Amerika Birleşik Devletleri başkanlık sistemi ile bu ülkenin geçirdiği tarihsel tecrübe arasında yakın bir ilişki vardır. Bir hükümet sistemi olarak ABD başkanlık sistemi, İngiltere’nin sömürge faaliyetleri sonrasında meydana gelen siyasi, ekonomik ve sosyal şartların içinden çıkmış ve zaman içerisinde ihtiyaçlara binaen yapılan değişikliklerle günümüzdeki durumuna kavuşmuştur. Bu çerçevede, sistemin özelliklerini daha iyi anlayabilmek için, Kıtanın son üç yüzyıllık tarihinden kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
1750’lerde İngiltere ve Fransa arasındaki savaş kısmen Kuzey Amerika’yı da etkiledi. İngiltere savaştan galip çıksa da ciddi mali sorunlarla karşılaştı. Savaş harcamalarını finanse etmek için, 1764 tarihli Şeker Yasası ile Amerika’daki kolonilerde kahve, ipek ve şarap gibi lüks ürünlere vergilendirme getirildi. Koloniciler, kendilerinin dâhil olamadıkları uzak bir yasama meclisi tarafından vergilendirilmelerine tepki gösterdi. Kolonilerde bağımsızlığın fitilini ateşleyecek olan komiteler kuruldu. 1773’e gelindiğinde bir grup eylemci Boston limanında demirli, çay yüklü üç İngiltere gemisindeki bütün çayları denize döktü. Bu olay nedeniyle Massachusetts’i cezalandırmak isteyen İngiltere Parlamentosu Boston limanını kapattı. İngiltere’nin uyguladığı baskıcı politikaları görüşmek üzere, Georgia dışındaki bütün koloniler, delegelerini 1774 yılında Philadelphia’ya gönderdi. Böylece ilk Kıta Kongresi toplanmış oldu.
Amerika’nın bağımsızlığı için İngiltere ile koloniciler arasındaki ilk çatışmalar 1775’te patlak verdi. Kolonilerden gelen temsilciler durumu ele almak için yine Philadelphia’da düzenlenen İkinci Kıta Kongresinde bir araya geldi. Çoğunluğun görüşü İngiltere’ye karşı savaşmak yönündeydi. Oluşturulan kara ordusunun başına George Washington seçildi. Bunun yanında, Thomas Jefferson başkanlığında Benjamin Franklin, John Adams, Robert Livingston ve Roger Sherman’dan oluşan bir komitenin hazırladığı Bağımsızlık Bildirgesi 4 Temmuz 1776 tarihinde kabul edildi.
Massachusetts’de başlayan çatışmalar sekiz yıl boyunca devam etti. Nihayet, 1783’te imzalanan Paris Antlaşması ile eskinin kolonileri olan 13 yeni eyaletin bağımsızlığı kabul edildi. 13 Amerikan kolonisi 1783 yılında, 13 Amerika Birleşik Devleti halini aldı. 1777’de yazılan Konfederasyon Yasası, Kongre’ye iç meselelerle ilgili ciddi bir yetki vermiyordu. Kongre’nin para basma, vergi toplama ve ticaretin düzenlenmesi gibi bazı önemli konularda hiç yetkisi yoktu. Eyaletlerden gelen gelirlere bağlı olan ve kendisine ait herhangi bir mali kaynağı bulunmayan Birleşik Devletler 1786’da iflas etti. Bu olay üzerine, kolonilerden seçilen 55 delege Philadelphia’da anayasayı görüşmek için bir araya geldi. Kongre’ye “Virginia Planı” olarak bilinen ve James Madison tarafından kaleme alınan öneri damgasını vurdu. Güçlü bir merkezi hükümet öngören bu Plana göre, ulusal hükümet eyalet meclislerinin yetkili olmadığı bütün konularda yasama yapabiliyor, ulusal revizyon konseyi de eyalet meclislerinin çıkarttığı yasaları veto edebiliyordu. Bununla birlikte, küçük eyaletlerden gelen delegeler, güçlü bir federal hükümete sıcak bakmıyorlardı. Bu bağlamda önerilen New Jersey Planı, federal hükümetin gücünü azaltıyor ve merkezi yasama organı öngörmüyordu.
Dört ay süren bir müzakere sürecinin ardından, Kongreye ekonomi, para ve ulusal savunma konularını düzenleme yetkisi verilmesinde uzlaşıya varıldı. Ancak eyalet meclislerinden geçen yasaları veto etme yetkisi kabul edilmedi. Böylece, 17 Eylül 1787 tarihinde delegelerin çoğu yeni Anayasa’yı imzaladı. Bununla birlikte, anayasanın yürürlüğe girebilmesi için eyaletler tarafından onaylanması gerekiyordu.
Anayasa’ya karşı çıkan Anti-Federalistler, eyaletlerin yumuşak bir şekilde birbirine bağlı olması gerektiğini ifade ediyorlardı. Başkanın çok fazla güce sahip olduğunu düşünen Anti-Federalistler, senatörler için 6 yıllık görev süresinin uzun olduğundan şikayet ediyorlardı. Anayasa’yı destekleyen Federalistler ise güçlü bir devlete olan ihtiyaçtan bahsediyorlardı. Federalistlerin anayasanın onay sürecindeki en önemli propaganda faaliyetlerinden birine Philadelphia’daki Kongreye de katılan Alexander Hamilton imza attı. Hamilton’ın ön ayak olması, James Madison ve John Jay’in de makaleleri ile katkı sağlaması ile siyaset felsefesinin önemli yapıtlarından olan “Federalist Yazılar” yayımlandı.
Federalistlerin anayasanın onaylanması için verdikleri mücadele ve propaganda işe yaradı. 1787’de Delaware, Pennsylvania ve New Jersey; 1788’de Georgia, Connecticut, Massachusetts, Maryland, South Carolina, New Hampshire, Virginia ve New York; 1789 North Carolina; 1790’da Rhode Island anayasayı kabul etti. Böylece Amerikan anayasası yürürlüğe girmiş oldu. Anayasaya göre, yürütme gücü 4 yıllık bir dönem için seçilen Başkanda bulunuyordu. Başkan yardımcısı başkan ile birlikte seçiliyordu. Yasama organı olan Kongre, Temsilciler Meclisi ve Senatodan oluşuyordu. Temsilciler Meclisinin üyeleri her iki yılda bir eyaletlerde yapılan seçimler sonucunda, eyaletlerin nüfuslarına göre belirleniyordu. Her eyaletten gelen iki senatörün görev süresi ise 6 yıldı. Yargı erki bir Yüksek Mahkeme ve Kongrenin kuracağı alt mahkemelerden oluşuyordu. Yargıçların görev süresi iyi davranışları süresince ömür boyuydu.
Bir sonraki yazıda Anayasanın kabulü sonrasında ulusal hükümetin kuruluşundan bahsedilecektir. (İkinci bölüm için tıklayınız)
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.