Twitter Facebook Linkedin Youtube

SOSYAL BİLGİLER VE TÜRK TARİHİNİN ÖĞRETİMİNDEKİ TEMEL SORUNLAR

Ömür KIZIL

Ömür KIZIL

Yedinci Sınıflarda “Türk Tarihinde Yolculuk” yaparken; saatlerce, bin bir güçlükle kurulmasına, güçlenmesine tanık olunan Osmanlı Devleti, 1402’de nereden geldikleri belli olmayan bir devletin ordusu ve hükümdarı tarafından yıkılmanın eşiğine kadar getirilir ve bırakılır. Olayı bu şekilde okuyan öğrencilerin, Türkistan’ın güçlü Türk devleti Timur Devleti hakkında nasıl bir algı geliştirmesi beklenebilir? Öğrenci, öğretim programına uygun olarak Timur Devleti’yle sadece bu şekilde, iki satırda karşılaşmaktadır. Yani “Türk Tarihinde Yolculuk” Timur Devleti gibi uçsuz bucaksız bir Türk devletinin sınırlarına girmeden bitmektedir.

__________

Türk tarihinin zamana ve mekana yayılması; okunmasını da, yazılmasını da, öğretimini de güçleştirmektedir. Farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle etkileşim içerisinde gerçekleştirdikleri kültürel evrim, muhtelif Türk topluluklarının Dünya’ya bakış açılarını da derinden etkilemiştir.

Bugün özellikle Anadolu, Azerbaycan ve Türkistan coğrafyalarında yerleşik bulunan ahalinin tarihin belirli bir dönemine kadar ortak geçmişe sahip oldukları bilinmektedir. 12. Yüzyıl sonrasında ise Anadolu ve Türkistan arasında bir yabancılaşmanın başladığı görülmektedir. Bu durum üzerinde pek çok sebebin etkisinden bahsedilebilir.

Genel olarak;

– Genel iktisadi düzenin bozulmasıyla, iki coğrafya arasında kültür köprüsü işlevi gören ticaret yollarının işlemez hale gelişi,

– Anadolu Türklüğü’nün, Altın Hilal’de Haçlılara ve Bizans’a karşı yüklendikleri misyon,

– Anadolu Türklüğü’nün; Arap, Rum, Ermeni, Fars, Kürt kültürleriyle yüzyıllar süren ve hala devam eden bir etkileşime girmesi,

– Türkistan Türklüğü’nün önce Arap ve Moğol, sonra Rus ve Çin kültürleri ile yüzyıllar süren ve hala devam eden bir etkileşime girmesi,

– Türkistan Türklüğü’nün (yakın tarihlerde) Moğol istilasına uğraması ve bir dönem Moğol hakimiyetinde kalması,

– Anadolu Türklüğü’nün 15. Yüzyıldan sonra, yüzyıllarca Türklüğü ve Türkmenleri, Türk kültürünü (genelde) hor gören bir idare altına girmesi. Büyüyen imparatorluğun içinde Türklerin, yönetimdeki asli unsur vasfını yitirmeleri,

– Türkistan Türklüğü’nün Yeni Çağ’da, birleşik bir mevcudiyet sergileyememesi, Rus işgali altına girmesi ve Türk boylarının Ruslar tarafından sistemli bir şekilde asimilasyona tabi tutulması,

– Anadolu Türklüğü’nün Orta Çağ, Yeni Çağ’da aldığı eğitimin vasfı (genelde din ağırlıklı eğitim). Buna ek olarak Türkistan Türklüğü’nün benzer vasıflardaki bir eğitime tabi tutulması ya da eğitimsiz kalması.

– Modern dönemde ortaya çıkan düşünce akımlarının Türk Dünyası’na çok sonradan sirayet etmesi,

– İki coğrafya arasında bağlantı kurulmasına ön ayak olabilecek kamuoyu görüşünün yoksunluğu ve bu durumun toplumların sosyal vicdanında yeterince yer etmeyişi. Buna bağlı olarak bu doğrultuda hazırlanması muhtemel eğitim programlarının, akademik çalışmaların, kültürel çalışmaların yetersizliği.

Sorunun temelinde yatan faktörlerin sayısı ve niteliği her ne kadar daha fazla olsa da; genel olarak bu şekilde ifade edilebilir.

Türk Dünyası’nın tarihi; Anadolu ve Türkistan coğrafyalarında kuşkusuz okutulmaktadır. Lakin okutulan tarih ve sosyal bilgiler öğretim programları üzerinde, yukarıda saydığımız faktörlerin etkileri hissedilmektedir. Bu işi sorunlu kılan unsurların başında “perspektif” ve “öteki” kavramları gelmektedir. Bundan başka “mekan”, “kavram” ve “zaman” bilişi ile ilgili sorunlardan da bahsedilebilir. Bu son üçü, esasında sosyal bilgiler öğretiminin de alan olarak başlıca problemleri arasında sayılabilir. Şimdi kısaca bu perspektif, öteki, mekan bilişi, kavram öğrenme ve zaman bilişi kavramlarına değinmekte fayda vardır.

Tarihi anlatıda perspektifi, fiziki dünyadaki anlamından hareketle, tarihi olaylara ve olgulara bakış açısı olarak yorumlayabiliriz. Tarihi olayların anlatılarında genelde (pek azı hariç), sevinen ve üzülen; kazanan ve kaybeden; haklı gösterilen ve haksız gösterilen; meşru gösterilen ve gayrimeşru gösterilen; yasal olan ve yasal olmayan benzeri karşıtlıklar bulunmaktadır. Tarihçinin veya yazarın aidiyet hissettiği grup, millet veya devletin söz konusu olaydaki iştirakine veya söz konusu olayın bu varlık üzerindeki etkisine göre anlatının odağında kaymalar görmek mümkündür. Söz konusu durum, farklı milletlerin veya devletlerin tarihlerini karşılaştırdığımızda belki belli bir düzeye kadar kabul edilebilir. Örneğin; 19. Yüzyılda Almanların, Fransa’yı zaptıyla sonuçlanan seferi, bir Alman tarihçiden dinlemek, bir Fransız tarihçiden dinlemekten farklı olacaktır.

Peki bu durum aynı milletin kendi içerisinde vuku bulan olayların anlatımında karşımıza çıktığında neler düşünülebilir?

Ne yazık ki Türk tarihi, berbat kardeş kavgalarıyla doludur. Üzerinde yaşanan coğrafyanın henüz vatan vasfını kazanmamış olduğu dönemler, genelde çok sancılı geçmiş ve çok kez kardeş kanının çorak toprağa kattığı maya ile kuru toprak, zamanla kutlu vatanın bağrına dönüşmüştür.
Türk tarihi yazılırken elbette bu kardeş kavgaları da yazılmaktadır. İşte Türk tarihinin perspektif sorunu burada başlamaktadır.
Örneğin Timur, Anadolu’nun kapılarına dayanıp Osmanlı’yı tehdit edene kadar, Timur’dan haberimiz yoktur. Malazgirt Savaşı’nda, Peçenekler Bizans ordusundan ayrılıp saflarımıza katıldığında, onları ancak fark etmişizdir. Mekan algısı ve bilişinden yoksun, çocuğun hayal dünyasında iki mahallenin birbirleriyle kavgasında taraf değiştiren komşular misaline indirgemişizdir konuyu.

Selçuk bey, isyan bayrağını çektiğinde birden karşı tarafımızda olmuştur Oğuz devleti. Karahanlıları anlatırken Karahanlı; Gaznelileri anlatırken Gazneli; Selçukluları anlatırken Selçuklu; Osmanlı’yı anlatırken Osmanlı değil, yekunünü anlatırken Türk olunduğu; Timur, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi Türk devletlerinin görmezden gelinmekten vazgeçildiği gün, Türk tarihi içerisindeki perspektif sorunu ancak çözülebilir.

Örneği bir başka açıdan vermek gerekirse; 7. Sınıflarda “Türk Tarihinde Yolculuk” yaparken; saatlerce, bin bir güçlükle kurulmasına, güçlenmesine tanık olunan Osmanlı Devleti, 1402’de nereden geldikleri belli olmayan bir devletin ordusu ve hükümdarı tarafından yıkılmanın eşiğine kadar getirilir ve bırakılır. Olayı bu şekilde okuyan öğrencilerin, Türkistan’ın güçlü Türk devleti Timur Devleti hakkında nasıl bir algı geliştirmesi beklenebilir? Öğrenci, öğretim programına uygun olarak Timur Devleti’yle sadece bu şekilde, iki satırda karşılaşmaktadır. Yani “Türk Tarihinde Yolculuk” Timur Devleti gibi uçsuz bucaksız bir Türk devletinin sınırlarına girmeden bitmektedir. Çünkü bu perspektifte; Türkistan (Orta Asya), Karahanlı-Gazneli ve öncesindeki anılarda kalmıştır. Anadolu Türk tarihi başladıktan sonra, Türkistan Türk tarihi (paralel zamanlar) unutulmuştur. Büyük Oğuz Göçü’nün gerçekleştiği 11. ve 12. Yüzyılların ardından “Türk” kavramı, Anadolu Oğuz Türk’ü için kullanılan bir tabir olmakta ve sonraki yüzyıllarda Türkistan’ın, Azerbaycan, İran ve Doğu Anadolu’nun Türk devletleri; Timur, Karakoyunlu, Akkoyunlu gibi devletlere tarih anlatısının ana güzergahında yer verilmemekte, yalnızca Anadolu Oğuz’unun savaş meydanında karşılaştığı “düşman” olarak sunulmaktadır. Hatta Timur örneğinde olduğu gibi Türk tarihine zarar veren unsurlar olarak nitelendirilebilmektedir. Bunun günümüz Türk topluluklarının geleceği açısından yaratabileceği sonuçları gözden geçirmekte fayda vardır. Kerkük, Kırım ve Doğu Türkistan Türklerinin yaşadığı zulüm, çile ve işkencelere rağmen; bu konunun bir avuç insanın dışında Anadolu Türklüğü’nün sosyal vicdanı içerisindeki yeri nedir?

Bahsi edilen perspektif sorunu, yukarıda da değinildiği gibi beraberinde bizi başka bir kavramla yüzleştirmektedir; “öteki”. Ulusal tarihlerin tümünde; adeta genel bir kaideyi teşkil edercesine en az bir “öteki” vardır. Söz konusu öteki, tarihi yazılan milletin mazisinde, olumsuz izler bırakan bir grup, kavim veya millet olabilir.

Türk tarihinin, zamansal ve mekansal açıdan arz ettiği bölünmüşlük; perspektif meselesinin bir tamamlayıcısı olarak “ötekileştirilen” Türk devletleri ve halkları sorununu ortaya çıkarmaktadır. Buna göre eğer Anadolu perspektifinden Türk tarihi yazılırsa; Anadolu Türk devletleriyle çağdaş olan Türkistan menşeili Türk devletlerinin çoğunun ötekileştirildiği ve hatta yok sayıldığı görülmektedir. Ders kitaplarında bu durumun izlerini görmek mümkündür. Tarih disiplini içerisinde, ülkemiz açısından bu yönde yapılan araştırmalar hep Ermeni, Rum vb. unsurlara karşı “öteki” sorunundan bahsetmektedir. Oysa tarihimizdeki “Türkler arası ötekileştirme” sorunu da gündeme alınmalı ve çözülmelidir.

“Öteki” çoğu kez mensubu olunan görüş veya varlık için tehdit yaratan güç olarak karşımıza çıkar; bazen de mensubiyetimizin, uzağından yakınından geçmeyen, “etkisiz eleman” olarak görülen “ötekiler” yaratılır. Bizdeki durum, yani Türklüğün diğer unsurlarına bakış açısı daha çok bu ikinci tür “öteki”ye girmektedir. Ama bazen Timur örneğinde olduğu gibi birinci tip, düşman öteki de karşımıza Türk unsurlar olarak çıkabilmektedir. Bunu aşmak perspektif meselesiyle birinci dereceden bağlantılıdır.

Türk tarihinin mekana yayılmışlığının içerisinde müthiş bir göç olgusu vardır. Mekan ve zaman bilişi, perspektif ve öteki sorununun etkisini derinleştirmektedir. Çünkü göç olgusu temelsiz kalmaktadır. Mekan bilişi gelişmemiş bir fert, doğal olarak pek çok coğrafi bilgiyi anlamaktan ziyade ezberiyle bilecektir. Ortak Türk tarihi kavramını ve kökenini, bunun sebebini algılayamayacaktır.

Perspektif ve öteki sorunu olarak tanımladığımız bu iki teorik meselenin yarattığı durum; öğrencilerin önemli olarak nitelendirebileceğimiz zaman ve mekan biliş becerilerine yönelik sağlıklı tasarımların yapılamaması ile doruk noktasına ulaşmaktadır. Mekan bilişine yönelik becerileri gelişmemiş olan bir öğrenciye Türkistan’dan Anadolu’ya göç olgusu anlatılamaz. Coğrafi olarak Türkistan neresidir? Anadolu neresidir? Aralarındaki mesafe ne kadardır? Türkistan’dan Anadolu’ya yürümek ne anlama gelir? Milletin bir kısmının Anadolu’ya gelmesiyle, arkalarında Türkistan’da kalan akrabalarının ne kadar uzakta kaldığını, neden yaşadıkları yerlerin farklı olduğunu anlatamazsınız. Ders kitabına yazsanız da, nutuk çekerek dikte ettirseniz de en fazla nedensellikten uzak olgusal bir bilgiyi ezberletebilirsiniz. Ancak işin mantığını ve coğrafi-mekansal bağlamını veremezsiniz. Türkistan’dan Anadolu’ya gelmek ile evden pazara gitmek arasındaki mekansal farkı anlatabilmeniz için mekansal biliş becerilerine ihtiyaç vardır. Kitaba harita koymak, başlı başına bu işi kotarabilecek bir hamle değildir. Çünkü o haritayı doğru okuyabilmenin ön koşulu mekan bilişine sahip olmaktır. Mekan bilişi hiç gelişmemiş bir çocuğun, önüne konulan haritaların kuş bakışı perspektifle çizildiğini dahi algılayamayacağını söylediğimizde durumun önemi netlik kazanacaktır. Bu durumda haritadan Samsun’u, İzmir’i, Bakü’yü, Taşkent’i bulmasının veya haritada bu şehirler arasında 5 cm, 10 cm olduğunu görmesinin ne anlamı olabilir?

Sosyal Bilgiler Eğitimi açısından mesele bilgi öğretiminden önce değerler ve beceriler eğitimi olmalıdır. Bilgi burada yalnızca araç olabilir; amaç olması 21. Yüzyılın mantığına ve ruhuna aykırı bir hilkat garibesi olarak nitelendirilebilir.
Bu konuda yaptığım araştırmalar, 5., 6., 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin mekansal biliş becerilerinin yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir. Farklı bir araştırmanın konusu olduğu için burada yalnızca sonucuyla yetinilmiştir. Bu sebeple Sosyal Bilgiler öğretiminde kroki, hava fotoğrafı, harita ve bunları destekleyici, bunlarla eş güdümlü kullanılabilecek materyallere ve araçlara ihtiyaç vardır. Ayrıca bu durum öğretim programı içerisinde kendisine bir hedef olarak yer bulmalıdır. Zira öğretim programında mekan bilişine ayrılan zaman yok denecek kadar azdır.

Mekan bilişini geliştirmek, alışageldiğimiz geleneksel Sosyal Bilgiler anlayışına ait bir bilgiyi öğretmekten öte, kompleks bir yapıya sahiptir. Bu konuda Shemyakin’in mekansal biliş ile ilgili verdiği şu sırayı temel alabiliriz:
Nirengi noktaları bilgisi –> Rota bilgisi –> Soyut mekan bilgisi

İlgili çalışmada araştırdığım nirengi noktaları bilgisi, mekansal biliş içerisinde stratejik bir öneme sahiptir. Ancak bu konudaki yetersizlik durumun vahametini göstermektedir. Nirengi noktaları bilgisi geliştikten sonra bunu rota bilgisi takip edecektir.

Rota bilgisini geliştirmeye yönelik çalışmalarda, çocukların bu konudaki becerileri uygulamalar ve etkinlikler üzerinde hissedilir derecede artmıştır. Bu konuda söz konusu çalışma için geliştirilen ve çocukların aynı zamanda okuma becerileri, kavram öğrenme, mekan bilişi, tarihsel empati vb. becerileri kullanmalarını sağlayan materyalin kullanımının ardından öğrencilerin mekan bilişiyle ilgili olumlu gelişmeler gösterdikleri tespit edilmiştir.

Rota bilgisinin de geliştirilmesinin akabinde bütün mekanı kapsayıcı ve koordineli bir mekan düşüncesine ulaşılacaktır. Şu anda uygulamada olan sistemde bu tip çalışmaların hiçbirisi yapılmadan, öğretim programı ve ders kitaplarında herhangi bir tedbir alınmadan öğrencilerin adeta soyut mekan bilgisine sahip oldukları varsayılarak öğretim tasarımı gerçekleştirilmektedir. Oysa henüz nirengi noktalarında problem bulunmaktadır.

Mekan bilişinin geliştirilmesi için sunulan etkinlikler ve benzerleri gerçekleştirilebilir. Öğretim programı içerisine mekan bilişini geliştirebilecek çalışma ve kazanımlar desenlenebilir.

Bunların yanında önemli bir diğer mesele ise zaman algısı üzerinedir. Bireyin içerisinde bulunduğu konumu zaman düzlemi içerisinde konumlandırabilmesi ve tarihi süreç içerisinde yine “nirengi noktaları” belirlemesi önemlidir. Zaman algısından yoksun bir öğrenciye, ne kadar “süslü” tarihi olaylardan bahsederseniz bahsedin, onun zihnindeki “taş devri” algısı ile bugün arasındaki deryada kaybolan cümleler kurmaktan öteye gidemezsiniz.

Görüldüğü gibi Sosyal Bilgiler öğretimi veya tarih öğretimi; perspektif, öteki, mekan bilişi ve zaman algısı gerçeklerine dikkat edilmeden örüntülendiği takdirde, başarısızlığa mahkumdur. Türk tarihi gibi zamana ve mekana yayılmış bir olaylar ve olgular deryasında bu şekilde yüzmek, pusulasız okyanus yolculuklarına benzeyecektir. Kimisi Vikingler gibi büyük suyun ötesine varıp orayı tanımlayamayacak, çoğu ise okyanus fırtınalarında kaybolup gidecektir. Bundan da öte, amaçlara ulaşmada araç olarak kullanılmak üzere üretilen “bilgi yığını” hantallaşan beyinlere zorla enjekte edilmeye çalışılacak ve asıl amaç, bu suni amaca dönüşecektir.

Bugün Sosyal Bilgileri, öğrenilmesi gereken bilgiler yumağı haline getiren durum da budur. Oysa işin içerisine bilişsel beceriler dahil edildiğinde; ve bunlar değerler öğretiminden soyutlanmadan ele alındığında, sosyal bilgiler öğretim programının ferdi ve kitlesel insan yaşamı açısından önemini idrak etmek kolaylaşacaktır. Özellikle de bölünmüş Türk coğrafyası içerisinde…

.

Ömür KIZIL

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Ömür Kızıl Hakkında

Ömür KIZIL: (İzmir) 1988 yılı İzmir doğumludur. Celal Bayar Üniversitesi Eğitim Fakültesi, “Sosyal Bilgiler Öğretmenliği” Lisans programından 2010 yılında bölüm birinciliği ve fakülte ikinciliği dereceleriyle mezun olmuştur. 2015 yılında aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden “Sosyal Bilgiler Eğitimi” alanında Yüksek Lisans derecesi almıştır. Çok sayıda mesleki kurs ve seminere katılmış, aynı zamanda Sosyal Bilgiler Öğretmenlerine yönelik mesleki seminerler vermiştir. 2010 yılından beri, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmenlik ve idarecilik yapmış olan KIZIL, meslek hayatına İzmir’de devam etmektedir. Türk Dünyası ülkeleri içerisinde Sosyal Bilgiler ve Tarih derslerinde ortak bir anlayışın gerekliliklerini ortaya koyarak, ilgili ülkelerdeki mevcut durumu analiz ettiği “Türkistan’dan Anadolu’ya Setleri Parçalamak” adlı telifli eseri, 2013 yılında Ankara’da basılmıştır. Kitabın konusuyla ilgili olarak TRT Ankara Radyosu’nda yayımlanan “İpek Yolunda” programına canlı yayın konuğu olarak katılmıştır. Eğit-politik, Sosyal Bilgiler Eğitimi, Türk Kültürü ve Türk Eğitim tarihi konularında akademik ve popüler dergilerde yayımlanmış ve uluslararası sempozyumlarda sunulmuş çok sayıda makale ve bildirileri bulunan KIZIL, bu alandaki çalışmalarına devam etmektedir. Orta düzeyde İngilizce, başlangıç düzeyinde Fransızca bilmektedir.

Yorumlar (1)

  1. Utku Ateş dedi ki:

    Yazılarınızı ilgiyle takip ediyoruz öğretmenim ☺

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: