Twitter Facebook Linkedin Youtube

CAN ÇEKİŞEN RUSYA’DAN KÜRESEL GÜCE PUTİN RUSYA’SI

Umur Tugay YÜCEL

Tarihler 1991 yılını gösterdiğinde iki süper güçten biri olan Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekildiğini ilan ediyordu. Sovyetler coğrafyası ve tüm dünya, hazırlıksız yakalandığı bu durum karşısında şok olmuştu.

Rus karar alıcıları ise daha bu şoku atlatamadan Rusya Federasyonunu inşa etmeleri gerekiyordu. Yeni Rus devleti kaos içinde doğmuştu. Gorbaçov ve Yeltsin gibi liderler çabaladılar ama bir türlü başaramadılar. Akıllarında birçok soru vardı: Doğu mu? Batı mı? Sosyalizm mi? Kapitalizm mi? Başkanlık mı? Parlamenter sistem mi? Bunlar ve benzeri birçok soru, kafalarını kurcalıyordu. Tüm bu karmaşa içerisinde Gorbaçov ve Yeltsin, Ruslar için en iyisini istemelerine rağmen bir türlü bu kaostan çıkamadılar.

KGB ajanlığından Rusya’nın liderliğine bir yol, Putin’i bekliyordu. Bu sefer tarih 1999 yılının Aralık ayını gösterirken Yeltsin televizyonların karşısına geçerek görevini bıraktığını açıklamıştı. Seçimler olana kadar vekâleten yerine Rusya Federal güvenlik servisi (FSB) başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’in geçeceğini tüm dünyaya ilan ediyordu. Bu genç bürokrat, sadece devlet içinde tanınan sade bir kişiliğe sahip bir memurdu. Bu durum, dünya kamuoyunda hem şaşırtıcı, hem de pek ciddiye alınmayan bir durum yarattı. 2000 yılında Davos Dünya Ekonomik Forumunda Putin kimdir sorusu kimse tarafından cevaplanamıyor ve büyük bir muamma, hem Rusya’yı, hem de dünyayı bekliyordu. Genelde Batı odaklı kurulu düzeni devam ettirecek sıradan bir devlet memurunun başta olduğu düşünülüyordu. Rus milleti de yeni liderini tanımıyordu.

Rusya’nın yeni lideri, ilk sınavını Çeçenistan konusunda verdi. İlk işi Rus ordusunun arkasında olduğunu göstermek oldu. Çeçenistan’a giderek birlikleri denetledi. İşte o zaman Gorbaçov ve Yeltsin’den farklı bir lider olacağını göstermişti. Hemen ardından meşhur renkli devrimlerin destekçisi George Soros’un Rusya’daki bağlantıları üzerine yürüdü. Rus milletinin ve devletinin zenginliklerini ele geçiren oligarkları bitirmek, Putin’in öncelikli işlerinden biri olacaktı. Bu Batı işbirlikçisi oligarklar, medya ve enerji sektörlerini yönetiyorlardı.

Zorlu bir savaştan sonra Putin, bu işbirlikçileri sindirmeyi başardı. Stratejik sektörlerin hepsinin devlet hâkimiyetine aldı. İpleri eline alan Putin devleti yeniden yapılandırdı. Merkezi sistemi güçlendirdi. Güçlü bir ordu kurmak için modernizasyonu devreye soktu. Hantal büyük birlikler yerine profesyonel daha küçültülmüş orduyu inşa etti.

Putin, ülkesinin avantajlarını ve dezavantajlarını iyi biliyordu. Güçlü devlet ve güçlü ordu inşasından sonra sıra ekonomik kalkınmaya gelmişti. Talih de Vladimir Putin’in yanında yürüyordu. ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, petrol ve doğal gaz fiyatlarını yükseltmişti. Ekonomik iyileşme, bütün halk tabanında hissedildi.

Ekonomik ilerleme, hem devlet hem özel sektör eli ile geliştirildi. IMF’ye olan borçlar ödendi. Batılı yatırımcılar hızla ülkeye geldi. Rus halkının yaşam standartları yükselmişti. Yoksul sayısı azalmış ve maaşlarda artış olmuştu.

Putin, Batı ile de ilişkileri daha geliştirmek istemişti. Lakin ABD’nin tek taraflı yayılmacı siyaseti ve Avrupa Birliğinin de sürekli Rusya’ya doğru genişlemesi, Rus karar alıcılarını tedirgin etti. Çünkü Rus tarihinin büyük bir bölümünü, Batıdan gelen işgaller oluşturuyordu.

Vladimir Putin, ne doğu, ne batı, ne Avrasya, ne de Atlantik gibi sınırlı düşünce kalıpları ile açıklanabilirdi. O, tam bir realist ve pragmatist olarak Rus ulusal menfaatlerini her şeyden üstün tutmuştur. O, Çarlık imparatorluğu ile Sovyet İmparatorluğunu birleştirerek Rusya Federasyonunun ulusal vizyonunu oluşturdu. Bu iki temel enerji kaynağını uzlaştırarak gücü dışarıya kanalize etti. Putin biliyordu ki; yeniden küresel güç olmak için geçmişi ile barışmış Rus ülküsü ışığında geleceğine yön veren bir liderlik gerekiyordu. Rusya, hem batıyı, hem doğuyu, hem Avrasya’yı, hem de Atlantik’i birlikte ele alarak merkez ülke şeklinde hareket edecekti.

Medvedev-Putin ikilisi, devlet ve ordu yeniden yapılandırılmasından sonra ilk sınavlarını Gürcistan’da verecekti. Sert gücün başarılı bir şekilde uygulanmasıyla sonuçlanan Rus-Gürcü savaşı, sadece Batıya değil, tüm dünyaya bir mesaj olarak verilmişti.

2008 krizinin etkilemesine rağmen Rus karar alıcıları, bu sınavdan da zor da olsa çıkmayı başardı. Putin, Batı medeniyetinin güç kaybettiğini biliyordu. Çok kutuplu bir dünya düzeni, ilk hedefiydi. Bu yüzden alternatif dünyaları hem aktifleştirmeye çalıştı, hem de yeni dünya düzenine öncülük etti. Asya’da Şangay İşbirliği Örgütünü Çin ile kurdu. Bunun ile yetinmeyen Rusya, BRICS adı ile dünyanın farklı kıtalarının ve medeniyetlerinin temsilcileri olan kıtasal ülkelerle bir ekonomik blok yarattı. Çin’e modern silahlar satan, Hindistan’a nükleerler santral yapan, Brezilya ile enerji alanında çalışan bir Rusya vardı artık. Kendi yakın çevresinde Bağımsız Devletler Topluluğu, Avrasya Ekonomik Birliği ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünü uygulamaya soktu. Soçi Kış Olimpiyatlarından dünya kupasına kadar Prestijli bütün etkinlikleri başarı ile tamamladı.

Artık Vladmir Putin, bir dünya markası olmuştu. Adı Rusya’dan önce gidiyordu. Dünyaca ünlü sinema yıldızları, futbolcular ve sanatçılar, onunla bir araya gelmeye başladı. Dünyanın her yerindeki tişörtlerde ve şapkalarda onun resmi vardı. Akademik yayınlarda Putin ve Rusya hep birlikteydi. Putin, Rusya’nın yumuşak güç potansiyellerinden birinin adı olmuştu.

Batı da boş durmuyordu. Zbigniew Brzezisnki gibi Amerikalı danışmanların dile getirdiği üzere, Ukraynasız bir Rusya düşünülemezdi. Ukrayna’da renkli devrim olmuştu. Avrupa Birliği de Ukrayna’yı Birliğin bir üyesi yapmaya uğraşırken, Putin Rusya’sı hamlesini yaptı ve Kırım’ı ilhak etti. Tüm dünya, Putin’in başkan olması gibi, bu ilhakı da şaşkınlık ile izledi. Putin, canlı yayında bu işin bittiğini dünyaya ilan etti. ABD ve AB hemen yaptırımları devreye soktu. Rusya’yı G-8’den çıkardılar. Rusya’ya özellikle ekonomik yaptırımlar ile ders vermeye çalıştılar. Ama Batı’nın unuttuğu bir şey vardı; dünya, artık eski dünya değildi. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi, Putin’inen yakın müttefikiydi. Putin, ardından 2019’da İngiliz ekonomisini geçecek olan Hindistan ile 8 nükleer santral anlaşması imzaladı. Başta Brezilya olmak üzere Latin Amerika ülkeleri ile ilişkilerini sıkı tutuyordu. Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerle birlikte ittifak kurmuştu. Hatta Sivastopal deniz üssünde 2047’ye kadar kullanım hakkına sahip oldu.

Tüm bu gelişmelerden sonra Putin, Batı’yı Suriye’de gafil avladı. Türkiye ve İran ile kurduğu ittifak, etki sahasını arttırdı. Öncelikle Esad’ın Suriye’nin başında kalmasını sağladı. Ayrıca deniz üslerini çoğalttı. Avrupa ülkelerinin elinden bir şey gelmezken, ABD ufak tefek birlikler ile Suriye’de tutunmaya çalıştı. Artık tüm dünya gördü ki; Batı ,Suriye’de kaybetti. Artık kararlar Brüksel’de, Washington’da ya da Paris’te değil, Soçi’de, İstanbul’da ve Tahran’da alınıyordu.

Can çekişen bir Rusya’dan Küresel bir güce dönüşün mimarı hiç şüphesiz Vladimir Putin’di. 2000 yılında Rusya GSYİH’si 260 milyar dolar iken, 2017 yılında 1,5 trilyon dolara çıkarak dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmişti.

1000 yıllık tarihin izinde dünyanın toprak bakımından en büyük ülkesi olan Rusya, dünyanın nükleer silah depolarından biridir. Rusya ayrıca silah satışında ABD’den sonra 2 numara olarak yerini almıştır.

Putin, 2018 seçimlerinde oyların yüzde 76.68’i gibi ezici şekilde bir üstünlük ile 4. kez 6 yıllığına Rusya’nın lideri olmuştur. Tüm dünya, yine mesajı almıştır.

ABD Başkanı Trump, şaibeli bir seçim süreci ve onlarca sokak çatışması ile göreve gelmiştir. Bürokratlar kendisini istememekte ve zorda kalınca kendi ülkesini bile tehdit etmektedir. Oysa Rus milletinin çoğunluğunun demokratik oyları, Rusya’yı yeniden ayağa kaldıran ve bürokratları ile iyi bir etkileşim yakalamış Putin’e verilmiştir. Bu durumda sizce hangi lider daha meşrudur?

Vladimir Putin, Rus dünyasının hem çarı, hem Sovyet partisi lideri, hem Avrasyalı, hem de Batılı bir lider olarak Rus imparatorluğunun mimarıdır. Bu lider, Rusya’yı yeniden küresel bir güç haline getirdi. Bu küresel güç Rusya’yı, şuan dünyadaki en iyi sert güç uygulayıcısı devlet olarak tanımlayabiliriz.

2000’li yılların başında Rusya Federasyonunun parçalanması öngörülürken, Gürcistan savaşı, Kırım ilhakı ve Suriye’deki zaferler Rusya’nın geri dönüşünü hem yakın çevresinde hem de dünyada göstermiştir. İdeolojilerin son bulduğu ve medeniyetlerin yeniden yükseldiği bu dünyaya hoş geldiniz. Rusya için dünya tarihi daha yeni başlıyor …

 

Umur Tugay YÜCEL
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: