15. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın başlarına kadar Türk dil coğrafyasının doğu kolunun edebi dili olarak varlığını sürdüren ve “Orta Türkçe” döneminin son safhasını temsil eden Çağatay Türkçesi, bir yandan Karahanlı Türkçesinin[1] bir yandan da Harezm Türkçesinin[2] tesiri altında Çağatay ulusundan[3] meydana gelen yazı dilidir. Bu terim dar anlamda Moğol istilasından sonra Orta Asya’da meydana gelmiş olan Türk edebiyatını, geniş anlamda ise Timurlular devrinde meydana getirilen dil ve edebiyatı karşılamıştır[4]. Bir devlet ve yazı dili olarak 20. Yüzyılın başlarına kadar Oğuzlar dışındaki Türk boyları arasında varlığını sürdürmüş ve Türk dil coğrafyasının doğu kolunda dil birliğini sağlamıştır. Ancak Rus ve Sovyet dil politikasının bir sonucu olarak var olan ağızların ve lehçelerin yazı diline dönüştürülmesiyle de yerini Modern Özbekçe ve Yeni Uygurcaya bırakmıştır.
Çağatay Türkçesi, Ali Şir Nevaî’nin eserleriyle klasik şeklini almış, onun eserleriyle en edebi bir dil seviyesine ve mükemmelliğe ulaşmıştır. Ali Şir Nevaî’nin Çağatay Türkçesiyle ortaya koyduğu eserler, Horasan başta olmak üzere Türk dünyasının önemli bir kısmına tesir etmiş, hatta Osmanlı coğrafyasındaki bazı şairler Nevȃî etkisiyle Çağatayca şiirler kaleme almayı kendi dönemlerinin bir gereği olarak görmüşlerdir. Bu dönemde Çağatay Türkçesi aynı zamanda “Nevaî Dili” olarak adlandırılmıştır.
İşte böyle bir döneme öncülük eden Ali Şir Nevaî, 17 Ramazan 844 / 17 Şubat 1441’de Herat’ta dünyaya gelmiştir. Aslen Uygur Türklerinden olan Ali Şir Nevaî’nin itibarlı bir aileye mensuptur. Babasının Çağatay ulusunun ileri gelenlerinden olduğu ve Kiçikine Bahşi olarak anıldığı kayıtlarda yer almaktadır. Dedesinin Timur’un oğlu Mirza Şeyh Bahadır’ın yakın adamlarından olduğu, anne tarafından dedesinin de Mirza Baykara’nın büyük emirlerinden olduğu bilinenler arasındadır. Bu durum, Nevaî’nin Hüseyin Baykara ile çocukluk çağlarında tanışıp arkadaş olmasında ve bu ikilinin ilerleyen yıllarda bir araya gelmesinde etkili olacaktır. Ailesinin devlet hizmetinde bulunması sebebiyle iyi bir eğitim alan Ali Şir Nevaî, iki yaşında okuyup yazacak seviyeye gelir. 4 yaşında okula gönderilen Nevaî, ilerleyen yıllarda aruzda Derviş Mansur-i Sebzvari’in talebesi olup kıraat ilmini Mevlȃnȃ Âli-yi Camî’nin yanında öğrenir. Bir müddet de Hȃce Fazlullah Ebul-Veysî’nin talebesi olur.
Baykara ve Nevaî birlikte oldukları okul döneminde, ilerde bahtları açılıp daha mesut bir duruma erişmeleri hȃlinde birbirlerini unutmamak üzere dostluk sözü verirler. Baykara tahta oturduğu zaman sözünü tutar ve Nevaî’yi yanına aldırır. Bu süreçten sonra Ali Şir Nevaî aynı zamanda devlet adamı vasfına da sahiptir. Onun Hüseyin Baykara ile olan yakın dostluğu, devlet adamı ve sanatkâr kimliğe sahip olmasında etkili olacaktır. Devlette mühürdarlık, divan beyliği valilik gibi çeşitli görevleri yerine getiren Nevaî, sanatı ve şahsiyeti sayesinde Baykara’nın sarayında ve meclisinde seçkin bir konuma sahip olur. Daha hayattayken hem devlet kademelerinde hem de halk arasında yardımseverliği, devlet adamlığı ve edebi şahsiyeti itibarıyla zaman ve mekȃn üstü bir şöhrete sahip olan Nevaî hakkında Bȃbürşah kaleme aldığı Bȃbürnȃme adlı hatıratında yer verdiği şu sözler bu şöhretin hangi boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından kayda değerdir: “Bir kimse her hangi bir işte bir şey vücuda getirirse, onun rağbet görmesi ve meşhur olması için, ona ‘Ali Şîrî’ derdi ve bâzıları zarafetle onu Ali Şîr Bey’e isnad ederlerdi. Ali Şîr Bey, bir defa kulak ağrısı için, baş örtüsü bağlamıştı. Kadınlar gibi, baş örtüsünü böyle eğri bağlamağa ‘nâz-ı Ali Şîrî’ adını verdiler. Bu cümleden olarak, Bennâî Herat’tan gittiği vakit, palancıya, eşeği için, görülmemiş bir palan yaptırır ve ona ‘Ali Şîrî’ adını verir. Sonra bu, ‘Ali Şîr palanı’ diye meşhur oldu.”[5].
Ali Şir Nevaî devlet adamı kimliğiyle devlet içerisinde stratejik tedbirlerin alınmasında etkili olabilmekte ve yeri geldikçe hükümdarın kararlarına şeyhülislam gibi müdahȃle edip şerh koyabilmektedir. Bazı sosyal problemlerin çözümünde elinden gelen çabayı sarf ettiği görülür. Halkın dertleriyle yakından ilgilenen, onların dertleriyle dertlenen bir kimliğe sahiptir. Sultanın divanında bulunanlardan bir kısım beyler, bazı zarurî ihtiyaçları halktan tahsîl etmek istediklerinde, Şairimiz halkın zarar görmesiyle “saltanat kasrı”nın zarar görmesini engellemek için bu zarurîyetleri bizzat kendi cebinden karşılar. Bu durum çok defa tekerrür etmiştir.
Ali Şir Nevaî, ülkeyi iyi yönetmenin gereklerinden birinin yönetilenleri iyi tanımak olduğunu belirtir ve halk tabakalarını tanımak için uğraşmış bir devlet adamı olarak da karşımıza çıkar. Sadece bununla da kalmaz devlet sınırları içinde yaşayan insanları toplum içinde bulundukları yere göre kendi zamanına uygun sosyolojik bir tasnife tȃbî tutar. Timur kendi döneminde böyle bir tasnif yapmışsa da bu daha sınırlı bir tasnif olarak karşımıza çıkar. Timur’un 12 maddede topladığı tasnife karşılık, Nevaî’nin tasnifi 34 kısımdan oluşur.
Ali Şir Nevaî’nin şehircilik ve îmar faaliyetlerine düşünce ve icraat boyutunda katkıları olduğunu, geniş maddî imkânlarını hayır işleri için kullandığını görüyoruz. Fahri-yi Herari, onun inşaa ve tamir ettirdiği 370 civarında hayır eserinden bahsetmektedir. Buna ek olarak onun yaptırdığı 90 adet ribattan söz edilmektedir.
Ali Şir Nevaî, her şeyden önce çok cepheli bir şahsiyettir. O sadece bir devlet adamı, edebiyatçı değil aynı zamanda bir musiki üstadıdır. Bu alanda yazılmış kayda değer eserlere sahiptir. Babür bunu “Musikîde de iyi şeyler bestelemiş, güzel nakışları ve peşrevleri vardır.” Şeklinde kaydeder hatıratında.[6]
Ali Şir Nevaî, Hüseyin Baykara ile birlikte klasik Çağatay edebiyatında “Nevaî-Baykara” adı verilen bir dönem başlatmışlar ve yine onların destekleriyle Herat’ta birçok medrese yapılmış ve bu medreselerin istikrarlı bir şekilde bilim faaliyetlerine devamı sağlanmıştır. Nevaî ve Baykara’nın hamiliğinde Herat, birçok bilim ehlinin akın ettiği devrin en önemli bilim, kültür merkezi hȃline gelmiştir. Nevaî, gerek Herat’ta yetişen, gerekse dışarıdan gelerek etrafında toplanan bu insanlarla bizzat ilgilenmiş Hüseyin Baykara ile birlikte oldukları süreç boyunca oluşturdukları edebiyat meclislerinde yeni sanatkârların yetişmesini ve yeni eserlerin yazılmasını teşvik etmişlerdir. Bu meclisler, genellikle Nevaî ve üstadı Cami tarafından oluşturulmuş ve Nevaî’nin etrafında toplanan meclis usta edebiyatçıların hünerlerini sergilediği bir er meydanı niteliğine sahip olduğu gibi, yeni kabiliyetlerin keşfedildiği ve kendilerini geliştirmeleri için fırsat kapılarının aralandığı bir müessese konumuna sahip olmuştur. Bazı şairlerin tashih için şiirlerini Nevaî’ye gösterdikleri de bilinmektedir. Nevaî’nin bilim ve bilim ehline verdiği destekler, adına yazılan eserler ve nazirelerin çokluğundan da anlaşılmaktadır. Cami ile hem dost hem de hoca-talebe ilişkisi içerisinde bulunan Nevaî, yeri geldikçe hocasını eser yazma konusunda teşvik etmekten de geri kalmamıştır. Cami de talebesinin istek ve teşviklerine kayıtsız kalmamış, yazdığı eserlerde onun ismini yâd etmiş kaside, kıt’a ve gazellerini ya ona hitaben ya da cevaben yazmıştır. Caminin eserlerinin çoğu ömrünün son zamanlarında Nevaî’nin teşvikleriyle yazılmıştır.
Ali Şir Nevaî Türk edebiyatının en verimli, kendi devrine ve kendinden sonraki devirlere en çok tesir eden, edebiyatın her şeyden önce bir dil meselesi olduğuna inanıp Türkçeyi Kȃşgarlı’nın Arapçaya karşı savunmasından sonra o dönem ve kendinden önceki dönemde de revaçta bulunan Farsçaya karşı savunan bir temsilcisidir. Yaklaşık olarak 30 adet irili ufaklı eser orataya koymuştur. Şark edebiyatı dairesinde yetişen Nevaî üzerinde şair Kabûli, Garibî, Molla Camî, Genceli Nizȃmî, Dehlevî ve Firdevsî’nin tesirleri büyüktür. Ancak Nevaî’nin iyi bir edip şuurlu bir Türkçü olarak yetişmesinde zamandaşları olan Horasan padişahı Ebulkasım Babür Mirza, Molla Camî ve Hoca Hasan Hızrşah’ın isimerini ayrıca zikretmek gerekir.
Ali Şir Nevaî her şeyden önce sözün gücüne inanır ve “Söz, gönül kutusu içindeki cevherdir” diyerek bu düşüncesini somutlaştırır. Yine Türkçenin büyük bir dil olduğuna inanır ve Türkçe şiir yazılamayacağına inanan bazı şairlerin şiirlerini farsça yazdıkları dönemde o, Türk diliyle de güzel eserler yazılabileceğini ispat etmiştir. Farsça şiirler de yazmış olan şairimiz söz konusu eserlerinde “Fani”, Türkçe eserlerinde “Nevaî” mahlasını kullanır. Ayrıca bu mahlaslar da rastgele seçilmiş değildir. Şarkı, türkü anlamına gelen “Neva” kelimesi onun sanatla, duyguyla olan ilgisini açıkça ortaya koyar. Aynı zamanda Türk şiirine şekil ve ifade bakımından birtakım yenilikler de getirir. Bütün nazım şekillerinde hemen hemen her konu ve amaç uğruna eser vermiş, her türlü söz ve anlatım sanatını kullanmıştır. 6 adet mesnevi kitabı nazmetmiş olan şairimiz ilk hamse sahibi olma unvanına da sahiptir. Dört adet gazel divanı tertip etmiş, rubailer de kaleme almıştır. Ancak Rubailerinin çok başarılı olduğu söylenemez. Sadece gazellerinin sayısı 2600’den fazladır. Her şiiri ahenk ve güzellik bakımından ayrı bir değer taşımaktadır. Nesirlerinde daha çok Camî’yi taklit eden ve ondan etkilenen Nevaî’nin hemen her konuda bir inşası bulunmaktadır.
1072-1077[7] yılları arasında Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapçaya denk bir dil olduğunu ispat etmek maksadıyla Kȃşgarlı Mahmud ansiklopedik bir sözlük niteliğindeki Divanü Lûgati’t-Türk (DLT) adlı eserini yazmıştı. Türklük bilgisinin zengin malzemesini ortaya koyan bu eserin ardından 426 yıl sonra aynı bilinç ve şuurla ve aynı maksatla ikinci bir eser daha yazıldı: Muhakemetü’l-Lûgateyn. “İki dilin muhakemesi” esasına dayanan eser, DLT’ün aksine, Türkçenin karşısında Farsça göz önüne alınarak yazılmıştır[8]. Şuurlu Türklük hareketinin en somut örneğidir.
Tarih bir disiplin olarak dil ve edebiyatla yakın ilişki içerisinde bulunmakta ve sonuçları itibariyle yönlendirebilmektedir. Bu bağlamda, yazı dillerinin ve edebiyatın yükselişi hâkim olan devlet ve anlayışıyla yakından ilgilidir. İran edebiyatını inkişaf ettiren kesim de Gazneliler ve Selçuklular ile Acem Sultanları ve o devirlerde oluşan kültürel ortamlardır. Selçuklularda devletin resmi dili olması itibariyle Türkçe karşısında Farsçanın itibarı oldukça yükselmiştir. Timurlular devri de, Fars edebiyatı ve İslami İran kültürünün genişleme ve ilerleme imkȃnı bulduğu bir devirdir. Farsça, ilim dili olma sıfatıyla Arapçanın da önemini azaltmış resmi dil olarak Türkçenin yanında birinciliğini muhafaza etmiştir.
İşte bu şartlar altında hem Anadolu sahasındaki şairlerce hem de diğer şairler arasında Farsça Türkçeye tercih edilmekte, Türkçe hor görülmekteydi. Ali Şir Nevaî, bunun bilincinde olarak bu anlayış ve hâkimiyeti kırmak, Türkçenin en az Farsça kadar zengin olduğunu hem de ondan daha üstün anlatım olanaklarına, derinliğe ve inceliğe sahip olduğunu göstermek maksadıyla söz konusu eserini kaleme almıştır. Her iki dili de çok iyi bilen Nevayî, söz konusu eserinde, Türk dilinin kelime hazinesi bakımından zenginliğini ve söz inceliklerini dil kuralları çerçevesinde, bilimsel ölçülere uygun biçimde ele almış; Türkçenin mecaz, cinas, kafiye ve fiil yönünden Farsçadan daha zengin olduğunu birçok örnekle tespit etmiştir. Görüşlerini tek tek ayrıntılı olarak sıralamıştır. Nevayî bu eserinde sadece Türkçe ile Farsçayı değil, Türklerle Farsları düşünce, kavrayış ve yaratılışça da karşılaştırmıştır. Böylece Nevayî kendi milletine olan güven ve inancını da ortaya koymuştur.[9]
Nevayî, bu şartlar sonucunda Türkçeyi şiir dili hâline getirmenin zorluğunu da çok iyi anlamıştır. O zamana kadar Türkçe yazan şairler az olduğu için bu alan pek işlenmemiştir. Nevayî, Türkçenin, o dönemde Türk yazar ve şairleri tarafından bile kullanılmamasını, bu dilin yeteri ölçüde işlenmemiş olmasına ve zenginliğinin bilinmemesine bağlamaktadır. Onun şuurlu bu ve buna benzer çalışmaları sonucunda Farsça karşısında Türkçe yükselişe geçmeyi başarmış ve Türkçe ile de nitelikli ve güzel eserle yazılabileceği anlaşılmıştır.
Muhakemetü’l Lûgateyn adlı eserin bilinen dört nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan ikisi Türkiye’dedir. Bu nüshalar; Topkapı, Fatih, Paris ve Budapeşte nüshalarıdır. Ali Şir Nevaî’nin eserleri, Çağatayca’nın klasik şeklini almasında etkili olmuştur.
.
Özgür YILDIRIM[10]
Yazarın diğer çalışmaları için tıklayınız.
______________________
KAYNAKÇA:
[1] Orta Türkçenin ilk dönemini oluşturan, Eski Türkçe üzerinde temellenen, 11-13. Yüzyılları arasının yazı dilidir. Aynı zamanda Karahanlı devletinin resmi dilidir.
[2] Karahanlı Türkçesi İle Çağatay Türkçesi arasında geçiş özelliği gösteren, kendi coğrafyasının dil özelliklerinin yanı sıra Kıpçak ve oğuz boylarının şive özelliklerini de dahil olmasıyla şekillenen 14. Yüzyıl edebi yazı dilidir.
[3] Moğol istilasından sonra Cengiz’in çocukları tarafından kurulan Çağatay, İlhanlı ve Altın Orda devletlerinden Çağatay Han’ın hâkim olduğu saha üzerinde yaşayan Çağatay ulusunun şive özelliklerinin edebi yazı dili haline gelmesiyle inkişaf eder.
[4] ÖZYETGİN, Melek; “Tarihten Bugüne Türk Dili Alanı”, 2006
[5] ŞEN, Yasin; “Bȃbürnȃme’ye Göre Ali Şir Nevaî” , Türk Dünyası, S4, 2014,
[6] ŞEN, Yasin; “Bȃbürnȃme’ye Göre Ali Şir Nevaî” , Türk Dünyası, S.8, 2014,
[7] Divanü Lûgati’t-Türk’ün yazılış tarihi hakkında araştırmacılar arasında birtakım farklı görüşler hâkimdir. Biz, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun tarafından belirtilen tarihi esas alarak 1072-1077 tarihlerini belirtiyoruz.
[8] MAHDUM ABİD NAZAR (2006). Farsça Kaynaklarda Ali Şir Nevâyî. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 34(34), 103-155,
[9] Doç. Dr. Ertuğrul Yaman – Ali Şir Nevayî’de Dil Bilinci – Ali Şir Nevayî 560. D., 500. Ö. Yıl dönümlerini Anma Toplantısı Bildirileri sayfa: 153 / TDK Yayınları
[10] Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri Ana Bilim Dalı yüksek lisans öğrencisi, ozgur-yildirim0633hotmail.com