Twitter Facebook Linkedin Youtube

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI RUSYA’NIN VİETNAM VE KÜBA’DAKİ FÜZELERİNİ KAPATMA KARARI ALMASININ GEYİK AVI OYUN TEORİSİNE GÖRE ANALİZİ

Betül Yaren ÖZER – Aday Uzman

Özet

    11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezini hedef alan terör saldırısı ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisini yeniden belirlemiş, Bush Doktrini olarak anılan yeni ABD hegemonyasının sınırlarını çizmiş ve 2001 sonrası ABD dış politikasının teorik alt yapısını oluşturmuştur. Bush Doktrini olarak anılan bu teorik alt yapı; Önleyici Saldırı politikası doğrultusunda hegemonyasını bir zamanlar Sovyet etki alanında olan Orta Asya ve Kafkasya coğrafyalarına doğru genişletmiş ve böylelikle Birleşik Devletlerin terörle mücadele doğrultusunda revizyona uğrayan dış politika felsefesi, SSCB’nin mirasını taşıyan Rusya Federasyonu’nun da dış politika algısında birtakım değişikliklere neden olmuştur. Saldırılar sonrası terörle mücadelede iş birliği çağrısı iki eski rakip olan ABD ve Rusya’yı aynı platformda bir araya getirebilmiştir. Bu makale 11 Eylül sonrası değişen Rus-Amerikan ilişkilerini oyun kuramsal çerçevede değerlendirip, uluslararası ilişkilerde devletler arası iş birliğini açıklamakta kullanılan Geyik Avı modeli ile analiz etmektedir.

Anahtar Kelimeler: 11 Eylül sonrası Rusya-ABD ilişkileri, Terörle Mücadele, İş Birliği, Oyun Teorisi, Geyik Avı Modeli.

    Giriş

    İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle iki kutuplu bir yapıya bürünen uluslararası sistem, iki kutuptan biri olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Aralık 1991’de yıkılmasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) güdümünde tek kutuplu bir yapıya dönüşmüştür. Sovyetlerin çöküşüyle farklı bir boyuta evirilen uluslararası düzen 11 Eylül terör saldırılarının ardından farklı bir perspektif kazanmıştır. Fakat 11 Eylül sonrası değişen Rus-ABD ilişkilerini daha iyi anlayabilmek için, önce Soğuk Savaş Dönemine giden süreçten, Soğuk Savaş dönemi Sovyet Rusya’sından, özellikle de Rusya Federasyonu’nun inşa süresinden bahsetmekte fayda var.

    Soğuk Savaş Dönemi:

    Yeni dünya düzeni; İkinci Dünya Savaşının ardından uluslararası sistemde ortaya çıkan iki süper güç; ABD ve SSCB’nin ilişkileri perspektifinde şekillenmiştir. Sovyetlerin komünist ideolojiyi dünyanın geri kalanına ihraç etme çabaları ve bu doğrultuda izlediği emperyalist politikalar uluslararası ilişkilere farklı bir boyut kazandırmış, ‘’ideoloji’’ faktörünü 1991 senesine kadar en önemli küresel sorunlardan biri haline getirmiştir. İkinci Dünya savaşı sonrası bir diğer önemli mesele ise ekonomi olmuştur.

    Yeni uluslararası sistemin temel dinamiklerini oluşturan parametreyi şu şekilde özetlemek mümkündür: iki süper güç olarak tezahür eden ABD ve SSCB’nin savaş sonrasında sistemde oluşan siyasal, ekonomik ve askeri alandaki boşlukları doldurma adına güç mücadelesine girişmeleridir. Komünizmin en büyük güdümcüsü Sovyetler Birliği, Nazi Almanya’sının işgalinden kurtarmak için girdiği Doğu Avrupa ülkeleri olan; Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya gibi ülkelerde sosyalist yönetimlerin inşası için birtakım faaliyetlere girişmiş ve etki alanlarını Avrupa, Asya ve Orta Doğu’ya kadar genişletmiştir.  Amerikan-Rus ilişkilerinin gerilmesinde ve soğuk savaşın ilk ciddi sinyallerinin hissedilmesinde Sovyetlerin İran topraklarında kalıcı olma girişimleri önemli rol oynamıştır. İkinci Dünya Savaşında Nazilerin Sovyetleri işgali Rusya-İngiliz/ABD yakınlaşmasını sağlamış ve Sovyetlere yardım götürülmesi için İran toprakları işgal edilmiştir. Sene 1945 Kasımında İran Azerbaycan’ında çıkan komünist ayaklanmalar, Sovyet güdümlü komünistlerin Mehabad bölgesinde bağımsız bir Kürt Cumhuriyeti Devleti kurduklarını ilan etmesi ve İran solunun temsili komünist Tudeh Partisi’nin petrol sahalarında halkı manipüle ederek birtakım karışıklıklara neden olması ABD’yi rahatsız eden gelişmelerdi.[1] Sovyetler’’in bölgede daha da ileri gitmesi ve ülkeden çekilmenin ön koşulu olarak birtakım ekonomik imtiyazlar talep etmeleri ve İran yönetimini bu nedenlerle baskılaması sonucu ABD, İran’ın toprak bütünlüğünü korumak adına gerekli tedbirleri sağlayacağını beyan etmesi üzerine Rusya geri adım atmak zorunda kalmıştır. Her geçen gün gerilen Sovyet-ABD ilişkileri iki tarafı da birtakım gerekli tedbirler almaya itmiştir.  Bu doğrultuda Avrupa ve Orta Doğu ülkelerini Marksist Sovyet emperyalizminden korumak adına Marshall Planı ve Truman Doktrin’i çerçevesinde ekonomik yardımlar yapılmıştır.[2] Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) 4 Nisan 1949’da ABD öncülüğünde kurulmasıdır. Sovyet yayılmacılığını durdurmak amacıyla kurulan bu örgüt, Çekoslovak darbesi ile Avrupa’da varlığı daha da hissedilen Sovyetlere karşı İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’un ittifak kurması sonucunda ABD’nin Avrupa’daki durumun vahametini anlaması neticesinde kurulmuştur. Tarihe Vandenberg Kararı olarak geçen ve Birleşik Devletlerin 1823 yılından beri benimsediği Monroe Doktrinini rafa kaldıran bu karar, kurulacak Kuzey Atlantik ittifakının ilk sinyalleri olmuştur.

    Üye sayısını artıran NATO Batı Almanya’yı da bünyesine alması sonucunda karşı hamle olarak Sovyetler de kendi blokunu oluşturmuş bu doğrultuda Varşova Paktı olarak anılan güvenlik paktını kurmuştur. Sovyetlerin başını çektiği paktın diğer üyeleri ise; Bulgaristan, Arnavutluk, Doğu Almanya, Polonya, Romanya ve Çekoslovakya olmuştur.[3] Askeri paktların kurulması zaten gerilmiş olan ikili ilişkileri daha da tırmandırmıştır.

    Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Dağılması:

    Stalin’in 1953’de hayatını kaybetmesinden dört yıl sonra uzun ve zorlu uğraşlar sonucunda Kruşçev’in iktidarı devralmasıyla Rus-ABD ilişkileri daha da gerginleşmiştir. Fakat Kruşçev’in iktidarı kısa sürmüş 1964’te bir darbeyle koltuğundan indirilmiştir. Kruşçev’in ardından iktidara gelen Brejnev ise on sekiz sene boyunca iktidarda kalmıştır. Brjnev döneminin en önemli gelişmesi ise şüphesiz Doğu blokunun gücünü kıran 1975 senesinde 35 devletin imzaladığı Helsinki Nihai Senedi olmuştur. İki blok arasındaki ilişkilere yumuşama getirme amacı taşıyan bu senet Doğu Avrupa’da daha sonra Sovyet karşısı bir mücadeleye dönüşecek olan insan hakları, hürriyet talebi gibi halk hareketlerinin fitilini ateşlemiştir. Brejnev’in ise 1982’de ölmesiyle önce, iktidarı on beş ay sürecek olan Yuri Andropov, Andropov’un ölümünün ardından da Konstantin Çernenko yönetime geçmiştir. Fakat hasta ve yaşlı Çernenko’nun da iktidarı sadece 13 ay sürmüştür. Bütün bu istikrarsızlık döneminin ardından Komünist Partisi Merkez Komitesi genel sekreterliğine getirilen Mikhail Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin son devlet başkanı olmuştur.

    Son Başkan Gorbaçov kendinden önceki liderlerden bazı yönleriyle ayrışıyordu. ‘’Stalinizm-Brejnevizm’’in politik mirasını yok sayıyor ve Batı ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışıyordu. Bu dönemde Sovyetler Batı’ya karşı ideolojik bir zıtlık, tehdit olmaktan çıkmaya komünist imparatorluğun sembolü olma rolünden de sıyrılmıştır. Ayrıca sadece Batı ile değil Çin ile de ilişkilerini onarmaya çalışmış hatta Afganistan’dan askerlerini çekmiştir.[4]

   Ayrıca Gorbaçov’un ‘’çok adaylı’’ seçim sistemini savunması onun iktidarının kaynağını Komünist Partisinden değil halktan almak istediğinin göstergesiydi. Bu doğrultuda Gorbaçov birtakım anayasa değişikliğine giderek Komünist Partisi’nin yetkilerini sınırlandırıp, parti ile iktidar arasındaki görevleri ayrıştırdı. Ayrıca Halk Temsilcileri Kongresi kurulması kararı alındı ve ilk defa doğrudan halkı temsil eden bir organ böylelikle kurulmuş oldu. Sovyet Meclisinin aldığı bir diğer karar ise ülkeye ‘’Başkanlık Sistemini’’ getirilmesiydi.  Fakat Gorbaçov yönetiminin reformları bunlarla sınırlı kalmamıştır. 1990 Şubat’ında Komünist Partisi’nin ülke idaresindeki yönetiminin sonlandırılması için Moskova’da başlayan ve binlerce kişinin katıldığı protestolar düzenlendi. Parti içinde radikal reformların gerçekleştirilmesini savunan bu protestolar sonucunda, ülke yönetimini elinde tutan Komünist Partisi’nin tekeline anayasal olarak son verilmesi kararı alındı. Yaptığı radikal reformlarla koltuğunu daha da sağlamlaştıran Gorbaçov ülkeye sıkı bir devlet-parti ayrımı getirtmiş oldu. Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin Atlantik ile mücadele edebilmesinin ön koşullarından biri olarak radikal reformları, siyasal ve yönetsel birtakım radikal değişimleri yani devlet içinde yeniden yapılandırılmayı görmüştür. Bunu gerçekleştirebilmek içinde öncelikli olarak devlet erkini komünist hegemonyadan kurtarmak ve ardından da iktisadi alanda birtakım devrimler yapmak elzemdi. Bu doğrultuda Gorbaçov; 1985 senesinde yaptığı bir konuşmada ‘’ekonomik mekanizma ile işletmecilik sisteminin devamlı bir şekilde geliştirilmesi’’ gerektiğini dile getirmiş ve hür teşebbüsün önem taşıdığını ifade etmiştir. Bu açıklamalarla birlikte endüstri üretimi gibi alanlarda mühendis ve işçileri destekleyen birtakım karalar da almış oldu. İlerleyen dönemlerde ekonomideki bu kötü gidişin sebebini ‘’Brejnev Dönemi’’ izlenen hatalı iktisat politikalarından kaynaklandığını söyleyerek eski yönetime de sert eleştiriler savurdu. Çıkardığı yasalar ve halk desteğiyle birtakım sert tedbirler almaya başlayan Gorbaçov; içki yasağı getirdi ve rüşvete karşı mücadele gibi alanlarda sert politikalar izledi. Gorbaçov büyük bir titizlikle yürüttüğü, Sovyetlerde ekonomik bir dönüşümü ön gören bu politikasına; Glasnost yani şeffaflık adını vermiştir. 1987 yılında Genel Kurul toplantısında, demokrasi, parti düzeninde reform, devlet için açıklık ve şeffaflık gibi konulara dikkat çekip Brejnev Dönemini sert bir üslupla eleştiren Gorbaçov, Sovyetler Birliği’ne taze kan aşılamaya çalışıyordu. Gorbaçov’un diğer bir sert çıkışı da Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma oldu. Bu sefer de Perestroyka olarak anılan yeniden yapılandırılma anlamına gelen ilkesinden söz ederek iktisadi kalkınma için iktisadi yapılanmanın şart olduğunu dile getirdi. 1988 yılında çıkarılan ‘’Sosyalist Teşebbüs Kanunu’’ da Perestroyka ilkesi doğrultusunda en önemli gelişme oldu. Kanun iktisadi teşebbüslere, verimli bir çalışma alanı sağlıyor ve üreticilere geniş yetkiler tanıyordu. Özetle Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka politikaları liberal ekonominin bazı dinamiklerini sosyalist ekonomi düzenine entegre etmek ve böylelikle Sovyet ekonomisini yeniden yapılandırmayı hedeflemişti.

    Asıl olarak bütün bu yeniden yapılandırma sürecinin altında yatan temel dinamiğe bakıldığında güvenlik endişesi göze çarpmaktadır. Bilhassa 1960’lı yıllardan beri askeri teknolojide öne çıkan füzelerin -ki özellikle vurma kapasiteleri bakımından kritik önem arz eden uzun menzilli füzelerin başat unsur olmasıyla ivme kazanan silahlanma yarışı Sovyet-ABD ilişkilerine farklı bir boyut getirmiştir. Fakat Gorbaçov hükümeti, Sovyetlerin içinde bulunduğu mevcut ekonomik yapı ile bu mücadeleyi daha fazla sürdüremeyeceğini farkındaydı. Zira her ne kadar Sovyet hükümeti uzaya insan gönderip uzay araştırmaları yapıyor olsa dahi bütün bu maliyetler halkın refahından çalıyordu. Bu yüzden Gorbaçov’a göre ABD ile mücadele edebilmenin yolu Sovyet Komünizminin köklü bir revizyona tabii tutulmasıydı. [5] Sovyetler Birliği’ndeki mevcut iktisadi sistemdeki bozulmalar siyasal ve yönetsel alanlara da yansımış, doğu bloğunda çeşitli çatırdamalar baş göstermişti. Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimler zayıflamış, bunun akabinde gelişen halk hareketleri rejim karşıtı protestolara dönüşmüştü. Sovyetler Birliği’nin en büyük cumhuriyeti olan Rusya Federasyonu da bu hareketlerden önemli ölçüde etkilenmişti. Rus entelektüel kesimleri 1989 yılında ‘’Rusya Federasyonu Halk Cephesi’’ni kurmuş ve sendikal faaliyetler, hürriyet, demokrasi gibi kavramların savunuculuğunu yapmışlardır. Ayrıca daha sonra Rusya Federasyonu’nun ilk devlet başkanı olacak Boris Yeltsin Komünist Partisi lideri seçilmiş ve Rusya’nın milliyetçilik hareketinin de kilit ismi olmuştur. Gorbaçov’a kıyasla daha radikal reformist politikaları savunan Yeltsin, bu yönüyle Gorbaçov’la da karşı karşıya gelmiştir. Sıkı bir federatif yapıyı savunan Gorbaçov’un aksine Yeltsin, ‘’gevşek bir Federasyon’un gerekliliğine vurgu yapmıştır.

    1990 seçimlerinden zaferle çıkan Yeltsin ilk olarak halk temsilcileri meclisi kurmuş ve bu meclisin Rusya Federasyonu’nun egemenliğini deklare etmesiyle Sovyetler Birliği’nden ayrılmanın sinyallerini vermiş oldu. Meclisin bildirisine göre, Rusya Federasyonu’na ait bütün doğal kaynaklar bu ülke halkına ait olacaktı. Ayrıca federal devlet ülke sınırları içinde kendi anayasa ve kanunlarına göre yönetilecekti. Sovyetler Birliği çatısı altında olmak Rusya Federasyonu için sadece bir külfet haline gelmişti. Bu hale gelmesinde birçok faktör etkili olmuş olsa da özellikle Rusya Federasyonu’na ait altın, elmas, döviz gibi kaynakların tüm Birliğe paylaşılmasını öngören yasanın 1990 Ekim’inde ilan edilmesi olumsuz gidişata ivme kazandırmıştı.

   Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı düzenlenen başarısız darbe girişiminin ardından Yeltsin darbecilere karşı halkı protesto yapmaya davet etmiş ve darbecileri şiddetle kınamıştır. Bu olaylardan sonra gerek yurt içinden gerekse de yurt dışından tam destek alan Yeltsin artık Rus demokrasisini kurtaran adam olarak görülmekteydi. Gorbaçov döneminin kapanmasıyla artık Yeltsin iktidarı başlamış oluyordu. Gorbaçov’un Ağustos 1991’de Komünist Parti liderliğinden istifa etmesinden hemen sonra, parlamento partinin lağvedildiğini açıklamış ve Doğu Blok’unun temel taşı olan Komünist Parti’nin kapatılması Sovyetler Birliği’ndeki ülkelerin birer birer bağımsızlıklarını ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. Her ne kadar Gorbaçov Aralık 1991’e kadar resmi olarak başkanlık görevini devam ettirse de artık iktidar tamamen Yeltsin’in elindeydi.[6] 25 Aralık 1991 tarihinde başkanlıktan istifa ettiğini bildiren Gorbaçov’un, yaptığı veda konuşmasının ardından koltuğunu Yeltsin’e teslim etmesiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarih içindeki misyonunu tamamlamış ve Rusya Federasyonu’nun inşa süreci başlamış oluyordu. Ana hatlarıyla kısaca değerlendirmek gerekirse, Gorbaçov’un glasnost ve perestroyka adını verdiği ekonomide ve siyasette köklü reform politikaları Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sonuçlanmıştır.

    Rusya Federasyonu’nun İnşa Süreci: Yeltsin ve Putin Dönemi

    Sovyetler Birliği’nin halefi olan Rusya Federasyonu’nun iç ve dış politika yapım sürecini etkileyen ve onu diğer devletlerden ayıran; nükleer güç, büyük bir coğrafya, uzay gücü, büyük ordu kapasitesi, BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı, dev bir nüfus, jeopolitik önem ve zengin enerji kaynakları gibi pek çok kritik özelliğe sahiptir.[7] Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nun inşa sürecinde öne çıkan temel faktörlere baktığımızda ise, uluslararası sistemdeki belirsizlik, Sovyet döneminden miras kalan birtakım sorunlar ve sosyalist ekonomiden kapitalist ekonomiye geçiş süreci olmuştur. Bütün bu gelişmeler sadece Rusya için değil ABD için de yeni hegemonyasının inşası anlamına geliyordu. Bu doğrultuda hızla üye sayısını artıran NATO’nun genişleme stratejisi Rusya Federasyonu için güvenlik endişesi yaratmıştır. Bu süreçte Rusya hem Sovyetlerden devraldığı sorunları çözüme kavuşturma hem de yeni ABD hegemonyasının araçlarına karşı bir devlet doktrini belirlemek zorundaydı. Yeltsin dönemi Rusya Federasyonu’nun temel öncelikleri; devlet egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi olmuştur. Ulusal güvenlik tehditlerini bertaraf etmede, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kırılganlığın iyileştirilmesi kritik önem arz etmekteydi. Ülkedeki ekonomik kırılganlığın sebeplerine baktığımızda, Pazar ekonomisine hızlı geçişin, devletin elini piyasadan çekip fiyatları serbest bırakmasının ve devlet endüstrisinin, üretimin özel sektöre devredilmesi gibi stratejik hatalar göze çarpmaktadır. Bu politikaların hemen ardından ülkedeki üretim %26 oranında azalmış, bu düşüş 1995 yılına gelindiğinde %46 oranını bulmuştur. Neredeyse yarıya yarıya azalmış olan üretim ülkede infiale yol açmıştır. 1998 yılına gelindiğinde %43 oranında azalan GSMH’nin sadece ekonomik ve siyasi sonuçları olmamış, ülkede ciddi sosyolojik problemleri de beraberinde getirmiştir. 2000 senesinde açıklanan resmi rakamlara göre Rus halkının 3’te 1’i yoksulluk sınırının altındaydı. Sovyetlerin yıkılmasıyla intihar oranları iki katına, aşırı alkol tüketimine bağlı ölüm oranları ise üç katına çıkmıştır. Ortalama yaşam ömürleri, kadınlarda iki yıl erkeklerde ise 4 yıl kadar azalmıştır. 1998 senesine gelindiğinde ülkede kimsesiz sokak çocuklarının sayısı yaklaşık 2 milyon civarındaydı. Ülkedeki sermaye kaçışının ise 150 milyar dolar dolaylarında olduğu tahmin edilmekteydi. Rusya Federasyonu’ndaki bu siyasal, iktisadi ve içtimai buhran dönemi, pazar ekonomisine geçişle üretimi elinde tutan büyük şirket sahibi oligarkların da gücüne güç kattıkları bir dönem olmuştu. Ellerindeki ekonomik gücü, siyasal güce dönüştüren oligarklar artık ülke yönetiminde de söz sahibi olmaya başlamışlardı.[8]

    Putin iktidara geldiğinde iç ve dış politikada güçlü bir Rusya için ekonomik kalkınmanın birincil öncelik olduğunu anlamış ve iktisadi iyileşmede enerji kaynaklarının etkin kullanımının kritik önem taşıdığını farkına varmıştı. Putin dönemi dış politikasının da temelini ekonomik kalkınma ve enerji politikaları oluşturuyordu. İdeoloji menşeili bir dış politika yerini artık rasyonel ve pragmatist unsurlara bırakmıştı. Putin’in izlemiş olduğu bu politikalar sonucu Rusya, 2006 yılına gelindiğinde dünyanın en büyük 12. ekonomisi olmuştu. Putin’in Rusya’ya dair nihai hedeflerini kısaca sıralamak gerekirse; iktisadi yapı üzerindeki oligarkların etkisi kırmak, Rus enerji kaynaklarını ulusal çıkarların hizmetine sunmak ve yabancı sermayedarları Rusya’ya çekmektir. Putin’in genel olarak iktisadi yapıdaki temel kaygılarını bunlar oluşturmaktaydı. Diğer bir endişe kaynağına baktığımızda ise güvenlik kaygısı göze çarpmaktadır. Sovyet dönemine kıyasla sefalet içinde olan Rus ordusunun 2000 yılında savunmaya ayırdığı bütçe 7,3 milyar dolar civarındaydı. Halbuki bu rakam 1991 yılında 100 milyar dolardı. Diğer bir güvenlik sorunu da Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğüne en büyük tehdit olarak gördüğü Çeçenya sorunu ve diğer ayrılıkçı hareketlerin bölgede istikrarın sağlanması adına ciddi bir sorun teşkil etmesiydi. Yeltsin’in aksine Putin Çeçen ayaklanması çok sert bir şekilde bastırmış böylelikle sadece ekonomide değil güvenlikte de istikrarı temin eden başarılı bir devlet adamı olarak görülmeye başlanmıştır.

    Sovyetlerin dağılmasından sonra Rus-ABD ilişkilerinin değişen dinamikleri, 11 Eylül terör saldırılarının ardından farklı bir boyuta evrilmiş ve bir dönem iş birliği düzleminde devam etmiştir. Bu makale de 11 Eylül sonrası değişen Rus-Amerikan ilişkilerini oyun kuramsal düzeyde, geyik avı modeli kullanılarak analiz etmektedir.  Bu bağlamda analiz kısmına geçmeden önce oyun kuramının tanımından, gelişimi ve modellerinden kısaca bahsetmekte fayda var.

    Oyun Kuramı

    En genel tanımıyla Oyun Kuramı; uygulamalı matematiğin bir alt dalı olan, oyuncuların birbiriyle stratejik ilişkileri sonucu meydana gelen sonuçları modelleyerek ifade eden bir biilm dalıdır.[9] Uluslararası İlişkilerde ilk kez 20. yy ‘nin ilk çeyreğinde Avrupa’da uygulama alanı bulan oyun kuramının temel varsayımları karar alıcıların yani devletlerin, karar alma süreçlerinde rasyonel davrandıklarını varsayarak bu siyasal süreci özellikle çatışma ve iş birliği konularını matematiksel olarak analiz etmenin mümkün olabildiğidir. İktisat alanında Jon von Neumann ve Oscar Morgenstern 1944 senesinde yayınlanan ‘’Theory of Games and Economic Behavior’’ adlı çalışmasıyla oyun kuramı ayrı bir araştırma alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Uluslararası ilişkiler yazınında ise Thomas Schelling’in ‘’The Strategy of Conflict’’ adlı eserinin yayınlamasıyla caydırıcılık, strateji, iş birliği gibi kavramlar sistematik bir incelemeye tabii tutulmuş ve uluslararası ilişkiler biliminde oyum kuramı kendine yer bulabilmiştir. Günümüzde hala uygulama alanı bulan mahkûmun ikilemi, tavuk oyunu gibi analiz modelleri de Shcelling ile ortaya çıkmıştır. Son yıllardaki çalışmalara baktığımızda ise göze çarpan en önemli gelişme, Steven J. Brams’ın 1994’te yayınlanan ‘’Theory of Moves’’ adlı eserinde oyun modellerinin detaylıca değerlendirilmesi, karar alıcıların ve karar alma süreçlerinin analiz edilmesine getirmiş olduğu farklı yaklaşımlarla özgün katkılar sunmuştur. Oyun Kuramına göre bir oyunda olması gereken bazı özellikler mevcuttur. Bunlara bakacak olursak; ilk olarak en az iki oyuncunun varlığı bunlar devletler olabileceği gibi kurum ve bireyler de olabilir. İkincisi oyuncuların olası hamleleri yani izleyeceği stratejiler. Üçüncüsü oyuncuların izleyeceği muhtemel stratejilerin olası sonuçları. Dördüncü ve son olarak da oyuncuların olası sonuçlara göre izleyeceği tercih sıralaması.[10] Oyun kuramı çerçevesinde geliştirilen oyun modellerinin özelliklerine bakacak olursak; çıkarları birbiriyle çatışan ve birbirlerine telafisi olamayacak şekilde büyük zararlar verecek olan oyuncuları anlatmak için kullanılan Korkak Tavuk Oyunu (Chicken Game) ki pratikte soğuk savaş dönemi ABD-Sovyet arasında yaşanan Küba Füze krizini açıklamada kullanılan bir oyun modeli olmuştur. Mahkûmun İkilemi (prisoners dilemma) modeli ise, Aralarında güven eksikliği olan ve iş birliğine gittikleri takdirde ikisinin de istemediği negatif bir sonuçtan kurtulabilecekken hem iletişim eksikliği hem de güven eksikliği nedeniyle ortaklaşa hareket edememeleri sonucunda, kendilerine göre en rasyonel hamleyi seçmelerini anlatan bir oyun modelidir. Oyuncuların, iş birliğine gittikleri takdirde daha fazla fayda sağlayacaklarını ifade eden Geyik Avı (stag hunt) modelinde oyuncuların bireysel çıkarlarının, onlara maksimum faydayı sağlamayacağını anlatmaktadır.[11] Bireysel fayda ile ortaklaşa fayda arasındaki fark ne kadar fazla olursa oyuncuların iş birliğini seçme ihtimalleri o kadar yüksek olur. Bu makalede analiz düzeyinde faydalanılacak olan geyik avı modelini daha detaylı bir şekilde ele almakta fayda var.

    Geyik Avı Oyun Teorisi (the stag hunt game)

    Bu oyun modelinin kökeni Cenevreli filozof Jean-Jacques Rousseau’nun toplumsal birtakım açmazları anlatmak için kullandığı geyik avı adlı bir öyküden esinlenir. Bu hikâyeye göre avlanmak için ormana giden iki avcının bireysel hareket ettiklerinde her birinin birer tavşan avlayabileceğini fakat iş birliği yapmaya karar verdiklerinde ise bir geyik avlayacaklarını anlatır. Yani ortaklaşa hareketin bireysel harekete kıyasla daha fazla kazanç sağlayacağı anlatılır. Modelin, Uluslararası ilişkiler alanındaki yorumuna bakıldığında ise, bazen bazı konularda iki veya daha fazla oyuncunun ortaklaşa hareket etmeleri sonucunda daha fazla fayda sağlamalarının mümkün olduğu durumların varlığıdır. Model, bu gibi durumlarda bireysel hareketin de kazançları olacağını fakat iş birliğinden elde edilen kazanç kadar oyuncuları tatmin etmeyeceğini bu yüzden de bazı durumlarda iş birliğine gitmenin en rasyonel davranış olacağını anlatır.[12]

 Örneğin 11 Eylül saldırılarının ardından dönemin ABD başkanı George Bush terörle mücadelede iş birliği çağrısı yapmıştır. Çünkü, artık sınır aşan uluslararası terörle mücadelede başarı elde edebilmenin yolu karar alıcıların, yani devletlerin aralarında iş birliğine gitmeleri ve ortaklaşa hareket etmelerine bağlıydı.

    Oyun kuramında önemli bir diğer kavram ise Nash Dengesi’dir. Amerikalı bir bilim insanı olan Nobel ödüllü Matematikçi John Forbes Nash’in adını alan bu kavram, oyuncuların oyunda izleyecekleri bütün stratejilerin, nihayetinde iki oyuncu için de en ideal sonuca ulaştığı noktaya verilen isimdir. Yani oyuncuların faydalarının kesiştiği noktadır.[13] Nash Dengesi karşılıklı olarak en iyi ve her iki oyuncu için de en ideal kararlardan oluşur.[14] Bu noktada oyuncuların faydaları ya birbirine eşit ya da izleyecekleri bütün olası stratejiler arasında faydalarının birbirine en yakın olduğu halidir. Oyuncuların faydalarının kesişim noktasına Nash Dengesi denmiştir.

    11 Eylül Sonrası Rus-Amerikan İlişkileri: Rekabetten İş Birliğine

    11 Eylül 2001’de Amerika’da meydana gelen terör saldırıları soğuk savaş sonrası oluşacak yeni dengeler için bir dönüm noktasıydı. Dönemin ABD başkanı George Bush’un adıyla anılan Bush Doktrini; ABD’nin bundan sonra takip edeceği dış politika ve güvenlik stratejilerinin felsefik alt yapısını oluşturmuştu. Soğuk Savaş döneminde çevreleme ve caydırma ilkeleri üzerine inşa edilen Amerikan dış politikası 11 Eylül’den sonra ön alma – önleme politikası doğrultusunda evrilmiştir. Soğuk Savaş döneminde en çok zikredilen; doğu blokunun yerini haydut devletler, komünizmle mücadelenin yerini de teröre karşı savaş ilkesi almış oluyordu.[15] 

    Teröre karşı savaş ve önleyici savaş doktrini, ABD güvenliğine herhangi bir tehdit oluşturabilecek unsurlara karşı önceden harekete geçerek, kuvvet kullanmak suretiyle engellenmesi anlamına geliyordu. Her ne kadar muğlaklığı nedeniyle yoğun eleştirilerin odağı olsa da 11 Eylül sonrası dönemde bu ilke, yeni ABD hegemonyasının en önemli araçlarından biri olacaktır. Ayrıca intihar saldırılarıyla birlikte uluslararası güvenlik algısındaki bu büyük kırılma, ‘’cevap adresi’’ olmayan terör örgütlerinin nasıl caydırılacağı sorununu da gündeme getirmiştir. Bu doğrultuda motivasyonlarını; din, ideoloji, şehit olma gibi unsurlardan alan teröristlerin caydırılmasında üç husus ortaya konmuştur. İlk olarak ‘’dolaylı caydırıcılık’’ yani teröristlerden ziyade onların destekçilerini ki bunlar devletler, halklar ve finansman sağlayan diğer kişiler olabilir, bunları hedef alarak terörist unsurların gücünü kırmaktır. İkincisi ise, ‘’yadsıma yoluyla caydırıcılık’’ terörist gruplara hiçbir şekilde müsamaha gösterilmeyeceğine dair teröristleri ikna etmek ve şehitlik makamına erişmek için ölmeye istekli olsalar dahi operasyonel başarısızlıkları farkına vararak eylemlerinden vazgeçirilmek hedeflenmiştir. Çünkü eylemin faydası maliyetini karşılamamaktadır. Üçüncü ve son olarak da ‘’cezalandırma yoluyla caydırıcılık’’ bu stratejiye göre teröristlere karşı doğrudan saldırıya geçerek, missilleme yapma suretiyle etki güçlerini ve cesaretlerini kırmaktır.[16]

    Başkan Bush’un 2002 temmuzunda yaptığı bir konuşmada günümüz güvenlik algısının Soğuk Savaş döneminden çok farklı olduğu, müdahalede bulunmak için tüm tehditlerin oluşmasının beklenemeyeceği ve önceden müdahale edilmesinin gerekliliğinden söz etmiştir. Bush en dikkat çeken açıklamalarından biri de teröre karşı mücadelede iş birliği çağrısıydı. Nitekim bu çağrı Rusya-ABD gibi eski rakipleri de aynı paydada birleştirmiş ve ortak bir düşmanın varlığına dikkat çekerek iş birliği doğrultusunda hareket etmelerine olanak sağlamıştır. Terörle mücadelenin herkesçe desteklenmesinin zorunluluğundan bahseden Bush, aslında bu yönüyle terörle mücadeleye katılan devletlerin de hareket kapasitelerinin sınırlarını çizmiştir.[17]  Esas itibariyle 11 Eylül saldırıları uluslararası sistemin başat aktörü olan devletlerin güvenlik algısındaki değişimin dönüm noktasıydı, artık statükonun korunmasının önündeki en büyük tehlike terörist gruplar ve onları sınır aşan faaliyetleriydi. Böylelikle Afganistan ve Irak operasyonlarının meşruluğu, terörle mücadele zeminine oturtularak dengelenmiştir.[18] Soğuk Savaş’ın bitmesiyle en büyük varlık nedenini ve meşruluk dayanağını kaybeden NATO, 11 Eylül saldırılarıyla kendine yeni bir mücadele alanı bulmuş ve bu yeni savaşta, eski düşmanla ittifak içine girebilmişti. Bu durumdaki şüphesiz en önemli payda, ortak tehdit algısıydı.[19]

    Öyle ki dönemin ABD başkanı George Bush ve dışişleri bakanı Colin Powell’ın 11 Eylül’ü ‘’Soğuk Savaş’ın bittiği tarih’’ olarak nitelendirmesi dikkat çekici bir detaydır. Çünkü bu tarihten sonra Rus-Amerikan ilişkileri Soğuk Savaş döneminden çok farklı bir düzlemde seyredecektir.[20] 11 Eylül saldırılarının ardından Vladimir Putin’in Başkan Bush’u arayarak ABD yönetimine gerekli tüm desteği sağlayacağını beyan etmesi üzerine Rusya-ABD ilişkilerinde yakınlaşma dönemi başlamış öyle ki ilerleyen zamanlarda Rusya terörle mücadelede ABD’nin en önemli stratejik ortağı haline gelmiştir. Hatta bu ittifakla birlikte Rusya’nın, soğuk savaş döneminden kalan Vietnam (Cam Ranh Bay Füzesi) ve Küba’daki (Lourdes Füzesi) füzelerini sembolik olarak kapatma kararı alması ikili ilişkilere pozitif ivme kazandırmıştır. ABD’ye terörle mücadeleye destek için plan da sunan Kremlin yönetimi, ABD’nin Afganistan operasyonuna da faal bir şekilde katılım sağlamıştır. Destek planına göre, mücadelede ortaklaşa hareket edilebilmesi için iki ülkenin istihbarat birimleri arasında koordinasyon sağlanması Rusya bölgedeki arama kurtarma gibi operasyonlarda aktif rol oynaması gibi maddeler de yer almaktadır. Bu kararlar doğrultusunda Kremlin, elindeki istihbarat verilerini CIA ile paylaşmış, bir grup askerini Tacikistan’a nakletmiş hatta Kırgızistan ve Özbekistan’daki askeri üslerini ABD ordusunun kullanımına dahi açmıştır.[21] 2001 sonrası Rusya-ABD yakınlaşmasını, karşılıklı olarak birbirlerine birtakım imtiyazlar tanımalarını ve Rusya’nın soğuk savaşın sembollerinden olan Vietnam ve Küba’daki füzelerini kapatma kararı almasını Geyik Avı / Güven Oyunu modelinde gösterimi ise:

    Matris 1: Geyik Avı (güven oyunu)

                                               Oyuncu 2

 Geyik    (I)Tavşan    (II)
Geyik    (I)(4,4)(1,3)
Tavşan    (II)(3,1)(2,2)

Oyuncu 1

Matris 1’de görüldüğü üzere oyunda en yüksek faydanın sağlanabilmesinin koşulu iki oyuncunun da iş birliğine yanaşması ve böylelikle tavşan yerine geyik avlayarak faydalarını maksimize etmeleridir. Oyunun Nash Dengesi ise (I,I) durumudur. Çünkü her iki oyuncunun da faydasını maksimize ettiği noktadır.

Matris 2: Geyik Avı (güven oyunu)

                                           Rusya

 Füze Kapat      (I)Füze Kapatma       (II)
Karşılık Ver    (I)(4,4)(1,3)
Karşılık Verme    (II)(3,1)(2,2)

ABD

Matris 2’de görüldüğü gibi 11 Eylül sonrası terörle mücadeleye girişen ABD’nin Rusya ile iş birliğine gittiği taktirde daha fazla fayda sağlayacaktır. Ayrıca Rusya da ABD’nin iş birliği çağrısına karşılık vererek kendi faydasını maksimize etmektedir. Yani terörle mücadelede oyuncuların (Rusya ve ABD) ortaklaşa hareket etmeleri iki oyuncunun da kârına olacaktır. (I,I) noktası terörle mücadelede en etkin nokta iken, taraflardan ikisinin de iş birliğine yanaşmadığını gösteren (II,II) noktası olasılıklar içindeki en başarısız stratejidir. Bu oyunun Nash Dengesi ise, tarafların en fazla fayda sağladığı (I,I) noktasıdır.

    11 Eylül sonrası gelişen Rusya-ABD yakınlaşmasını, uluslararası terör gibi birtakım sorunların çözümünde, taraflar arasındaki iş birliğinin önemini anlatmada kullanılan Geyik Avı  modeline göre analizine aşağıda yer verilmiştir.

    11 Eylül Saldırıları Sonrası Rusya-ABD İlişkilerinin Geyik Avı Modeli Göre Analiz Edilmesi:

   2001 tarihi itibari ile iş birliği düzleminde şekillenen Rus-Amerikan ilişkileri her iki ülke için de farklı kazanımlar getirmiştir. ABD’nin başlıca kazanımları ise terörle mücadele kapsamında ortaklaşa harekete giderek maliyetlerini büyük ölçüde azaltmış ve Rusya’nın Orta Asya bölgesindeki askeri üslerinden de faydalanarak mücadelenin etkinliğini artırmıştır. Ayrıca Rusya’nın istihbarat verilerini paylaşması da aynı şekilde ABD’nin operasyonlardaki başarılarını pozitif yönde etkilemiştir. Bölgedeki en önemli başat güç olan Rusya’nın bu süreçte ABD’nin en büyük stratejik ortağı olması ve bölge dinamiklerini ABD’ye kıyasla daha iyi tanıması ABD’nin Afganistan operasyonuna büyük katkılar sağlamıştır. Putin yönetimindeki Rusya’nın kazanımlarına bakacak olursak; ABD ile ters düşmemiş tabiri caizse düşmanını yakın tut felsefesiyle ABD politikaları ve askeri stratejilerini yakından takip edebilmiş, geliştirilen iş birliği ve koordinasyon sayesinde Orta Asya üzerindeki kritik politikalarda söz sahibi olabilmiştir. Böylelikle Rusya, Soğuk Savaş sonrası kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu’nu da (BDT) daha iyi bir şekilde kontrol edebilme yakalamıştır. Rusya Federasyonu’nun, uluslararası kamuoyu özellikle de batı dünyasından sert eleştirilerin hedefi olduğu toprak bütünlüğünün korunmasındaki en büyük tehditlerden biri olan Çeçenistan konusunda, ABD ile girilen bu ittifak sayesinde dış baskıyı oldukça azaltmıştır. Yani Rus-Amerikan ittifakı, dolaylı bir şekilde olsa da Rusya’nın ulusal güvenlik endişelerini bir nebze de olsa hafifletebilmiştir.Diğer bir çıkar ise NATO ile olan ilişkileri rekabetten iş birliğine taşıyarak yeni bir perspektif oluşturma çabasıdır. Putin yönetimi ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri’ne verdiği her türlü desteğe karşılık Amerikalı şirketlerin, iş adamlarının Rusya’da yatırım yapmalarını da talep etmiştir. Rusya’yı ABD ile iş birliğine iten diğer bir kritik mesele de Orta Asya’nın bir diğer yükselen gücü olan Çin’in otoritesini, faaliyetlerini Amerikan-NATO varlığıyla dengelemektir. Putin’in talepleri Kasım 2002’de iki ülke arasında, liderler düzeyinde gerçekleşen zirvede alınan kararlarla resmiyet kazanmıştır. Putin Rusya’sının elde ettiği kazanımları kısaca değerlendirecek olursak, öncelikle Rusya Federasyonu, iş birliği sayesinde Batı’ya biraz daha yaklaşarak soğuk savaş döneminde ve ardından Sovyetlerin yıkılmasıyla kaybettiği prestijini geri kazanmıştır. Toprak bütünlüğü gölgeleyen birtakım ayrılıkçı hareketlere karşı ki bunlar başta Çeçen ayaklanması ve Kuzey Kafkasya coğrafyasındaki diğer halk hareketleridir.[22] Rusya bu yakınlaşma sayesinde Batı dünyasının eleştirilerine maruz kalmadan daha kolay bir şekilde hareket edebilmiştir. Yeltsin döneminde ABD ile tartışma konularından biri olan Çeçenistan’daki insan hakları ihlalleri 11 Eylül sonrası Putin dönemiyle tamamen ortadan kalkmıştır. Rus-Amerikan iş birliği sayesinde, Rusya’nın NATO ile ilişkilerinde de pozitif gelişmeler yaşanmıştır. 29 Mayıs 2002 yılında Roma’da gerçekleşen zirvede NATO-Rusya Konseyi dahi kurulmuştur. Bu konseyin 1997 tarihinden kurulan Rusya-NATO Daimî Ortaklık Konseyinden farkı, Rusya’ya çok daha geniş yetkiler ve nüfuz alanı tanımış olmasıydı. Ayrıca Rusya, Sovyetlerin dağılmasının ardından kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üzerinde yeniden nüfuz kurulabilmek adına ABD ve NATO ile birtakım anlaşmalara da gitmiştir. Putin’in elde ettiği siyasi, askeri birtakım çıkarların yanı sıra ekonomik alanda da pozitif gelişmeler yaşanmıştır. Batı dünyasının Rus ekonomisini ‘’Pazar Ekonomisi’’ olarak tanımasının yanı sıra Putin’e Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütüne üyeliği için de destek olacaklarını ifade etmişlerdir. Rus-Amerikan yakınlaşmasının arka planında birçok faktör etkili olsa da dördüncü terör dalgası olarak anılan İslami Terör söylemi de bu yakınlaşmaya ivme kazandırmıştır. Rus hükümeti, bölgede artış gösteren radikal İslam’ın ilerleyen süreçte kendi güvenliğine de tehdit oluşturabilme potansiyeline karşılık ABD-NATO ile ittifak içine girmiştir. Putin’in izlediği stratejilerin hedeflerine baktığımızda genel çerçevede şu sonuç çıkmaktadır, AB başta olmak üzere batı ile ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek, Rus enerjisinin uluslararası pazara ithalini sağlamak ve ABD’nin hegemonyasını kuvvetlendiren tek taraflı operasyonlarına son vererek Sovyet sonrası kaybettiği itibarını yeniden kazanmaya çalışmaktadır.

    Taraflar arasında meydana gelen yapısal değişimle birlikte bu dönemde Rusya, Avrupa Birliği’ne (AB) karşı farklı birtakım söylemler geliştirmiştir özellikle 2008’e kadar olan yıllarda Rus dış politika konseptinde AB hakkında ‘’kritik önem sahip’’, ‘’önde gelen ekonomik, ticari ve dış politika ortaklarından biri’’ gibi ifadeler kullanılmıştır. Putin’in AB ile yakınlaşmasının altında yatan sebeplere baktığımızda sadece ekonomik ve ticari nedenler bulunmamaktadır. Bunların yanı sıra AB içinde Almanya, Fransa gibi ABD hegemonyasını tasvip etmeyen ülkelerle yakınlaşarak ABD ile ilişkileri belirli bir dozda tutmaya, dengelemeye çalışmıştır.[23]

Sonuç:

Soğuk Savaş döneminde sıkı bir rekabet içinde geçen Rus-Amerikan ilişkileri Sovyetlerin yıkılmasının ardından yerini barış ortamına bırakmış, ideolojik söylemlerden vazgeçilmiştir. Yeltsin döneminde, ‘’Batı’’ ile zaman zaman yakınlaşmalar görüldüyse de iki ülke arasındaki asıl dönüm noktası rasyonel ve pragmatist çizgide politikalar izlemeye önem veren Vladimir Putin’in iktidara gelmesinin ardından yaşanan 11 Eylül terör saldırıları olmuştur. Dönemin ABD başkanı George Bush’un terör saldırılarının ardından terörle mücadelede iş birliği çağrısı yapması Rusya-ABD ilişkilerinde bir milat olarak değerlendirilebilir. Eski ezeli rakip sayılan bu iki devletin, çıkarlar ve ortak tehdit algısı söz konusu olduğunda aynı paydada buluşabilmesi; gerektiğinde iş birliğini seçmenin, faydayı maksimize etmede en rasyonel karar olabileceğinin en başarılı örneklerinden birini teşkil etmiştir.

  Kaynakça:

  • Armaoğlu,Fahir. (2018), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap Yayınevi.
  • Özcan, Adem Alper, ‘’Soğuk Savaş Dönemi: Başlangıcı, Gelişimi, Sonu’’.
  • Özden Cankara, Pınar, Cankara, Yavuz, ‘’Vladimir Putin Dönemi Rus Dış Politikasında Yapılan Değişiklikler’’, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 15, s.s. 193-212, 2007.
  • Derman, Giray Saynur, ‘’Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Rus Dış Politikası Paradigmaları’’.
  • Tellal, Erel, ‘’Zümrüdü Anka: Rusya Federasyonu’nun Dış Politikası’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi.
  • Özdamar, Özgür, ‘’Oyun Kuramının Uluslararası İlişkiler Yazınına Katkıları’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 4, Sayı 14 (2007), s.33-65.
  • Kardaş, Şaban, Balcı, Ali, (2014), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul: Küre Yayınları.
  • Arı, Tayyar. (2018), Uluslararası İlişkiler Teorileri. Bursa: Aktüel Yayınevi.
  • Skyrms, Brian, (2001) ‘’The Stag Hunt’’, Pacific Division of the American Philosophical Association.
  • Güner, Serdar. (2003), ‘’Oyun Kuramı ve Uluslararası Politika’’, METU Studies in Development, Ankara: s.163-180.
  • Dündar, Haris Ubeyde. (2018), ‘’Yeni Hegemonya Anlayışı Çerçevesinde Bush Doktrini Üzerine Bir İnceleme’’, Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt 9, Sayı 2.
  • Gündoğdu, Emre. (2016) ‘’Uluslararası İlişkilerde Caydırma Teorisi’’, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2.
  • Baylıs, John. (2008), ‘’The Concept of Security in International Relations’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18, s.69-85.
  • Yapıcı, Merve İrem, ‘’Rusya NATO İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Geleceği’’.
  • İsmayılov, Elnur. (2013), ‘’21. Yüzyıl Rusya Dış Politika Doktrinleri’nde Güney Kafkasya ve Orta Asya Değerlendirmesi’’, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1.
  • Sönmez, A. Sait. (2010), ‘’Moskova’nın Kutuplaşma Çabaları: Putin Dönemi Rus Dış Politikası’’, Avrasya Etüdleri, s.37-76.
  • Kasım, Kamer. (2006) ‘’11 Eylül Sürecinde Kafkasya’da Güvenlik Politikaları’’, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Cilt 1, Sayı 1, s. 19-35.

[1] Armaoğlu,Fahir. (2018), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap Yayınevi.

[2] Özcan, Adem Alper, ‘’Soğuk Savaş Dönemi: Başlangıcı, Gelişimi, Sonu’’.

[3] Armaoğlu,Fahir. (2018), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap Yayınevi.

[4] Özden Cankara, Pınar, Cankara, Yavuz, ‘’Vladimir Putin Dönemi Rus Dış Politikasında Yapılan Değişiklikler’’, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 15, s.s. 193-212, 2007.

[5] Armaoğlu,Fahir. (2018), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap Yayınevi.

[6] Armaoğlu,Fahir. (2018), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Kronik Kitap Yayınevi.

[7] Derman, Giray Saynur, ‘’Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Rus Dış Politikası Paradigmaları’’.

[8] Tellal, Erel, ‘’Zümrüdü Anka: Rusya Federasyonu’nun Dış Politikası’’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi.

[9] Özdamar, Özgür, ‘’Oyun Kuramının Uluslararası İlişkiler Yazınına Katkıları’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 4, Sayı 14 (2007), s.33-65.

[10] Kardaş, Şaban, Balcı, Ali, (2014), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul: Küre Yayınları.

[11] Arı, Tayyar. (2018), Uluslararası İlişkiler Teorileri. Bursa: Aktüel Yayınevi.

[12] Skyrms, Brian, (2001) ‘’The Stag Hunt’’, Pacific Division of the American Philosophical Association.

[13] Kardaş, Şaban, Balcı, Ali, (2014), Uluslararası İlişkilere Giriş, İstanbul: Küre Yayınları.

[14] Güner, Serdar. (2003), ‘’Oyun Kuramı ve Uluslararası Politika’’, METU Studies in Development, Ankara: s.163-180.

[15] Dündar, Haris Ubeyde. (2018), ‘’Yeni Hegemonya Anlayışı Çerçevesinde Bush Doktrini Üzerine Bir İnceleme’’, Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt 9, Sayı 2.

[16] Gündoğdu, Emre. (2016) ‘’Uluslararası İlişkilerde Caydırma Teorisi’’, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2.

[17] Dündar, Haris Ubeyde. (2018), ‘’Yeni Hegemonya Anlayışı Çerçevesinde Bush Doktrini Üzerine Bir İnceleme’’, Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt 9, Sayı 2.

[18] Baylıs, John. (2008), ‘’The Concept of Security in International Relations’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 18, s.69-85.

[19] Yapıcı, Merve İrem, ‘’Rusya NATO İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Geleceği’’.

[20] İsmayılov, Elnur. (2013), ‘’21. Yüzyıl Rusya Dış Politika Doktrinleri’nde Güney Kafkasya ve Orta Asya Değerlendirmesi’’, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1.

[21] Sönmez, A. Sait. (2010), ‘’Moskova’nın Kutuplaşma Çabaları: Putin Dönemi Rus Dış Politikası’’, Avrasya Etüdleri, s.37-76.

[22] Kasım, Kamer. (2006) ‘’11 Eylül Sürecinde Kafkasya’da Güvenlik Politikaları’’, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Cilt 1, Sayı 1, s. 19-35.

[23] Sönmez, A. Sait. (2010), ‘’Moskova’nın Kutuplaşma Çabaları: Putin Dönemi Rus Dış Politikası’’, Avrasya Etüdleri, s.37-76.

Aday Uzman Hakkında

SASAM kadrosunda yer almak isteyen adaylar için, 3 aylık bir ön üyelik süreci uygulanmaktadır. Bu üç aylık süre sonunda adayın sitemizde yayınlanan çalışmaları, Merkezimizin düzenlediği etkinliklere ve çalışmalara katılımı, Merkezimizin tanıtımına katkısı vb. hususlar dikkate alınarak, SASAM kadrosuna kabul edilip edilmemesi hususu karara bağlanmaktadır.

Yorumlar (1)

  1. […] adına Marshall Planı ve Truman Doktrin’i çerçevesinde ekonomik yardımlar yapılmıştır.[2] Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) 4 […]

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: