MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de TBMM MHP Grup Toplantısında terörist başı Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı” bahanesiyle serbest bırakılması ve Gazi Meclis’te daha önce kapatılmasını istediği DEM Parti’nin grubuna hitap ederek PKK’ya kendisini lağvetme çağrısında bulunmasıyla başlayan süreç, AK Parti ile MHP arasında anlaşmazlık ve gerilim olabileceği yönünde göstergeler barındırıyor.
Yaşadıklarımız, bana 17/25 Aralık hadiselerine doğru o dönemde AK Parti’nin müttefiki olarak görülen ve o zamana kadar “the cemaat” şeklinde tabir edilerek el üstünde tutulurken, sonrasında “Paralel Devlet” olarak anılan bugünün FETÖ’sü ile AK Parti arasının açılmasına giden süreci hatırlattı. Hafızalarımızı tazeleme adına o süreçte yaşanan hadiseleri kronolojik sırayla yazının alt bölümünde detaylı verdim ama başlıktan uzaklaşmamak adına burada 17/25 Aralık sivil darbe girişimi sürecine dair dikkat edilmesi gereken 3 özet hususa değinerek devam etmek istiyorum:
1) İki müttefik arasında ipler kopmadan çok önce çekişmenin başladığı görülüyor.
2) İki müttefik arasında kriz emareleri görüldüğü her seferinde, bunların en yetkili ağızlardan kesin bir dille yalanlandığı ve kriz olduğu veya olabileceğini ifade edenlerin de “fitnecilikle” suçlandığı görülüyor.
3) Sırasıyla “Hizmet Hareketi”, “The Cemaat”, “Paralel Yapı” ve FETÖ olarak anılan şeytani örgütün, devlet içinde devlet haline gelebilecek şekilde kadrolaştığı; özellikle de güvenlik, mülki idare ve yargı bürokrasisini hedef alarak buralarda kök saldığı ve adeta bir paralel devlet haline gelerek darbe girişiminde bulunabilecek güce eriştiği görülüyor.
Şimdi AK Parti ile MHP arasında alttan alta bir gerilim olabileceğine dair son bir yıl içinde görülen emarelere, wikipedia’nın da yardımıyla kronolojik olarak bakalım:
Tüm üyeleri AK Parti döneminde atanan Anayasa Mahkemesi, 25 Ekim 2023 tarihinde Atalay’ın “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiğini belirterek gerekli işlemlerin yapılması için dosyanın ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdi. Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kendisine gönderdiği kararı değerlendirmesi için dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 Kasım 2023 tarihinde, Can Atalay hakkında kesinleşmiş hüküm verdiğini ve kararın TBMM Genel Kurulunda okunmamasına rağmen Can Atalay’ın milletvekilliğinin kesin olarak düşürüldüğünü ve bu yüzden Anayasa Mahkemesi’nin kesinleşmiş bir hükümden dolayı inceleme yaparak yetkisini aştığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymama talimatı verdi. Ayrıca Anayasa’yı ihlal ettikleri gerekçesiyle Can Atalay’ın davasında görüş bildiren 14 üye arasından kabul oyu kullanan 9 Anayasa Mahkemesi üyesi hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunarak Can Atalay’ın vekilliğin düşürülmesi işlemlerine başlanmasına dair kararını TBMM Başkanlığı’na iletti.
21 Aralık 2023 tarihinde Anayasa Mahkemesi, Can Atalay hakkında ikinci kez hak ihlali kararı verdi. 3 Ocak 2024 tarihinde Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay hakkındaki ikinci hak ihlali kararının hukuki değerinin olmadığını belirtti ve Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanabilecek bir karar olmadığından Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmamasına karar verdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, kararda Anayasa Mahkemesi’nin jüristokrasik bir davranış sergilediğini belirtti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: “Bütün dayatmalara ve baskılara direnerek Türk adaletinin onurunu müdafaa eden Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin şerefli hakimlerini de yürekten kutluyorum” dedi.
Bütün dayatmalara ve baskılara direnerek Türk adaletinin onurunu müdafaa eden Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin şerefli hakimlerini de yürekten kutluyor ve aldıkları kararı destekliyoruz. pic.twitter.com/RIylkkYFxN
— MHP (@MHP_Bilgi) January 6, 2024
Bu karara başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AK Parti cenahından MHP’ye benzer açık bir destek gelmedi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’yı tanımayan “darbe” niteliğindeki kararlarını başta Sn. Bahçeli olmak üzere tüm MHP’liler sevinçle karşılamış durumdalar oysa Sn. Cumhurbaşkanı ve Ak Parti’li arkadaşlardan ses seda yok.
Pek mümkün olmadığını bilsek de Allah’tan ümit… https://t.co/iwYKCXngb5 — Mustafa Yeneroğlu (@myeneroglu) January 6, 2024
30 Ocak 2024 tarihinde Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik Yargıtay kararı TBMM Genel Kurulunda okundu ve böylece vekilliği düşürüldü.
Muhalefet partilerinin Can Atalay hakkında verilen AYM kararının okutularak milletvekilliğinin iadesi için yapılan TBMM’de olağanüstü toplanma çağrısı üzerine TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 16 Ağustos 2024 tarihinde TBMM’yi olağanüstü toplanmaya çağırmıştır. MHP’nin katılmadığı, Ahmet Şık’ın Alpay Özalan tarafından darp edilmesi gibi olaylar yaşanan olağanüstü toplantıda Can Atalay kararı hakkında verilen genel görüşme önergesi, AK Parti oyları ile reddedildiğinden AYM kararı okunmadı.
Muhalefet partileri, bu adımı “hukuki bir darbe girişimi” olarak nitelendirdi. Siyasi ve hukuki işlerden sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Devleti oluşturan erkler, sorun çözümler. Asla sorun üretmez, üretemez. Birbirini çelmeleyemez.” diyerek kararı eleştirdi. Eski Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik “Bu sefer biz kendi militan yargımızı oluşturduk, helal olsun bize” diyerek karara tepki gösterdi. Eski AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar, Yargıtay’ın kararını “bir siyasi muhtıra” olarak niteledi ve Yargıtay’ın TBMM’ye ayar vermeye çalıştığını belirterek kararı eleştirdi.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca görevine 24 Mart 2020’de seçilmiş, 4 yıllık görev süresinin 24 Mart’ta dolması nedeniyle Yargıtay üyeleri 25 Mart Pazartesi günü sandık başına gitmişti. 25 Mart’ta başlayan seçim, hiçbir adayın yeterli oyu alamaması nedeniyle 14 Mayıs’a kadar 37 tur tekrarlandı.
Yargıtay Başkanlığı seçimlerinin her turunda farklı bir isim en yüksek oyu aldı. Seçimin ilk beş turunda 5 aday yarışırken, adaylar birbirlerine yakın oylar alabildi. Yasa gereği üçüncü turda en yüksek oyu alan iki aday 4 ve 5. tura katılmaya hak kazanıyordu. Başkan Mehmet Akarca üçüncü turda en yüksek oyu alırken, Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Başkanı Muhsin Şentürk ile Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Kerkez 96’şar oy aldı. Bu nedenle, sonraki turlarda 2 yerine 3 aday yarıştı ancak adaylardan hiçbiri salt çoğunluğa ulaşamadı.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Can Atalay kararı üzerinden Anayasa Mahkemesi’ne yönelik sert eleştirileri ve Yargıtay’a verdiği destek dikkat çekmişti. AYM’nin Can Atalay kararına direnen Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı ve üyeler için MHP lideri, ‘’Şerefli hakimleri yürekten kutluyorum’’ ifadelerini kullanmıştı. Bu çerçevede Bahçeli’nin Yargıtay başkanı olarak da 3. Ceza Dairesi Başkanı Şentürk’e destek verdiği ileri sürüldü. AK Parti yönetiminin ise Şentürk ismine sıcak bakmadığı ve makul olarak görülen mevcut Başkan Mehmet Akarca’nın yeniden başkan seçilmesi konusunda ısrarcı olduğu, buna karşılık Yargıtay’da etkili diğer grupların da Kerkez’i desteklediği iddia edildi. (bknz: https://t24.com.tr/haber/yargitay-secimlerinin-tikanmasinin-nedeni-siyasi-kriz-iddiasi,1158281)
Seçimin ilk 36 turunda hiçbir adayın 348 Yargıtay üyesinin salt çoğunluğu olan en az 175 oyu alamaması üzerine Akarca ve Kerkez’in katıldığı 37. tur oylama, 14 Mayıs 2024 tarihinde yapıldı. Oylama sonucu Akarca 103, Ömer Kerkez ise 193 oy aldı. Seçime katılım 324 olurken, 8 boş oy kullanıldı, 20 oy da geçersiz sayıldı.
Bu sonuçla Kerkez, üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayarak 4 yıllığına Yargıtay Başkanlığı görevine seçildi.
Can Atalay kararlarında imzası bulunan ve Yargıtay Başkanı seçilemeyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk, Cumhurbaşkanı Kararıyla 16 Mayıs 2024 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandı.
Hiçbir adayın yeterli oyu alamaması nedeniyle Yargıtay Başkanlığı seçimlerinin tekrarlandığı ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “yerel halk” ifadesiyle ve Kürt sorunundaki gelişmelerle yeniden gündeme gelen Cumhur İttifakı içindeki gerilimde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den yeni hamle olarak yorumlanan bir video paylaşımı geldi. 24 Nisan 2024 tarihinde MHP’nin sosyal medya hesabından Devlet Bahçeli’nin, Ferdi Tayfur’un “Söyleten Sensin” şarkısı eşliğinde yalnız başına yürüyüş yaptığı bir video paylaşıldı. Oldukça sitemkâr olan sözler, Cumhur İttifakı içinde yaşanan gerilime gönderme olarak yorumlandı.
Videonun AK Parti’ye bir gönderme olduğu iddialarıyla ilgili konuşan MHP Genel Yardımcısı Semih Yalçın bu iddiaları yalanladı. Yalçın şunları söyledi:
“Dün sabah bir haber geçti, ‘Sayın Devlet Bahçeli ameliyat oldu, bu yüzden 23 Nisan gösterilerine katılmadı’ diye. Ben kendisiyle konuşmadım henüz ama büyük bir ihtimalle bunun için yapılmış bir video. Videodaki şeyler, Cumhur İttifakı’na değil, arkadaşlar yanlış yorumluyor. Öyle bir şey yok. Ferdi Tayfur’u sever başkanımız. Bir de yürüyüşe çıkıyor, doktor tavsiyesiyle oradan bir enstantane yayınlamışlar. Mesele bundan ibaret.
Oradaki şarkı sözlerini mesela başka bir şekilde düşünelim, şarkı sözlerini Cumhur İttifakı’na yorumlayacaklarına, bizden giden Meral Akşener’e ve o ekibe yorumlaması daha doğru olmaz mı? Kongreleri geliyor cumartesi, onlara da yorumlanabilir. Yani alternatif olarak söylüyorum.”
Yalçın, ayrıca klipin DEM Parti’ye tavırla ilgili olmadığını belirterek “DEM Parti toplantılarında Türk Bayraklarının indirilmesine yönelik bir tavır” olabileceği yorumlarına da set çekerek “Evet, o işe çok tavırlıyız; o işi görüp de susanlara da tavırlıyız. Ama video ile ilgisi yok” dedi.
Devlet Bahçeli’nin yürüyüşü MHP tarafından, Ferdi Tayfur’un Söyleten Sensin şarkısı eşliğindeki yürüyüşüne bir yorum da BengüTürk TV Yayın Yönetmeni Ünal Kaya’dan geldi:
“Benim edindiğim bilgilere göre ittifakta çatlak vesaire hiçbir şey yok. Yani Sayın MHP Lideri Devlet Bahçeli’nde, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilişkileri en üst seviyede, itimatları birbirine tam, en ufak zerre herhangi bir şüpheye düşürecek herhangi bir kesinti yok. İki lider düzenli aralıklarla bazen telefonda, bazen yüz yüze, yüz yüze geldiğinde genelde zaten gazeteciler de takip ediyor, bazen de telefonlarda bu görüşmelerini gerçekleştiriyorlar. O yüzden bunun ittifakının iki lideri arasında herhangi bir sorun yok. Bu videoda ona bir mesaj değil, ittifaka ilişkin bir mesaj değil. CHP’nin yayın organı Halk TV, 23 Nisan’da bir haber yaptı. Dediler ki o gün, MHP liderinin sağlık durumu iyi değil, ameliyat olacak, o yüzden de 23 Nisan kutlamalarına katılmadı gibi, gerçeklikle bağdaşmayan, bir habere imza attılar, alt yazı geçtiler, KJ attılar. Buna bir tepki olarak MHP lideri, daha spor bir görüntüyle bu görüntüyü verdi, ameliyat filan olmadım, hayatımın düzeni içerisinde devam ediyorum mesajıydı, o yüzden bu görüntü paylaşıldı.
Gelelim şarkı kısmına. Şarkıyı herkes kendine göre yorumlayabilir. Bunu sürekli Cumhur İttifakına yoran bazı arkadaşlar, bazı isimler, siyasetçiler, gazeteciler var. Bunu neden acaba İYİ Parti’ye ve Meral Akşener’e ya da MHP’yi sırtından vuran, yarı yolda bırakan, hançerleyen isimlere yormuyorlar? Bir de bu açıdan düşünülmesinde fayda var bence. Bunu Cumhur İttifakı açısından değil de, bir de İYİ Parti açısından bir değerlendirilmesinde yarar olabilir, çünkü bu hafta sonu kongreleri olacak. Biraz da öyle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.”
Bu paylaşımın AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir mesaj içerdiği yorumları üzerine Devlet Bahçeli, grup konuşmasında bu yorumlara cevap verdi: “Tayfur’un seslendirdiği gibi, hainsin diyorsam, söyleten sensin, işte bu mesaj Türkiye’nin ayağını kaydırmaya yeltenen kim varsa direk onlaradır.”
Sinan Ateş cinayeti davasında MHP’nin hedef alındığı günlerde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan muhalefet partilerinin liderleri ile görüşmeler yapmıştı. 11 Haziran 2024 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı merhum Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’i kabul etti. Bu gelişmeler üzerine Cumhur İttifakı’nın bozulacağı ve MHP’nin saf dışı kalacağı yönünde yorumlar yapılmaya başlanmıştı.
Bu ortamda Devlet Bahçeli, 11 Haziran 2024’te partisinin TBMM grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu ve grup toplantısının ardından Instagram’daki hesabından o gün taktığı turkuaz renkli bir taşın yer aldığı üzerinde “Allah bana yeter” yazılı yüzüğün ve tuttuğu dosyanın fotoğrafını paylaştı.
Bunun AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanına bir mesaj olduğu yorumları üzerine MHP Genel Sekreteri Semih Yalçın, Sinan Ateş cinayeti davası ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi parti liderleri ile görüşmelerine ilişkin yazılı açıklama yaptı. Yalçın: “Bütün solcu gazeteciler, önce bir menfur cinayeti bahane ederek, sonra da Sayın Cumhurbaşkanı’nın temasları üzerinden MHP’yi vurma çabasına girmişlerdir. MHP ile alakası bulunmayan bir cinayet davasına TV ve gazete yorumlarında ısrarla yer verilmesine sözde gerekçe olarak toplumsal vicdanın kanaması gösterilmiştir. Hatta söz konusu cinayet davasının iddianamesinde MHP’lilerin ismi bulunduğu için bizim telaşa kapıldığımız vehmedilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın, muhalefet partileriyle temas kurması ise Cumhur İttifakı’nın bozulacağı ve partimizin saf dışı kalacağının işareti olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Hatta bazı aklıevvel gazeteciler artık MHP’nin siyaset ikliminde yalnız başına kaldığını öne sürmüştür. Tekraren altını çizmek gerekir ki Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan, Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’yle zaman zaman görüşüp istişare ettiği gibi istediği siyasetçi ve kişiyle görüşebilir. Bu görüşme ve temaslardan olmadık anlamlar çıkarmak; öküz altında buzağı aramak, kırılmayacak dala karga tünemesini beklemektir” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 15 Temmuz darbe girişiminin 8. yılı dolayısıyla Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde bulunan Polis Özel Harekat Başkanlığı’nı ziyaret etti.
Polis Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz, karşılama sırasında Devlet Bahçeli’nin elini öptü. Bu anın fotoğrafı sosyal medyada hızla yayıldı ve kamuoyunda tepkilere neden oldu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında buna tepki göstererek şunları söyledi:
“Dün gördüğüm bir şaşkına şunu söylüyorum; sen devletin polisi olmayı yanlış anlamışsın, yanlış devletin eline sarılmışsın. Bir siyasiye saygı gösterilmesi eyvallah. O siyasinin bunu nasıl karşıladığı, neye ne kadar izin verdiği kendi tercihidir. Ama bu devletten maaş alan, bu milletin tamamı için görev yapması gereken, üzerinde üniformasıyla, yetkisiyle olan birilerinin bu ülkede siyasetin bir kısmının, küçük bir kısmının temsiline eğilmesini, el etek öpmesini asla kabul etmiyoruz, nokta.
Ben, bir devlet memurunun, bir siyasi liderin eline sarılmasında, muhatap hangimiz olursa olsun, o devlet memuruna üstlendiği vazifenin gereğini hatırlatmayı doğru bulurum. Onun dışındaki her türlü yaklaşım, çok kutsadığınız ve esasen saygıda ve bağlılıkta bizden çok geride olduğunuz, bu devletin dibine dinamit koymaktır. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Polis hepimizin polisidir, asker hepimizin askerdir. Türkiye Cumhuriyeti hepimizindir. Kimsenin tapulu malı değildir.”
19 Ağustos’ta Milliyetçi Hareket Partisi’nin resmi X hesabından paylaştığı bir videonun 17. ve 25. saniyeleri arasında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecine referansla “Pilini ben çıkarttım, 17-25’e sabitledim, hesabının sorulması vaadimizden asla geri adım atmayız” dediği saat gösterildi.
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli, Fenerbahçe Başkanı Sayın Ali Koç ve Yönetim Kurulunu kabul etti. pic.twitter.com/coZ7uzvhwy
— MHP (@MHP_Bilgi) August 19, 2024
Konuyla alakalı olarak Bahçeli, ertesi günü X hesabından bir açıklama yaptı.
“17-25 Aralık emniyet ve yargı darbe süreci, 15 Temmuz FETÖ ihanetinin kuluçka evresidir. 15 Temmuz işgal teşebbüsünün çatısı 17-25 Aralık süreciyle örülmüştür” diyen Bahçeli, “Bu nedenle FETÖ’nün ne 15 Temmuz silahlı kalkışmasını ne de 17-25 Aralık kumpasını hatırımızdan ve gündemimizden çıkarmak mümkün değildir. Ayrıca doğru da değildir” ifadelerini de kullandı.
MHP’nin o dönemde muhalefet saflarında yer aldığı, Gülen yapılanması ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) arasındaki bağların tamamen kopmasına neden olan 17-25 Aralık 2013 sürecinde Bahçeli, düzenlenen yolsuzluk operasyonlarını desteklemiş ve hesabının sorulacağını” vurgulamıştı. Hatta Bahçeli’nin 17-25 Aralık sürecine dair yaptığı grup konuşmaları, bir kitapçık haline getirildi ve hala MHP’nin web sitesinden ulaşılabiliyor. (bknz: https://www.mhp.org.tr/usr_img/mhpweb/kitaplar/17_25_yolsuzluk_sureci_ve_cumhurbaskanligi_secimi_3.pdf)
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim’de TBMM Grup Toplantısında herkesi şok eden bir açıklama yaparak şunları söyledi:
“Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.
Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, “Umut Hakkı”nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.
Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.
Hodri meydan, buna varız; vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye sonuna kadar hazırız.”
Bahçeli’nin böyle şok edici ve onur kırıcı bir teklifte bulunmasının arkasında ne olduğunu kendisi ve birkaç üst düzey MHP’li dışında kimsenin bilmediği anlaşıldı. Hatta Şamil Tayyar, bu durumdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da önceden haberinin olmadığını iddia etti.
Toplumun ekseriyeti, iktidara yakın olanı da muhalifi de Bahçeli’nin Öcalan çıkışının ‘devlet projesi’ olduğu fikrini, bu tasarımın aylar önceden planlandığı iddiasını piyasa tabiriyle satın almış vaziyette.
Ümit Özdağ, bu çalışmanın Mayıs ayında başladığını söylüyor. Gazeteci… — Şamil Tayyar (@samiltayyar27) October 24, 2024
Bahçeli’nin 22 Ekim’deki şok edici çıkışının ardından herkes Cumhurbaşkanından bu bağlamda gelecek mesajlara odaklandı. 30 Ekim’de İstanbul’da Esenyurt Belediyesi’nin CHP’li Başkanı Ahmet Özer tutuklandı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında şunları söyledi:
“Sayın Bahçeli’ye grubum ve milletim adına şükranlarımı tekrar ifade ediyorum. Devlet Bey, milliyetçiliğin ne manaya geldiğini en sarih şekilde izah etmiştir.
Bölücü terör örgütüne, Kandil’deki terör baronlarına hiçbir çağrımız yoktur, olamaz. TUSAŞ’a alçakça saldırı bir kez daha göstermiştir ki teröristin anlayacağı yegane dil, terörle tavizsiz mücadeledir.
Türkiyelileşmeye dair iradesi olmayan parti, son açıklamasıyla nerede durduğunun işaretini verdi.
Türkiye’nin; terörün sözcülüğünü yapan, kardeşliğe değil husumete hizmet eden oluşumlara göz yumması mümkün değildir. Terörle siyaset aynı kapta bulunmaz.
Sayın Bahçeli’nin elini değil, tüm vücudunu taşın altına koymasıyla çok daha büyük imkan ele geçirdik. Bu fırsat penceresinin, millet ve siyaset kurumu tarafından iyi değerlendirilmesi gerekiyor.
Sevgili Kürt kardeşlerim, senden bu eli samimiyetle tutmanı, sımsıkı tutmanı bekliyoruz. Siyonist İsrail’in aparatlığını, emperyalizmin uşaklığını, Türkiye düşmanlarının maşalığını yapanları aradan çekip çıkartmanı istiyoruz.”
Ertesi gün (31 Ekim) Esenyurt Belediyesine, 4 Kasım’da ise Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atandı. Özellikle Mardin ve Halfeti’ye kayyum atanması, bazıları tarafından Devlet Bahçeli’ye nazire olarak yorumlandı. Halfeti, Bahçeli’nin affedilmesini istediği teröristbaşı Öcalan’ın memleketi olması, Mardin’de Devlet Bahçeli’nin hapisten çıkması için referans olduğu Ahmet Türk’ün başkan olması, bu yorumların sebepleriydi.
Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanmasından bir gün sonra Devlet Bahçeli, 5 Kasım’daki grup toplantısında teklifinde ısrarcı olduğunu şu sözlerle ifade etti:
“Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan teröristbaşı, terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini, ihanet ve bölücülüğün çıkmaz sokak olduğunu söyleyecekse, haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin.
Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım. Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır.”
Bahçeli, konuşmasında ayrıca kayyum uygulamasının “geçici” olduğunu vurguladı:
“Esenyurt, Halfeti, Batman ve Mardin belediyelerine atanan kayyımlar demokrasinin ve milli iradenin inkarıyla ilişkili değil, söz konusu belediye başkanlarının terör örgütüyle irtibat, iltisak ve illiyet bağlarından dolayıdır. Türkiye’de hukukun üstünlüğü havi ve hâkimdir. Yargı kararlarına riayet ve saygı şüphesiz mecburidir. Geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidirler.“
Bahçeli, 22 Ekim’deki teklifine AK Parti ve Cumhurbaşkanından cevap gelmeyince, 5 Kasım tarihli aynı konuşmasında adeta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a: “bunları senin için yapıyorum, beni yarı yolda bırakma” dercesine, şunları söyledi:
“Diyorlar ki, yeni anayasa hazırlık süreci için tahkimat yapıyormuşuz. Diyorlar ki, Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha seçtirmek için yol arıyormuşuz. Bizim evvela hedefimiz yeni yüzyılda terör kamburundan kurtulmaktır. Huzurlu ve mutlu bir millet varlığını temin etmektir. Aklında hala soru işareti olanlar varsa, son tahlilde diyeceğim de şudur: Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, Eğer enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir?
Ne yapacağız CHP’nin içinde cumhurbaşkanı adaylığı için, 4 yıl varken adam mı arayacağız? Birbirleriyle huzura kavuşamayanlar, birbirleriyle bir arada yaşayamayanlar Türkiye’nin ayrımcılığını nasıl giderecek, nasıl bir arada yaşayacak. Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır? Devlette devamlılık, siyasette istikrar, Türkiye Yüzyılının inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir, milletin sevdalısıdır, tecrübesiyle ve birikimiyle bize göre tek seçenektir.”
Aynı grup toplantısında Bahçeli, şu sözlerle Ahmet Türk’ü överek CHP’yi suçladı:
“Ancak CHP’nin uzlaşmaz ve provakatif hamleleri, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve bizim en son grup toplantılarımızdaki konuşmalarla iyice canlanan kardeşlik ortamının sabote edilmesini hedef almaktadır. Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup Kürt ağası Sayın Ahmet Türk’ün istismar edilmesi, İmralı’yla DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür. Özgür Bey çığırından çıkmış, çılgına dönmüş, gergin yüz hatları, bozuk ve bulanık dil yapısı içine sürüklendiği krizin büyüklüğünü gözler önüne sermiştir. CHP Genel Başkanı şaşırmış, su kaynatmıştır. Buradan bakınca CHP ile DEM Parti’yi ayırt etmekte çok zorlandığımızı, hatta CHP ile PKK’yı birbirine karıştırdığımızı söylemek abartılı bir iddia olmayacaktır.”
Bahçeli her ne kadar CHP’yi hedef alsa da, Ahmet Türk güzellemesi, AK Parti’ye “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” minvalinden bir mesaj olarak yorumlandı. Çünkü Bahçeli, 1 Ekim’de TBMM açılışında Özgür Özel’e: “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme, bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği olarak” demişti.
https://www.youtube.com/shorts/rP7c4JLnKhYBahçeli, 27 Ekim tarihinde de Ahmet Türk ile görüşüp görüşmeyeceği sorulduğunda, şöyle cevap verdi:
“Güneydoğu’da değerli bir şahsiyet, ağalık vasfına sahip bir insan. Görüşme talebi bize intikal etmedi ama görüşme arzusu taşırlarsa her zaman görüşebiliriz. Ağalığın bazı önemli vasıfları vardır. Ağalığın kapısı açık olur, aşı da bol olur. Onun için birileri ziyaret ettiğinde 42 davar kesmesinin sebebi de sofranın bol olmasındandır”
Bahçeli’den Ahmet Türk açıklaması:
“Her zaman görüşebiliriz, değerli bir şahsiyet ” Video Haber https://t.co/teOIH9tjsu pic.twitter.com/BSAkMoQMDF — T24 (@t24comtr) November 26, 2024
Bahçeli’nin 5 Kasım’da sözünün arkasında olduğunu ifade etmesinden bir gün sonra, Öcalan’a avukatlarıyla görüşme yasağı verildiği ortaya çıktı. Abdullah Öcalan’la görüşmenin sağlanması talebiyle Bursa 2’nci İnfaz Hakimliği’ne başvuruda bulunan Öcalan’ın avukatlarının, müvekkilleri hakkında 6 Kasım’da yeni bir 6 aylık avukat görüş yasak kararı verildiğini öğrendikleri, yasağın gerekçesi hakkında avukatlara herhangi bir bilgi verilmediği, karara dair yapılan itirazların Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiği haberlere yansıdı. (bknz: https://manage.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/211120245)
12 Kasım’da MHP X hesabından “Vakit Tamamdır, Söz Konusu Vatandır” başlığıyla bir klip yayımladı. Klipte: “Bazen çok şey söyleseniz de kalabalıkta kaybolur. Yalnız kalırsınız bazen en yakınınız bile anlamaz sizi” ifadeleri yer aldı. İlki 12 Kasım’da paylaşılan “Vakit Tamamdır, Söz Konusu Vatandır” ifadeleri, aynı görselle 16 Kasım’a kadar her gün saat 15:00’te MHP’nin X hesabından paylaşılmaya devam etti.
VAKİT TAMAMDIR SÖZ KONUSU VATANDIR… pic.twitter.com/pdJ1lGIEbD
— MHP (@MHP_Bilgi) November 12, 2024
Her şeyden önce Türkiye diyorsan;
VAKİT TAMAMDIR SÖZ KONUSU VATANDIR pic.twitter.com/5Mbte0NZBn — MHP (@MHP_Bilgi) November 16, 2024
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısına uzun süre doğrudan yanıt vermedi. Hatta Rusya, Kırgızistan ve Macaristan seyahatlerinden dönüşte uçakta gazetecilerle yaptığı soru-cevap faslında bu konu da hiç gündeme gelmedi. Ta ki 13 Kasım’da Riyad ve Bakü’deki temaslarını tamamlayarak yurda dönerken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayana kadar. O seyahat dönüşünde Bahçeli’nin çıkışı, “terörü bitirme çağrısı” olarak ifade edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan cevabında: “Türkiye’nin geleceğinde teröre de, terör takviyeli siyasete de yer yok. Cumhur İttifakı olarak bu konuda tam bir mutabakat içindeyiz.” diyerek yine Öcalan’a af konusuna değinmedi. Soru ve cevabı tam olarak şöyleydi:
“SORU: Sayın Bahçeli bugünkü grup toplantısında terörü bitirme çağrısının bir kez daha arkasında durdu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sizin de Sayın Bahçeli’yi destekleyen konuşmanızın ardından şöyle bir ifade kullandı ‘Aynı noktada buluştular, Erdoğan ile Bahçeli aynı şeyi yapıyor. Ama biz şehit aileleriyle görüşeceğiz.’ CHP’nin eski ve yeni lideri Diyarbakır’a gittiklerinde Diyarbakır Annelerinden talep gelmesine rağmen görüşmediler ama bugün şehit aileleri kart olarak öne koydular. Siz, Özgür Özel’in bu çıkışını samimi buluyor musunuz?
CEVAP: Özgür Özel’in bu çıkışını samimi bulmuyorum. Türkiye, 40 senedir bölücü terör belasıyla mücadelede ediyor. Binlerce güvenlik mensubumuzu, kamu görevlimizi, sivil vatandaşımızı terör örgütünün alçakça saldırılarında şehit verdik. Son olarak TUSAŞ’a yönelik terör eyleminde 5 vatan evladı şehit oldu; Rabbim tüm şehitlerimizin ruhunu şad, mekanlarını cennet eylesin. Terör tehdidini kaynağında bertaraf etme stratejimiz sayesinde sahada çok önemli kazanımlar elde ettik. Bu mücadele aynı azim ve kararlılıkla devam edecek. Türkiye’nin geleceğinde teröre de, terör takviyeli siyasete de yer yok. Cumhur İttifakı olarak bu konuda tam bir mutabakat içindeyiz.”
20 Kasım’da Brezilya dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’a bu defa net olarak Bahçeli’nin Öcalan için yaptığı çağrı soruldu. Erdoğan, “Bizim aramızda bir anlaşmazlık, bir uyuşmazlık, bir fikir ayrılığı asla yoktur” dedi. Soru ve cevabı tam olarak şöyleydi.
“SORU: Hem siz hem MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli aslında her fırsatta Cumhur İttifakı’ndaki uyuma ve birlikteliğe dikkat çekiyor, vurgu yapıyor. Geçen hafta da Sayın Devlet Bahçeli ile bir görüşmeniz oldu. Bu görüşme diğerlerinden biraz daha önemliydi. Çünkü bu Sayın Devlet Bahçeli’nin terörist başı çıkışının ardından yaptığınız ilk görüşme oldu. Öncelikle bu konuyu nasıl ele aldınız ve bununla birlikte umut hakkıyla ilgili bir değerlendirme yaptınız mı?
CEVAP: Devlet Bey ile bizim yaptığımız görüşme özellikle Cumhur İttifakı’nın uyumu, insicamı, birlikteliği ile Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal konjektürde kritik önemdedir. Bizim aramızda bir anlaşmazlık, bir uyuşmazlık, bir fikir ayrılığı asla yoktur. Ama birileri “Cumhur İttifakı bölündü, çatladı” gibi iddiaları ileri sürüyor. Ana muhalefet, eski-yeni yönetim ile belediye başkanları arasındaki kavgayı perdelemek için bu tür söylemlerden medet umuyor. Kimse bizim ittifakımızı kendi naylon ittifaklarıyla, “al gülüm, ver gülüm” düzenine dayalı çıkar ilişkileriyle karıştırmasın. Böyle bir şey söz konusu değil. Bizim ittifakımız karanlık koridorlarda, kirli masalarda kurulmadı. Bizimki sağlam. Gönül birlikteliğiyle inşa edilmiş bir ittifakımız var. Bu ittifakın hamuru aziz şehitlerimizin kanlarıyla yoğruldu. Sayın Devlet Bahçeli’yle yaptığımız her görüşme, Cumhur İttifakı’ndaki mefkure birlikteliğinin pekiştirilmesi açısından bir fırsattır. Özellikle ülkemizin 40 yıllık terör kamburundan kurtarma konusundaki hassasiyetlerimiz aynı.”
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, 20 Kasım’da sosyal medyadan yaptığı açıklama ile: MHP milletvekilleri Hasan Basri Sönmez, İsmail Akgül ve Mustafa Demir’in istifalarının istendiğini ve istifa dilekçelerinin kabul edildiğini duyurdu. Yalçın, bu kararın nedenine ilişkin ise açıklama yapmadı.
Parti içinde devam eden bir inceleme mucibince Isparta Milletvekilimiz Hasan Basri Sönmez’in, Bolu Milletvekili İsmail Akgül’ün ve Kilis Milletvekili Mustafa Demir’in istifaları istenmiş, müteakiben de istifa dilekçeleri kabul edilmiştir. Kamuoyunun bilgisine arz olunur…
— E. Semih Yalçın (@E_SemihYalcin) November 20, 2024
Gazeteciler Fatih Altaylı ile İsmail Saymaz, bu istifaların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MHP lideri Bahçeli’ye adı geçen vekillerin altın kaçakçılığına karıştığına dair bazı görüntüler izlettiği iddiasında bulundular. Bu iddialar, İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı ve Altaylı ve Saymaz hakkında “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçundan soruşturma açıldı. Soruşturmanın nedeni olarak; “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’ye MHP’li vekillerle ilgili bazı görüntüler izletti” iddiası gerekçe gösterildi.
Gazeteciler Fatih Altaylı ile İsmail Saymaz hakkında, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçundan soruşturma açıldı. “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’ye MHP’li vekillerle ilgili bazı görüntüler izletti” iddiası gerekçe gösterildi. pic.twitter.com/CWsQGiNIEB — Haber Aktif (@haberaktifcom) November 22, 2024
Bazı basın yayın organlarında yer alan, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli’ye MHP’li vekillerle ilgili bazı görüntüler izletti” iddiası doğru değildir.
Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşmesinde kendisine iddia edildiği gibi bir… pic.twitter.com/rPU1vH8DlD — Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (@dmmiletisim) November 21, 2024
20 Kasım’da Devlet Bahçeli ile eski milletvekili ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) eski genel başkanı Ufuk Uras arasında sürpriz bir görüşme oldu.
Bahçeli ile görüşmesinin öncesinde DEM Eş Başkanı Tuncer Bakırhan ve parti sözcüsü Ayşegül Doğan sonrasında ise MHP’nin makam arabasıyla, yerine kayyım atanan Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk ile görüştüğünü aktaran Uras, “Tuncer Bey, Bahçeli’nin açtığı yolu çok olumlu buluyor, biz genel değerlendirme yaptık. Tabii onlar adım bekliyorlar. Devlet Bey’e daha sonra gittim, gittiğimde sizden önce DEM Parti ile görüştüm dedim. Devlet Bey’den çıkınca da aynı şekilde Bakırhan ve Doğan’ı arayıp görüşmeyi anlattım” dedi. Ufuk Uras’ın aktardığı şu bilgiden ise; Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de herkesi şok eden çağrısının Cumhurbaşkanının bilgisi dâhilinde olmadığı, Cumhurbaşkanı’nın talebi doğrultusunda Bahçeli’nin kendi inisiyatifi olduğu izlenimi ortaya çıkıyor:
“Sayın Bahçeli, Erdoğan’ın geçen ayın başında kendisine ‘Bu işi kendi başımıza, kendi kendimize çözelim, bu sorunlara başkalarını karıştırmadan’ teklifiyle geldiğini aktardı. Sayın Bahçeli bunun üzerine ‘Peki bunu kim yapacak? Gittim gruba (DEM) el sıktım, başsağlığı diledim. Öcalan da hiçbir telkin olmadan kendi görüşünü ifade etsin bu konularda diye o çıkışı yaptım’ dedi.”
Bahçeli ile Uras arasındaki bu görüşmeden 2 gün sonra, Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı. Sanki Bahçeli 22 Ekim’deki çağrısı doğrultusunda adım attıkça, kısa bir süre sonra karşı hamle geliyor gibi bir durum oluştu.
Devlet Bahçeli, 26 Kasım tarihli grup toplantısında, 22 Ekim’den itibaren yaptığı çağrıların arkasında olduğunu tekrar vurgulayarak: “İmralı ile DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz. İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz.” dedi.
Bahçeli’den “Öcalan” ısrarı:
“İmralı’yla DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz” “İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz” pic.twitter.com/DmzwzOxArP — T24 (@t24comtr) November 26, 2024
Dem Parti, Abdullah Öcalan’la görüşmek için resmi olarak başvuruda bulundu. DEM Parti Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tulay Hatimoğulları imzalı olarak Adalet Bakanlığı’na yapılan başvuruda, “İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bulunan Abdullah Öcalan ile Eş Genel Başkanım Tulay Hatimoğulları Oruç ile aynı anda açık görüş yaparak görüşmek istiyoruz. İzin verilmesi konusunda gereğini arz ederim” ifadeleri yer aldı.
Gazeteci Altan Sancar’ın iddiasına göre; 25 Kasım’da DEM Parti’den birkaç kişinin Abdullah Öcalan ile görüşme girişimi olmuş ve bu girişim, izin verilmediği için gerçekleşmemiş. Devlet Bahçeli’nin bu çağrısı, bir önceki gün izin verilmeyen görüşmenin bir an önce yapılmasına yönelik olmuş.
Altan Sancar: (Devlet Bahçeli’nin “İmralı-DEM teması gecikmeksizin yapılmalı” sözleri)
“DEM Parti, İmralı’da Öcalan’la görüşmek istedi ancak izin çıkmadı. Bahçeli’nin çağrısı bu görüşmeye izin çıkması için.” pic.twitter.com/uDcmcDW36V — 🎙 Muhbir (@ajans_muhbir) November 26, 2024
27 Kasım tarihli Milli Gazete’nin manşetinde Bahçeli’nin Abdullah Öcalan ısrarı: “Bu Israr Niye?” sorusuyla yer aldı.
DEM Parti’nin 26 Kasım’da sunduğu dilekçeye ilişkin 27 Kasım’da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, dilekçeyi değerlendirdiklerini söyledi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç: DEM’in dilekçesini değerlendiriyoruzhttps://t.co/pM3fZ3pVlj pic.twitter.com/pXzIZ1Jpgi
— Sputnik Türkiye (@sputnik_TR) November 27, 2024
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 27 Kasım’da TBMM’deki AK Parti grup toplantısı sonrası kendisine Bahçeli’nin mezkur çağrısını nasıl değerlendirildiği sorulduğunda, bir kaç saniye duraksadıktan sonra “Görüşüyor” yanıtını verdi.
🎙️ “Bahçeli’nin ‘İmralı ile DEM görüşsün’ çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna Erdoğan:
💬 “Görüşüyor” pic.twitter.com/HPeFZ19UPp — T24 (@t24comtr) November 27, 2024
27 Kasım akşamında Adalet Bakanlığı’nın DEM Parti’nin dilekçesine onay verdiğine dair iddialar ortaya atıldı ancak önce DEM Parti, sonra da Adalet Bakanlığı bu iddiaları yalanladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Kasım’daki AK Parti Grup Toplantısına Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısına ilk defa doğrudan değinerek, bu teklife ortak olduklarını ifade etti:
“Sayın Bahçeli gerçekten cesur ve ezberleri bozan bir teklif ortaya koymuştur. Bu çağrıyla içten pazarlıkçı tipler hüsrana uğradı. Sayın Bahçeli’nin çağrısına ortağız. Bu meseleyi tüm yönleriyle ele alıp değerlendiriyoruz. Sayın Bahçeli ile uyum ve eş güdüm içinde hareket ediyoruz. Cumhur İttifakı yoluna pekleşerek devam ediyor.“
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Sayın Bahçeli gerçekten cesur ve ezberleri bozan bir teklif ortaya koymuştur. Bu çağrıyla içten pazarlıkçı tipler hüsrana uğradı. Sayın Bahçeli’nin çağrısına ortağız. Bu meseleyi tüm yönleriyle ele alıp değerlendiriyoruz. Sayın Bahçeli ile uyum ve eş güdüm… pic.twitter.com/vqbIVgaSY3
— Habertürk (@Haberturk) November 27, 2024
Gazeteci Levent Gültekin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup konuşmasını şöyle yorumladı:
“Erdoğan maşallah Demirel’den bir şey öğrenmiş; çok şey söyleyip hiçbir şey söylememek! Grup toplantısını izlerken onu fark ettim. O kadar çok şey söyledi ki, aslında hiçbir şey söylemedi. Yine milleti ortada bıraktı yine net bir tavır yok. Belli ki Bahçeli’nin istediği şeyi pek yapmak istemiyor. O çok belli. Zaten “pek umut verici bir tablo yok” cümlesi, bence başlı başına bir işaret, çok önemli bir işaret. Yani buradan bir şey çıkmaz. Bahçeli bizi bir yere sürüklüyor ama siz bakmayın, buradan da bir şey çıkacağı yok. Ortada bir program yok, bir öneri yok. Bahçeli’nin ileri sürdüğü yani teklif ettiği yöntemi kabul edip etmediğine dair hiçbir işaret yok. Karambolden laf top çevirdi. Tamamen top çevirdi, top çevirdi, top çevirdi. Bir anlamda Cumhur ittifakı zarar görmesin diye Bahçeli’yi onure etti: ‘tarihi bir risk aldı, bilmem 40 yıllık siyasi çizgisinin dışında bir tavır aldı, bilmem şöyle yaptı, biz birlikteyiz…’ Yani Bahçeli’ye verdi gazı ama Bahçeli’nin talepleriyle ilgili olumlu tek bir cümle de söylemedi.”
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız, Adalet Bakanlığı bütçesinin görüşüldüğü 28 Kasım tarihli TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda son günlerde yaşanan belediyelere kayyum atanması tartışmalarına değinerek; “Tutuklamalar ya da son uygulamalarla kayyum atamalarının önüne geçmek için biz, Seçim Kanunu’nu, Siyasi Partiler Kanunu’nu yeniden ele alıp soğukkanlılıkla, suçsuzluk karinesini unutmadan bu işi tartışmak zorundayız. Onun için de bu kanunlara ihtiyaç vardır” dedi. Yıldız ayrıca Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki grup toplantısında Abdullah Öcalan için dile getirdiği umut hakkına şu sözlerle değindi:
“Umut hakkı suçluların iadesinde uluslararası mahkemelerde büyük engel önümüzde. İnancımıza göre, yaratılmışların en şereflisi insandır. Tek başına hayatını idame ettirmekten aciz halde bulunan yaşlı ve hasta hükümlüler siyasi görüş inancına bakılmadan, ancak örgütlerin tertip ve tuzakları da gözden kaçırılmadan bilimsel veriler doğrultusunda bunların infaz ertelemesi yapılmalı ve sağlığına kavuşturulmalıdır.”
MHP’nin genel başkan yardımcısı Feti Yıldız:
🔺Kayyım uygulamalarının önüne geçmek için seçim kanunu yeniden ele alınmalı. 🔺Yaşlı ve hasta hükümlülere infaz ertelemesi yapılmalı. 🔺’Umut hakkı’’ suçluların iadesinde önümüzde duran en büyük engel”.https://t.co/VZgqu2BTyl pic.twitter.com/6up918rvvn — serbestiyet (@serbestiyetweb) November 28, 2024
30 Kasım’da CHP Genel Başkanı Özgür Özel, MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın “kayyım” çıkışı için: “MHP’den gelen yaklaşım kıymetli, kendileriyle bu hafta temas kuracağız” dedi.
29 Kasım tarihinde İçişleri Bakanlığı, DEM Partili Ayvaz Hazır’ın “geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırıldığını” ve yerine Bahçesaray Kaymakamı Harun Arslangun’un görevlendirildiğini açıkladı
Devlet Bahçeli, 3 Aralık tarihinde yaptığı grup konuşmasında, 22 Ekim’den sonra ilk kez Öcalan veya İmralı’yı konu edinen bir cümle kurmadı. Oysa bir hafta önceki grup konuşmasında, 22 Ekim’den itibaren yaptığı çağrıların arkasında olduğunu tekrar vurgulayarak: “İmralı ile DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz. İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz” demişti. Hükümet kanadından bu çağrı doğrultusunda hiçbir adım atılmadı. Buna rağmen Bahçeli, 3 Aralık tarihli grup konuşmasında konuya hiç girmedi.
MHP lideri Devlet Bahçeli, 5 Aralık’ta Ekol TV’ye açıklamalarda bulundu. Bahçeli, Öcalan çağrısı ile devam eden sürecin adı ile ilgili tartışmalara değindi ve sürece dair “Huzur içinde terörsüz Türkiye” adını telaffuz etti. Devlet Bahçeli, Öcalan çağrısının siyaseten yapılmış bir çağrı olmadığını kaydetti ve bu nedenle 22 Ekim’deki grup toplantısının ardından yaptığı çağrının ardından 3 grup toplantısının ardından yaptığı çağrıyı yinelediğini ve arkasında durduğunu söyledi. MHP lideri, Öcalan çağrısının siyasi değil, çözüm odaklı bir girişim olduğunu ifade etti ve çok konuşulan Öcalan çağrısını neden yaptığına da açıklık getirirken bir geometri örneği vererek: “İki nokta arasındaki en kısa çizgi bir doğru parçasıdır. İmralı A noktasıysa, DEM B noktasıdır. Bu iki nokta arasında doğrudan irtibat sağlanmalı” yorumunu yaptı.
🗣️Abdullah Öcalan çağrısının arkasında durduğunu belirten MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: İmralı A, DEM Parti B noktasıdır. İki nokta arasındaki en kısa çizgi bir doğru parçasıdır. İrtibat sağlanmalıdır
— Habertürk (@Haberturk) December 5, 2024
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “hükûmete darbe yapmakla” suçladığı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde patlak veren “gizli tanık” skandalı çerçevesinde açığa alınan üç polis müdürü, 7 Aralık’ta göreve iade edildi.
Bahçeli’nin “darbe yapmakla” suçladığı üç polis müdürü, göreve iade edildihttps://t.co/WOkJ74zKG1
— T24 (@t24comtr) December 7, 2024
9 Aralık’ta gerçekleşen bütçe görüşmelerinde Bahçeli, konuşma yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ı uzun süre alkışladı ve DEM Parti milletvekili Sırrı Süreyya Önder’le tokalaştı.
🎥MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ı alkışlarken DEM Parti milletvekili Sırrı Süreyya Önder’le tokalaşması dikkatleri çekti https://t.co/XrSnNSTenv pic.twitter.com/KRXzM9hfhc
— Habertürk (@Haberturk) December 9, 2024
Devlet Bahçeli, 26 Kasım tarihli grup toplantısında, 22 Ekim’den itibaren yaptığı çağrıların arkasında olduğunu tekrar vurgulayarak: “İmralı ile DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyoruz. İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz.” demişti. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, 10 Aralık’ta bir gazetecinin DEM Parti-Öcalan görüşmesinin ne zaman olacağına yönelik sorusuna: “Başvuruyu 26 Kasım’da almıştık. Değerlendirmemiz devam ediyor. Uygun bir gün belirlemek için bir çalışmamız olacak.” yanıtını verdi. Bahçeli’nin çağrısının üzerinden 2 hafta geçmesine rağmen, hükümetten bu çağrıya yönelik olumlu bir dönüş olmadı.
📌Adalet Bakanı Tunç’tan DEM Parti-Öcalan görüşmesi açıklaması:
📌”Başvuruyu 26 Kasım’da almıştık. Değerlendirmemiz devam ediyor. Uygun bir gün belirlemek için bir çalışmamız olacak. Size sonucu bildireceğiz inşallah” pic.twitter.com/3D87OHRq59 — VOA Türkçe (@VOATurkce) December 10, 2024
(NOT: Bu minvalde gelişmeler oldukça ekleyerek bu sayfayı kronolojik bir kaynak olarak tutmaya çalışacağım)
Süleyman ERDEMYazarın diğer yazıları için tıklayınız
2010 Anayasa Referandumu, FETÖ lideri Fethullah Gülen’in “mümkünse mezardakileri daha oy vermeye götürün” talimatını verdiği ve yargıyla ilgili önemli düzenlemeler içeren değişiklikler içeriyordu. Güvenlik bürokrasisi, zaten onlara tahsis edilmiş gibiydi. Polis Akademisi ve askeri okullara giriş sınav sorularının FETÖ mensuplarına verildiği, açık bir şekilde ifade ediliyor ve buna yönelik hiçbir şey yapılmıyordu. 2010 KPSS skandalıyla, FETÖ’nün sadece güvenlik kurumlarının sınav sorularını değil, ÖSYM’nin sınav sorularını da ele geçirebildiği tespit edilmişti. (Bu konuda “Paralel Yapının Darbe Girişimi Nasıl Engellendi” başlıklı yazıma bakılabilir) FETÖ, ileride gerçekleştirmeyi planladığı operasyonlar için yargıyı da ele geçirmek istiyordu. Bu amaçla FETÖ’nün en stratejik hedefi olan HSYK’da 2010 Anayasa Referandumu sonrasında FETÖcüler çoğunluğu ele geçirdi. Çünkü referandumla kabul edilen anayasa değişikliğiyle HSYK üyeliklerinin yarısı (10 üyelik) için hâkim ve savcılarca seçim yapılması hükme bağlanmış ve paralel yapının yerleştirdiği hâkim ve savcılar, organize bir şekilde kendi adaylarına oy vermişlerdi. O günlerde böyle bir değişikliğin çok yanlış olacağını ve (o günlerin tabiriyle) “Cemaatin” tüm kaleleri ele geçireceğini söyleyenler, ölüleri bile mezardan kaldırıp referanduma götürme telkininde bulunan paralel yapı mensupları ve onların propagandası tesirinde kalanlarca insafsızca eleştiriliyor ve Ergenekoncu olmakla itham ediliyordu. Hükümet bununla da kalmadı ve 2011 Şubat’ında bir kanun değişikliği ile Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayılarını artırdı. Yargıtay’ın üye sayısı 250’den 387’ye; Danıştay’ın üye sayısı ise 95’ten 156’ya çıkarıldı. Böylece Yargıtay üyelerinin tamamını ve Danıştay üyelerinin ¾’ünü seçme yetkisini haiz olan ve kendi güdümlerine giren HSYSK kanalıyla Paralel Yapı, Yargıtay ve Danıştay’da da hakimiyet sağladı.
Geç de olsa yapılan hatanın farkına varan Hükümet, bu hatayı telafi etmek için Ekim 2014 tarihli HSYK seçimleri için farklı görüşlerden ancak paralel yapı mensubu olmayan tüm hakim ve savcıları tek çatı altında toplamayı hedefledi ve bu amaçla Yargıda Birlik Platformunu kurdurdu. Bu sayede, az bir oy farkıyla da olsa paralel yapının HSYK’daki üstünlüğü sona erdirilebildi. HSYK’daki üstünlüğü paralel yapıdan kurtaran Hükümet, hemen akabinde (Aralık 2014) paralel yapının Yargıtay ve Danıştay’daki gücünü kırmak için Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayılarını arttıran yeni bir kanun çıkardı ve paralel yapının gücünü oransal olarak azalttı (2 Aralık 2014 tarihli ve 6572 sayılı Kanun). Ancak oransal olarak gücü azalsa da paralel yapının gücü hala devam ediyordu. 15 Temmuz Darbe girişimi ardından 140 Yargıtay üyesi (toplam 516 üye) ve 48 Danıştay üyesi (toplam 195 üye) hakkında yakalama kararı çıkarılması, 5 HSYK üyesinin (toplam 20 üye) üyeliklerinin düşürülmesi ve 2 Anayasa Mahkemesi üyesinin (toplam 17 üye) gözaltına alınması dikkate alındığında, tüm yapılanlara rağmen yargıdaki paralel yapının gücü hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Başbakan Erdoğan, 6 Mart 2024’te FETÖ’nün yargıyı ele geçirmiş olduğunu şöyle ifade etmişti: “2010 referandumu, onların dikkat ederseniz onların çok çırpındığı bir referandum oldu. Sizlerden de bir adım önde gittiler. Meğerse bu iyi niyetli değilmiş. Şimdi onları düşünüyorum. Niye iyi niyetli değilmiş. Çünkü o referandumda bunların tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Ve bunu başardılar. Az veya çok başardılar.”
2010 referandumuyla önemli bir stratejik hedefine ulaşan FETÖ, bir sonraki hamlesine geçti. 2011 genel seçimlerinde AK Parti listelerinden Meclise 75 milletvekili sokmayı hedeflediği iddia edildi. Süreci Abdülkadir Selvi’nin 28.12.2015 tarihli “Paralel yapı hükümeti nasıl düşürecekti?” başlıklı yazısından özetleyelim:
“2011 seçimlerine giderken ilginç bir şey oldu. Şimdi “Paralel yapı” dediğimiz, o zamanın “Gülen cemaati” AK Parti’den milletvekili olmak için harekete geçti. Gülen cemaatinin tarihinde ilk kez bu kadar yüksek oranda bir başvuru gerçekleşti. Sadece Gülen cemaatinden değil, ilk kez bir dini cemaatten bu kadar isim milletvekili adaylığı için başvuru yapılıyordu. Milletvekili aday adaylığı için 100’ü aşkın başvuru oldu. Hedef 70-75 milletvekilini seçilecek yerlerden listelere sokmaktı. O günlerde bu ilgiyi, cemaatin siyasallaşması olarak düşünmüştük.
2011 seçimlerinde Gülen cemaatinden çok sayıda milletvekili adaylık başvurusu oldu ama çoğu listelere giremedi. Cemaati temsilen 2 kişinin milletvekili adayı gösterildiği söylenmişti. Biri İlhan İşbilen diğer Muhammet Çetin’di. Listeler hazırlanacağı zaman Gülen’e özellikle önerdiği isim olup olmadığı sorulmuş, iki ismi önermişti. Bizim kulağımıza gelen buydu. Peki o kadar müracaat ederlere ne oldu. Erdoğan tespit ettiklerini listelere koymadı. Ama yine de illerden seçilip gelenler oldu.
Erdoğan-Gülen mücadelesi başlamadan önce AK Parti’nin milletvekili sayısı 327’ydi. Paralel yapı operasyonlarıyla birlikte istifalar birbiri ardına geldi. AK Parti’nin milletvekili sayısı 313’e indi. Hatta 17 Aralık operasyonun düğmesine basılmasına birkaç saat kala Hakan Şükür apar topar istifa ettirildi. O günlerde AK Parti’den kaç milletvekilinin istifa edeceği tahmin edilmeye çalışılıyordu. Çünkü kritik bir sınır vardı. Onu paylaşacağım ama işin bir de öncesi vardı. 17-25 Aralık’ın sıcak günleriydi. Paralel yapı, 17-25 Aralık darbesiyle Erdoğan’ı devirememişti. Ama hala güçlü oldukları bir dönemdi. Şubat ayında çok önemli gelişmeler olacağı söyleniyordu. Paralel yapı, ikinci hamleye hazırlanıyordu. AK Parti içindeki milletvekillerini istifa ettirip hükümeti güvenoyu alacak sayının altına düşürmenin peşindeydi. AK Parti’den istifalar gelmeye başlayınca, Paralel yapının, “75 milletvekili istifa ettirilecek, hükümet düşürülecek” senaryosu konuşulmaya başlandı. Paralel yapının 2011 seçimlerinde çok sayıda milletvekili adayı çıkarmasının, en az 70-75 kişiyi milletvekili seçilecek yerlerden listeye sokma çabalarının sebebi anlaşılmıştı.”
2011 seçimlerindeki aday kriziyle başlayan süreç, 7 Şubat 2012’de Mİ̇T Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile istihbarat çalışanları Yaşar Hakan Yıldırım ve Hüseyin Emre Kuzuoğlu, PKK ile yapılan Oslo Görüşmeleri nedeniyle şüpheli sıfatıyla İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifadeye çağrıldı. Başbakan Erdoğan’ın ameliyata gireceği güne denk getirilen bu hamle, ameliyatın birkaç saat ertelenmesi sayesinde Erdoğan’ın talimatıyla çağrılanların ifadeye gitmemesiyle savuşturuldu. Ardından hızla çıkarılan bir kanunla MİT müsteşarlarının ifadeye çağrılmaları, başbakanlık iznine bağlandı. Bu olay, FETÖ ile AK Parti’nin arasının bozulduğu iddialarının yayılmasına neden oldu. Buna karşılık olarak AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Şubat 2012’de Gülen Cemaati’nin devleti ele geçirdiği ve devlete sızdığı iddiaları ile ilgili olarak “Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış bunlar kargaları güldürür” dedi.
Alttan alta gerilim devam ederken Başbakan Erdoğan, 15 Haziran 2012’de gerçekleşen 10. Türkçe Olimpiyatlarının kapanış töreninde: ”Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz” diyerek Fethullah Gülen’e “Türkiye’ye dön” çağrısı yaptı.
AK Parti hükümetinin dershanelerle ilgili yeni bir kanun tasarısı hazırladığı haberleri üzerine 14 Kasım 2013’ten itibaren Zaman gazetesinde AK Parti hükûmetinin girişimine karşı sert bir kampanya başladı. Buna karşın Başbakan Erdoğan dershaneleri kapatma kanununun Bakanlar Kurulu ve Meclis’ten geçeceğini tekrar ilan etti. Yaklaşık bir ay sonra Türkiye’yi sarsan 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu başlatıldı.
17 Aralık’ta 2013’te aralarında iş insanı Rıza Sarraf, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, iş insanı Ali Ağaoğlu ve 3 bakanın oğlunun (İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Bayraktar) da aralarında bulunduğu 80’den fazla kişi gözaltına alındı ve bunların 24’ü tutuklandı.
Hükûmet, 17 Aralık’ta yapılan operasyondan bakanların haberi olmadığını görünce, 20 Aralık’ta “Adli Kolluk Yönetmeliği”nde değişiklik yaparak, soruşturmaları başsavcılığa ve en üst dereceli kolluk amirine bildirme zorunluluğu getirdi. FETÖ’nün kontrolündeki Hâkimler ve Savcılar Kurulu, bu değişikliğin anayasaya aykırı olduğunu açıkladı.
HSK’nın açıklaması ile aynı gün, 25 Aralık’ta, Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş kara para aklama ve yolsuzluklarla ilgili ikinci bir operasyon için düğmeye bastı. 30 şüpheli için gözaltı kararı çıkardı. Ancak Emniyet Müdürlüğü, savcının talimatını uygulamadı. Savcı Muammer Akkaş’ın ikinci dalgayı gerçekleştirmek isterken hukuk dışı işlemler yaptığı gerekçesiyle dosya, İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı tarafından elinden alındı.
Başbakan Erdoğan, 29 Aralık’ta 2010 yılında HSK’nın yapısını değiştiren referandum sırasında hata yaptıklarını söyledi ve AK Parti tarafından HSK’yı Adalet Bakanlığının denetlemesini gündeme getiren yeni bir yasa, TBMM’den geçirildi.
17 Aralık operasyonu sonrası çatışma sürerken, Ali Babacan 31 Aralık tarihinde, 17 Aralık’ta bir mini darbe girişimi yapılmış olduğunu ileri sürdü. Aynı gün başbakana sunulan bir istihbarat raporu gazetelerde yayınlandı. Buna göre “paralel yapı” 27 ilde şubeler kurmuş, 2 bin rütbeli polisi, yüzlerce yargı mensubunu, bankacı ve akademisyeni kontrol ediyordu. 4 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, “devlet içinde ayrı bir devlet olamaz. Hele yargı içinde varsa, asla tahammül edilemez” dedi. Başbakan ise hükûmete bir komplo kurulduğunu, AK Parti’ye yolsuzluk etiketi yapıştırılmaya çalışıldığını, hükûmetin El Kaide’yi destekliyormuş gibi gösterilmeye çalışıldığını, Türkiye’nin güçlenmesinin engellenmeye çalışıldığını, çözüm sürecinin sabote edilmek istendiğini ve nihayet Cumhurbaşkanı ile arasına fitne sokma çabası olduğunu söyledi.
Bu açıklamalardan sonra da devlet içindeki Paralel Yapı mensupları tarafından aralarında MİT Tırlarının durdurulması (1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli) operasyonlarının da olduğu pek çok operasyon gerçekleştirildi. Arka arkaya yapılan operasyon ve operasyon girişimleri sürerken, Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki çok sayıda polis başka görevlere verildi. 17 Aralık’tan sonraki 35 gün içinde 5.000 polisin yeri değiştirildi. HSK yasasında yapılacak değişiklik tartışmaları sürerken HSK 1. Daire’de hükûmetin yapmak istediği değişikliklere karşı çıkmış üyeler değiştirildi ve ardından İstanbul adliyesinde bir dizi değişikliğe gidildi. Başbakan Erdoğan, 6 Mart 2014’te FETÖ’nün yargıyı ele geçirmiş olduğunu şu biçimde ifade etti: “2010 referandumu, onların dikkat ederseniz onların çok çırpındığı bir referandum oldu. Sizlerden de bir adım önde gittiler. Meğerse bu iyi niyetli değilmiş. Şimdi onları düşünüyorum. Niye iyi niyetli değilmiş. Çünkü o referandumda bunların tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Ve bunu başardılar. Az veya çok başardılar.”