Twitter Facebook Linkedin Youtube

TÜRKİYE’DE HÜKÜMET SİSTEMİ TARTIŞMALARI – I

Mutlu AYDINLI

Talip ERGUVAN

Türkiye’de özellikle yeni anayasa hazırlık süreciyle birlikte hükümet sistemine ilişkin tartışmaların hız kazandığını görmekteyiz. Aslında, yakın siyasi tarihimize baktığımızda hükümet sistemine ilişkin tartışmaların yeni olmadığı bilinmektedir. Bu tartışmalar kimi zaman parlamenter sistemin rasyonelleştirilmesi yönünde, kimi zaman da başkanlık veya yarı-başkanlık sistemlerinin Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına, demokrasi geleneğine daha uygun olduğu şeklindeki görüşlerle gündeme gelmiştir.

Hükümet sistemi tartışmaları gelişmiş ya da gelişmekte olan demokrasilerde de hararetle yaşanmıştır. Örneğin, Fransa 1958’de Beşinci Cumhuriyetle birlikte parlamenter sistemden yarı-başkanlık sistemine geçmiş, Brezilya 1960’da başkanlıktan yarı-başkanlığa 1963’te yeniden başkanlığa dönmüş, İsrail, 1992’de başbakanını halkın seçtiği bir sisteme geçmiş, 2001’de eski sistemine geri dönmüştür.[1] Görülmektedir ki, ülkeler siyasi tıkanıklıklarla, kilitlenmelerle, krizlerle karşılaştıklarında farklı çözüm yolları üreterek hükümet sistemi üzerinde değişiklik arayışına girebilmektedirler.

Türkiye için ise en son 2007 yılında TBMM’de 11. Cumhurbaşkanlığı için yapılacak seçim sürecinde yaşanan siyasi kriz nedeniyle referandumla Anayasa değişikliğine gidildiğini ve parlamenter sistemle yönetilen Türkiye için radikal olarak nitelendirilebilecek bir değişiklikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolunun açıldığını hatırlarız. Günümüzdeki sistem tartışmalarında ise durumun biraz daha farklı olduğunu görmekteyiz. Zira, günümüzde hükümet sistemine ilişkin bir siyasi kriz yaşanmamakta ya da siyasi istikrarsızlık gibi bir sorunla da ülke karşı karşıya bulunmamaktadır. Ancak, geçmişten bu yana edinilen tecrübe ve deneyimler ışığında yaşanmış ya da bundan sonra yaşanması muhtemel sorunlara karşı yeni anayasayla birlikte çözüm üretme iradesi, hükümet sistemi tartışmalarını da haliyle gündeme getirmiştir. Bir başka deyişle, ortada anayasal normların olgunlaştırılmaya çalışıldığı bir sürecin var olması, hükümet sistemine ilişkin tartışmaların da doğal olarak bu süreçte gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur.

Dünya geneline baktığımızda, meclis hükümeti sistemiyle yönetilen İsviçre’yi saymazsak, hükümet sistemlerine ilişkin yaygın olarak benimsenen üç modelin ön plana çıktığını görmekteyiz. Bunlar; parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı-başkanlık sistemidir. Her üç sistem de demokratik hükümet sistemleri olmakla birlikte birinin diğerine üstünlüğünden söz edilemez. Bu sistemler ülkelerin kendilerine özgü siyasal, kültürel, sosyolojik ve tarihi koşullarına göre çeşitlilik gösterebilmekte, hiçbir ülkenin sistemi bir diğerine benzemeyebilmekte ve her ülke kendi şartlarına göre kendi sistemini farklı şekilde uygulayabilmektedir. Zira, bu farklı uygulamalara bakıldığında her üç sistem için de iyi ve kötü örneklere rastlamak mümkündür.

1-Parlamenter Sistem

Parlamenter sistem, 1215’te İngiltere’de kabul edilen Magna Carta’ya (Büyük Berat) kadar dayanmaktadır.Türkiye’nin de aralarında bulunduğu parlamenter sistemle yönetilen ülkelerde yürütme organı iki başlı bir yapıya sahiptir. Bir tarafta cumhurbaşkanı (devlet başkanı ya da kral), diğer tarafta ise başbakan ve bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı ülkenin birliğini temsil edip yürütmenin sorumsuz kanadını oluştururken, Bakanlar Kurulu yürütmenin sorumlu kanadını oluşturmaktadır.

Yürütme organı, yasama organı içerisinden çıktığından parlamenter sistemde bu yönüyle yumuşak bir kuvvetler ayrılığının var olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, erkler arasında hukuki ilişki bakımından eşitlik ve denge söz konusudur. Yasamanın güvenoyuyla hükümetin işbaşına gelmesi ve onun güveniyle varlığını devam ettirebilmesi, dolayısıyla parlamento çoğunluğunun önünde sorumlu olması, parlamenter sistemin belirgin özelliklerinden biridir.

Parlamenter Sisteme İlişkin Tartışmalar

Hükümet sistemine ilişkin geçmişte yapılan tartışmalar incelendiğinde parlamenter sisteme yönelik eleştirilerin temel olarak dört konuya odaklandığı görülmektedir. Bunlar; hükümet krizlerinin yaşanması ve yönetimde istikrarın sağlanamaması, cumhurbaşkanı-başbakan ilişkilerinde sorunların yaşanması, kuvvetler ayrılığının yapısı gereği yürütmenin yeterince denetlenememesi ve demokratik temsil mekanizmalarının yetersiz olması şeklinde sıralanabilir.

Yönetimde İstikrar Sorunu

Parlamenter sistemin sorgulanmasının temelinde, hükümet istikrarsızlığı ve neticesinde ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık yatmaktadır. Bu durumun ise yürütme organının güçsüzlüğünden kaynaklandığı söylenebilir. Yürütme, parlamentonun güvenine dayandığından parlamento istediğinde ve gerekli çoğunluğu elde ettiğinde yürütmeyi görevden alabilmektedir. Hükümetin parlamentonun çoğunluğunun iradesine bağımlı olarak ayakta kalması, sistemin sağlıklı işlemesinin önündeki engellerden biri olarak gösterilebilir.[2] Bu nedenle, Lijphart’a göre parlamenter sistemin bünyesinde potansiyel bir hükümet istikrarsızlığı saklıdır.

Örneğin; Fransa, 1958 öncesi Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyet dönemlerinde 70 yılda 104 hükümet kurmuştur. Hatta bir seçime 285 siyasi parti katılmıştır. Keza, Almanya’da Weimar Cumhuriyetinde benzer durum söz konusudur. Son 60 yılda İtalya’da ortalama hükümet süresi 1 yıldır. Partiler birbirinden ayrışmış, kaygan bir koalisyon zemini hakimdir. İtalya’da 25 Şubat 2013’te yapılan seçim sonucunu The Economist, “İtalya ve Avrupa İçin Felaket” şeklinde duyurmuştur.[3] Belçika, 2010 yılında gerçekleştirilen seçimlerin ardından ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık neticesinde tarihinin en uzun siyasi krizini yaşamış ve ancak tam 541 gün sonra yeni hükümet kurulabilmiştir.[4]

Türkiye’nin siyasi tarihine bakıldığında, 1970-1980 yılları arasında 10 yılda 12 hükümetin kurulduğu, Cumhuriyetten günümüze hükümetlerin ortalama görevde kalma süresinin yaklaşık 16 ay olduğu, özellikle 1973-75 arasında önce 115 gün, sonra 206 gün olmak üzere toplam 321 gün güvenoyu almadan hükümetlerin ülkeyi idare ettiği görülmüştür.[5]

Esasında, parlamenter sistemin doğasında koalisyon hükümetleri bulunduğuna göre, koalisyon hükümetlerinin devamlılığını sürdürebilmesi için partilerin aralarında bir uzlaşma sağlama mecburiyeti bulunmaktadır. Bu durum, bir yandan toplumsal uzlaşmanın sağlanmasına katkı sunması ve kararların daha geniş bir zeminde tartışılması anlamında ülke demokrasisine katkı sunması anlamında olumlu bulunurken, diğer taraftan, koalisyon hükümetlerinin genelde ülkede siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa neden olması ve önemli sorunları çözme iradesini gösterememesi bakımından da eleştirilmektedir.

Bu görüşe karşı ise, parlamenter sistemde disiplinli iki partili bir sistem için istikrarın korunabileceği görüşü ön plana çıkmakta ve istikrarsızlığın temel nedeninin çok partili sistemden kaynaklandığı öne sürülmektedir. Aslında, parlamenter sistemin başarıyla yürütüldüğü İngiltere gibi disiplinli iki partinin olduğu bir sistemde, parlamentodaki çoğunluk değişmedikçe hükümetin değişmesinin oldukça zor olduğu görülmektedir. Ancak, iki partili sistemin uygulamada yaygın olmadığı da bilinen bir gerçektir. Bunu sağlamak için nispi temsile dayalı seçim sisteminin yerine basit çoğunluklu seçim sisteminin tercih edilmesi gerekmektedir ki Türkiye’deki siyasi parti düzeyindeki parçalanmışlık göz önünde bulundurulduğunda, basit çoğunluk sisteminin hayata geçmesi çok düşük bir ihtimaldir.

Bu konuyla ilgili diğer bir karşı görüş ise[6], parlamenter sistemdeki hükümet istikrarsızlıklarının “görünüşte” olduğu şeklindedir. Çünkü biçimsel olarak hükümet iktidardan düşse bile benzer siyasi figürler koalisyonlar yoluyla öyle veya böyle bir süre sonra tekrar göreve gelebilmektedir. Örneğin, Üçüncü Fransız Cumhuriyetinde Poincaré 5 defa başbakanlık, İtalya’da Moro 6 defa (1963-1876 arası çeşitli yıllarda), Andreotti 6 defa (1972-1992 arası çeşitli yıllarda) başbakanlık yapmıştır. Türkiye’de ise Süleyman Demirel, 1965 ile 2000 yılları arasında 7 defa başbakanlık, bir defa cumhurbaşkanlığı yapmıştır.[7]

Yürütmenin Çift Başlı Oluşu

Parlamenter sistemin temel özelliklerinden biri olan yürütmenin çift başlı oluşu, zaman zaman Cumhurbaşkanı ile Başbakanı karşı karşıya getirmekte ve bu durum siyasi krizlere neden olabilmektedir. Türkiye’de aslında 1982 Anayasasıyla siyasi istikrarsızlık durumu ortadan kaldırılmaya çalışılmış ancak yapılan değişiklikler, Bakanlar Kurulunu güçlendirmekten ziyade Batılı demokrasilerin aksine Cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi yönünde olmuştur. Cumhurbaşkanının güçlendirilmesi yanında hükümetin kolay kurulması ve zor düşürülmesini öngören hükümlerle birlikte ülkemizde literatürdeki ifadesiyle parlamenterizm, rasyonelleştirilmeye çalışılmıştır.

Ancak, Cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi başka türlü sistem sorunlarını beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanının parlamenter sistemin sorunsuz işlediği ülkelerde, olması gereken sembolik yetkilerin ötesinde geniş yetkilere sahip olması, siyasi istikrarın güvence­si olmak yerine son yıllarda daha çok siyasi sorunlar, çekişmeler ve hatta krizlere neden olmuştur. Cumhurbaşkanının tamamıyla sembolik rolüyle yetinmediği durumlarda, parlamenter sistemde yetki ve sorumluluk karmaşası ortaya çıkabilmekte; hükümet ise etkinliğini yitirebilmektedir. Nitekim, ülkemizde de Cumhurbaşkanları ile Başbakanlar arasında dış politika, kanunların veto edilmesi, kararnameler, atamalar gibi konularda çeşitli sorunların yaşandığı ve devlet politikasının belirlenmesinde zigzagların yaşandığı görülmüştür.

Denge ve Denetleme Mekanizmalarının İşleyemeyen Yapısı

Parlamenter sistemin en önemli özelliklerinden biri, kuvvetler arasındaki eşitlik ve dengedir. Buna göre sistemde, yasamanın elindeki denetim mekanizmaları ile hükümeti düşürme ve denetleme yetkisi söz konusudur. Yürütme ise belli şartlarda parlamentoyu feshedebilmektedir. Ancak, parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığının bu yapısı çeşitli eleştirileri de beraberinde getirmektedir. Uygulamada, parlamento çoğunluğu kendi partisinin oluşturduğu hükümeti düşürmek istememekte, hükümetler de Cumhurbaşkanı aracılığıyla kendisinin dayandığı parlamentoyu feshetmeye pekala sıcak bakmamaktadır.[8] Bu durum ise bütçe hakkını elinde bulunduran parlamentoyu hükümeti yeterince denetleme konusunda isteksiz davranmaya itmektedir.

Demokratik Temsil Sorunu

Parlamenter sistemin eleştirildiği bir diğer husus, bünyesinde düşük nitelikli bir demokrasiyi barındırmasıdır.[9] Şöyle ki, parlamenter sistemde vatandaşlar doğrudan hükümeti belirleyememekte, seçimlerde milletvekilleri belirlendikten sonra yine milletvekilleri tarafından hükümet seçilmektedir.

Bu kapsamdaki bir diğer husus ise, koalisyon hükümetlerinde siyasi sorumluluğun tam olarak kime ait olduğu konusundaki belirsizliktir. Hükümete yönelik eleştirilerin arttığı dönemlerde koalisyon ortaklarının suçu birbirlerinin üzerine atması vatandaşın da sağlıklı bir biçimde karar vermesini engellemektedir.

Yukarıda parlamenter sisteme yönelik tartışmaları ortaya koyduktan sonra parlamenter sisteme alternatif olarak sunulan hükümet sistemlerine ve bu kapsamda yaşanan tartışmalara sonraki yazımda devam edeceğim.

.

Talip ERGUVAN


[1] Hasan Tahsin Fendoğlu, Başkanlık Sistemi Tartışmaları, SDE Analiz, Kasım 2010, Ankara, s.22

[2] Şeref İBA, Türkiye’de Başkanlık Ya da Yarı-Başkanlık Rejimi Uygulanmalı Mıdır?, Mülkiye, 2003

[3] Taha AKYOL, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22790973.asp

[4] http://www.ikv.org.tr

[5] Burhan KUZU, Her Yönü İle Başkanlık Sistemi, Babıali Kültür, 2011

[6] Nur Uluşahin, Anayasal Bir tercih Olarak Başkanlık Sistemi, Ankara, Yetkin Yayınları, 1999

[7] http://www.anayasa.gen.tr/istikrar.htm

[8] Burhan Kuzu, s.90

[9] Nur Uluşahin, Anayasal Bir tercih Olarak Başkanlık Sistemi, Ankara, Yetkin Yayınları, 1999

Yorumlar (1)

soner erçim için bir cevap yazın Cevabı iptal et


%d blogcu bunu beğendi: