Twitter Facebook Linkedin Youtube

RAPOR: “CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNDE YENİ MİLLİ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNİN DÖNÜŞÜMÜ”

Onur DİKMECİ – SASAM istanbul İl Başakanı

SAHİPKIRAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

İSTANBUL İL BAŞKANLIĞI

Analiz Raporu

Rapor Tarihi: 18.04.2021

Yayıma Hazırlayan: Onur Dikmeci

CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNDE YENİ MİLLİ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Tarihsel süreç içerisinde güvenlik kavramı insandan, uluslararası topluma, coğrafya ise modern jeopolitik gerekliliklere kadar evrimleşerek yaşantısını sürdürmüştür. Uluslaşma süreciyle her teritoryal devlet, ulusal güvenliği jeopolitik konumu ve siyasal birikimiyle harmanlayarak kendisine özgü bir güvenlik duruşu belirlemiştir. Ulusal ya da milli güvenlik kavramı genel bir tanıma sahip olsa bile ülkelerin ulusal güvenlik öncelikleri ve bu önceliklere göre belirledikleri ulusal stratejileri farklılık göstermektedir. Türkiye’nin sahip olduğu konum ve modern Cumhuriyet’in kuruluşundaki tarihsel süreklilik sivil bürokrasinin ve siyasetin yeterince gelişmediği ancak ordunun genel güvenlik politikalarındaki ağırlığıyla birlikte bu kurumsal beklenti ve kaygı doğrultusunda stratejilerin geliştirilmesini beraberinde getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihten gelen güvenlik mimarisinin Ordu/Türk Silahlı Kuvvetleri’nin öncelik ve kaygılarına göre şekillenmesinin bazı iç ve dış sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri şu biçimde sıralayabiliriz:

  1. Güvenlik politikaları genel olarak jeopolitik eksene göre bina edilir. İbn Haldun’un işaret ettiği yolda coğrafya tarihin bir parçası değil öncülüdür. Bu anlamda tarihi yapan özne ile coğrafyanın ilişkisi karşımıza çıkar. Coğrafya bu özneye kolaylıklar sağlar, engeller çıkartır, onun ilişkilerini belirler ve nihayet bu öznenin yaşadığı alan ile olan ilişkisi onun örgütlenmesini de etkiler. Aristoteles insanı zoon politikon olarak nitelendirdiğinde, onu konuşan, bu çerçevede toplumsallaşan ve bunun sonucunda da ‘’siyasileşen canlı hayvan’’ olarak nitelemekteydi. Fakat Aristoteles’e göre insan toplumsallaşsa dahi, yaşadığı coğrafyanın etkisi, bu toplumun siyasallaşmasını etkilemekteydi.[1] Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın zorlu koşulları kalabalık ve organize bir orduyu zorunlu kılmaktadır. Bu durum coğrafyadaki diğer ülkelerin benzeri gibi ordunun savunma konsepti dışında sivil alanlara da yayılmasını beraberinde getirmiştir.
  2. Türk Milleti’nin karakteristik özelliği gereği her ferdin asker kabul edildiği tarihsel kültür militarizmi besleyen bir argüman olmuştur. Bu sebeple ordunun sivil iç ve dış politikalara kendi inisiyatifiyle katılması sorgulanmamış hatta doksanlı yılların siyasi modası olan parlamento krizlerinde ve siyasi tıkanmışlıklarda, ordunun devreye gireceği algısı yüksek oranda devam etmiştir.
  3. Ordu doksanlı yıllardaki siyasi krizlerin yanı sıra, yolsuzluk, Susurluk vakası gibi olaylarda konu dışında kalmayı bilmiştir. Bu noktada yayılan intibah ‘Askerlere Sivillerden Daha Fazla Güvenme’ biçiminde devam etmiştir.[2]
  4. 1970’li yıllarda Sağ-Sol olaylarının yükselmesi, ordunun toplumsal olarak sigorta hüviyetinde algılanmasını pekiştirmiştir. 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren ise formatlanan ‘Laiklik Kaygısı’ orduya ait özel ve geniş bir alanın açılmasına sebep olmuştur. Çünkü ordu ve komuta kademesinin tek ideolojisi laiklik olarak kabul görüyordu.
  5. Terörizmle mücadele dünyanın her yerinde asker ve toplumun bütünleşmesine katkı sağlar. Moral geceleri, şehit cenazeleri, muvazzafların açıklamaları haklı olarak kamuoyunda ağırlıklı olarak yer bulur. Bu noktada askerlerin güvenlik ve toplumsal güvenliği etkileme istekleri belirebilir ve yönlendirici etkileri sivil alanı şekillendirebilir.
  6. Soğuk Savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türkiye’nin Orta Asya-Balkanlar hattında inisiyatifini artırması o dönemin stratejileri arasında yer almaktaydı. Türkiye bunu Cumhurbaşkanları, TİKA ve iş dünyası aracılığıyla yürütmek istedi ancak yeni ülkeler üzerinde ağırlık tesis edebilmek bu ülkelerin askeri modernizasyonunu üstlenmekle mümkün olabilirdi. Bu sebeple yine ordu her daim başvurulacak unsur olacaktır.

Türkiye’nin güvenlik anlayışı ve uygulamalarına yönelik ağırlıklı olarak liberal-sosyalist çevrelerden yöneltilen eleştirilerin başında sivilleşemediği yönündeki iddialar gelmektedir. Bu iddiaların dayanakları ordunun ulusalcı-militan/laik konumu sebebiyle özellikle içe dönük politikalarda statükonun aşılamaması ve belirli kalıplardan çıkılamadığı için içsel barışın sağlanamadığı yönündeki görüştü. Elbette buna ordu çevresi ‘Sevr Hassasiyeti’ üzerinden yanıt veriyordu. Ancak iç ve dış politika yapım sürecine dönük olarak ordunun artan ve azalan etkisi zamanın ulusal ve uluslararası konjonktürel durumuna göre değişmiştir ve bu yönde yeni bir güvenlik paradigması oluşturulmak istenmiştir.

  1. Ordu ve İç Politika

Silahlı kuvvetlerin özgül ağırlığı bölgesel caydırıcılığın dışında iç politikada kendisine alan açabilme gayretiyle orantılıdır.

Ordunun iç politikada ki ağırlığı yalnızca uyarılar ya da müdahalelerle sınırlı değildir. Çünkü ordu, Bakanlıklara ve sivil kuruluşlara benzer birimleri oluşturmakta sakınca görmemiştir.

Ayrıca 1990’larda büyük önem kazanan ‘’kara para’’ trafiğiyle ilgili olarak Maliye Bakanlığında ilgili bir birim bulunmasına rağmen, Genelkurmay kendi bünyesinde ‘’Ekonomik ve Mali İzleme Merkezi’’ni (EMİM) kurdu. Bu arada askerler, YÖK bünyesindeki Stratejik Araştırma ve Etütler Milli Komitesi (SAEMK) gibi, sivil kuruluşlarda oluşturulan araştırma birimlerinde de yönetici rol üstlendiler.[3]

  • Ordu ve Dış Politika

Türk Dış Politikası yapım süreci geleneksel olarak hükümetlerin ve Dışişleri Bakanlığının öncülüğünde yürütülmüştür. Bu dilimde Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik mahiyetlidir ve dış politikayla ilgili temel faaliyetleri resmi ve rutin dış ziyaretlerle beraber Anayasal kaideye göre uluslararası antlaşmaların onaylanmasından ibarettir. Dış politika sürecinde ordunun doğrudan ve yüksek tonlu bir müdahalesinden bahsedilemez. Belirlenen konsept genelde terörle mücadele ve bu mücadeleye yönelik yapılması gerekenlerle ilgili yakın çevre sahasını kapsamaktadır. Fakat yine de TSK, Dışişleri Bakanlığına paralel yapılar oluşturmuştur.

  • Yunanistan ve Kıbrıs ilişkilerini incelemek için; Yunanistan-Kıbrıs Dairesi
  • AB ve Türkiye müzakerelerini izlemek için; AB Çalışma Grubu
  • Kafkasya’da ki gelişmeleri izlemek için; Kafkasya Çalışma Grubu
  • Türkiye’nin uluslararası ilişkiler araştırmalarını incelemek için; Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi bu yapılarını en önemlilerini oluşturmaktadır.

2002 seçimlerinden sonra ise Recep Tayyip Erdoğan ilk ziyaretlerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, İspanya ve ABD’ye gerçekleştirmiş ülkelerde üst düzeyde kabul edilmiştir.[4] Kıbrıs temasları sırasında Avrupa Birliği ile bütünleşme politikasının izleneceğini vurgulamıştır. ‘’Kıbrıs’ta Şahin Olmayacağız’’ açıklaması ise ordu ile hükümetin dış politika alanında gerilim yaşamasına ve askerlerin sivil siyaseti itham etmelerine sebebiyet vermiştir. İç ve dış politikanın o dönem önemli gündemi arasında yer alan demokratikleşme paketleri ile ilgili 12 Ağustos 2003’de gerçekleştirilen Diyarbakır konuşmasında ‘Kürt Sorunu’ ifadesini kullanması üzerine askerler bu durumu MGK’da gündeme getirerek nasıl bir çözüm tasarlandığı konusunda bilgi almak istemişlerdir. Fakat süreçle ilerledikçe askeri kesimin Çözüm Süreci adıyla başlatılan yeni dönemle ilgili kesin bir itirazının bulunmadığı görülecektir.

AKP’nin ilk yıllarında dış politika ve strateji konularında yakın çalışma ekibini danışmanları olan: Ahmet Davutoğlu, Egemen Bağış, Cüneyt Zapsu, Ömer Çelik gibi kişiler oluşturmaktaydı. Bu sebeple dış politika sürecinde özellikle bazı önemli emekli diplomatlar, Dışişleri birikiminin by-pass edilmeye çalışıldığını öne sürmüşlerdir. Bu noktada danışmanlar ve teknik dışişleri arasında bir denge gözetilerek bölge ve bölge dışı politikalar oluşturulmak istendiği ifade edilebilir. Ancak en temel husus ordunun dolaylı da olsa dış politikada ki ağırlığının hükümetin belirlediği konsept dahilinde savunma stratejilerine kaydırılmasıdır. Bu bakımdan örneğin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hazırlanmasının askeri bürokratlardan alınıp dışişlerine havale edilmesidir. Dışişleri ise bu çalışmaları o dönem şu şekilde açıklamıştır:

’ Sade bir metin oluşturduk. Tehditler için alınabilecek önlemleri de açıkça ifade ettik. Asker mantığına son verdik. Her türlü önlem alınır, gereği yapılır, tehditlere açıktır gibi isteyenin istediği gibi yorumlayıp değerlendirebileceği ifadeler yok.’’[5]

  • Ordu ve Sermaye

Türkiye’nin güvenlik şablonu Soğuk Savaş döneminden kalma ancak modernize edilmeye çalışılan bir perspektifi ifade etmekteydi. Her ne kadar doksanlı yıllarda terör örgütü PKK ile mücadele kapsamında 2. Ordu Komutanlığı güçlendirilip öne çıkarıldıysa bile 1.Ordunun İstanbul’da konuşlu bulunması yeni bir tartışma konusunu başlatmıştır. Türkiye’de sermaye İstanbul ve Anadolu sermayesi olarak yanlış biçimde ana iki başlığa ayrılmıştır. Buna göre enternasyonel yanı da bulunan İstanbul sermayesinin siyaseti etkileme hatta değiştirme gücü çokça tartışılan bir konu halindedir. Genelkurmay Başkanlığının 2007’ye kadar nispeten ağırlığını koruyan konumu Türk siyasetine özgü karakteristik bir alışkanlık haline gelmişti. Genelkurmay Başkanlarının öncesinde genellikle 1.Ordu Komutanlığı yapmış kişilerden seçilmesi İstanbul ordusu olarak görülen 1.Ordunun, İstanbul sermayesi ile organik bağ tesis ettiği ve sermayenin kontrolüne girdiği yönündeki teorileri sıkça gündeme getirmiştir. Ancak 2000’li yıllardan itibaren TÜSİAD ileri gelenleri yaptıkları açıklamalarla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin genel tutumuyla uyumlu olmayan bir profili ortaya koymuşlardır. TÜSİAD 2002 yılından itibaren gazete reklamlarıyla Avrupa Birliği üyeliğinin desteklendiğini açıklamıştır. Ordunun, Avrupa Birliğine üyelik müzakereleriyle ilişkin kurumsal bir reddiyesi yoktur ancak demokratikleşme paketleri aracılığıyla hazırlanan askeri otonomiyi budayıcı gelişmeler başta olmak üzere, Kıbrıs ve terörle mücadele konusunda sert gücün uygulanmasında geri adım atmama yönünde bir inisiyatifi belirlediğinden AB’ye güvensiz bir tutum takınmaktadır.

TÜSİAD’ın hazırladığı ve Genelkurmaya sunulan demokratikleşme perspektifleri dosyasıyla[6] sıradan bir sivil toplum olmadığı ve zaman zaman siyasi ana gündemle ilgili görüş belirtmekten çekinmeyeceği yönündeki tutumu zaman zaman askerler ve hükümetle arasının açılmasını sağlamıştır. İleriki yıllarda demokratik bir anayasa yapımından bahseden ve Irak Tezkeresini açıkça destekleyen sermayenin askerler nezdinde eleştirilmesi tam anlamıyla ordu-sermaye bütünleşmesinden bahsetmemizi ya da ordunun sermaye denetimine girdiğine yönelik kuramları çürüten gelişmeler olarak değerlendirilmelidir. Ordu demokratikleşme olarak sunulacak metnin içeriğine kuşkuyla yaklaşırken Irak tezkeresine ‘Şahin Komutanlar’ onay vermemişler bu durum ise Amerika nezdinde ‘Ordu siyaseti ikna etmek için gerekli çabayı göstermedi’ olarak yorumlanmıştır.[7]

Netice itibariyle sermaye gerekli yaşam sahası için liberal yöntemlerden yanadır ve bu yöntemlerle çelişen hangi kurum ya da uygulama olursa tepkisini dile getirmektedir. O dönem Türkiye’nin liberal Batı pazarına tam anlamıyla eklemlenmesi sermayenin gelişimi açısından önemlidir ve bunun için iç ve dış politikada gerekli adımlarla yapısal reformların yapılması talep edilmiştir. Ordunun bütünüyle bir sermaye grubunun denetimine girdiği söylenemeyecek bir durumdur zaten Ordu Yardımlaşma Kurulu/OYAK, milyarlarca dolarlık değeriyle TÜSİAD’ı bile aşan bir güç olarak kapitalist pazara hâkim konumunu sürdürmektedir.

  • Güvenlik Politikalarında Başbakanlığın Merkez Konuma Getirilmesi

Sivilleşmeyle birlikte MGK Genel Sekreterliği tarafından yürütülen bazı işlevler Hükümet tarafından oluşturulan yeni yapılanmalara aktarılmıştır. Bunlardan birisi ise Mayıs 2006’da MGK’ya paralel kurum oluşturma çabası içerisine girilmesiyle Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun ardından ilgili devlet kuruluşlarıyla arasında eşgüdüm sağlayarak TMYK’ya sekretarya hizmeti sunmakla görevli Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün kurulması, MGK’nın dolayısıyla ordunun güvenlik ve dış politika alanındaki etkisini sınırlayıcı bir sonuç yaratmıştır. BGIGM’nin kurulması sürecinde Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun’da değişiklik yapılarak Başbakanlığın görevleri arasına MGK Genel Sekreterliğinin görev tanımında da yer alan iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda görevli kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak gibi görevler eklenmiştir.[8]

Doğrudan Dış politika unsuru olarak görev yapan TİKA, Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı da Başbakanlığa bağlanmışlardır. TİKA’nın görev alanı genişletilirken başkanlığını yürüten Hakan Fidan, Milli istihbarat Müsteşarı Olarak atanmıştır. Fidan’dan sonra göreve getirilen Musa Kulaklıkaya ise meslek memuru olmamasına rağmen sonrasında Moritanya Büyükelçisi olarak atanmıştır. Kulaklıkaya’nın yerine göreve gelen Serdar Çam ise daha önceden Başbakanlık özel kalem müdürlüğü görevini yürütmekteydi.

Daha sonraki süreçte ise TOKİ Başkanlığı, MGK Genel Sekreterliği, Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığı da Başbakanlığa bağlanmıştır.

  • Güvenlik Politikaları ve İçişleri Bakanlığı

İçişleri Bakanlığı emri altındaki başta mülki amirler ve genel kolluk emniyet ve jandarma personeliyle önemli bir güvenlik hizmetinin sağlayıcısıdır. Özellikle Jandarma teşkilatları pek çok ülkede bulunan ve askeri statüde taşıyan birimlerdir. Türkiye’de terörle mücadele operasyonlarında daha da pişen jandarma teşkilatı bölge ülkeler arasında gayrı nizami harpte uzman birinci teşkilat seviyesine yükselmiştir. Jandarmanın üzerinde Bakanlık denetiminin sağlanması demokratikleşme adımları içerisinde hayata geçirilmek istenen bir çalışmaydı ve bu konuda çeşitli adımlar atıldı. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak ise terörizmle mücadelede koordinasyon görevini üstlenmesinin yanı sıra rapor ve analiz dosyalarını kurum için oluşturan ve bir bakıma resmi/kamusal düşünce merkezi misyonunu da üstlenen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı oluşturulmuştu.

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına Müsteşar olarak Muammer Güler’in atanması ise güvenlik üzerinde sivil denetimin sürdürülmek istenmesinin sonucudur. Kapatıldığı sürece kadar KDGM’nın başında sivil kökenli Müsteşarlar, Muammer Güler, Mehmet Niyazi Tanılır, Murat Özçelik, Kudret Bülbül, Mehmet Ulvi Saran, Muhammed Dervişoğlu, Lütfihak Alpkan görev yapmıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini Hazırlayan Yakın Siyasi Tarihteki Gelişmeler

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Meşrutiyet döneminden itibaren devam eden sistem sürekliliğini sürdürüp parlamenter yapı devam ettirilmiştir. Parlamenter sistem uygulandığı safhalarda Cumhurbaşkanı’nın konumu ve tarafsızlığı gibi konular da zaman zaman gündeme taşınmıştır. Turgut Özal döneminde ilk kez ciddi olarak Başkanlık modeli öne sürülmüş ve üzerinde tartışılmaya başlanmıştır ancak sistem değişimi mümkün olmamıştır. Koalisyonların istikrarsızlığa sebep olduğu görüşü ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kimi zaman kilitlenmesi bu sistemin handikapları arasında sıralanmıştır. Örneğin 1973 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Faruk Gürler’in ve ordunun kısmi olarak baskısının meclise yansıması demokrasiyi zedeleyici bir müdahaledir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin en önemli koşulu olarak ise Cumhurbaşkanı’nın seçilemeyişi gibi bir gerekçe sunulmuştur. O dönem Cumhurbaşkanlığı süresin dolan asker kökenli Fahri KoruTürk yerine Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi de eski generalleri Cumhurbaşkanı adayı olarak sunmuşlar ancak gerekli mutabakat sağlanamadığı için herhangi bir netice alınamamıştır ve rejim krizi büyümüştür. Bu tarihten sonra gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaşanan en önemli kriz ise 2007 yılında yaşanmıştır. Yargıtay Onursal Başsavcısı tarafından ortaya atılan Cumhurbaşkanı’nın seçilebilmesi için mecliste 367 Milletvekilinin hazır bulunması gerektiği görüşü çözümsüzlüğü yükseltmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hazırlayan yakın tarihe ait en önemli iki olaydan birincisi 2007 yılında yaşanan bu süreçken ikincisi ise 15 Temmuz 2016 yılında gerçekleştirilen darbe girişimidir.

  1. 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci ve Muhtıra

2007 yılı Türk siyasi tarihinin kırılma noktalarından biridir. Siyasi cinayetler, siyasi dava süreçleri, sıkıntılı bir cumhurbaşkanlığı süreci ileriki yıllar için yalnızca siyasi tarih misyonu taşımayacak, hukuk, sosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarının ve çok disiplinli bakış açılarının inceleme konuları arasında yer alacaktır.

Takvimler 19 Ocak 2007’yi gösterdiğinde İstanbul’da bir cinayet işlenmişti. Öldürülen Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink’ti. Cinayetten sonra Dink’in mesleğinden ziyade etnisitesine vurgu yapılacak ve cinayet argümanı olarak sunulacaktır. İndirgemeci bakış açısıyla Dink kökeni ve fikirlerinden ötürü öldürülmüştür. Aslında cinayeti işleyen ve planlayanların niyetleride bu yönde olabilir. Ancak bu mesele devam eden süreçte topyekûn milliyetçiliğin, ulusalcılığın hedef gösterileceği aynı zamanda birtakım davalarında zeminini oluşturacağı gerekçesiyle bireysel bir eylem olarak nitelendirilemez.

Cesedin olay yerinden alınarak ambulansla Adli Tıp Kurumu’na nakledildiği sırada olay yerinde toplanan bir grup, Dink’i alkışlarla uğurlamıştı. Daha sonra “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Katil devlet hesap verecek” ve “Hrantlar ölmez” sloganları atıldı. Grup, daha sonra Taksim Meydanı’na yürüdü. Meydanda toplanan grup akşam saat 20.00’de de Agos Gazetesi’ne yürüyecek. Ankara’da da saat 18.00’de bir protesto gösterisi ve yürüyüş yapılmıştır.[9] Katil Devlet söylemi bir süre sonra başlatılacak operasyonlar neticesinde adeta Katil Ordu söylemine dönüştürülecektir. Cinayet süreci olay yerindeki güvenlik kameralarından tespit edilmiş ve ertesi gün Ogün Samast yakalanmıştır. Dink cinayeti hükümlüsü Ogün Samast’ın 20 Ocak 2007’de Samsun Otogarı’nda yakalandıktan sonra Samsun Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğüne bağlı birimlerde gözaltında tutulduğu sırada Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez.” sözü bulunan Türk bayrağı önünde çekilen fotoğraflar ve videolar basına servis edilmişti. Bu görüntüler üzerinden Türk Milliyetçiliğinin yükselmesi ideolojik kıstasların ötesinde aksiyoner eylemlerin sergileneceği olayları var edeceği gerekçesiyle tartışmaya açılacaktır. Fotoğraf karesinde yer alan katil, Türk Bayrağı, Mustafa Kemal Atatürk sözü ve Jandarma personeli bir müddet sonra Atatürk Milliyetçiliği ve ordu kavramını gündeme taşıyacaktır. Kanaate göre ordu Kemalist zihniyetin temsilcisidir zihniyetini devam ettirebilmek için çeşitli eylemleri tertib edebilir. Dink cinayeti sonrasında yaşananlar bunun delili olarak sunulmuştur.[10] Adolf Hitler’in yazdığı Türkçe’ye Kavgam adıyla çevrilen kitabın Türkiye’de ki satışları bile Türk Milliyetçiliğini etkileyebileceği gerekçesiyle yasaklanmış, kitap bu süreçte illegal yollardan en fazla temin edilen eser olma özelliğine sahip olmuştur. Dink cinayetinden sonra Emniyet’te ki bazı önemli birimlerin İstanbul müdürlüklerinde değişimler yaşanmış, yeni atanan müdürler sonraki aylar ve yıllarda başlayacak olan ve askerleri kapsayacak durumda bulunan soruşturmalar ile davaların seyirlerini belirleyeceklerdir.

Dink’in öldürülmesinden çok kısa bir süre sonra Danıştay cinayetiyle ilişkilendirilen emekli Albay Fikri Karadağ’ın kurduğu ve başkanlığını yürüttüğü Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Derneği üyelerinin yemin törenleri medyada yer bulmuştu. Karadağ dernek tanıtım videolarında da Türklüğe ve Türk Mefkuresine vurgu yapmaktaydı. Dernek üyelerinin silah bulundurulan bir masanın etrafında gerçekleştirdikleri yemin törenleri neredeyse her haber bülteninin ilk haberi olarak verilmiş ve Cumhuriyet Savcıları göreve davet edilmiştir:

”Ordudan albay rütbesindeyken emekli edilen ve VKGB Derneği’ne katılan Fikri Karadağ, 11 Kasım 2005’te buradan ayrılarak, aynı tabana hitap eden kendi derneğini kurdu. Kuvvayı Milliye adını verdiği dernekle Türkiye’de örgütlenmeye başlayan Karadağ’ın, daha sert söylemler kullandığı dikkat çekiyor. Dernek adının ‘Kuvayı’ şeklinde yazılması dikkat çekerken, bunun, ‘Kuvvai Milliye’ veya ‘Kuvva-i Milliye’ şeklinde yazılan diğer dernek ve gruplardan ayrılmak için yapıldığı açıklanmıştı.

Karadağ’ın, Mersin’de yaptırdığı ‘Kuvvayı Milliye Yemin Töreni’nde tüyler ürperten görüntüler var. Bir düğün salonunda toplanan 25-30 kişilik gruptan seçilmiş orta yaşlarda 12 kişi, ellerinde Kuvayı Milliye üye sertifikaları ile bir masanın etrafında toplanıyor. Masaya serilen derneğin flamasının üzerinde çapraz konulmuş iki tabanca ve Kur’an-ı Kerim bulunuyor.”[11]

Danıştay saldırısı, gayrı Müslim din adamları cinayetleri[12] ve sonrasındaki Hrant Dink cinayeti ile milliyetçi derneklerin faaliyetleri ile Türk Milliyetçiliğinin yükseldiği anketleri resmi rejimin koruyucusu olduğu iddia edilen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne her daim atıfta bulunulmasına sebep olmuştur. Yalnızca birkaç ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşanacaktır ve ordunun tavrı merak edilmektedir. Kanaate göre Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için teklif edilecek, fakat bu durum ulusalcı laik çevrelerde rahatsızlık yaratacaktır. Dolayısıyla ordu da rahatsız olacaktır. Aslında ulusalcı laik cephe Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylıkları için kesin olarak kapıları kapatmıştır. Onların adayları ehven-i şer olarak anacakları dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’dür. Cumhurbaşkanı kim olacak sorusunun cevabı aranırken Ankara, İstanbul ve İzmir’de başlatılan ve adına Cumhuriyet Mitingleri denilen meydan mitingleriyle Çankaya’nın Yolları Şeriata kapalı, Ne Şeriat ne Darbe Bağımsız Türkiye sloganları eşliğinde baskı oluşturulmak istenmiştir. Farklı illerden de katılımların olduğu mitinler kalabalık bir atmosferde, konuşma, şiir ve türkülerin eşliğinde sürmüştür. Bu durum Marksist ve muhafazakâr yayın organlarında ‘’Darbe Mitingleri’’ olarak ifade edilmiştir. Bu mitinglerin muhafazakâr kitleyi tahrik etmenin yanı sıra kararsız merkez sağ seçmeni de AKP nezdinde konsolide ederek iktidar partisine desteğin arttığı oldukça geçerli bir teoridir. Cumhuriyet Mitinglerine karşı iktidar partisinin organize ettiği karşı mitingler silahlı kuvvetlerin o dönemde ki ağırlığından ötürü gerçekleştirilmemiş seçmenin haklı olana destek vereceği düşünülerek orduya ve militarist eğilimli tepkilere karşı milli irade seçeneği gündeme getirilmiştir.

Bu tartışmaların arasında Başbakan tarafından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olarak resmi olarak açıklanmasıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri 27 Nisan tarihinde e muhtıra olarak anılacak bir açıklama yapmıştır:

”Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte,
devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.

Bu bağlamda;
Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.

Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.

Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir.

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.

Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
[13]

Ertesi gün hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in okuduğu karşı bildiride ise Genelkurmay’ın hükümetin emrinde olduğunu bildirecekti:

“Başbakanlığı bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda Hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, Hükümet’in emrinde görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre Genelkurmay Başkanı, görev yetkilerinden dolayı Başbakan’a sorumludur.”[14]

27 Nisan günü TSK tarafından resmi internet sitesinden duyurulan açıklama farklı mercilerden farklı tepkilerle karşılanmıştır. Dönemin tepkisini anlayabilmek için genel olarak görüşlere yer vermek uygun olacaktır:

– CHP Parti Sözcüsü Mustafa Özyürek: (Muhtıranın yayınlanmasından hemen sonra NTV’ye telefonla bağlanarak): “Tabi bu bir muhtıradır. Hükümetin bunun gereğini yerine getirmesi gerekir.”

– CHP Genel başkan Yardımcısı Onur Öymen: (Muhtıradan bir gün sonraki açıklaması): “Genelkurmay’ın tesbitleri bizim tesbitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü kimse küçümseyemez ve bunu küçümseyenleri devletin düşmanı sayarız. Türkiye’yi Atatürk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz.”

– CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: (Muhtıradan sonra verdiği ilk röportajında): “Bu tablonun değişeceğini meydanlar gösterdi. Müdahaleye uğrayan yönetimlere halk sahip çıkmadı. Halkımız devlet organlarıyla çatışanlara sahip çıkmaz. Bu ortamda mağduriyet yok dayatma var. Anayasa Mahkemesi 367 kararını onaylamazsa ülke çatışmaya gider.”

– CHP Genel Sekreteri Önder Sav: (Muhtıranın ardından Anayasa Mahkemesi’nin verdiği 367 kararından sonra): “Gözümüz aydın, Türkiye’nin gözü aydın.”

– Prof. Dr. Nur Serter: (Muhtıradan bir gün sonra Çağlayan’daki Cumhuriyet Mitingi’nde yaptığı konuşma): Genelkurmay Başkanı’na “memur” diyen bir zihniyete karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önünde, şanlı ordumuzun önünde saygıyla eğiliyoruz. Türk ordusu çok yaşa. Türk ordusu, 27 Nisan’da bizim sesimizi duymuş, bizim sesimize sahip çıkmış, demokrasiye sahip çıkmıştır. 27 Nisan‘da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek iradesine sahip çıkmıştır.

– TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ: “AKP toplumda git gide artan ve TÜSİAD’ın da paylaştığı laik rejimi koruma kaygısını yeterince dikkate almıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasıyla yaratılan fiili durum demokratik teamüllere uygun değil. Laikliği ve demokrasiyi korumak için bir an önce genel seçimlere gidilmeli.”

– Oktay Ekşi (Hürriyet): “Bu adı konmamış bir muhtıradır. Genelkurmay Başkanı’nın sözleri gayet açık, eğer demokrasinin kavram ve kuramlarını kullanarak bu cumhuriyetin laik karakterini tahrip etmek, onu yıkmak istiyorsanız biz buna müsaade etmeyiz diyor.”

– Tufan Türenç (Hürriyet): “Tabi ki bu bir muhtıradır. Bu muhtıranın özü AKP’nin çıkardığı cumhurbaşkanı adayına Türk Silahlı Kuvvetlerin karşı olduğunu açıklıyor.”

– Ertuğrul Özkök (Hürriyet): “Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır. Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır.”

Yılmaz Özdil (Sabah): “Hâlâ deniyor ki, bundan sonraki adım ne olur? Bundan sonraki adım, tank olur. Gücüm var diye dayatırsan, gücü olan sana dayatır.”

(Hıncal Uluç): “Ordu sonuna kadar bekledi.. Gerekli uyarıları en demokratik şekilde yaparak, “Sözde değil,özde” diyerek bekledi.”

Ural Akbulut (Eski ODTÜ rektörü): “Bu ikinci 28 Şubat’tır TSK her şeye rağmen soğukkanlı davranmıştır.”

İsmail Küçükkaya (Akşam): “Sürecin kötü yönetilmesiyle ‘kaçan fırsatı’ ve ‘Genelkurmay’ın çok sert açıklamasıyla yeni olanağı’ görelim.”

Ece Temelkuran (Milliyet): “Genelkurmay’ın açıklamasıyla mitinglerin daha da coşmuş olması bu mitingleri otomatik olarak militarist yapmaz.”

Fikret Bila (Milliyet): “TSK, türbanın ve temsil ettiği zihniyetin Çankaya’ya çıkmasına karşı ilkesel bir duruş sergilemiştir. “

Ahmet Hakan (Hürriyet): “’Muhtıraya karşıyız’ diyeceğiz ve ötesini söyleyemeyecek miyiz? Ben ötesini de söylerim arkadaş.”

Nuray Mert (Radikal): “Şimdi Genelkurmay bildirisini öne çıkarıp, bu fetihçi zihniyetin arkasında durmak istemiyorum.”

Erdal Şafak (Sabah): “Rehn beyefendi son olarak Genelkurmay Başkanlığı’nın ‘emuhtıra’sı için esip gürledi… Ama Batı basınında da özellikle son dönemde ısrarla vurgulanan ‘Türkiye’nin laik kurumlarının altının oyulması’ girişimleri için ‘Not ediyoruz’ demekle yetindi.”

Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç:“Kamuoyuna bilgi veriliyor ve bunların gereği yapılmazsa istenmeyen şeylerin olabileceği mesajı verilmek isteniyor.”

Ana muhalefet partisi, merkez medya kuruluşları en güçlü sivil toplum kuruluşu TÜSİAD, iktidar partisine açıkça kuvvetli bir destek sunmamışlardır. AKP ve diğerleri olarak oluşan yeni psikolojik bloklar arasındaki çatışma ise uzun süre boyunca devam etmemiştir.

27 Nisan açıklaması belki de Türk siyasi hayatında bir kırılmaydı. Askerin bu sert açıklaması aynı sertlikte askerin belki de hiç beklemediği biçimde ve çok hızlı karşılık bulmuştu. 5 Mayıs’ta ise Başbakan, Büyükanıt’ı Dolmabahçe’ye çağırarak içeriği gizli ve bilinmeyen bir görüşme gerçekleştirdi.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında 27 Nisan Açıklamasından sonra gerçekleştirilen Dolmabahçe Görüşmesi

Bu görüşme ile ilgili bazı teoriler ortaya atılmıştır. Fetullahçılara göre bu görüşmede Yaşar Büyükanıt, FETÖ’nün kurumlara sızdığını dosyalarla açıklamış ve ikisi bu yapıyı bitirmek için anlaşmışlardır. Bu tez tutarsızdır. Çünkü FETÖ 2007 yılından sonra Türkiye’de adeta altın çağını yaşamış ve bürokratik gücünü artırmıştır. Diğer bir teori ise Erdoğan’ın kısa bir süre sonra başlatılacak Ergenekon operasyonlarına Büyükanıt’ı ikna ettiği ve Büyükanıt’ın ise komuta kademesinin hedef alınmaması ve soruşturma kapsamanın genişletilmemesi koşuluyla bunu kabul etmek zorunda kaldığıdır.

Hükümet Dolmabahçe görüşmesi askere cevap vermişti fakat Büyükanıt’ı görevden almamıştı. Vaziyetten anlaşılan, asker sivil ilişkilerinin gerginliğinin büyüklüğüydü. Nitekim Cumhurbaşkanı askerin müdahalesi yerine meclis gerekli çoğunluğunun sağlanamaması sebebiyle seçilemedi.[15]

TBMM’de gerçekleştirilen oylamaya DYP katılmama kararı almış ve fire verilmemesi için vekiller bir odaya kilitlenerek oylama takip edilmişti. Ancak Ümmet Kandoğan ve Mehmet Eraslan bir bahaneyle odadan çıkarak oylamaya katılmışlardı. Kandoğan kürsüden bir de ateşli konuşma gerçekleştirdi ve partisinden ihraç edildi.

22 Temmuz’da yapılan erken seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi birinci ve tek başına iktidarı yakalayabilecek sandalye sayısıyla meclise girdi. Abdullah Gül’ün aday gösterildiği Cumhurbaşkanlığı oylamasında Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, seçildikten sonra ilk resmi törende GATA’daydı.

Gül ve askerin ilk karşılaşmasında soğuk rüzgarlar eserken, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt yeni cumhurbaşkanına cephe selamı vermedi

Genelkurmay Başkanları bu tür törenlerde kürsüye çıkarken ayağa kalktığında cumhurbaşkanına cephe selamı veriyordu.

Cumhurbaşkanı Gül gelmeden önce salonda ‘cumhurbaşkanı ayakta karşılanır’ uyarısı yapıldı, uyarının ardından Gül salona girdiğinde askerler dahil salondaki herkes cumhurbaşkanını ayakta karşıladı.

Komutanlar Gül’e mesafeli oldukları gözlendi.. “Sayın cumhurbaşkanım” yerine “Sayın Cumhurbaşkanı” denildi.

GATA’da ki tören sırasında yaşananlar o dönem ‘’Gül’e Cephe Selamı Yok’’, ‘’Askerin Töreninde Gül’e İnce Tavır’’ biçiminde manşetlerle gündeme taşınmıştır

28 Şubat’ta Sincan’daki tankları yürüten komutan olarak bilinen EDOK Komutanı Org. Erdal Ceylanoğlu ise sadece Büyükanıt’ı selamladı.
Ceylanoğlu, Büyükanıt’tan aldığı iki madalya ile gündeme gelmişti

Diğer mezunların diplomalarını vermek için kalkan kuvvet komutanları ise protokol bölümünün iki metre önünde durup başlarıyla selam verdi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı ile Jandarma Genel Komutanı’nın selamını Gül’ün başıyla aldığı gözlendi.

Dönem GATA birincisinin ödülünü veren Gül’e cılız bir alkış geldi. Ancak dönem dördüncüsünün ödülünü veren Büyükanıt’a coşkulu bir alkış koptu.
Ayrıca Büyükanıt ödülü vermek için kalktığında dönüp Gül’e selam vermedi. Oysa önceki törenlerde Sezer’i başıyla selamlamıştı.

Komutanların ardından konuşma yapan dönem birincisi Hava Tabip Eyüp Düzgün de “Sayın Cumhurbaşkanı” ifadesini kullandı.

GATA Komutanı Özbahadır konuşmasında şu mesajı verdi:

“TSK hiçbir grup hizip ya da çıkara hizmet etmez. Bütün varlığı Yüce Türk milleti içindir. TSK’nın hizmet aşkı, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla birleşmiş, ayrım yapmadan vatan ve millet sevgisi duyan Cumhuriyetin temel kanunlarına sadık olanlarla birliktedir. Hizmet anlayışınız bu olmalıdır. Bu şerefin en iyi şekilde koruyacağınıza inancımız tamdır.”

Törene, TBMM Başkanı Toptan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, Milli Savunma Bakanı Gönül ile Kuvvet Komutanlarının eşli, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Akdağ’ın eşsiz katıldığı görüldü.[16]

GATA komutanı General Özbahadır’ın konuşması tarihsel sahnedeki 31 Mart 1909 ayaklanmasında Makedonya’dan İstanbul’a gelmek için yola çıkan ve Edirne’den geçilirken Edirne 2. Ordu Komutanı Salih Paşa’nın kuvvetleriyle 3. Ordu’ya katılarak Bab-ı Ali ve komutanlıklara çektiği telgrafın neredeyse aynısıdır. Salih Paşa o gün ordunun hiçbir şahıs ve siyasetin emrinde olmadığını buna mukabil görevinin Meşrutiyet’i korumak olduğunu bildirmiştir. Silahlı Kuvvetler böylelikle tarihsel genetiğini muhafaza ettiğini göstermiştir. 31 Mart vakası neticesinde dönemin Padişahı II. Abdülhamid tahttan indirilmiştir. 2007 yılında ordu mensuplarının konuşmaları ve yaklaşımları değerlendirildiğinde yönetimden hazzetmedikleri şartların oluşması durumunda her şeyi uygulamaya koyabilecekleri anlaşılmaktadır. Subayların gerçekleştirdiği konuşmalarında Sayın Cumhurbaşkanı şeklinde hitap edilerek anayasal manada Başkomutanın aslında kendilerince kabul edilmediği, askerin onaylamadığı en azından laik sistem bakımından tereddüt ettikleri bir kişinin yalnızca belirli bir kesimin Cumhurbaşkanı olabileceğinin mesajı veriliyordu. Bu durumun bir kriz olup olmadığının Büyükanıt’a sorulması üzerine cevabı: ‘’Kriz mriz yok amuda kalkacak halim yoktu’’ oluyordu.[17] Abdullah Gül’ün yüksek rütbeli komutanlarca protestosuna bir örnekte 2007’de Korgeneral rütbesiyle görev yapan Aslan Güner’in tavrıdır.

Cumhurbaşkanı Gül KKTC’ye düzenlediği ilk yurtdışı ziyaretini tamamlayarak Ankara’ya dönmüştü. Gül için Esenboğa’da düzenlenen karşılama törenine Korgeneral Güner’in tavrı damgasını vurdu. Gül’ü taşıyan ANA uçağı alana indiğinde önce VIP kapısındaki kırmızı halıya yanaşamadı. Bunun üzerine halının yeri değiştirildi. Karşılama heyeti de halının kenarında yerini aldı.

Dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan ve eşi Saime Toptan, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen ve eşi Reyhan İsen, Ankara Valisi Kemal Önal, Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner ve Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yan yana sıralandı.
Uçağın kapısı açıldığında önce yalnız çıkan Gül, bir süre eşini bekledi ve merdivenlerden birlikte indiler. Çift, kırmızı halının sağ tarafında bekleyen yaver tarafından selamlandıktan sonra halının sol tarafında bekleyen karşılama heyetine yöneldi. Her şey o anda oldu
Gül TBMM Başkanı Köksal Toptan’la tokalaşırken, Korgeneral Güner sıradan çıkarak kırmızı halının karşı tarafına geçti. Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürü Oya Tuzcuoğlu ile tokalaşarak kısa bir süre konuşan Korgeneral Güner, Gül çifti önünden geçerken ellerini sıkmak yerine asker selamı verdi.
Gül çifti karşılama heyetiyle tokalaşırken, Toptan’ın eşi Saime Toptan Hayrünnisa Gül’e bir buket çiçek verdi. Cumhurbaşkanı Gül, askeri tören için bekleyen askerlerin önünden geçerek selamladı. Eşi Hayrünnisa Gül ise askerlerin önünden hiç geçmedi taburun arkasından dolaşarak, askerleri selamlayıp yoluna devam eden Cumhurbaşkanı’nın yanına gitti.
Korgeneral Aslan Güner, Kurmay Albay rütbesindeyken 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başyaverliğini yapmıştı. Tümgeneral rütbesinde Genelkurmay Genel Sekreterliği’nde bulunarak, önemli bir pozisyona gelen Korgeneral Güner, Korgeneralliğe terfisinin ardından da Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’na atandı. Bu yıl Şura sonrasında Ankara Garnizon Komutanı ve 4. Kolordu Komutanı olarak görevlendirilen Aslan Güner, orgeneralliğe terfi sırasında bulunuyordu.

Korgeneral Aslan Güner’in protokol sırasından ayrılması üzerine Gül’ün, yüzünün asıldığı görülmüştü. Tören sonrasında gazetecilerin bu konuya ilişkin sorusunu yanıtlayan Korgeneral Güner, “Bazı teknik konuları mevzuatı bilemeyebilirsiniz. Tabii okuma imkânınız da yok. Askeri birlik önünden geçerken, orada bulunan asker kişi refakat eder. Yapılan odur. Askeri bölümde şimdiye kadar uğurlama karşılama yapılıyordu. Orada bunlar oluyordu ama siz görmüyordunuz. Yapılanda hiçbir olağanüstülük yok. Başka bir maksat aramayın, teşekkür ederim” dedi. Güner, “Emir uygulayanlar kural hatası yapmaz” diye de ekledi.


Gül KKTC’de ilk olarak Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’ni ziyaret ederek Komutan Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu ile görüştü. Daha sonra Boğaz Şehitliği’ne çelenk koyan Gül, eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile bir araya geldi.
Cumhuriyet Meclisi’ni ziyaret eden Gül, genel kurula hitap etti. Genel kurulu bir yıldır protesto eden UBP ile DP, Cumhurbaşkanı Gül için protestoya ara vererek konuşmasını dinledi. Ancak DP, Gül’ün Cumhuriyet Meclisi Başkanı Fatma Ekenoğlu ile görüşmesine katılmadı. Cumhurbaşkanı Gül, KKTC’den karşılamadaki protokol düzeniyle uğurlandı. Alandaki törene askeri yetkililer katılmazken, resmi uğurlama Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapıldı. Korgeneral Kıvrıkoğlu’nun sabahki görüşmenin ardından Ankara’ya gitmesi nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’ndaki törene 28. Tümen Komutanı Tümgeneral Mehmet Taş katıldı. Hayrünnisa Gül ise eşiyle alanda buluştu. Yani bir bakıma Korgeneral Kıvrıkoğlu’da Abdullah Gül’ü, Kıbrıs’ta protesto ediyordu.[18]

Bu dönemde büyük bir krize yol açan ve e-muhtıra olarak anılan açıklama Genelkurmay’ın internet sitesinden ancak dört sene sonra kaldırılmıştır.[19]

27 Nisan 2007 yılında bir gece yarısı TSK internet sitesine koyulan ve Büyükanıt tarafından kendisinin emekli generallerden gelen tedirginlik ifadelerine yönelik onları yatıştırmak için kaleme aldığını belirttiği açıklama çok sert üslubuyla yıllarca tartışılmıştır ve yaptırım içermese bile muhtıra olarak tanımlanmıştır

12 Mart 1971’de yapılan Türk Silahlı Kuvvetleri Açıklaması da bir muhtıradır. Parlamento feshedilmiş ancak meclis kapatılmamıştır. Bu süreçte hükümetin istifa etmemesi ve mutabakat hükümetinin kurulmaması durumunda yönetime el koyacağını/darbe yapacağını belirtilmiştir.

27 Nisan’da ise TSK darbe yapacağını belirtmemiştir. Aslında bildirinin emekli subayları motive etmek için kaleme alındığı inandırıcı değildir. Hiçbir emekli subayın karargâh üzerinde etkisi ve ağırlığının bulunması söz konusu dahi değildir. Açıklama darbe yapma ihtimali bulunmayan çünkü bunun için uluslararası koşulların uygun olmadığı ordu da genç subayları motive etmek, siyaseti ise ordunun kaygıları doğrultusunda şekillendirmek için gerçekleştirilmiştir. Bu haliyle tabii ki demokrasiyle bağdaştığı düşünülemez. Ayrıca o dönem de TSK dışında, merkez medya, rektörler, YÖK, en güçlü sivil toplum kuruluşu TÜSİAD nezdinde AKP’ye baskı yapıldığı ve iktidardan feragat etmesi yönünde bir karara zorlandığı gerçektir. Fakat bu denli baskıya rağmen sağ seçmenle dramatik bir ilişki kurmayı başarabilen parti bir cesaret örneği göstererek ürkek davranmamış ve seçime gidilmesi kararı alarak oylarını daha da yükseltmiştir. Bu partinin bu gibi kritik kararları, partinin BOP projesi kapsamında yalnızca dış destekle kurulduğunu ve yaşantısını devam ettirdiği gibi keskin ve ideolojik görüşleri de geçersiz kılmaktadır. Partinin halk nezdinde bariz bir desteğinin bulunduğu bir realitedir ve bu desteğin gereği de yerine getirilmiştir.

O dönemde Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül ise askerlerle krizi en yakın yaşamış devlet adamıdır. Askerlerin tavırları her ne kadar kendilerince haklı gerekçelere dayandırılsa da istenmeyen görüntülere sebebiyet verilmiş ve sivil-asker ilişkileri kırılgan yapısını devam ettirmiştir. Gül’ün Başdanışmanlık görevini yürüten Ahmet Sever ise 2012 yılında yaptığı bir açıklamada ‘’Gül olmasa Ergenekon ve Balyoz’da mesafe kat edilemezdi’’ diyecektir. Ergenekon ve Balyoz süreci askerlerin intiharlarının yaşandığı, TSK terfi silsilesinin değiştiği, en sonunda emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un bile tutuklandığı ve dönemin Başbakanı Erdoğan’ın : ‘’Bu böyle olmaz, tutuklamalar çok genişletildi savaşacak general bulamıyoruz’’[20] ifadeleriyle tepki gösterdiği dönemi ifade etmektedir.

Siyasetin yumuşak karnı kadrolaşma meselesi ise Fetullahçılar/FETÖ mensupları tarafından delik deşik edilmiştir. Bize göre FETÖ, kamudaki gücünü 2007’den sonra kıyas yapılamayacak oranda artırmıştır. Bunun temel sebebi ise hükümetin askere olan güvensizliği ve çekincesi sebebiyle kadroları bu yapıyla takviye etmenin tek çıkar yol olduğunu düşünmesidir. O dönemde FETÖ demokratikleşme, sivilleşme ve darbelerle hesaplaşma algısını yüksek tonlu açıklamalarla işlemektedir. Öyle ki 12 Eylül Darbecileriyle Hesaplaşılacak kampanyasıyla gidilen 12 Eylül 2010 Anayasa maddeleri değişikliği referandumundan[21] sonra FETÖ Yargıtay’da 160 üyenin 120’sini kendi içerisinden atayacak ve yargı-kolluk iş birliği ile yeni operasyonlar bu sefer hükümeti ve sivil siyaseti hedef alacak şekilde başlatılacaktır.

Askerlerin ve politikacıların birbirlerine olan güvensizlikleri askeri ya da politik cepheden demokratik ya da etik olmayan yöntemlerle karşılık verilmek istenince bu çatışmadan başka grupların yararlanmaları çok olasıdır. Bu sebeple sivil denetim, ordu modernizasyonu, ordu ve siyaset ilişkisi gibi mefhumlar kitle konsolidasyonu ya da kurumsal hassasiyetler gibi faktörler sebebiyle değil ülkenin durumu, güvenlik yapısı, toplumsal ve kurumsal kültürü doğrultusunda sindirilerek gerçekleştirilmelidir. 2007 yılında bu ortamda gerçekleştirilen halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi sonucu çıkmıştır ve parlamenter sistemin dönüştürülmesinde en büyük aşamalardan biri kaydedilmiş olunmuştur.

  • 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi

Türkiye’nin, Osmanlı’dan itibaren devraldığı sivil-asker ilişkilerinin kırılganlığı Cumhuriyet döneminde de devam etti. Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kurulduğunda dünyada gerçekleştirilen devrimlerden farklı olarak kurucuların neredeyse tamamı asker kökenliydi. Bu durum uzun yıllar boyunca askerlerin bir meslek kolu olmalarının dışında Cumhuriyet’i koruma misyonuyla bütünleşmelerine sebep olmuştur. Bu durum ise askeri darbe ve muhtıraları beraberinde getirmiştir. Sivil denetim ve kontrolün tesis edildiğinin düşünüldüğü 2016 yılında bir darbe girişiminin yaşanması büyük bir şok evresine sebep olmuştur. Türk siyasi tarihinde ilk defa ordunun bir bölümüyle diğer bölümü, ordu ile polis, ordu ile halk karşı karşıya gelmiş ilk kez bir darbe girişimi bastırılabilmiştir. 20 Temmuz’da ilan edilen Olağanüstü Hâl süreciyle birlikte yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle silahlı kuvvetlerin yapısında köklü değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Yenikapı Mitingiyle ise siyasi partilere çağrıda bulunulmuş ve bu birliktelik Yenikapı Ruhu olarak anılmıştır. Ancak bu anma uzun sürmemiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi bir araya gelerek Cumhur İttifakı’nı oluşturmuşlar daha sonradan Büyük Birlik Partisi ve Yeniden Refah Partisi de ittifaka katılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin başını çektiği ittifak ise kendisini Millet İttifakı olarak tanımlamıştır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla yeni bir sistemin adının koyulması gerektiği belirtilmiş ve oluşturulan kurullar ve gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde 16 Nisan 2017 tarihinde gerekli Anayasa maddelerinin değişikliğini içeren referandum sonucunda sandıktan evet çıkmış ve genel seçimlerin de erkene alınmasıyla birlikte 2018 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Bu tarihe kadar özellikle 2014 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle sistemin adı ‘’parlamenter’’ olsa bile ‘’Yarı Başkanlık’’ modelinin uygulandığından bahsedebiliriz.

        Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni Milli Güvenlik Bürokrasisi

Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı’nın yetkisi her ne kadar sembolik olarak gösterilse bile Cumhurbaşkanı yürütmenin bir parçasıdır üstelik neredeyse siyasi sorumsuz durumda bulunmaktadır. Öyle ki Cumhurbaşkanı göreviyle ilgili ancak Vatan’a ihanet suçlamasıyla yargılanabilir ve bunun için Meclis’te oldukça büyük oranda çoğunluk sağlanmalıdır. Buna karşın Başbakan’ın siyasi sorumluluğu öne çıkmaktadır. Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak 2000 yılında yaptığı bir konuşmada bu duruma vurgu yapmıştır:

‘’ … Anayasa’nın 104. Maddesi’nde Cumhurbaşkanı’na verilen yetkiler, parlamenter demokrasinin sınırlarını aşmaktadır. Oysa, demokratik devlet düzeninde, ulusal iradeyi temsil eden parlamento dışında sorumsuz bir Cumhurbaşkanı’nın yönetimi paylaşması ve tek başında önemli yetkiler kullanması kabul edilemez.’’            

Yürütmedeki ikiliği ortadan kaldırmak hem de siyasi figürleri tek politik karar verici haline getirip, bürokratik vesayeti kırabilmek gerekçeleriyle hükümet sistemine geçilmesinin oldukça faydalı olacağı belirtilmiştir.

Hükümet sisteminin yeniden kurgulandığı yeni sistemde yürütmeyi ilgilendiren Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı danışmanları, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, Cumhurbaşkanı yardımcılığı, Cumhurbaşkanı yardımcılarının özel kalem müdürlükleri, İdari İşler Başkanlığı, Ofisler, Bağlı Kuruluşlar ve Politika Kurulları gibi kurumların temelde Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan başkanlık sisteminden örnek alınarak kurgulandığını belirtmek gerekir.[22] Ancak bu kurgu Türk milleti, siyaseti ve güvenlik yapılanmasının beklentisi ile harmanlanarak Türk Tipi Sistem halinde anılmaya ve tesis edilmeye başlanmıştır. Milli Güvenlik yapılanmasıyla ilişkili yeni olan kuruluş ise İdari İşler Başkanlığı’dır.

Eski sistemde Cumhurbaşkanlığı’ndaki idari işler, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından yürütülüyordu. Yeni sistemde Genel Sekreterlik ifadesi yerine ‘’İdari İşler Başkanlığı’’ ifadesi kullanılarak başkanlık sistemine uygun bir adlandırmaya geçilmiştir. Yine daha önce en yüksek devlet memuru olarak belirlenmiş olan Başbakanlık Müsteşarının yerine İdari İşler Başkanı, en yüksek devlet memuru olarak belirlenmiştir.[23]

Milli Güvenlik Mimarisi içerisinde parlamenter sistemde merkezde yer alan Başbakanlık ve bazı kuruluşların kapatılma ve yeni bağlandıkları yerlerle ilgili tablolar ise aşağıda sunularak ifade edilmiştir:

Başbakanlık
Başbakanlık Müsteşarı ve Müsteşar Yardımcıları
Bakan Müsteşarlıkları
Milli Güvenlik Akademisi
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı

Tablo: Kapatılan Birimler

Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğüİdari İşler Başkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü
Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğüİdari İşler Başkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü
Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğüİdari İşler Başkanlığı Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü
Başbakanlık Kamu Diplomasisi KoordinatörlüğüCumhurbaşkanlığı Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğüİletişim Başkanlığı
Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğüİletişim Başkanlığı
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğüİletişim Başkanlığı
Milli Güvenlik Kurulu Genel SekreterliğiMilli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği
Milli İstihbarat Teşkilatı MüsteşarlığıMilli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı

Tablo: Cumhurbaşkanlığına Bağlanan Milli Güvenlik Oluşumuyla İlgili Kuruluşlar

Yeni sistemle birlikte kurulan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı da önemi ve özelliğiyle ayrıcalıklı bir birimdir. Birime bağlanan kuruluşlar incelendiğinde İletişim Başkanlığı’nın Milli Güvenlik kurgusunda yer aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca İletişim Başkanlığı bünyesine Algı ve Kriz Yönetimi birimi de oluşturulmuştur.

Yeni hükümet sistemi ile on altı bakanlık, dokuz politika kurulu, on bir başkanlık (DDK, MGK Genel Sekreterliği ve Türkiye Varlık Fonu dahil) ve dört ofis doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanmıştır. Bu sırada gerekli yasal düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile gerçekleştirilmiştir.[24] 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle kurulan politika kurullarının başkanı Cumhurbaşkanıdır. En az üç üyeden oluşmakla birlikte üyeler arasından bir kişi başkan vekili olarak belirlenir ve üye sayısı arttırılabilir. Politika kurulları şunlardan oluşmaktadır:

  • Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu
  • Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu
  • Ekonomi Politikaları Kurulu
  • Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu
  • Hukuk Politikaları Kurulu
  • Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu
  • Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu
  • Sosyal Politikalar Kurulu
  • Yerel Yönetim Politikaları Kurulu

Raporumuzun konusuyla doğrudan ilgisi bakımından Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üzerinde durulacaktır. Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu’nun görev ve yetkileri şu şekilde sıralanabilir[25]:

a) Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine yönelik politika önerileri oluşturmak,

b) Bölgesel etkinliği artırmaya yönelik politika önerileri oluşturmak, c) Bölgesel sorunlara çözüm önerileri geliştirmek,

ç) Küresel gelişmeleri analiz ederek raporlamak,

d) Değişen güvenlik ortamını analiz ederek, tehditlere, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının yasadışı faaliyetlere karşı korunması, güvenliğinin sağlanması, ülke içinde ve uluslararası alanda işbirliğinin geliştirilmesi ile sınır yönetimine ilişkin güvenlik politika önerileri geliştirmek,

e) Türkiye’nin göç politika ve stratejilerini belirlemek, uygulanmasını takip etmek, Göç uygulamalarını izlemek ve önerilerde bulunmak, göç alanında yapılması planlanan yeni düzenlemeleri değerlendirmek, göç politikaları ve hukuku alanında bölgesel ve uluslararası gelişmeleri takip etmek ve bu gelişmelerin Türkiye’ye yansımalarını değerlendirerek raporlamak,

f) Afet ve acil durum halleri ile ilgili önleme, müdahale ve iyileştirme konularında politika önerileri geliştirmek,

g) Sivil havacılık güvenliği ile ilgili politikaların belirlenmesi amacıyla çalışmalar yapmak,

ğ) Siber güvenlik ile ilgili politika ve strateji önerileri geliştirmek,

h) Karayolu, demiryolu ve havayolu trafik güvenliği ile ilgili politika önerileri geliştirmek.

Değişen güvenlik, göç politikaları, afet, siber güvenlik ve ulaştırma güvenliğine değinilmesi postmodern güvenlik biciyle örtüşmektedir. Toplum, siyaset, ulusal yapılanmalar ve uluslararası ilişkilerin değişimine paralel olarak güvenlik modelleri de değişime uğramıştır. Aslında bu değişim daha 1991 yılında Barry Buzan tarafından askeri güvenliği de içeren bir dönüşüm biçiminde maddeler halinde sıralanmıştır[26]:

1) Askeri Güvenlik: Devletlerin saldırı ve müdafaaya sayalı silahlı kabiliyetleri ile birbirlerinin niyetleri konusundaki algılamaları arasında iki düzeyli karşılıklı etkileşime ilişkindir.

2) Siyasi Güvenlik: Devletlerin istikrarı, hükümet sistemleri ve onlara meşruiyet veren ideolojilerle ilgilidir.

3) Ekonomik Güvenlik: Devletin gücünü ve refahını kabul edilebilir düzeyde sürdürebilmesi için kaynaklara, finansa ve pazarlara erişime ilişkindir.

4) Toplumsal Güvenlik: Dil, kültür, dini ve ulusal kimlikler ile geleneklerin geleneksel kalıplarının gelişimi için kabul edilebilir koşullar dahilinde sürdürülebilirliğine ilişkindir.

5) Çevre Güvenliği: Bütün diğer insani teşebbüslerin varlığının dayandığı gerekli destek sistemi olarak yerel ve gezegenin biyosferinin korunmasıyla ilişkindir.

Dünya’da 2020 yılından itibaren yaşanan pandemi süreci askeri güvenlik kadar önemli olan sağlık, sosyal devlet ilkesi ve tedarik zincirinin süreklilik durumunu öne çıkarmıştır. Başarısız devletler ve ulus kırılganlıkları ise göç olgusunu tetiklemiştir bu durum ise geçiş güzergâhlarında yer alan ülkelerden birisi olan Türkiye’yi daha fazla etkilemektedir.

Doğal afetlerle mücadele ve süreç sonrası yönetimi de yeni güvenlik trendleri arasında yer almaktadır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Kasım 2020’de yaptığı bir değerlendirmede Türkiye’nin ulusal bağımsızlığını tehdit eden iki unsurun savaş ve 7.5 şiddetinde gerçekleşmesi muhtemel bir deprem olacağını belirtmiştir.[27] İşte bu gibi yeni ve öncelikli güvenlik çalışmalarını da içeren Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu’nun misyonu son derece önemli durmaktadır. Ancak yeni hükümet sistemi modeli incelendiğinde politika kurullarının sembolik manada olmadıkları anlaşılmaktadır. Politika kurullarının genel görevleri arasında şu özelliklere vurgu yapılmıştır:

a) Cumhurbaşkanınca alınacak kararlar ve oluşturulacak politikalarla ilgili öneriler geliştirmek.

b) Geliştirilen politika ve strateji önerilerinden Cumhurbaşkanınca uygun görülenler hakkında gerekli çalışmaları yapmak.

c) Küresel rekabetin getirdiği ani değişimlere karşı strateji ve politika önerileri geliştirmek,

ç) Görev alanlarına giren konularda kamu kurum ve kuruluşlarına görüş vermek.

d) Görev alanlarına giren konularda Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, sivil toplum ve
sektör temsilcileri, alanında uzman kişiler ve ilgili diğer ilgililerin görüşünü alarak uygulanan politikaları ve gelişmeleri izlemek, yapılan çalışmalarla ilgili Cumhurbaşkanına rapor sunmak.

e)Cumhurbaşkanı programına uygunluk açısından, bakanlıklar ile kurum ve kuruluşların uygulamalarını izlemek ve Cumhurbaşkanına rapor sunmak.

f) Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, sivil toplum ve sektör temsilcileri, alanında uzman kişiler ve ilgili diğer ilgililerin davet edilmesi suretiyle genişletilmiş kurul toplantıları yapmak.

g) Görev alanlarına giren konularda talep, ihtiyaç ve etki analizi yapmak ve/veya yaptırtmak.

 ğ) Cumhurbaşkanınca verilen diğer görevleri yapmak.

Kurulların görevleri aralarında ilgili Bakanlıklardan bilgi ve belge temin etmek gerektiğinde takip etmek ve projeleri denetlemek gibi sorumlulukların bulunması dikkat çekicidir. Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyeleri ise aşağıdaki tabloda unvan ve meslekleriyle birlikte sunulmuştur:

Ad SoyadUnvanKurumMesleği
Adnan TanrıverdiTuğgeneralSADATEski Asker-Savunma Sektörü
Burhanettin DuranProf. Dr.İbn Haldun ÜniversitesiAkademisyen
Çağrı ErhanProf. Dr.Altınbaş ÜniversitesiAkademisyen
Gülnur AybetProf. Dr.Milli Savunma ÜniversitesiAkademisyen
Beril DedeoğluProf. Dr.Galatasaray ÜniversitesiAkademisyen
İbrahim KalınProf. Dr.İbn Haldun ÜniversitesiAkademisyen/Büyükelçi
İlnur Çevik CumhurbaşkanlığıBaşdanışman
İsmail SafiDr.İstinye ÜniversitesiAkademisyen
Mehmet Akif KireççiProf. Dr.Ankara Sosyal Bilimler ÜniversitesiAkademisyen
Mesut Hakkı ÇaşınProf. Dr.Yeditepe ÜniversitesiEski Asker-Akademisyen
Nurşin AteşoğluProf. Dr.Bahçeşehir Kıbrıs ÜniversitesiAkademisyen
Seyit SertçelikProf. Dr.CumhurbaşkanlığıBaşdanışman-Akademisyen
Mustafa Çırak MİTE. Müsteşar Yardımcısı

Tablo: Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyeleri

Beril Dedeoğlu’nun vefatı, Adnan Tanrıverdi’nin ise istifasıyla beraber kurul üyesi kişi sayısı 11’e düşmüştür. Kurulda akademisyen ağırlığı bulunmaktadır.

Yeni sistemle birlikte oluşturulan İnsan Kaynakları Ofisi, Finans Ofisi, Dijital Dönüşüm Ofisi ve Yatırım Ofisi ise milli güvenlikle doğrudan olmasa bile tali ilişkiye sahip bulunmaktadırlar. Ofis personelleri, Cumhurbaşkanlığı Kurullarında görev yapanlardan farklı olarak ağırlıklı olarak özel sektörde görev yapmış ve başarılı olmuş kişiler arasından seçilmektedir.

            Yeni Güvenlik Bürokrasisi ve Silahlı Kuvvetler

Sivil-asker ilişkilerinin dönüşümü ve askeri bürokrasinin sivil alandaki etkilerini kısıtlamaya yönelik girişimler 2000’li yılların başından itibaren gerçekleştirilen düzenlemelerle başlatılmıştır. Milli Güvenlik Kurulu içerisinde asker sayısının azaltılması ve Kurul Genel Sekreterliği’nin etkisinin törpülenmesi ve Kurul’un aylık olağan toplantılarının iki aylık sürece çekilmesiyle birlikte Kurul’un otonomisi ortadan kaldırılmak istenmiştir. Ayrıca askeri mahkemelerin görev alanları da daralmış, 26 Haziran 2009 yılında gerçekleştirilen düzenlemeyle birlikte asker kişilerin devlet güvenliğine karşı işlediği suçların yargılamasının sivil mahkemelerde yapılması kararlaştırılmıştır. 16 Nisan 2017 referandumunun kabul etmesiyle birlikte ise disiplin mahkemeleri dışındaki askeri mahkemeler tamamen kapatılmış, askeri hakim ve askeri savcılar, Adalet Bakanlığı bünyesine geçiş yapmışlardır. Bu dönemde RTÜK ve YÖK’te bulunan asker üye koşulu sonlandırılmış, Silahlı Kuvvetler Sayıştay denetimini kabul etmiş ve okullardaki Milli Güvenlik dersi kaldırılmıştır. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısında gerçekleştirilen en köklü düzenlemeler 2016 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemelerin çoğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmeden evvel gerçekleştirilmiş olsa bile Hükümet Sistemi’nde de yeni yapı devam ettirildiği için genel maddeler halinde sunulmuştur.

  1. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığı’na Bağlandı

Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kararname” ile Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlandı.[28]

Söz konusu kanun hükmünde kararname (KHK), Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı.

Kararname ile Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 4’üncü maddesi, “Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlıdır.” şeklinde değiştirildi.

Buna göre, Jandarma Genel Komutanlığının kuruluş ve kadrolarıyla konuş yerleri, İçişleri Bakanlığınca düzenlenecek, ancak sıkıyönetim, seferberlik ve savaşta kuvvet komutanlıkları emrine girecek birliklerin, kuruluş ve kadrolarıyla konuş yerlerinin düzenlenmesinde, Genelkurmay Başkanlığının-Milli Savunma Bakanlığı’nın- görüşü alınacaktır.

  • Askeri Okullar Kapatıldı

İlgili kararnameyle Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatıldı. Bu okullardan (2016)’da mezun olanlar subay ve astsubay olarak atanmayacaklardır. Öğrenciler puanlarına göre lise ve üniversitelere yerleştirilecekdir.

Resmi Gazete’de yer alan “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” kapsamında söz konusu okullar kapatılırken bu okullarda okuyan öğrencilerin durumu hakkında da çeşitli düzenlemeler yapıldı. Buna göre harp okulları, fakülte ve yüksekokullar ile jandarma dahil astsubay yüksekokullarında öğrenimine devam eden öğrenciler, Yükseköğretim Kurulu’nca üniversite sınavının yapıldığı tarihte aldıkları yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun fakülte ve yüksekokullara naklen kaydedilecekler. Askeri liseler ile astsubay hazırlama okullarında öğrenimine devam eden öğrenciler ise Milli Eğitim Bakanlığınca giriş sınavlarının yapıldığı tarihte aldıkları ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara kaydedilecekdir.

Yapılan düzenleme ile 30 Ağustos itibarıyla mezun olacak askeri öğrencilerin subay ve astsubaylığa nasbı da (yerleştirme) yapılmayacakdır. Bu durumdaki öğrencilere üniversite sınavının yapıldığı tarihte aldıkları yerleştirme puanları dikkate alınarak Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek durumlarına uygun fakülte ve yüksekokullarca diploma verilecek, ayrıca bu madde kapsamında hakkında işlem tesis edilenlerden herhangi bir tazminat alınmayacak. Maddenin uygulanması ile ilgili olarak usul ve esasları belirlemeye, uygulamayı yönlendirmeye, her türlü tedbiri almaya ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye Yükseköğretim Kurulu görev ve yetkili kılındı. Bu KHK’nın yürürlüğe girdiği tarihe kadar (31 Temmuz 2016) herhangi bir sebeple TSK’ya bağlı askeri okullardan ayrılan veya çıkarılan askeri öğrencilere ilgili mevzuat uyarınca borç çıkarılmayacak, çıkarılmış borçlar tahsil edilmeyecek ve başlatılmış işlemler durdurulacak ancak bu amaçla yapılmış olan tahsilatlar iade edilmeyecekdir. MSB’nin görev ve teşkilatı hakkındaki 1325 sayılı kanuna eklenen bir madde ile ihtiyaç duyulması halinde lise ve dengi okulları bitirerek fakülte ve yüksekokullara devam hakkını kazanmış olanlar ile fakülte veya yüksekokullarda okudukları sınıfı başarıyla geçen öğrencilere, seçildikleri takdirde yurtiçi ve yurtdışındaki yüksekokullarda askeri öğrenci olarak öğrenim yapma imkânı getirildi.

Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli ve işgal ettikleri kadrolar hakkında, ilgisine göre 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun geçici 4. maddesi ile 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun geçici 7. maddesi hükümleri uygulanacak. Diğer personel, Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşundaki uygun kadrolara atanacak. Öte yandan 24 Mayıs 1989 tarih ve 3563 sayılı Harp Akademileri Kanunu da yürürlükten kaldırıldı.

Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kuruldu. Buna göre, Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan Milli Savunma Üniversitesi, rektörlüğe bağlı olarak, kurmay subay yetiştirmek ve lisansüstü eğitim vermek amacıyla yeni kurulan enstitülerden, kara, deniz ve hava harp okullarından, astsubay meslek yüksekokullarından oluşacaktır. Üniversitenin rektörü, Milli Savunma Bakanının önereceği ve Başbakanın uygun göreceği üç aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Ayrıca rektöre, görevlerinde yardımcı olmak üzere sayısı dördü geçmemek üzere Milli Savunma Bakanı tarafından rektör yardımcıları atanacak. Üniversitenin teşkilatı, Bakanlar Kurulu kararıyla oluşturulacak.

Enstitü müdürleri, Milli Savunma Bakanı tarafından atanacak, enstitülerin altındaki gerekli akademik birimler, rektörün teklifi üzerine Milli Savunma Bakanlığınca oluşturulacaktır. Enstitülere giriş şartları ile enstitülerin kurulması, işleyişi ve diğer hususlar, Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenecek. Harp okulları ve astsubay meslek yüksekokulları, üniversite bünyesinde ve denetiminde kendi özel kanunlarına göre faaliyet gösterecek, iş ve işlemleri üniversite rektörlüğü tarafından yürütülecektir. Özel kanunların bu KHK’ya aykırı hükümleri uygulanmayacaktır.

Ayrıca askeri liseler tamamen kapatılırken İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi kurulmuştur.

  • Askeri Hastaneler Sağlık Bakanlığı’na Bağlandı

Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve asker hastaneleri, sağlık Bakanlığına devredilerek, bunlara bağlı tahsisli taşınmazlar Bakanlığa tahsis edildi.

“Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”, Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre, GATA’ya bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları, her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Bunlara tahsisli taşınmazlar da Bakanlığa tahsis edildi. Devredilen sağlık kuruluşlarından müstakil olanların taşınmazları, müştemilatıyla birlikte ve bütün olarak tahsis edilecek. Başka hizmet birimleriyle aynı yerleşke içerisinde bulananlardan ifrazı mümkün olanların, ifrazı ve tahsisi yapılacak. GATA’ya bağlı yükseköğretim birimleri, her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilecek ve bunlara tahsisli taşınmazlar da üniversiteye tahsis edilecek. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, devirden önce GATA bünyesinde yürütülmekte olan kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer tehditlere karşı savunma, hava ve uzay hekimliği, sualtı hekimliği, harp cerrahisi gibi özellikle askeri sağlık hizmet alanlarına yönelik hizmet, eğitim, araştırma ve danışmanlık hizmetlerini de yürütmekle görevli olacaktır.

  • Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlarındaki Düzenleme

1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun ile 1325 sayılı Milli Savunma Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile Kuvvet Komutanlıkları, diğer kanunlarla Genelkurmay Başkanlığı’na verilen görev ve yetkiler saklı kalmak koşuluyla Milli Savunma Bakanına bağlanmıştır. Genelkurmay Başkanı ise önce Cumhurbaşkanı’na bağlanmış, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte Milli Savunma Bakanı’na bağlanmıştır. Genelkurmay’ın kuvvet komutanlıklarıyla da ilişkisi bulunmamakla birlikte kuvvetler savunma bakanlığına bağlanmıştır. Ayrıca Cumhurbaşkanı gerekli görmesi durumunda kuvvetlerden bilgi alabilir ve direkt olarak emir verebilmektedir. Yeni sistemle birlikte sıkıyönetim ilanı mümkün değildir. Ancak uygun görülmesi halinde Cumhurbaşkanı, kuvvet komutanlıklarını iç güvenlikte genel kolluk yetkisiyle görevlendirebilecektir.

  • Silahlı Kuvvetlerle İlgili Gerçekleştirilen Diğer Düzenlemeler

Yeni sistemle birlikte Yüksek Askeri Şura sivil ağırlıklı hale getirilmiş ve tayin ve terfilerde Milli Savunma Bakanlığı sorumlu olmuştur. Bu haliyle güçlendirilmiş bir savunma bakanlığı modeli uygulanmaktadır. Bu düzenlemedeki amaç ise modern devletlerin sivil-asker ilişkileri ve askeri modernizasyon standartlarını yakalayabilme gayretidir.

NATO Standartlarında ve Normalleşen Sivil-Asker İlişkileri

Milli Savunma Bakanlığının hizmet birimlerinde de bazı değişiklikler yapıldı.

Buna göre, “Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı”, “Genel Plan ve Prensipler Genel Müdürlüğü” kapatıldı.

Bakanlığın hizmet birimleri arasına “Askeri Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü”, “Savunma ve Güvenlik Genel Müdürlüğü” ve “Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü” eklendi.

“Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü”nün ismi “Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

Kararnamede yapılan değişiklikte hizmet birimlerinin görev ve yetkilerine de yer verildi.

Bakanlık merkez teşkilatında, “Milli Savunma Uzmanı” ve “Milli Savunma Uzman Yardımcısı”, “Savunma Hizmetleri Uzmanı” ve “Savunma Hizmetleri Uzman Yardımcısı” adıyla istihdam yapılması kararlaştırıldı.[29]

             Yeni Güvenlik Bürokrasisi ve İç İşleri Bakanlığı

Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren en önemli bakanlıklardan birisi olmuştur. En başta mülki idare ve kendisine bağlı güvenlik teşkilatları sayesinde iç asayiş, huzur ve güvenliğin sağlanmasının yanı sıra halkla temas halinde bulunan bu birimlerin varlığı halkın nabzının her daim tutulmasına imkân veren bir ilişki sürecini de beraberinde getirmiştir.

İçişleri Bakanlığının önemli konumu sebebiyle Fetullahçı Terör Örgütü Unsurları, Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte en önemli kadrolaşma eğilimini Emniyet Teşkilatına yönelik olarak sürdürmüştür. 2016 yılında Bakanlığa Süleyman Soylu’nun getirilmesiyle birlikte bu kadrolar acil olarak İçişleri Bakanlığına bağlı birimlerden temizlenmeye başlamıştır.

İçişleri Bakanlığı iç güvenliği genel olarak Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik birimleriyle sağlamaktadır. Jandarma’nın askeri yapısı ve bakanlıkla olan ilişkisi uzun yıllar boyunca tartışılmış ve ikilimde kalmıştır. Jandarma teşkilatları iç güvenlik genel kollukları olmaları sebebiyle bu yönde bir teşkilatlanmanın bulundukları ülkelerde İçişleri Bakanlıklarına bağlı olarak görev yapmaktadırlar. Ancak bu teşkilatların askeri statülerinin bulunmaları konumlarını özel bir seviyeye yükseltmektedir. Türkiye’de de Jandarma teşkilatı, İçişleri Bakanlığına bağlı görev yapmıştır ancak teşkilatın askeri yönü ağırlıklı olmak üzere Genelkurmayla olan sıkı ilişkileri bu teşkilatın bakanlıkla olan münasebetini asgari düzeye indirmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı içerisinde muharip sınıflardan birisi olarak Jandarma da yer almıştır ve Jandarma Genel Komutanları bu görevlerini ifa ettikten sonra Kara Kuvvetleri Komutanı olarakta atanmışlar ve Türk Güvenlik yapılanması gereği Kara Kuvvetleri Komutanları ise bekleme sürelerinin sonucunda Genelkurmay Başkanı olarak atanmışlardır. Hükümet sistemiyle gerçekleştirilen sivil-asker ilişkilerinin normalleşme zemini Jandarma yı da kapsayacak biçimde devam ettirilmiştir.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Jandarma ve Bağlı Birimlerini Periyodik Olarak Denetlemektedir

İçişleri Bakanlığı Jandarma Üzerinde İlk Kez Tam Olarak Sivil Denetim Sağlayabilmiştir

Jandarma’nın Mavi Renk Tonlu Yeni Üniforması Askeri Niteliğinden Çok Genel Kolluk Mahiyetini Öne Çıkarmaya Yönelik Tasarlanmıştır

Kolluk birimlerinin eşgüdümlerine yönelik önemli bir girişim ise Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın aynı hat üzerinden iletişim kurmalarına olanak sağlayan ortak muharebe sisteminin kurulmaya başlanmasıdır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise bu girişimi bir devrim olarak nitelemiştir.[30]

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte İçişleri Bakanlığına bağlı olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kapatılmıştır. Buna mukabil 18 Nisan 2019 tarihinde 32 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi uyarınca İçişleri Bakanlığına bağlı olarak Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi kurulmuştur. Merkezin görevleri ise şu şekilde belirlenmiştir:

a) Olay öncesi, sırası ve sonrası süreçleri bütünleşik bir yönetim anlayışı ile etkin bir şekilde planlamak, takip ve koordine etmek.

b) Gerekli analiz ve planlama çalışmalarını yapmak, çözümler üretmek, eğitimler düzenlemek.

c) Görev ve sorumluluk alanıyla ilgili bütünleşik görüntü, bilgi ve veri sistemleri oluşturmak.

ç) Bakanlık merkez birimleri, bağlı kuruluşlar, valilikler, mahalli idareler, diğer bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlamak.

d) Afet ve acil durumlar ile ilgili olarak Bakanlığa verilen görevlere ilişkin iş ve işlemleri yürütmek.

e) Sivil savunma ve seferberlik hizmetlerine ilişkin ilgili mevzuatla Bakanlığa verilen görevleri yerine getirmek.

f) Kritik altyapı, tesis ve yatırımların güvenliğini sağlayan kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlamak.

g) Güvenlik kaynaklı acil durumların yaşandığı ilin yerel imkânlarının yeterli olmaması halinde merkezi idare, kurum ve kuruluşlar ile iller arası ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çalışmaları koordine etmek.

ğ) Cumhurbaşkanlığı Devlet Bilgi Koordinasyon Merkezi ile Bakanlık arasındaki bilgi akışı ve koordinasyonu sağlamak.

h) Bakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.

Diğer taraftan GAMER bünyesinde çeşitli çalışma birimleri oluşturulmuştur[31]:

  • Acil Durum ve Koordinasyon Çalışma Grubu
  • Bilgi İşlem Çalışma Grubu 
  • Güvenlik İşbirliği ve Koordinasyon Çalışma Grubu
  • Hukuk İşleri Çalışma Grubu
  • İdari ve Mali İşler Çalışma Grubu
  • İnsan Kaynakları ve Eğitim Çalışma Grubu
  • İzleme ve Haberleşme Çalışma Grubu
  • Kurumsal İletişim Çalışma Grubu
  • Sivil Savunma ve Seferberlik Çalışma Grubu
  • Toplumsal Olaylar Çalışma Grubu

Uygun görülmesi durumunda farklı çalışma grupları da oluşturulacaktır. GAMER’in kuruluş ve görev sahası birimin henüz tam olarak bir stratejik istihbarat teşkilatı olmadığını ağırlıklı olarak eğitim, koordinasyon, takip ve planlama ağırlıklı güvenlik yapılanması konumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Merkez’in ise ilk başkanı olarak Hakan Kafkas belirlenmiştir.

Türkiye’de yeni hükümet sistemine göre Cumhurbaşkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığına yönelik gerçekleştirilen yenilikler genel olarak bu gelişmeleri içermiştir. Değişen uluslararası güvenlik paradigmalarına göre ise öneriler kısmında üzerinde durulması gereken unsurlar ve reform önerileri sıralanmış bulunmaktadır.

                Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Güvenlik Bürokrasisi[32]

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Yeni Milli Güvenlik Yapısına Yönelik Geliştirilen Öneriler

Yeni sistemin eksik veya olumlu tarafları siyasi tartışmaların konusu olmakla birlikte Milli Güvenlik, iç siyaset üzeri bir anlayış ve yorumu gerektirmektedir. Bu sebeple geliştirilen öneriler aşağıda genel hatlarıyla sıralanmıştır:

  • Sivil-asker ilişkilerinin rayına oturmasıyla ve Milli Savunma Bakanlığı merkezli askeri güvenlik tesisiyle birlikte süreç içerisinde bölgesel ve fonksiyonel komutanlıklar oluşturulmalıdır. Türkiye’nin jeopolitik konumu dikkate alındığı takdirde, Avrasya-Avrupa ve Ortadoğu Komutanlıkları müşterek esasa göre oluşturulmalı ve fonksiyonel komutanlıklar arasında yer alacak kara, hava ve deniz komutanlıkları oldukça küçük ve hareketli seviyeye indirilmekle birlikte müşterek bölgesel komutanlıklarla entegresi sağlanmalıdır. Kuvvetlerin başında asker bir kurmay başkanı ile üniformasız ancak askeri personel statüsündeki daimi müsteşar yer almalıdır. Müsteşarın ve kurmay başkanının birbirlerine üstünlükleri bulunmamalıdır. Uzay Komutanlığı gibi yeni birimlerin tesis edilmesinin yanı sıra silahlı kuvvetlerin kendi personel takibi ve tahkikatını yapabilmesine yönelik çözümler geliştirilmelidir.
  • Milli Savunma Bakanları eski askerlerden seçilip atanabileceği gibi asker olmayan ancak milli güvenlik yetginlik ve ilgili çalışmaları bulunan kişilerden de seçilip atanmalıdır. Milli Savunma Bakanları ya da Genelkurmay Başkanları atanırken Karacı önceliğinden vaz geçilmelidir. Aynı şekilde Milli Savunma Üniversitesi Rektörleri de eski askerlerden ya da ilgili çalışmaları bulunan asker kişi olmayanlardan seçilip atanabilir.
  • Ordu’nun içerisinde üniformalı ve üniformasız ayrımı kaldırılmalıdır. Buna göre yeni sistemde asker olmayan ancak Milli Savunma Üniversitesi gibi birimlerde yöneticilik konumunda bulunan asker olmayan kişilerde TSK hiyeraşisine göre astı olan üniformalı ya da üniformasız personele talimat verebilmektedir. Bu noktada personel ‘’Askeri Personel’’ ortak kimliğinde buluşmalıdır. Orduevlerindeki ayırım ortadan kaldırılarak TSK personeli erbaşlar ve memurlarda bu tesislerden faydalanabilmelidir. Postmodern ve kapsayıcı ordunun en önemli özelliklerinden birisi personel aidiyet duygusunu güçlendirebilme yeteneğidir.
  • Askerlerin, askeri konulardaki görüş ve kaygıları ile ulusal dış güvenliğe ilişkin stratejileri önem taşımaktadır. Bu sebeple siyasi irade bu görüşlerin üzerinde dikkatli biçimde durarak değerlendirmelidir.
  • Kamu Düzeni Müsteşarlığı yeniden açılarak stratejik istihbarat yetkisiyle donatılmalıdır. Ayrıca GAMER bünyesinde algı dairesi oluşturulmalıdır. Birleşik İstihbarat yapılanmasından, uzmanlaşmış birden fazla istihbarat yapılanmasına geçilmelidir. Bu husustan hareketle artık özel istihbarat kuruluşlarının da /sözleşmeli şirket/ faaliyete geçirilmesi gerekmektedir.
  • Asker, kamu görevlisi, sivil toplum yöneticilerinden seçilecek kişileri altı ay boyunca eğitim görecekleri bir akademi tesis edilmelidir. Akademiye devam eden kişiler bitirme projelerini sunmaları durumunda tezli yüksek lisans mezunu kabul edilmelidirler. Bu konuyla ilgili YÖK ile gerekli bağlantılar yapılarak düzenleme oluşturulmalıdır. Burada amaç kamu kuruluşu yöneticileri ve seçkin sivil toplum mensuplarının milli güvenlik eğitimi ve istihbarat bilgilerine haiz olarak görevlerini sürdürmelerine olanak sağlayabilmektir.
  • Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyelerinin daimi mensupları bulunmamaktadır bu durumun düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca Asimetrik Harple Mücadele Ofisi hayata geçirilmelidir.

[1] Alaeddin Şenel, Eski Yunan’da Eşitlik ve Eşitsizlik Üzerine, Ankara, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1970, s.453

[2] Askerlerin sivillerden daha vatansever, milliyetçi hatta üstün fizikli oluşu yönündeki düşünceler 20. Yüzyılın başından beri Türkiye’de sıklıkla ifade edilirdi. 1882 yılından itibaren ordu modernizasyonu için davet edilen Prusyalı komutanlarda Prusya Ordusu ve Prusya Askerleri için aynı görüşü paylaşırlar, Milleti Müesellah anlayışıyla asker millet düsturunu benimserlerdi. Dolayısıyla Prusya ekolü, Türk ordusunu, askerin sivillere, sivillerin ise askerlere bakışını doğrudan etkilemiştir.

[3] İlhan Uzgel, TDP’nin Oluşturulması, Baskın Oran (Der.), Türk Dış Politikası Cilt 1:1919-1980, 10.Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s.87

[4] Erdoğan o süreçte genel başkan olmasına rağmen milletvekili seçimlerine katılamamıştır, Mart 2003’de tekrarlanan Siirt seçimleri neticesinde parlamentoya girmiş ve Başbakanlık görevini devralmıştır.

[5] Hilal Köylü, Patrikhane Tehdit Değil, Radikal, 28 Kasım 2004

[6] Murat Yetkin, Genelkurmay-TÜSİAD Buluşması, Radikal, 3 Haziran 2002

[7] 4 Temmuz 2003 yılında Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetlerine yönelik Amerikalı askerlerin planı ve desteğiyle gerçekleştirilen gözaltı uygulamasının sebebi olarak, TSK’nin tezkere konusunda ağırlık koymaması ve bu duruma verilen cevap olarak gösterilmektedir.

[8] Gencer Özcan, 2000’li Yıllarda Türkiye’de Dış Politika Yapım Süreci, Faruk Sönmezoğlu-Nurcan Özgür Baklacıoğlu Ve Özlem Terzi (Der.), XXI. Yüzyılda Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul, Der Yayınları, Eylül 2012, s.37

[9] Haber Bültenleri, 19 Ocak 2007

[10] Yıllar sonra anlaşıldığı kadarıyla Ogün Samast, Türk Bayrağı ve jandarmaların görüntüleri ve fotoğrafları, jandarma komutanlığında değil bir çay ocağında çekilmişti. 15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra bunu tertiplediği anlaşılan polis amirleri ihraç edilmişlerdir.

[11] Vatanseverlerin Öldürme Yemini, Haber7, 9 Şubat 2007

[12] Rahip Santoro Cinayeti.

[13] Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Nisan 2007

[14] Cemil Çiçek’ten 27 Nisan E Muhtırası Cevabı, Haber Bültenleri, 28 Nisan 2007

[15] Bu evrede ki ilginç bir gelişmede 367 Krizi olarak adlandırılan olaydır. Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu o dönemde Meclis tarafından gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis’te 367 vekilin hazır bulunması gerektiğini belirtmiş ve CHP’nin bu durumu Anayasa Mahkemesi’ne taşıması üzerine mahkeme 367 şarttır kararını vermiştir. O dönemde Meclisten bulunan Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi Genel Başkanlarının Genelkurmay tarafından arandıkları ve oylamaya katılmama yönünde uyarıldıkları gündeme gelmiştir.

[16] Gül’e Cephe Selamı Yok, Haber Bültenleri, 29 Ağustos 2007

[17] Asker Mesajında Israrlı, http://cevizkabugu.com.tr/yazilar.asp?bn=7OHPXM&procid=59

[18] Esenboğa’da Soğuk Duş, Vatan, 20 Eylül 2007

[19] E-Muhtıra Kalktı, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/18608654.asp

[20] 400 tutuklunun 250’si muvazzaftır. Örneğin Deniz Kuvvetleri’nde 54 Amiral vardır ve 18’i tutuklanmıştır. Yalnız Deniz Kuvvetlerinde Yüzde 33 oranında fire verilmiştir.

[21] O dönem Fetullan Gülen ‘’İmkân Olsa Ölüleri Mezardan Kaldırıp Oy Kullanmaya Gidilmeli’’ açıklamasını yapmış bunu ise kendilerini liberal olarak adlandırılan İkinci Cumhuriyetçi kitle Yetmez Ama Evet sloganıyla desteklemişlerdir. Gülen’in bu ifadelerinin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye sorulması üzerine Bahçeli ‘’ O Zat Ölüleri Oy Kullanmaya Götüreceğine Pensilvanya’dan Gelsin Kendisi Oy Kullansın’’ diyecek ve yeni bir tartışma başlayacaktır.

[22] Cumhurbaşkanlığı Sistemi, SETA

[23] Yusuf Şahin ve Oğuzhan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yürütme, Elvettin Akman (Ed.), Farklı Boyutlarıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 1.Baskı, Ankara, Nobel, Şubat 2021, s.61

[24] Tekin Avaner ve Recep Fedai, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Ofisler, Elvettin Akman (Ed.), Farklı Boyutlarıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 1.Baskı, Ankara, Nobel, Şubat 2021, s.202

[25] 1 Numaralı Kararname, Madde 26, 2018

[26] Barry Buzan, People States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post Cold War Era, Harlow-Londra, Pearson Longman, 1991, s.19-20

[27] Medya Haberleri, 8 Kasım 2020

[28] KHK/668

[29] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/gamerin-gorev-ve-yetkileri-belirlendi/1456548#:~:text=GAMER%2C%20kamu%20d%C3%BCzeni%20ve%20g%C3%BCvenli%C4%9Fini,ve%20kurulu%C5%9Flar%20aras%C4%B1nda%20koordinasyonu%20sa%C4%9Flayacak.

[30] https://tr.sputniknews.com/turkiye/202102171043832863-bakan-soylu-duyurdu-emniyet-jandarma-ve-sahil-guvenlik-ayni-telsizden-konusabilecek/

[31] https://www.icisleri.gov.tr/gamer/calisma-gruplari

[32] Hasan Ateş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Güvenlik Bürokrasisi, Academia.edu, s.2

Onur Dikmeci Hakkında

Onur DİKMECİ: (İstanbul) 1987 İstanbul doğumludur. Haliç Üniversitesi İşletme Lisans bölümünden mezun olduktan sonra Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans programına devam etmiştir. Güvenlik, istihbarat, NATO gibi konularda çeşitli eğitim programlarına katılmış ve bu alanlarda “Beyaz Kitap” ve “Devlet Aklı” adlarıyla 2 adet kitap yayımlamıştır. Türkiye’nin ilk özel istihbarat platformu Türkiye Algı Merkezi’nin (turkiyealgimerkezi.org) kurucusu ve direktörüdür. Bireysel ve kurumsal danışmanlık görevini sürdürmektedir.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: