Twitter Facebook Linkedin Youtube

ALMAN ORDUSUNUN TARİHÇESİ

Dr. Mehmet YILMAZATA

Federal Almanya Cumhuriyeti, küresel güvenlik gelişmeleri sayesinde savunma, dış ve iç güvenlik politikalarını birkaç yıldan beri geliştirmeye başlamıştır. Rusya-Ukrayna krizinin Donbas bölgesiyle sınırlı olduğu dönemde bile Orta ve Doğu Avrupa’daki güvenlik gereksinimlerinin yeniden şekillendiği, Almanya’nın ise stratejik konumunu gözden geçirme gereksiniminin ortaya çıktığı vurgulanmıştır.

Konuya ışık tutması açısından Federal Almanya Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr = Federal Savunma Kuvvetleri) rolü ve tarihçesine kısa bir ön bilgi vermekte fayda vardır. Bu bağlamda Federal Almanya Silahlı Kuvvetleri, 1955 yılında eski Alman Silahlı Kuvvetlerine (Wehrmacht = Savunma Kuvvetleri) mensup eski kurmay subaylar tarafından şekillenmeye başlamıştır. Doğal olarak bu yeni ordu da kadim Alman ve bilhassa Prusya askerî geleneklerinden istifade ederek, İkinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra teşkil olunan yeni jeostratejik çerçevede yer almıştır.

1871 yılını müteakiben tam manasıyla birleşen Alman devleti, yine ağırlıklı olarak dönemin en güçlü ve başarılı ordusuna sahip olan Prusya Devleti’nin askerî geleneklerine dayanmıştır. Bu suretle, göreve ve emirlere sadık, profesyonel; modern silah teknolojisi, ikmal ve levazım sistemi ile harp doktrinlerini uygulayabilen eğitimli subay ve kurmay subay kadrosu yetiştirilmiştir. Yeni Alman ordusu, bilhassa Genelkurmay Başkanlığı makamı ve harp okulları sistemiyle büyük başarılara imza atarak, örneğin Japon, Türk ve diğer orduların eğitim, teşkilat ve komuta kademesi sistemlerine ilham teşkil etmiştir.

Söz konusu gelenek, daha sonra Wehrmacht ve kısmen de olsa Bundeswehr tarafından benimsenmiştir. Bilhassa görev tipi emir taktiği (Auftragstaktik), Prusya ordusu geleneğinden hareketle Federal Almanya modern silahlı kuvvetlerinin (Bundeswehr) doktrinleri arasında yer alarak, üstlerin astlarına sorumluluk vermek suretiyle görevin yerine getirilmesinde esneklik tanımakta olup, bugüne kadar birçok orduda da tatbik edilmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiye rağmen Alman ordu geleneği devam ettirilmiş, 1935 yılında yeni devlet reisi Adolf Hitler tarafından tekrar yürürlüğe getirilen askerlik uygulamasıyla Alman ordusu, “Deutsche Wehrmacht” adı altında görülmemiş bir yeniden teşkilatlandırma girişimine başlamıştır. Söz konusu dönem, ayrı bir araştırmada ele alınmalıdır. Almanya’nın yeni siyasî ve askerî doktrini, nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ilk başta Alman ordusunu görülmemiş başarılara taşımış olsa da, nihayetinde tam bir askerî yenilgiye yol açmıştır.

Diğer taraftan, Alman ordusu altı yıl boyunca düşmana göre daha sınırlı malî, hammadde ve insan kaynaklarına sahip olmasına rağmen, eldeki teknik ve askerî imkânları çok verimli kullanarak güçlü bir düşmanla etkin bir şekilde savaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı tecrübesi ise yeni kurulan Alman ordusuna şüphesiz önemli bir birikim kazandırmıştır. Yenilgiden hemen sonra bile birçok üst rütbeli Alman subay, ABD-SSCB rekabetinin başlayacağını ve Alman ordusunun Batı tarafında yer alabileceğini analiz etmişlerdir. Bu analiz, Batı Alman ordusu için hakikate dönüşecekti.

