Twitter Facebook Linkedin Youtube

AÇILIM/ÇÖZÜM SÜREÇLERİ VE ŞİDDETİN YENİDEN ÜRETİLMESİ RİSKİ

Terörsüz Türkiye şeklinde kamuoyu ile paylaşılan yeni sürecin PKK’nın tasfiyesi ve terörü sonlandırmak gibi son derecede önemli bir hedefle 2009 açılımından farklı olarak dikkatli bir şekilde yürütüldüğü görülmektedir. Ancak bu sürecin akamete uğramaması ve yeni bir şiddet/terör dalgasına yol açmaması için geçmiş açılım(lar) tecrübesinden ders alınarak yürütülmesinin gerektiği de muhakkaktır.

1804 yılında başlayan Sırp isyanından beri devam eden etnik isyanlar (Yunan, Bulgar, Ermeni vs.) ve açılımlar tarihimiz şiddeti yöntem olarak benimseyen gruplara karşı gerçekleştirilen açılım projelerinin şiddeti kısa vadede belli düzeyde azaltsa da uzun vadede daha büyük şiddet dalgalarını ürettiğini göstermektedir.

Etnik teröre karşı açılım projelerimiz  (1816 Sırp açılımı, 1839-1876 Tanzimat ve Islahat dönemi açılımları, 1878 Ermeni açılımı, 1909 İttihat ve Terakki açılımı, ve 2009 Kürt açılımı) etnik terörü/şiddeti dindirmediği gibi açılım yapılan gruplarda şiddete duyulan inancın güçlenmesi, başka terör gruplarının ortaya çıkması,  “yatıştırma paradoksu”, etnik tansiyonu artırıp etnik çatışma üretme, şiddet yöntemlerinin (terörize et, katlet, etnik temizlik yap, yeni durumu statüleştir gibi) başka gruplarca taklit ve uygulanması gibi orta ve uzun vadeli yan etkilere yol açtığı görülmektedir.

Açılım projelerinin daha fazla şiddet üretmesinin sebepleri olarak;

  • Terörün/şiddetin ve silaha sahip olmanın ödüllendirildiği algısının açılım yapılan grupta şiddetin kazandıran bir yöntem olduğu düşüncesini tahkim etmesi,
  • Terör gruplarının şiddete yönelmesinin sorumlusunun devlet veya sistem olduğu, teröristlerin şiddet uygulamaya mecbur kaldığına ilişkin anlatı ile terörün meşruiyet zeminin güçlendirilmesi,
  • Açılım projelerinin etnik talepleri daha da artırarak yatıştırma paradoksuna yol açması,
  • Silaha sahip olan grubun tüm etnik grubun temsilcisi haline gelerek meşruiyetini güçlendirmesi ve gücünü tahkim etmesi,
  • Açılım yapılan grubun kontrol etmek istediği coğrafyada farklılıkları yok etmesi,
  • Devletin ancak silaha sahip olanı dinlediği algısı ile (açılım yapılmayan) başka grupların da silaha yönelmesi,
  • Açılım yapılmayan gruplarda açılım yapılan grubun şımartıldığı veya kayırıldığı algısının güçlenerek toplumsal gerilimin artması gibi sebepler sayılabilir.

Bu nedenle açılım projelerinde etnik meselelerin iç dinamiklerini anlamaya odaklanarak, romantizmden uzak realist bir şekilde yan etkileri de (yatıştırma paradoksu, etnik çatışma yaratma, şiddetin taklit edilmesi gibi) dikkate alarak, tek tipçi (tek grubu tatmin edici) açılım projeleri yerine çoğulculuğu esas alan projeler uygulanmasının daha doğru olduğu şüphesizdir.

12 Mayıs 2025 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan PKK’nın silah bırakma açıklamasında da PKK’nın “silahla” kazanımlar elde ettiği, sorunun sebebinin devletin yanlışları olduğu iddialarının dile getirilmesi şiddetin yeniden üretilmesi riskinin varlığına işaret etmektedir.

Açılım ve Şiddet

Son iki yüzyıllık tarihimiz 1804 yılındaki Sırp isyanından başlayarak büyük ölçüde etnik sorunlar ile mücadelenin yansıra  “açılımlar/çözüm süreçleri” tarihidir. Karşı karşıya kalınan etnik sorunlar, terör olayları ve isyanlara (Yunan, Karadağ, Bulgar, Makedon, Ermeni vs.) yanıt olarak uygulanan önemli açılımları 1816 Sırp açılımı (I. Açılım), 1839-1876 Tanzimat ve Islahat dönemi açılımları (II. Açılım), 1878 Ermeni açılımı (III. Açılım), 1909 İttihat ve Terakki açılımı (IV. Açılım) ve 2009 Kürt açılımı (V. Açılım) olarak sıralayabiliriz.[1] Bununla birlikte tarihsel süreçler şiddeti yöntem olarak seçen etnik milliyetçi gruplara yönelik uygulanan açılım projelerinin geçici olarak rahatlama getirse de sonrasında daha büyük şiddet dalgalarının yaşanmasına neden olduğunu göstermektedir. Açılım projelerinin daha fazla şiddet üretmesinin sebepleri olarak; açılımın terörün/şiddetin ve silaha sahip olmanın sonuç getirdiği/ödüllendirildiği algısını güçlendirmesi, şiddetin mazur görüldüğüne ilişkin paradigmayı beslemesi, yatıştırma paradoksuna ve açılım dışı gruplarda gerilime neden olması gibi faktörler sayılabilir.

Terörü yöntem olarak benimseyen etnik milliyetçilere yönelik gerçekleştirilen açılım projeleri terörün meşruiyet zeminin güçlendiren bir paradigmaya sahip olduğundan yeni şiddet dalgalarının doğmasına neden olmaktadır. Bu projelerin dayandığı temel felsefe aynı olup etnik sorunun sebeplerine ilişkin açıklamalar, çözüm önerileri, uygulanma biçimleri ve hatta sonuçlar açısından benzerlikler göstermektedir. Hemen hemen bütün açılım projelerinde sorunun kaynağı olarak devletin yanlış ya da çağın gerisinde kalan uygulamaları görülmüş, yanlış uygulamalar düzeltilirse ve çağın gereği olan politikalar geliştirilirse sorunun çözüleceği düşünülmüştür. Diğer bir ifadeyle etnik sorunlar, çevresel faktörlere (devletin yanlış uygulamaları, dış devletlerin müdahalesi gibi) bağlı olarak çözümlenmiş ve etnik meselenin iç dinamikleri göz ardı edilmiştir. Açılım projelerinin tamamında şiddeti yöntem olarak benimseyenlerin şiddet uygulamaya mecbur kaldığı anlatısı “devletin zulmü” gibi meşrulaştırıcı argümanlarla desteklenerek terörün meşruluk zemini güçlendirilmiştir. Bu anlamda şiddeti yöntem olarak benimseyen grupların bir şekilde haklı olduğu, devletin ve teröre maruz kalan halkın bu şiddeti bir şekilde hak ettiği anlatısı açık veya örtülü olarak dile getirilmiştir. Meseleye bu bakış açısıyla yaklaşıldığı için askeri olarak üstünlük kurulmuş olsa bile silahlı unsurlarla müzakere veya uzlaşma uygulamalarına gidilmiştir.

Şiddeti ve silahı yöntem olarak benimseyen etnik milliyetçi gruplara yönelik uygulanan açılım projelerinin daha fazla şiddet üretmesinin bir örneği olarak Sırp açılımının, temel yaklaşım ve sonuçları itibarıyla detaylı olarak incelenmesi yararlı olacaktır. Sırp isyancılar 1804 yılında Osmanlı idaresine karşı isyan ederek 1807 yılında Belgrad’ı ve Semendire’yi ele geçirip “katlet, terörize et, etnik temizlik yap” yöntemleriyle bölgeyi büyük ölçüde Müslüman nüfustan arındırmışlardır. 1813 yılında Hurşit Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Belgrad’ı ele geçirerek isyanı sona erdirmişse de 1816 yılında Sırp isyancıların (terör gruplarının) liderlerinden Miloş Obrenoviç’le anlaşma yapılarak yatıştırma siyaseti uygulanmış, bölgeye özerklik verilmek suretiyle ilk defa silahlı isyan sonunda Osmanlı Hristiyanları başarı kazanmıştır. Uyguladıkları terör sonucunda Belgrad ve Semendire’de hâkimiyetlerini Osmanlıya kabul ettiren Sırp milliyetçileri, sonraki dönemlerde Yunan, Bulgar, Makedon ve Ermeni milliyetçilerine de ilham kaynağı olmuşlardır.[2]

Tarihsel örnekler terörle ve şiddetle başarı kazanıldığına yönelik inancın açılım yapılan gruptaki şiddet eğilimini daha da güçlendirdiğini göstermektedir. Silah ve şiddetle başarı kazandığını düşünen Sırp milliyetçiliği bunu temel hareket tarzı olarak benimsemiştir. Bu düşünceye sahip Sırp milliyetçileri şiddet ve terörü uzun süre, Osmanlı devletine, Hırvatlara, Kosovalılara ve Bosna Müslümanlarına karşı kullanmışlardır. Bu bağlamda 1990-1995 Bosna savaşında Sırp milliyetçileri tarafından uygulanan katliam ve terörün Belgrad ve Semendire bölgesinde 1804-1812 yılları arasında uygulananların bir yönüyle tekrarı olduğunu söylemek hata olmayacaktır. Bu itibarla, 1816 yılındaki Maraşlı Ali Paşa’nın Sırp açılımının uzak sonucunun Srebrenitsa soykırımı olduğu söylenebilir.

Diğer taraftan silahla başarı elde edildiğine ilişkin algı, Sırp milliyetçiliğinde olduğu gibi Kürt milliyetçiliğini de yanlış yönlendirme ihtimali bulunmaktadır. Kazanımların silahla ve şiddetle elde edildiğine ilişkin bir algı Kürt milliyetçilerinin şiddeti kalıcı bir yol olarak benimsemelerine neden olabilecektir. Bu algı PKK dışında yeni Kürt milliyetçisi terör yapılarının ortaya çıkmasına sebep olabileceği gibi farklı coğrafyalardaki Kürt milliyetçilerini şiddet kullanmaya hatta etnik temizlik veya katliam yapmaya yönlendirebilecektir. Kürt milliyetçilerindeki bu algının sonuçlarını Suriye’de farklı etnik gruplara karşı kullanılan etnik temizlik örneklerinde (Şuyuh Tahtani’de Araplara etnik temizlik uygulanması gibi) görülmektedir.[3]

Açılımların bir diğer sonucu da diğer gruplara şiddet ve terör kullanılması konusunda ilham vermesi olmuştur. Tarihsel olarak ilk açılım niteliği taşıyan Sırp açılımı sonrasında Osmanlı Devletinin kontrol ettiği coğrafyalardaki diğer etnik hareketler de aynı yöntemi (katlet, terörize et, etnik temizlik yap, yeni durumu statüleştir) taklit etmişlerdir. Sırp hareketinin bu yöntemle başarı kazanması; diğer etnik hareketlere hem Osmanlı devletinin nasıl diz çöktürüleceğini öğretmiş hem de devletin buna cevap verecek kapasitesinin olmadığını ve devletin yenilebileceğini göstermiştir. Yunan, Bulgar ve Ermeni milliyetçileri devlet kurmak istedikleri coğrafyalarda aynı yöntemi uygulamışlardır. 1821’de başlayan Yunan isyanı döneminde ilk olarak Mora Yarımadasında sonraki dönemde ise bugünkü Yunanistan toprakları ile Anadolu’da Türklere, Müslümanlara hatta rakip Hristiyan gruplara karşı kitlesel katliamlarla etnik arındırma politikası etkili şekilde uygulanmıştır. 1860’lardan sonra Bulgar milliyetçileri de aynı yöntemi Bulgaristan, Makedonya Cumhuriyeti, Selanik ve çevresi ile Batı Trakya’da yoğun şekilde kullanmışlardır. 1880’lerden itibaren Ermeni milliyetçileri “Ermeni fedaileri” eliyle aynı yöntemi uygulamaya başlamışlardır. Diğer taraftan Kürt milliyetçileri de benzer politikayı uygulamış ve farklı etnisiteleri hedef alarak onların bölgeden kaçmasını sağlamaya çalışmışlardır.

Balkan etnik milliyetçilerinin uygulamalarının diğer etnik milliyetçilere ilham olması eski Ermeni Patriği Mığırdiç Khırımyan’ın (1820-1907) vaazına net bir şekilde yansımıştır. Ermeniler adına lobi faaliyetlerinde bulunmak üzere Berlin Kongresine (1878) katılan ve umduğunu bulamayan Khırımyan, İstanbul’a dönüşünde verdiği vaazda Bulgar, Sırp ve Karadağlıların talepleri dikkate alınırken Ermenilerin dikkate alınmamasının sebebinin Ermenilerin kan damlayan kılıçlarla değil kâğıt dilekçelerle orada olmaları olduğunu söylemiştir. Bu üç ülkenin demir kepçeler gibi olan kılıçlarını çekip kâseye daldırıp heriseden (etli keşkek) paylarına düşeni alıp gururlu ve çekinmez bir şekilde oradan ayrıldıklarını ancak Ermenilere demir kepçeleri olmadığı için hiçbir şey verilmediğini ifade etmiştir. Zeytun’da, Sason’da, Çatak’ta ve diğer dağlık bölgelerdeki cesur adamlar gerekeni yapsa durumun farklı olacağını belirtmiştir.[4] Khırımyan’ın bu çağrısı Ermeni toplumunda yankı bulmuş, 1887 yılında Hınçak, 1890 yılında ise Taşnak kurulmuştur. Bu iki Ermeni terör örgütü binlerce insanımızın ölümüne sebep olan terör saldırılarını gerçekleştirmiştir.[5]

Terörsüz Türkiye sürecinin benzer ilhamları vereceğine ilişkin işaretler de görülmektedir. Konuyla ilgili eski asker bir FETÖ mensubu; “Maalesef bizdeki devlet geleneği yalnızca ‘elinde silah olana’ saygı gösteriyor” şeklindeki ifadesi ile Türkiye’de devletin genel yaklaşımının elinde silah olana saygı göstermek şekilde olduğuna ilişkin algısını beyan etmiştir. 2009 Kürt Açılımı döneminde bazı sol örgütlerin Alevi toplumuna “devlet ancak şiddetle dize getirilir, devlet sadece silahı olanı muhatap alır” şeklinde propaganda yaptığı da görülmüştür.

https://x.com/LatifErkan6/status/c1901039563520504026, 16 Mart 2025

Açılım politikaları ve silahı olanın muhatap alınmasının dolaylı etkilerinden biri de Osmanlı Devletinde bitmeyen eşkıya hareketleri ve terör saldırıları olmuştur. Etnik ayrılıkçılık hareketlerine muhatap olmuş Avusturya-Macaristan (Sloven, Slovak, Çek ayrılıkçı hareketleri) ve Rusya İmparatorluğunda (Leh, Litvan, Fin, Leton ve Eston ayrılıkçı hareketleri gibi) etnik terör yaşanmazken Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin yaygın yoğun etnik teröre maruz kalmasının en önemli sebeplerinden biri de silahı olanın muhatap alınması olduğu açıktır. Bu anlamda, teröre başvuranların terör ve şiddetle kazanım elde edebilecekleri beklentisinin bitmeyen terörün temel sebebi olduğunu söylemek hata olmayacaktır. Silahı olanın dikkate alınması neticesinde her bir “çözüm” sonrasında veya sırasında başka bir grup silaha sarılmaya dolaylı olarak teşvik edilmektedir. 2025 açılımı sonrasında da yeni Kürt milliyetçisi grupların veya FETÖ mensuplarının silahlı eylemlere başlaması sürpriz olmayacaktır.

Yukarıda değinildiği üzere çözüm süreçlerinin bir diğer etkisi de etnik taleplerin “yatıştırma paradoksu” ile azdırılmasıdır. Açılım politikalarında asıl suçlu “devlet” olarak görüldüğü ve etnik hareket kurban olarak algılandığı için etnik hareketin tatmini temel politika olmaktadır. Etnik milliyetçilerin karşılanan her bir talebi, daha yüksek taleplerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Diğer bir ifade ile etnik hareketin talepleri karşılandıkça etnik hareket yatışma yerine daha da tahrik olmakta ve talep çıtası yükselmektedirler.

Ayrıca, etnik açılım projelerinin bir diğer yan etkisi toplumsal barışı bozmasıdır. Açılım projesinin uygulanma dönemlerinde açılım yapılan grup “yeterince açılım yapılmadığını” düşünürken toplumun diğer kesimleri açılım yapılan grubun “şımartıldığını” düşünmeye başlamaktadır. Bu durum Ermeni açılımı ve 2009 açılımları döneminde net olarak görülmüştür. 1878 Ermeni açılımında Ermeni milliyetçilerinde yeterince açılım yapılmadı duygusu öne çıkarken Müslüman nüfusta Ermeniler şımartılıyor hissi güçlenmiş ve bu durum 1895-96 olaylarının oluşmasında temel etkenlerden biri olmuştur.[6] Diğer taraftan 2009 açılımının benzer dinamikleri harekete geçirdiği Antalya, Kayseri ve Kırşehir gibi birçok yerde 6-8 Eylül 2015’te yaşanan toplumsal olaylarda şahit olunmuştur.[7]

Açılım projelerinin bir diğer sonucu da, açılımda temel hedef “sorun çıkaranın tatmin edilmesi” olduğundan “sorun çıkarmayan diğer grupların” zarar görerek çoğulculuğa hasar vermesidir. Açılım dönemlerinde açılım yapılan etnik grubun milliyetçilerinin homojenleştirme ve farklılıkları yok etme arzusu paralelindeki politikalarla farklı olanın yaşam alanı da yok edilmektedir. Bu anlamda Yunan milliyetçiliği etkisinde bulunan Patrikliğin diğer Ortodoks etnik gruplara ait kiliselere düşmanca yaklaşımı veya Kürt milliyetçilerinin Zazalara ve Zazacaya yönelik inkarcı tavrı dikkat çekici iki örnektir. 2009 açılımı döneminde günümüzde dilbilimcilerin (Oskar Mann, Karl Haddank, Gernot Windfuhr gibi) tamamı Zazaca bağımsız bir dildir Kürtçenin lehçesi değildir şeklindeki yaklaşımlarına rağmen MEB Zazaca ders kitapları Zazacayı Kürtçenin lehçesi olarak tanımlayan HDP milletvekili Kadri Yıldırım’a yazdırtılmıştır.[8] Zazaların yoğun itirazı sonrasında dilbilimcilerin tespitleri paralelinde Bingöl Üniversitesince yeni ders kitapları 2009 açılımının bitişi döneminde yazılabilmiştir.

Açılımın bir diğer yan etkisi de açılım yapılan silahlı grubun meşruiyetini güçlendirerek silahlı grubun tüm etnik grubun temsilcisi haline gelmesine sebep olmasıdır. Bu anlamda 2009 açılımında PKK’ya katılımdaki büyük artış ve PKK’nın desteklediği partinin oy oranındaki patlama dikkat çekici örneklerdir.

Açılım projelerinin seçmen davranışları ve partilerin oylarına etkisi de dikkate alınması gereken bir diğer husustur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde HDP/DEM çizgisi ile AK parti oylarındaki değişim açılımın etkisini net olarak ortaya koymaktadır. 2009 açılımında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 18 vilayette 2007-2015 genel seçimleri arasında AK parti oyları % 47’den %26’ya düşerken HDP/DEM çizgisinin oyu ise %30’dan %59’da yükselmiştir.[9] Açılımdan vazgeçilmesi sonrasında yapılan Kasım 2015 genel seçimlerinde söz konusu vilayetlerde AK parti oyu 11 puan yükselmiş HDP/DEM çizgisinin oyu 8 puan azalmıştır. Bu itibarla, “Terörsüz Türkiye” sürecinde de 2009 açılımı dönemindeki yaklaşımlar devam ettirilirse HDP oyu patlarken AK parti oyunun çakılması, AK partinin bu 18 vilayette 15 civarında milletvekili kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir.

Sonuç olarak şu husus son derece açıktır ki şiddeti yöntem olarak benimseyen gruplara karşı gerçekleştirilen açılım projeleri şiddeti kısa vadede belli düzeyde azaltsa da uzun vadede daha büyük şiddet dalgalarını üretmektedir. Açılım projeleri silahı olanın muhatap alındığı algısına neden olduğu için hem açılım yapılan etnik grubu hem de diğer grupları orta ve uzun vadede şiddete yönlendirmektedir. Bu nedenle açılım politikaları mevcut terör gruplarını güçlendirebileceği gibi yeni terör gruplarının doğmasına neden olabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca, etnik milliyetçilerin kültürel ve dilsel farklılıkları yok ederek tek bir etnik grubun hakimiyetinde yapılar kurma isteğine sahip oldukları gözden kaçırılmayarak etnik milliyetçilerin tek tip homojen etnik coğrafyalar oluşturma hedeflerine hizmet eden politikalardan kaçınılması gerekmektedir. Özetle ifade etmek gerekirse açılım projelerinde etnik meselelerin iç dinamiklerini anlamaya odaklanarak[10], romantizmden uzak realist bir şekilde yan etkileri de (yatıştırma paradoksu, etnik çatışma yaratma, şiddetin taklit edilmesi gibi) dikkate alarak, tek tipçi (tek grubu tatmin edici) açılım projeleri yerine çoğulculuğu esas alan projeler uygulanmasının daha doğru olacağı şüphesizdir.

Öte taraftan, Türkiye’de açılım projelerinde örnek model olarak öne sürülen Kuzey İrlanda veya Bask modeli dışında Yakubu Gowon’un Nijerya’da uyguladığı Biafra isyanı/İgbo etnik sorunun çözülmesi[11] veya Sovyetler Birliği ve Rusya’nın uyguladığı Milliyetler Politikası gibi başarılı modellerin de olduğu bilinmelidir. Ayrıca, Kuzey İrlanda ve Bask modelinin, ülke içinde veya dışında diaspora büyüklüğü, etnik grubun belli bir coğrafyada çoğunluk oluşturup oluşturmadığı, silahlı örgütün tipi (kır veya şehir temelli olma gibi), gibi bir çok alanda PKK’ya uyarlanmayacak farklılıkları olduğu da ortadadır.

.

Rasim BOZBUĞA
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

________________________________

Dipnotlar

[1] Bozbuğa R. (2016), Tarihimizde yaşanan Etnik Sorunlar ve Bunlara Karşı Uygulanan Politikalara Genel Bir Bakış, Türkiye Günlüğü Dergisi, Bahar 2016, Sayı 126, s.53-60.

[2] Başlangıçta köylü isyanı olarak başlayan Sırp isyanı daha sonra etnik bir isyana dönüşmüştür. Osmanlı devleti isyanı silahlı olarak bastırsa da Sırplara özerklik vererek yatıştırma siyasetini uygulamıştır. Koç, V., (2024). “1804 Sırp Ayaklanmasının Sosyolojik Nedenleri Üzerine Bir İnceleme: Balkan İsyanlarından Farklı Bir Dinamik”. Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi 6, sy. 12 (Temmuz 2024): 551-64.

[3] Abdullah Neccar, (2020), Mashrue Hizb Aaltihad Aldiymuqratii (PYD) Aalnufsalii Fi Sharq Alfurat, Harmoon Araştırmalar Merkezi, https://www.harmoon.org/wp-content/uploads/2020/04/final1.pdf.

[4] Yavuz, F. (2016). Bir Din Adamının Ermeni Cemaatine Yaptığı Çağrı: Kırımyan ve Demir Kepçe Vaazı. II. Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri ve Büyük Güçler Sempozyumu, Bildiriler 6-8 Mayıs 2015 Erzurum-Türkiye, 2, 825-836. Asalla’nın 1980’lerde Lübnan’da çıkardığı derginin de Demir Kepçe olması ilginç bir ayrıntı olarak dikkat çekmektedir.

[5] Doğan, O. (2008). Ermeni Komiteleri Hınçak ve Taşnaksütun. Selcuk University Social Sciences Institute Journal, 20.

[6] Halaçoğlu, A. XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Anadolu’daki Ermeni Terörü. Türk Tarih Belgeleri Dergisi, 28, 57-95.

[7]  Fehim Taştekin, Kırşehir ve Alanya Saldırılarının Ardındaki ‘Milli Mutabakat’ ve ‘Ekonomik Paylaşım https://sendikalmucadele.org/kirsehir-ve-alanya-saldirilarinin-ardindaki-milli-mutabakat-ve-ekonomik-paylasim-fehim-tastekin-al-monitor/ 6-7 Ekim Kobani olayların ardından Kırşehir, Kayseri ve Alanya gibi bir çok yerde büyük toplumsal olaylar yaşanmıştır.

[8] Yıldırım Kadri (ve diğerleri), Kurdi 5 Zazaki, https://ttkb.meb.gov.tr/dosyalar/kitaplar/kurdi_5_zazaki.pdf, MEB yayınları

[9] Bozbuğa R., (2015) Açılım Sonrasında Doğu Ve Güneydoğu’da AK Parti Ve HDP Çizgisi Oylarının Analizi, https://sahipkiran.org/2015/09/08/acilimin-oylara-etkisi/

[10] Etnik milliyetçiliklerin tarihsel gelişimi ve iç dinamikleriyle ilgili olarak, Hroch, M. (2011). Avrupa’da Milli Uyanış.(çev.). Ayşe Özdemir, İstanbul: İletişim Yayınları. ve Horowitz, D. L. (2000). Ethnic groups in conflict, updated edition with a new preface. Univ of California Press.

[11] Guwon temel olarak Ibo/İgbo temelli Biafra isyanında İgbo’ların rakibi olan daha küçük etnik gruplar olan İjawlar gibi etnik grupları güçlendirerek İgbo’ların denize çıkışını kapatmış ve İgbo milliyetçilerinin varlığını inkar ederek İgbo olarak tanımladığı Ikwerre’ler gibi grupların varlığını tanıyarak İgboların etki alanını sınırlandırmıştır. Askeri olarak igbo isyanını sonlandırdıktan sonra iç savaşın başlangıcında İgbo ayrılıkçıların yaptığı vahşetler öne çıkarılarak İgbo milliyetçiliğinin meşruiyet zemini zayıflatılmıştır. Konunun İjaw boyutuyla; Nwajiaku-Dahou, K. (2009). Heroes and villains: Ijaw nationalist narratives of the Nigerian civil war. Africa Development, 34(1).

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: