreç şu an devam ettiği şekliyle ilerlerse, 50 yıl önce bağımsız bir Kürt devleti için tasarlanan stratejilerin uygulayıcısı olmaktan öte gidilemez.

 

Süleyman ERDEM

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: