Onur DİKMECİ – SASAM İstanbul İl Başkanı
Global anlamda her kaotik olay sonrasında yeni bir dünya düzeni kurulmuştur. Milletler Cemiyeti’nin yetersizliği yalnızca bu cemiyetin ortadan kalkmasına yol açmadı aynı zamanda konvansiyonel bir dünya savaşı da yaşandı. Kısa aralıklarla gerçekleşen iki dünya savaşından sonra ders alınıldığı düşünülerek Birleşmiş Milletler kurulmuştu. Buna göre modern ulus devletler yaşamakla birlikte küresel barışın ve nizamın temsilcisi bu yapı olacaktı ve ideal bir beraberliği yansıtacaktı. Hatta romantik tezler BM’nin küresel bir hükümet olma yönünde değişim geçireceğini bile işlemeye başlamışlardı.
Dijital ve haberleşme olanaklarının çoğaldığı dekolonizasyon süreciyle kolonilerin bağımsızlılarını kazanarak devlet sayısının yükseldiği dönem küreselleşmenin zirvesi olarak yorumlanmıştı. Bazı sosyal bilimciler artık tamamen küresel bir köyün kurulacağını öne sürmüştür. Ancak zaman içerisinde küreselleşmeye tepkinin yükselmesi yerel ve bölgesel geçerliliği gündeme taşımıştır ve şu anda hibrit bir siyasi sistem bulunmaktadır. Daha Adil Bir Dünya Mümkün adlı eser de bu duruma vurgu yaparak başlamaktadır. Buna göre küreselleşmenin sınırsız bir süreç olmadığı görülmüştür.[1] Ancak kitap aynı zamanda küresel sorunların varlığından bahsederken iklim değişikliği gibi popüler ancak hükümetler nezdinde geçerli biçimde ele alınmayan sorunlarla mücadele için uluslararası toplumun küresel yönetişim meselesi kapsamında[2] hareket etmesi gerektiğini savunmaktadır. Fakat yönetişim konusuna bir sınır çizilmiştir. Devletlerin egemenliklerinden vaz geçmeyecekleri ve yetkilerini üstel bir organizasyona kendiliğinden devretmenin beklenmesinin hayal ürünü olacağı da anlatılmıştır. Bu bağlamda eser, ultra küreselleşmecilerin ya da küreselleşme karşıtlarının/şüphecilerinin perspektifinden bakmak yerine rasyonel bir kavram ortaya koymak istemiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çeşitli platformlarda pek çok kez dile getirdiği ‘’Dünya beşten büyüktür’’ kavramını kuramsallaştırmak için çeşitli öneriler sıralamıştır. Bu önerilerin en cesur ve reformist ayağını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin veto yetkisinin kaldırılması[3] düşüncesi oluşturmaktadır. Şimdiye kadar Birleşmiş Milletler’in yapısıyla ilgili düzenlemeleri içeren teoriler öne sürülmüştür ancak her teori veto yetkisine dokunulmama üzerine konumlanmıştır.
Daha Adil Bir Dünya Mümkün adlı eser yalnızca Birleşmiş Milletler’in yapısının değiştirilmesiyle ilgili kavramları ele almamakla birlikte Türkiye’nin güvenlik kaygılarının da manifestosunu oluşturmaktadır. ‘’İyi terörist-kötü terörist’’ ayrımının doğru olmadığı vurgulanmakla birlikte PKK, YPG, DHKP-C, FETÖ gibi yapılara karşı[4] müsamaha gösterilmesinin yanlış olduğuna yönelik açıklama yapılarak İslam dünyasının da öz eleştiriye sahip olma gerekliliği vurgusu dikkat çekmektedir. Yine aynı zamanda 15 Temmuz hassasiyeti tekrarlanarak Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün bu konuda Türkiye’ye çifte standartlı davrandığı ifade edilmiştir.[5] Ancak eser yalnızca Batı ve Atlantik eleştirisinden ibaret farklı ideolojik kulvarlara çekilebilecek bütün batı kurumlarıyla uzlaşmayı ortadan kaldıran indirgemeci bir tez değildir. Çünkü Türkiye’nin hassas olduğu konularla ilişkin Çin ve Rusya’nın tavırları da açıkça eleştirilmiştir.
Örneğin Çin’in ekonomik büyümesinin ardından siyasi varlığı daha fazla gündeme gelmeye başladıkça veto yetkisini kullanmaya başlamıştır. Bu konuda Çin haklı biçimde veto yetkisini ulusal çıkarlara alet etmekle tanımlanmıştır.[6]
Kırım’ın bir oldu bittiyle statüsünün değiştirilmesi[7] konusunda da Rusya’nın eleştirilmesi doğuya ve batıya angaje olmak yerine kendi önceliklerini yaşatmak isteyen ve global barış vizyonunda taraf olan bir Türkiye’nin profilini ortaya koymaktadır.
BM Güvenlik Konseyi’ne belirli türde aktörlerin teklif edilmesi ise şimdiye kadar kalıcı bir çözümü sağlayamamıştı. BM, Bosna, Kosova, Ruanda, Filistin meselesi gibi konularda işlevselliğini çalıştırmazken güncel olarak yaşanan Covid pandemi sürecini de gündemine erken taşıyamamıştır. Yalnızca ekonomik göstergelere, demografiye ve kıtalara özgü tanımlarla konsey yapısını genişletmek ise çözümü sağlayamayacaktır. Bu noktada Almanya ekonomik büyüklüğün önemsenmesini tercih edeceği gibi, Hindistan nüfusun temsil edilmesini isteyecektir. Afrika kıtasından üyeliğin şart olduğunu düşünen Afrika devletlerinden ise Mısır, Etiyopya, Kenya’nın hangi kriterlere göre seçileceği belli değildir.[8] Zaten bu durum da küresel bir adaleti sağlayamayacaktır. Örneğin Hindistan Güvenlik Konseyi üyesi olursa ve veto hakkını elde ederse, Pakistan’ın hakkını kim savunacaktır? Ya da Brezilya tek başına tüm Güney Amerika’nın haklarını temsil edebilir mi?[9] Buna göre devlet endeksli reform yerine soyut ve ilkesel bir kurgunun varlığının oluşturulma zorunluluğu vurgulanmaktadır. Ayrıca şahıs merkezli tartışmaların da yersizliği oldukça açıktır. Bu durum eserde ‘’BM Genel Sekreterinin yetkilerini tartışmakla geçirilecek zaman ve harcanan çaba havanda su dövmekten başka bir anlam ifade etmez.’’[10] Biçiminde yorumlanır.
Daha Adil Bir Dünya Mümkün adlı eserde teklif edilen öneri Genel Kurul’un güçlendirilmesi ve eşitlerin oy kullandıkları adalet arenası haline getirilmesi ve Güvenlik Konseyi’nin ise Kurul içerisinden çıkan bir hükümet gibi görev almasıdır.[11]
Bazı dönemlerde BM’nin yapısının düzenlenmesiyle ilgili konular gündeme getirilmiştir. Kitapta da bu konu üzerinde durulmuş ve BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın modellerine de atıfta bulunulmuştur.
Annan’ın önerisi A Modeli ve B Modeli olarak ikiye ayrılmaktadır. A Modeli veto yetkisi olmadan altı yeni daimi üye ile BM Güvenlik Konseyi’nin genişletilmesini önermiştir. B Modeli ise daimi üyelikten farklı olarak sekiz ülkenin dönüşümlü olarak yer alacakları yarı daimi statülü üyelerden oluşan teoriyi kapsamaktadır. Ancak Annan’ın öne sürdüğü düşünceler teori olmanın ötesine geçememiştir.
BM daimi üyesi Rusya, G-4 ülkelerinin, Güney Afrika ve Mısır’ın Konsey daimi üyesi olmalarını desteklemektedir. Fakat bunu desteklemesi statükodan taraf olmadığı anlamına gelmemektedir.
Çünkü daimi üye yapılması durumunda yeni üyelerin mutlak veto hakkına sahip olmalarına karşı olduğu gibi kendisinin dahil olduğu ”daimi 5’ler”in de veto yetkilerinin sınırlandırılmasına karşı çıkmaktadır.[12]
Değerlendirme ve Sonuç
Daha Adil Bir Dünya Mümkün adlı eser yalnızca küresel sorunlarla mücadelede işlev eksikliği ve BM adalet mekanizmasının giderek sarsılmasını saptamamış çözüm önerisi de getirebilmiştir. Buna göre Türkiye’nin üyesi olduğu ‘’Konsensüs İçin Birlik’’ grubunun veto imtiyazı hayali kurmayan ülkeleri birleştirecek bir koalisyonu meydana getirmesi[13] teori olarak oluşturulmuştur. Grubun öncelikle vetoya karşı mücadele için aralarındaki ayrılıklara son vererek ortak hareket etmesi fikri öne çıkmaktadır. Bu konuyla ilgili ise Türkiye’nin inisiyatif üstlenmesi grup çalışmalarını kolaylaştıracaktır. Böylelikle Türkiye ilk defa teorilere karşı teori üreten değil kendisi yepyeni bir teori tasarlayan bunu ise liderlik hırsıyla yapmaktan öte adil bir yönetişim için oluşturan konumuna yükselmektedir. Ulusal yapılardan taviz vermeden, küresel organizasyonları topyekûn hedef alarak çözümsüzlüğü körüklemek yerine, ulusal-uluslararası-küresel birlikteliğinin değerler ve istikrar düzlemine oturtulabilmesi başarılabilirse gerçek manada yeni bir çağa girilmiş olunacaktır. Bunun dışında Türkiye’nin bu konuda gayretleri güvenlik anlayışına katkı yapmakla birlikte sömürgeci olmayan yeni bir vizyonun gelişmesine katkıda bulunabilecektir.
[1] Recep Tayyip Erdoğan, Daha Adil Bir Dünya Mümkün, 1.Baskı, İstanbul, Eylül 2021, S.14
[2] S.20
[3] S.34
[4] S.86
[5] S.87
[6] S.144
[7] S.149
[8] S.159
[9] S.162
[10] S.169
[11] S.185
[12] A. Nikitin, Russia As a Permanent Member Of The UN Security Council, Dialogue on Globalization, Friedrich Ebert Stiftung International Policy Analysis, Kasım 2012, s.2-16
[13] S.194