Nihayetinde 1940’lı yılların sonuna doğru, Doğu-Batı kutuplaşması çerçevesinde yeni bir Batı Alman silahlı kuvvetinin ihtiyacı doğmuştur. Federal Hudut Muhafaza (Bundesgrenzschutz) ve çeşitli silahlı Alman güvenlik unsurları (Batı Alman personelinden oluşan birlikler dâhil), yeni ordunun öncüsü olmuştur. Yeni ordunun özellikle lider kadrosu bağlamında eski Wehrmacht personelinden müteşekkil olacağı belli olmakla birlikte, yeni silahlı kuvvetlerin Alman askerî gelenekleri çerçevesinde, ancak yeni bir fikir yapısı temelinde oluşturulması gerektiği konusunda mutabık kalınmıştır.

“Himmerod Tamimi” adlı belgede 1952 yılında, yeni ordunun eğitim, operasyonel ve taktik doktrinleri ile ordunun yeni devlet kurumları çerçevesinde demokratik ve anayasal prensiplere sadık kalacağı vurgulanmıştır. Eski Wehrmachtkurmay subayı müellifler (başta Binbaşı Wolf von Baudissin), Wehrmacht öncesi askerî geleneklere atıfta bulunmuşlardır. Yine de tamimin planına göre, olumlu Alman askerî değer ve tecrübeleri muhafaza edilerek; Kore Savaşı’nın gerçekleri de göz önünde bulundurulmak suretiyle, Batı Alman Silahlı Kuvvetlerinin oluşumu gerçekçi operasyonel planlama bağlamında öngörülmüştür.

Batı Alman ordusu, Doğu Almanya’da “Kışlalı Halk Polisi” (Kasernierte Volkspolizei) adı altında fiilen başlatılan silahlı kuvvetlerin oluşumuna karşı bir denge kurmayı amaçlamıştır. Yeni ordunun adı ilk başta “Federal Alman Wehrmacht” (Bundesdeutsche Wehrmacht) olarak tasarlanmış, daha sonra “Bundeswehr” olarak değiştirilmiştir.

Bu çerçevede Himmerod Tamimi’nin yazarları, yeni ordunun ana eksenini NATO ittifakı içinde öngörmüşlerdir. İdeolojik açıdan ise bu ordunun subay, astsubay, erbaş ve erlerinden; disiplinli ve etkin birer asker olmanın yanı sıra, ordu mensuplarının bir bütün olarak demokratik sisteme bağlı, aynı zamanda kendi haklarının farkında olan bir “üniformalı vatandaş” modeli oluşturmaları beklenmiştir. Ayrıca askerliğini yapan ferdin bu sayede devlete ve topluma bağlı kalacağı, devlete ve siyasî sisteme karşı muhabbetinin artacağı düşünülmüştür.

İlave edilmelidir ki, Alman ordu geleneğinde siyasete dâhil olmaktan ziyade yönetime mutlak itaat eğilimi, müspet ve menfi yönleriyle birlikte dikkate alınmıştır. Asker politize olmamalıydı; ancak vatandaş olarak toplumun bir ferdi olarak sorumluluk da taşımalıydı. Bu yönden özellikle Nazi rejiminin acı tecrübeleri esas alınmıştı.

Bu hususta, Alman askerî geleneklerinin işlevsel ve örgütsel açıdan mükemmel bir ordu bütünlüğü oluşturduğu, ancak salt göreve odaklanma prensibinin; siyasi yönleri sorumluluk alanının dışında görmek ve Alman subayın birey olarak siyasetle ilgilenmesini adeta ayıp sayılma anlayışının, Hitler’in politikalarının sorgulanmadan uygulanmasına ve nihayetinde Alman ordusunun tarihî felaketiyle sonuçlanan yenilgiye yol açtığı belirtilmelidir.

Bundan ötürü yeni askeri modelde yepyeni bir ayar ve ifa edilmesi zor olan bir vazife ile karşı karşıya kalınmıştır: astın üste itaatı ve emir komuta zincirinin muhafazası doğal olarak kabul edilmekle birlikte, yeni orduda rütbesiz bir acemi er dahi “düşünen bir varlık” ve “sorumluluk sahibi bir birey” olarak yetiştirilmeliydi.

Şikayet hakları iç yönetim nizamnamesi çerçevesinde genişletilmiştir ancak askeri ruh ve disiplin, katiyen hasar görmemeliydi. Bu minvalde görev tipi emir taktiği, bir Prusya geleneği olarak yeni Alman ordusuna gereken esnekliği bulmak için yardımcı olacaktı. Sorgulanmadan itaat etme yerine, ‘anlamak ve kavramaktan hareketle’ gelişen bir asker ideal tipi tasarlanmıştır. Bu durumun güncel vazifelerin hakikatleriyle uyuşması elbette zaman alacaktı. Yeni emir komuta doktrini ise ‘dahili liderlik’ (inere Führung) olarak adlandırılmıştı. Bilhassa çoğu Wehrmacht geleneğinden gelen tecrübeli subay kadrosunun çoğu bu yaklaşım karşısında mesafeli durmuştur ve bu modelin tabii gelişimi, kıtalarda zaman almıştır.

Bundan başka, önemli bir ideolojik aşama daha yaşanmıştır: Nasyonal Sosyalist ideolojisi ve bunun Wehrmacht üzerindeki etkisi, geçmişin siyasî hatası olarak reddedilmekle birlikte, Alman askerinin onuru mutlaka korunmalıydı. Bu doğrultuda Şansölye Konrad Adenauer, “Alman askerinin onurlu duruşuna dair” bir beyan yayımlamış (Ehrenerklärung des deutschen Soldaten) ve savaşta görev almış, savaş suçlarına iltisaklı olmayan, onurlu biçimde savaşmış subay, astsubay ve erlerin kusursuz olduklarını kabul etmiştir.

Bu adım, yeni ordu personelinin Federal Almanya Cumhuriyeti rejimine bağlılığını pekiştirmiş; askerî gelenek ile personelin öz algısı üzerinde olumlu etkiler yaratmıştır. Ayrıca, bu kapsamda eski madalyaları taşıma hakkı tanınmış, personelin geçmişe ilişkin özlük hakları da dikkate alınmıştır.

Batı müttefiklerinin oluruyla nihayetinde 1955’te kurulan yeni Alman ordusu (Bundeswehr), 1956 yılında tekrar yürürlüğe giren askerlik uygulamasıyla kademeli olarak NATO savunma sisteminde yerini almaya başlamıştı. Soğuk savaş günlerinde NATO’nun Batı Avrupa’yı savunma planlaması çerçevesinde Alman ordusunun mevcudiyeti 500.000’i bulmuştur. Yedek ve ihtiyat kuvvetleri dahil edildiğinde, seferberlik durumunda bu rakam 1,3 milyona yükselecekti. Soğuk Savaşta Bundeswehr, proaktif ileri savunma planlaması bünyesinde ileri savunma kuvvetleri teşkil ederken, stratejik olarak NATO ittifakı savunma bünyesinde yer almıştır.

Federal Alman Ordusu, silah ve teçhizat bakımından ABD ve diğer NATO müttefiklerinin teknolojisini kullanmakla birlikte, Alman savunma sanayisi de ittifak bünyesinde yeniden söz sahibi olmuştur. Personel sayısı ve altyapı, 1960’lı yılların ortalarından itibaren hedeflenen seviyeye ulaşmıştır. Federal Alman Ordusu yalnızca ülke savunmasından sorumlu değil, aynı zamanda NATO’nun stratejik savunma konsepti çerçevesinde Batı Avrupa topraklarının korunmasından da mesul kılınmıştır.

Savunma doktrini, 1962 Küba Krizi sonrasında nükleer konseptle uyumlu hâle getirilmiş; ancak 1960’lı yılların sonuna doğru yeniden konvansiyonel harp anlayışı esas alınmıştır. Federal Alman Ordusu, bu bağlamda NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanlığı’na (SACEUR) bağlı olarak, müttefik kuvvetlerle müşterek biçimde belirli bölgelerin savunmasından sorumlu olmuştur. Kara Kuvvetleri (Heer) doğrudan Alman Genelkurmay Başkanlığı ve Federal Savunma Bakanlığı’na (Bundesministerium der Verteidigung) bağlı iken, Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) ve Hava Savunma Komutanlığı, doğrudan NATO’nun stratejik savunma kuvvetlerine entegre edilmiştir. Hava Kuvvetleri vasıtasıyla yapılacak olası bir nükleer taarruz bu çerçevede koordine edilmiştir.

1980’li yıllarda Bundeswehr Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 12 kolordudan ve bunlara bağlı 36 tugaydan oluşmaktaydı. Hava Kuvvetleri ve Federal Donanma (Bundesmarine) dâhil edildiğinde, Bundeswehr Batı Avrupa’da ABD ve Türk ordularından sonra üçüncü büyük askerî güç konumuna gelmiştir. Her ne kadar Bundeswehr’in kendi nükleer silahları bulunmasa da, NATO’nun stratejik nükleer kuvvetleri, ABD vasıtasıyla Almanya’da konuşlandırılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Bundeswehr Hava Kuvvetleri ve füze taarruz sistemleri aracılığıyla ABD menşeli nükleer silahları hedefe sevk etmekle mükellef kılınmıştır.

Bu çerçevede Federal Alman Ordusu, bir ikilemle karşı karşıya kalmıştır: Bir tarafta Federal Almanya, komünist tehdide karşı ABD’nin siyasî ve askerî hegemonyasını fiilen kabul etmiştir. Diğer tarafta ise NATO’nun Batı Avrupa savunma planlaması, Batı Alman kuvvetleri olmadan etkin bir şekilde yürütülemezdi. Nitekim Alman generalleri, NATO’nun en üst düzey kurmay görevlerinde yer almış ve ittifakın askerî planlamasında belirleyici roller üstlenmişlerdir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Almanya’nın 1990 yılında yeniden birleşmesiyle birlikte yeni başkent Berlin’de dönemin hâkim fikrî iklimi, Francis Fukuyama’nın ileri sürdüğü “tarihin sonu” tezinin etkisi altındaydı. Buna göre liberal-demokratik siyasi sistemin mutlak zaferi öngörülmüş, Avrupa kıtasında büyük ölçekli stratejik rekabetlerin artık yaşanmayacağı varsayılmıştı. Bu çerçevede Almanya, silahlı kuvvetlerinin mevcudunu ilk aşamada yaklaşık 370.000 personele düşürmüştür. Hava ve Deniz Kuvvetleri envanteri de yeni savunma konseptine uygun biçimde sadeleştirilmiş, belirli alanlarda uzmanlaşmaya gidilmiştir.

Buna rağmen mecburi askerlik hizmeti devam ettirilmiş; Soğuk Savaş boyunca önce 12, ardından 18 ve 12 ay olarak uygulanan hizmet süresi zamanla 8 aya indirilmiştir. Bununla birlikte, Soğuk Savaş döneminin “topyekûn savunma” anlayışı yerine, Balkanlar ve Orta Doğu coğrafyasında ortaya çıkan bölgesel çatışmalar ve terörle mücadele konseptine uygun, daha küçük ve çevik bir ordu yapısına geçiş hazırlıkları başlatılmıştır.

Eski Cumhurbaşkanı ve İkinci Dünya Savaşı gazisi piyade yüzbaşı Richard von Weizsäcker, kendi adını taşıyan bir komisyona başkanlık ederek Alman ordusunun yeni dönemdeki reform ve yeniden yapılanma sürecini başlatmıştır. Komisyon, Almanya’nın güvenlik politikasını yeni uluslararası koşullar çerçevesinde yeniden değerlendirmiş ve Bundeswehr’in konumunu bu yeni güvenlik ortamına uyarlamayı hedeflemiştir.

Bu kapsamda personel temini, liderlik ve eğitim doktrini, teşkilat yapısı, organizasyon, teçhizat ve mali yapı, bütüncül bir biçimde incelenmiştir. Komisyonun temel görevi, Almanya’nın askerî kapasitesinin dış ve güvenlik politikası ihtiyaçları doğrultusunda hangi alanlarda genişletileceğini, daraltılacağını ya da yeniden yapılandırılacağını belirlemek olmuştur.

Yapılan incelemelerde, Soğuk Savaş dönemi Bundeswehr teşkilatının fazla geniş olduğu ve alan savunması gereksinimlerinin değiştiği tespit edilmiştir. Bu nedenle, ordu personelinin sayısal olarak azaltılması, ancak uluslararası konuşlandırmalar ve dış operasyonlar için daha etkin bir yapıya kavuşturulması tavsiye edilmiştir. Reformdan ziyade, ordunun “temelinden yeniden ihyası” anlayışı öne çıkmıştır.

Askerlik hizmetinin her yönden daha cazip hâle getirilmesi için mali ve altyapı sorunlarının çözülmesi gerektiği belirtilmiştir. Bundeswehr’in yalnızca ülke hudutlarını savunan bir yapı olmaktan çıkarak, uluslararası krizlere müdahale eden, müttefiklerine yönelik görevleri yerine getiren bir ordu hâline gelmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda, NATO, AGİT, AB ve BM çerçevesinde daha yakın iş birliği kurulması, silah ve teçhizat sistemlerinin Avrupa kıtasının ortak ihtiyaçlarına göre uyarlanması kararlaştırılmıştır.

Ayrıca, ordunun finans ve bütçe yapısının geleneksel kamu zihniyetinden ziyade, genel işletme ve iktisadi prensipler doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Bundeswehr’in yapısal reformları kapsamında zırhlı tümenlerin sayısı azaltılmış; piyade birlikleri, Birleşmiş Milletler çerçevesindeki barış misyonlarına ve denizaşırı harekâtlara uygun olacak şekilde yeni eğitim doktrinleriyle donatılmıştır. Özel kuvvetlerin teşkilatı da bu doğrultuda yeniden düzenlenmiş, kara kuvvetlerinde alay sisteminden ziyade daha esnek tugay komutanlıkları modeline geçilmiştir.

İhtiyaç duyulmayan üs ve kışlalar, ya küçültülmüş ya da tamamen kapatılmıştır. Özellikle yedek birliklerin görev aldığı bölgesel savunma komutanlıkları (Territorialverteidigung) lağvedilmiştir. Bununla birlikte, Almanya’da eski Prusya askerî geleneğinin bir uzantısı olarak geliştirilen yedek kuvvet sistemi korunmuştur. Görev süresi sona eren subaylar ile askerlik hizmetini tamamlamış gönüllü personel, düzenli talim ve ihtiyat görevleriyle aktif kuvvetlere destek vermeye devam etmiştir.

Ancak, bütçe kısıtlamaları ve küresel güvenlik sistemindeki değişimlere uyum sağlama gerekçesiyle, mecburi askerlik uygulaması askıya alınmış (tamamen kaldırılmamış) ve yerine “gönüllü askerlik” sistemine geçilmiştir. Bu değişiklik, meclis, basın ve toplumda geniş tartışmalara yol açmıştır. Zorunlu askerlik hizmetinin yalnızca ulusal güvenliğe değil, aynı zamanda toplumsal bütünlüğe ve vatandaş-devlet bağının güçlenmesine katkı sağladığı vurgulanmıştır.

Eş zamanlı olarak, Almanya Silahlı Kuvvetleri, artık yalnızca yurt savunmasıyla sınırlı olmayan bir doktrin çerçevesinde NATO ve BM barış misyonlarına katılmaya başlamıştır. Somali ve Kosova örnekleriyle başlayan bu süreç, özellikle Afganistan’da yürütülen operasyonlarla birlikte Bundeswehr’in sıcak temas ve muharebe tecrübesi kazanmasıyla yeni bir safhaya ulaşmıştır.

Bununla birlikte, saha teçhizatı ve intikal alanlarında iç tedarik mekanizmalarından kaynaklanan kronik eksiklikler zaman zaman operasyonel sıkıntılara yol açmıştır. Yine de, bu sınırlamalara rağmen Alman birliklerinin görev performansı müttefik kuvvetler tarafından genel olarak “mükemmel” olarak değerlendirilmiştir.

Günümüzdeki Alman ordusunun yeni konumu ve Milli Güvenlik Kurulunun oluşumu bir sonraki makalenin konusu olacaktır.

.

Dr. Mehmet YILMAZATA
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: