Twitter Facebook Linkedin Youtube

PARALEL YAPININ DARBE GİRİŞİMİ NASIL BAŞARISIZ KILINDI?

Süleyman ERDEM

Süleyman ERDEM

15 Temmuz darbe girişimi, milletimizin tarihinde çok önemli bir yer tutacak. Hem bize yaşattığı acı ve travmalar açısından, hem de milletimizin korkusuzca darbe karşısında tek yürek olması ve darbeyi bertaraf ederek dünyaya örnek olması açısından…

Darbe girişimi sırasında yaşanan olaylara ilişkin internette dolaşan videolar izlenildiğinde, insanın yüreğinin daralmaması ve bize bu acıları yaşatanları lanetlememesi mümkün değil. Hainler, askeri ve polisi birbirine, halkı askere ve askeri de halka kırdırarak uzun müddet hafızalardan silinmeyecek travmalar oluşturdular bu milletin zihninde. Kurtuluş Savaşı sırasında düşman kuvvetlerin ve sonrasında teröristlerin dahi akıllarından geçirmediği veya yapamadığı bir eylem olan Gazi Meclisimizin bombalanması bile bu travmalar yanında geri planda kalıyor. Milletin huzur, güven ve refahını temin etmek için darbe yaptıklarını iddia ederek millete karşı terör estiren ve milletin meclisini dahi bombalamayı meşru gören bu sapkın zihniyetteki kişiler, Allah’ın yardımı ve milletimizin feraseti ile amaçlarına ulaşamadan rezil ve deşifre oldular.

Allah’ın yardımı diyorum çünkü yapılan darbe girişimi oldukça tuhaflıklar barındırıyor içinde. Cumhurbaşkanı, Başbakan, siyasi parti liderleri, bakanlar, üst düzey yargı organlarının başkanları ve icracı kurumların yöneticisi üst düzey bürokratlardan hiçbiri tutuklanmadan (tek istisna Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga idi galiba) ve medya organları ile internet erişimi kontrol altına alınmadan, sanki milleti galeyana getirmek istercesine boğaz köprülerini kapatarak ve Ankara’da çok alçaktan jetleri uçurarak darbeyi ilan etmek, akla yatkın bir planlama değil. Hepimiz duymuşuzdur; geçmiş darbeler sırasında  ilk kontrol altına alınan kurumlar TRT stüdyoları olmuştur. Ancak bu darbe girişiminde darbeciler, bırakın özel televizyon kanallarını TRT’ye bile darbenin duyulmasından 2 saat sonra el koymaya çalışmışlar ve darbe bildirisi gece 00’da okunmaya başlamıştı.

Bu durumda iki ihtimal karşımıza çıkıyor: Ya darbecilerin basiretleri bağlandı ve böyle aptalca bir şekilde darbe yapabileceklerini zannettiler (ki aşağıda açıklayacağım nedenlerle mümkündür) ya da darbede yer alacağı düşünülen ve değindiğimiz eksiklikleri yerine getirme görevi verilen bazı unsurlar, darbecileri yarı yolda bıraktı. Çünkü ilk etapta üst düzey siyasetçi ve bürokratlar tutuklanmış, tüm ulusal medya ve internet kontrol altına alınmış olsa idi, Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanın halkı sokaklara davet etmesi mümkün olmaz ve darbeciler psikolojik üstünlük sağlayabilirlerdi. Şimdi bu iki ihtimali daha detaylı inceleyelim;

Birinci ihtimal, yani darbecilerin basiretlerinin bağlanarak çok büyük stratejik hatalar yapmaları ihtimali, oldukça mümkündür. Bunu bir uzmanımızın tabiriyle “kollektif akılsızlık” olarak özetleyebiliriz. Şöyle ki; 17/25 Aralık Sivil Darbesinin ardından yaşananlar, yani milletin siyasi iradenin arkasında durması sonucu Paralel Yapının her alanda büyük darbe alması ve sürekli köşeye sıkışması, bu yapıya mensup bireylerde büyük bir psikolojik travmaya, başta Cumhurbaşkanı ve hükümet olmak üzere kendilerine karşı olan veya destek vermeyen tüm kesimlere karşı nefrete ve gerçeklikten uzaklaşarak kendi hayal dünyalarında yaşamalarına neden oldu.

Tabiri caizse yıllarca ilmek ilmek örülerek Türkiye’nin tüm kurumlarını ele geçirme amacına çok yaklaşıldığı 17/25 Aralık sürecinden sonra, yarım asra yakın gayretlerinin neticesi olan tüm kazanımlarının ellerinden kayıp gitmesini bir türlü kabullenemeyen bu yapı ve mensupları, sürekli bu kayıplarını telafi edecekleri ve tekrar eski güçlü dönemlerine kavuşacakları ümidiyle teselli buldular. Zira ellerinde hala önemli bir güç vardı. Özellikle yargı ve ordu içindeki mensupları, büyük ölçüde konumlarını muhafaza ediyorlardı.

Hükümetle araları bozulmadan önceki güçlü dönemlerinde kendilerinden olmayan tüm kesimlere karşı yaptıkları haksızlık ve adaletsizlikleri unutan bu yapı mensupları, AK Partiye karşı yapacakları her girişimde tüm muhaliflerin kendilerine destek vereceklerini de zannediyordu. Dedik ya, gerçeklikten kopmuşlardı… Arka planda neler çevirdiklerini öğrenen milletin kendilerine karşı olduğunu bir türlü kabul edemiyorlar ve Tayyip Erdoğan’dan kurtulurlarsa milletin kendilerine tekrar itibar edeceğini ve eski şaşalı günlerine döneceklerini zannediyorlardı. Bireysel olarak gayet aklı başında olan bu yapı mensupları, cemaatin kollektif yapısı içinde gerçeklerden uzaklaşarak hayal dünyasında yaşamaya başlamışlardı.

Onları hala ellerinde tuttukları gücü hesapsızca kullanmaya ve darbe girişimi sırasında IŞİD’i aratmayan nefret eylemlerini gerçekleştirmeye iten ise, hükümetin yüksek yargı üyelerinin tamamını görevden almaya yönelik son hamlesi oldu. Takip edenler bilir; paralel yapıyı yüksek yargıdan temizlemek amacıyla Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayısını azaltacak ve tüm üyelerinin görevlerini sona erdirecek Kanun, bayram öncesi Meclis’ten geçmişti. Yürürlüğe girmesi için Cumhurbaşkanının onayı ve Resmi Gazete’de yayımlanması bekleniyordu. Buna bir de Ağustos Şurasında (YAŞ) paralel yapıya mensup subayların ihraç edilecek veya önlerinin kesilecek olması eklenince, iyice köşeye sıkıştılar. Ya tüm kalelerini kaybedecekler ve yok olmaya yüz tutacaklar, ya da köşeye sıkışmış bir kedi gibi can havliyle saldıracaklardı.

Bu nedenle de son kozlarını oynamaktan başka çareleri kalmayan paralel yapı mensupları, özellikle AK Parti iktidarını hedef alan bu girişimlerinde tüm muhalif kesimlerin kendilerini destekleyecekleri zannı ve her halükarda başarılı olacaklarını düşünerek yeterli planlamaya gerek duymamış ve böyle elim bir girişime kalkışmış olabilirler.

Nitekim kendilerine olan aşırı özgüvenleri nedeniyle 17/25 Aralık 2013 sivil darbe girişiminde de stratejik hatalar yapmışlar, milli menfaatlerimizi hiçe sayarak sanki ABD’ye çalışırmışçasına Halkbank’a operasyon çekmişler (İran ile altın ticareti meselesi) ve birbiriyle ilgisiz bir sürü davayı aynı sepetin içine koyarak milletin gözünü boyamaya çalışmışlardı. Ancak bugün olduğu gibi yine o dönemde de siyasi iradenin dik duruşu ve milletin feraseti sayesinde başarılı olamamışlar ve Türkiye büyük bir badire atlatmıştı.

17/25 Aralık Sivil Darbe girişimi veya 15 Temmuz Askeri Darbe girişimlerinden biri başarılı olsaydı, Türkiye’de Fethullah Gülen diktatörlüğü kurulacağından şüphem yok. Bunun adı resmen diktatörlük olmayacaktı belki ama fiilen diktatörlüğe rahmet okutacaktı. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davalarının mağdurlarının, Cübbeli Ahmet Hoca, Hanefi Avcı, Nedim Şener, Ahmet Şık ve basına yansıyan veya yansımayan ancak çevremizden bol bol işittiğimiz diğer nice mağdurların başına gelenleri ve darbe girişimi sırasında yaşanan vahşeti bir düşünün ve eğer başarılı olsalar idi, bu darbe girişimleri sonrası neler olabileceğini hayal edin…

İkinci ihtimal ise darbe girişiminde paralel yapı ile birlikte hareket etme sözü veren ve kendilerine yukarıda değindiğimiz eksiklikleri yerine getirme görevi verilen bazı unsurlar, paralel yapıyı yarı yolda bırakmış olabilir. Bu unsurlar, başta darbeye niyetli olup sonradan vazgeçmiş unsurlar olabileceği gibi, darbe girişiminin akamete uğraması için cuntanın içine devlet tarafından bilinçli olarak yerleştirilen unsurlar da olabilir. Zira Genel Kurmay Başkanını rehin alan özel kalemi ve emir subayları, darbe giriminin hükümetin istihbarat aldığı şüphesi üzerine erkene çekildiğini söylemişler (kaynak için tıklayınız). Eğer bu iddia doğruysa, hükümetin darbe istihbaratını cunta içine yerleştirilen unsurlar kanalıyla edindiği düşünülebilir. Hükümetin ve yargının darbe girişimi ardından aldığı hızlı tedbirler, sanki böyle bir duruma hazırlık yapılıyormuş izlenimi de veriyor. Ancak muhtemelen darbe girişiminin ileriki bir tarihte olması bekleniyordu ki, hazırlıksız yakalanıldı. Ama eğer böyle değil de, paralel yapıyla birlikte hareket etme niyetinde olan ve çeşitli nedenlerle vaz geçen (örneğin darbe girişimi öne alındığı için olabilir) unsurlar varsa, devletin ilgili tüm birimlerinin teyakkuzda olması ve bu unsurları da deşifre edip milleti rahatlatması gerekir.

Burada bir parantez açarak paralel yapının yargı ve ordu içinde nasıl bu kadar güçlü hale geldiğine değinmekte fayda var. Aslında bu yapı, pek çok kişinin bugün geldiğimiz noktadan sonra kavrayabildiği stratejik bir akılla bugünlere geldi. Faaliyetlerinin başladığı ilk yıllardan itibaren eğitime önem verdi. Önce kolejler ve dershaneler açarak insan kaynağını temin edeceği ortamları oluşturdu. Tamamen ticari bir mantıkla faaliyet gösteren ve başarılı olduğu algısıyla piyasa fiyatının üzerinde ücret belirleyen bu okul ve dershanelerde, çok zeki ve dereceye girme potansiyeli olan çocuklar bedava okutuldu. Dereceye giren bu çocuklar üzerinden oluşturulan algıdan ötürü, her ilin önde gelen siyasetçi, bürokrat, sanayici ve tüccarları, çocuklarını bu okul ve dershanelere göndermeye tercih etti (Aynı taktik, yabancı ülkelerde de uygulandı).

Paralel yapı bir yandan bu çocukları kendince işlerken, bir yandan da çocukları üzerinden üst düzey siyasi, bürokrat, sanayici ve tüccarlara ulaştı. Strateji olarak ilk etapta tüm zeki çocukları öğretmenliğe yönlendirdiler. Yurtiçi ve yurtdışındaki okulları ve dershaneleri için yeterince eğitimci kadrosuna sahip olduktan sonra, zeki çocukları hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerine yönlendirdiler. Amaçları yargıda, mülki idarede (kaymakam ve vali olarak), dışişleri bakanlığında ve diğer önemli kurumlarda zamanla hâkimiyeti ele geçirmekti. Bunu da büyük ölçüde gerçekleştirdiler.

AK Parti öncesinde de takiye yöntemiyle ordu da dahil önemli kurumlara çok sayıda mensupları yerleşmişti ancak AK Parti iktidarında hükümetle aralarının iyi olduğu dönemi çok iyi kullandılar ve her kuruma çok sayıda mensuplarını (çoğunlukla) açıkça yerleştirdiler. Bu dönemde tabiri caizse ne istedilerse verilmişti. En stratejik hedefleri olan HSYK’da ise 2010 Anayasa Referandumuyla çoğunluğu ele geçirdiler. Çünkü referandumla kabul edilen anayasa değişikliğiyle HSYK üyeliklerinin yarısı (10 üyelik) için hakim ve savcılarca seçim yapılması hükme bağlanmış ve paralel yapının yerleştirdiği hakim ve savcılar, organize bir şekilde kendi adaylarına oy vermişlerdi. O günlerde böyle bir değişikliğin çok yanlış olacağını ve (o günlerin tabiriyle) “Cemaatin” tüm kaleleri ele geçireceğini söyleyenler, ölüleri bile mezardan kaldırıp referanduma götürme telkininde bulunan paralel yapı mensupları ve onların propagandası tesirinde kalanlarca insafsızca eleştiriliyor ve Ergenekoncu olmakla itham ediliyordu. Hükümet bununla da kalmadı ve 2011 Şubat’ında bir kanun değişikliği ile Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayılarını artırdı. Yargıtay’ın üye sayısı 250’den 387’ye; Danıştay’ın üye sayısı ise 95’ten 156’ya çıkarıldı. Böylece Yargıtay üyelerinin tamamını ve Danıştay üyelerinin ¾’ünü seçme yetkisini haiz olan ve kendi güdümlerine giren HSYSK kanalıyla Paralel Yapı, Yargıtay ve Danıştay’da da hakimiyet sağladı.

Geç de olsa yapılan hatanın farkına varan Hükümet, bu hatayı telafi etmek için Ekim 2014 tarihli HSYK seçimleri için farklı görüşlerden ancak paralel yapı mensubu olmayan tüm hakim ve savcıları tek çatı altında toplamayı hedefledi ve bu amaçla Yargıda Birlik Platformunu kurdurdu. Bu sayede, az bir oy farkıyla da olsa paralel yapının HSYK’daki üstünlüğü sona erdirilebildi. HSYK’daki üstünlüğü paralel yapıdan kurtaran Hükümet, hemen akabinde (Aralık 2014) paralel yapının Yargıtay ve Danıştay’daki gücünü kırmak için Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayılarını arttıran yeni bir kanun çıkardı ve paralel yapının gücünü oransal olarak azalttı (2 Aralık 2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun). Ancak oransal olarak gücü azalsa da paralel yapının gücü hala devam ediyordu. 15 Temmuz Darbe girişimi ardından 140 Yargıtay üyesi (toplam 516 üye) ve 48 Danıştay üyesi (toplam 195 üye) hakkında yakalama kararı çıkarılması, 5 HSYK üyesinin (toplam 20 üye) üyeliklerinin düşürülmesi ve 2 Anayasa Mahkemesi üyesinin (toplam 17 üye) gözaltına alınması dikkate alındığında, tüm yapılanlara rağmen yargıdaki paralel yapının gücü hakkında bir fikir sahibi olunabilir.

Ordu ve Dışişleri gibi muhafazakâr kimlikle girilmesi zor kurumlar da, en başından beri paralel yapının en önemli hedefleri arasında yer alıyordu. Bu kurumlara mensuplarını yerleştirebilmek için özel taktikler geliştirmişlerdi. Bu kurumlara yerleştirilmek için yetiştirilen çocuklara ayrı bir eğitim uygulanıyor ve kendilerini ele vermemeleri için takiye (kendilerini gizleme, yani bir nevi münafıklık) yapmaları telkin ediliyordu. Bu kişilere kendilerini belli etmemek için içki içebilecekleri, namazlarını cem ederek veya ima ile kılabilecekleri, eşlerinin tesettüre riayet etmesinin gerekmediği vb. fetvalar veriliyordu. Kendilerini deşifre etmemek için yapacakları İslam’a aykırı bu uygulamalardan ötürü kendilerine günah yazılmayacağı, bilakis Müslümanların bu kurumlarda söz sahibi olabilmesi için yaptıkları bu fedakarlıklar karşılığında sevap kazanacakları telkin ediliyordu.

Paralel yapı mensupları, aldıkları eğitimler ve taktikler sayesinde kendilerini öylesine ustalıkla kamufle edebiliyorlar ki, laiklik konusunda çok hassas ordunun her kademesinde en üst noktalara kadar yükselebildiler. Bu süreçte Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk Davalarını da ustalıkla kullanarak (hatta uydurarak) kendilerine engel gördükleri subayları diskalifiye ettiler ve kendi mensuplarının önlerini açtılar. Geçmişte bazı ordu komutanlarının ve hatta bir genelkurmay başkanının bile onlara yakın olabileceği yönünde kulisler duymuştum.

Benim için paralel yapının ordu içindeki gücünü gösteren en somut olgu, 2010 KPSS soruşturması sırasında karşılaştığım bir manzara oldu. 2010 yılında yapılan KPSS Eğitim Bilimleri sınavında 120 soruda 100 ve üzeri net çıkaran adaylar incelemeye alınmıştı. Yapılan incelemede İstanbul’dan 100 ve üzeri net çıkaran 545 adaydan 86’sı, aşağıdaki tablodan görüleceği üzere (isim bilgileri çıkarılmıştır) askeri lojmanlarda ikamet ediyordu. Yani subay eşleri veya çocukları idiler. Bunların çoğu da kurmay subay (geleceğin generalleri olma potansiyeli olan subay) yetiştiren Harp Akademilerinde ikamet ediyordu. Ve bugün artık herkesin bildiği “paralel yapının 2010 KPSS’sindeki kopyayı organize ettiği” gerçeği, sınavın hemen akabinde yapılan incelemede tespit edilmişti. (Nasıl mı? 100 ve üzeri net çıkaran 3227 adayın adres, akrabalık ve çalıştıkları kurum bilgileri çapraz sorgulamaya tabi tutularak. Bunlardan 1916 tanesi çoğunluğu eğitim kurumları olmak üzere paralel yapıya ait kurumlarda yoğunlaşan kişilerdi. 780’i ise hem akrabalık, hem adres ve hem de çalıştıkları kurum açısından şüpheli kategorisinde idi). Araştırılmadan bu kişilerin hepsi paralel yapıya mensup denilemez belki ama büyük çoğunluğunun bu yapıya mensup olduğundan kuşku duymuyorum. Bir de bunlara eşleri veya çocukları eğitim fakültesi mezunu olmayan, ya da olsalar bile 2010 KPSS sınavına girmeyen paralel yapı mensubu subayları eklersek, işin vahametini varın siz düşünün!

2010 KPSS EĞİTİM BİLİMLERİ SINAVINDA 100 VE ÜZERİ NET ÇIKARANLARDAN İSTANBUL ASKERİ LOJMANLARINDA İKAMET EDENLER

(Fotoyu büyütmek için ilk tıklamadan sonra ikinci kez tıklayınız)

2010_KPSS_100_Net_Uzeri_Yapan_Asker_Esleri_Adresleri

Netice olarak bize ağır maliyetlerinden sonra geç de olsa milletimizin ve devletimizin bu yapıdan temizleniyor olması, hepimiz için hayırlara vesile olacaktır inşallah. Bu vesileyle milletimize geçmiş olsun dileklerimizi sunuyor, bu hain darbe girişimini ve milletimize yaşatılanları lanetliyorum.

.

Süleyman ERDEMsuleyman@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Süleyman Erdem Hakkında

Balıkesir doğumludur. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden 2001 yılında lisans, Harvard Üniversitesi Kamu Politikaları Bölümünden 2009 yılında yüksek lisans derecesi almıştır. 2002 yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde memur olarak kamuda göreve başlayan Erdem, 2003-2004 yılları arasında Maliye Bakanlığında Vergi Denetmen Yardımcısı olarak görev yapmış, 2004 yılından itibaren de Başbakanlıkta Uzman Yardımcısı, Uzman ve Tanıtma Fonu Genel Sekreteri görevlerinde bulunmuştur. 2009-2011 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’da Geçici Uzman sıfatıyla YÖK ve ÖSYM’deki denetimlerde görev almıştır. 2012 Aralık ayında kurulan Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM)'ın kurulduğu tarihten 08/10/2019 tarihine kadar başkanlığını yürütmüştür. Halen SASAM Uluslararası Güvenlik Masası Direktörü olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmalarını “radikalleşme ve terör” üzerine yürüten Erdem’in; “Cihatçılar; El Kaide ve IŞİD’e Katılanların Hikayesi” isimli yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır.

Yorumlar (3)

  1. […] değil, ÖSYM’nin sınav sorularını da ele geçirebildiği tespit edilmişti. (Bu konuda “Paralel Yapının Darbe Girişimi Nasıl Engellendi” başlıklı yazıma bakılabilir) FETÖ, ileride gerçekleştirmeyi planladığı operasyonlar […]

  2. […] değil, ÖSYM’nin sınav sorularını da ele geçirebildiği tespit edilmişti. (Bu konuda “Paralel Yapının Darbe Girişimi Nasıl Engellendi” başlıklı yazıma bakılabilir) FETÖ, ileride gerçekleştirmeyi planladığı operasyonlar […]

  3. […] değil, ÖSYM’nin sınav sorularını da ele geçirebildiği tespit edilmişti. (Bu konuda “Paralel Yapının Darbe Girişimi Nasıl Engellendi” başlıklı yazıma bakılabilir) FETÖ, ileride gerçekleştirmeyi planladığı operasyonlar […]

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: