(1.Bölüm için buraya, 3. bölüm için buraya tıklayınız)
1960 Yılından Sonra Değişen Türk Kültürel Yapısı ve Sansürün Politik Sinemaya Etkisi
1960 yılında Ordunun yönetime el koyması ile beraber Bülent Ecevit’in önerisi üzerine sansürün kaldırılması konuşulmuştur. “Dünyada, demokratik ülkelerde dahi sansür vardır; ancak çağ dışıdır” diyen Ecevit’e, Kurucu Meclisten büyük destek gelmemiştir ve bu nedenle sansürün kaldırılması, gündeme alınmamıştır. Ayrıca, Ecevit’in destek alamamasının yanında, 1960’lı yılların politik iktidarına göre, sinema tehlikeli bir silahtır ve halk, sinemadan korunmalıdır.
Mahallenin Sevgilisi adlı 1960 yapımı film, seyirci üzerinde vahşet, nefret ve şiddet duygularını uyandırabileceği için, sansür kurulundan geçememiştir. 1960 yılında çekilen bir başka film olan Suçlu da, Orhan Kemal’in eserinden uyarlanmış ancak; edebi değeri ile değil, 28 yerinden kesilerek en çok sansüre uğramış film olarak sinema tarihinde kara bir leke olarak kalmıştır.
1962 yılında Burdur’da çekilen, Fakir Baykurt’a Yunus Nadi Ödülü’nü getiren Yılanların Öcü adlı film, sansür kurulu tarafından yasaklanmıştır. Nedeni tam olarak bilinemeyen bu yasağı, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in filmi çok beğendiğini açıklaması üzerine, sansür kurulu başkanı olan Âlim Şerif Öneren, reddedilen filmi sansürden kurtarmak durumunda kalmıştır. Aslında Yılanların Öcü adlı film, bir Türkiye gerçeğini anlatmaktadır.
Şafak Bekçileri adlı 1963 yapımı filmde ise Göksel Ersoy başrol oyuncusudur. Göksel Ersoy’un, üzerinde hava kuvvetleri üniforması var iken sevgilisini öpmesi, sansür kurulu tarafından sakıncalı bulunmuştur. Ayrıca filmde, bir Hava Kuvvetleri uçağının düşüş sahnesi vardır ve sansür kuruluna göre bu sahne, gençleri askerlikten soğutmaktadır. Sansür yasasına göre askerliği kötüleyici filmler yasak konular arasındadır ve filmin askerliği kötülemediği gerçeği, o dönemdeki Orgeneral İrfan Tansel’e ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı komuta kadrosuna yapılan özel gösteriden sonra, filmin çok beğenilmesi ile ortaya çıkmıştır. Tansel Paşa filmi çok beğenmiştir ve filmin, kesintisiz yayınlanmasını sağlamıştır.
Türkiye sinema tarihindeki en ilginç sansür, 1969 yılında TRT’de yayımlandığı sırada yarıda kesilen, Rus yönetmen Sergey Yutkevic’in Türkiye’nin Kalbi Ankara adlı filmine getirilmiştir. Film, Japonya’da televizyonda yayında olduğu sırada aniden yayından kaldırılan filmden sonraki dünyada ikinci örnek olarak; komünizm propagandası yaptığı ve Ankara’yı harap halde gösterdiği düşüncesi ile gösterimi sırasında yarıda kesilmiştir. İlerleyen günlerde film sansür kuruluna girmiş ve hiçbir propaganda içermediği gerçeği ile sansürden geçmiştir. Ayrıca filmde, Mustafa Kemal Atatürk bizzat kendisi kamera karşısına geçmiştir. Günümüzde film, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmi web sitesinde yayınlanmaktadır. http://www.tccb.gov.tr//content.asp?cfc=1&caid=307
1968 dönemi, toplumun hızla politikleştiği dönemdir. Bu dönemde Yılmaz Güney’in çektiği Umut filmi, sansür kurulunan geçememiştir. Ancak Danıştay onayı ile oynayan film, kaçak olarak Cannes film festivaline katılmış, Cannes’dan da ödülle dönmüştür.
Yılmaz Güney’in Türk sinemasına kazandırdığı eserlerden ziyade politik kimliği ile tanınması, eserlerinin devlet tarafından gerektiği alakayı görmemesine neden olmuştur. Güney’in 1971 Askeri Muhtırasının ardından 1972 yılında çektiği Baba adlı filmi ise Adana Altın Koza film yarışmasında birinci olmasına rağmen o dönemde ceza evinde olması ve politik kişiliği sebebiyle ödülü geri alınmıştır. Politik kimliğinden alakasız, sanatçı kimliği ile bir yönetmene verilen ödül, işlediği suçtan dolayı ceza çekmekte olan birisinden geri alınmış ve sanat camiasına vurulmuş bir darbe olarak tarihte yerini almıştır.
1970’li yılların ortaları, “Milliyetçi Cephe”nin doğduğu, sansürün ağırlaştığı dönemdir. Hiçbir fikir eseri Türkiye’ye zarar vermemiştir ancak hiçbir sanat eseri de özgürce Türkiye’de var olamamıştır. 1975 yılında, Atıf Yılmaz’ın filmi Kara Çarşaflı Gelin, Antalya film festivaline alınmamış ve Atıf Yılmaz filmciler derneği ile bağlarını koparmıştır. Olaydan yalnızca iki yıl sonra 1977 yılında ise film, Antalya film festivalinden birincilik ile dönmüş, ortaya çıkan durum, Türkiye’de filmlerin özgürleşemediğinin en büyük kanıtı olarak sunulmuştur.
1970’li yılların ortalarında, ne siyasi ideolojinin ne de askeri müdahalelerin etkileyemediği halkı etkileyen ARABESK anlayışı ortaya çıkmıştır. Arabesk müzik, anlayış ve film, toplum yapısını hızla değiştirmekte ve kitleleri peşinden sürüklemektedir. Orhan Gencebay’ın müziğinin yasaklandığı, kasetlerinin toplatıldığı ancak insanları yine de etkisi altında bıraktığı bu dönemde, yine Orhan Gencebay’ın Derdim Dünyadan Büyük adlı filmi 1978 yılında çekilmiş, ancak izlenmesi yasaklanmıştır. Yasağın nedeni de insanları isyana, anarşiye ve halkın ikiye bölünmesine sebebiyet verdiği düşüncesindendir.
1970’li yılların ortaları, arabesk kültürün yayılmasının yanında sokak çatışmaları dönemine de rastlamaktadır. Sokakta yaşanan fikir ayrılıkları ve çatışmalardan zarar göreceklerini düşünen aileler, kendileri korumak adına kısıtlı zamanlarda dışarı çıkmakta ve sosyal hayatta kısıtlı zamanlarda bulunmaktadırlar. Aynı zamanda televizyonun icadı ve yaygınlaşması ile insanların sokağa çıkmamaları, sinema salonlarının da boşalmasına sebep olmuştur. Artık sinemanın yeni kitlesi, evinde televizyonu olan ve sokağa çıkmaya korkan aileler değil, göç yolu ile büyük şehirlere gelmiş, genelde büyük şehirlerin kenar mahalle sakinlerini oluşturan erkek seyircidir. Dövüş filmleri, fantastik öyküler ve özellikle de erotik filmler sinema salonlarını doldurmuştur. Türkiye’de az sermaye ile çekilen, kalitesi düşük, konuları bayağı ve estetikten uzak filmler, salonlarda yerini almışlar ve 1974-1979 yılları arasında çekilmiş özellikle erotik güldürü tarzındaki filmler, sinemasının siyah yıllarını oluşturmaktadırlar. Sosyal içerikli filmler sansüre takılırken, güldürü unsuru içeren filmler sansürden geçmektedir. Bu nedenle de sosyal ve siyasal konulara değinen filmler, sinemadaki yerlerini alamamışlardır.
Artık sinemanın yeni seyirci kitlesi olduğuna göre, kalitesiz erotik filmler, aile sinemasının yerini almıştır. Bu filmlere isimlerini yazdıran yapımcılar, oyuncular ve yönetmenler, o günleri unutmayı seçmişlerdir. Ayrıca, pek çok sinema sanatçısı ve yapımcısı tarafından bu dönem, “sinemanın kayıp yılları”, “öteki sinema” gibi adlarla anılırlar. Peki, Türk kültürünü, ahlaki değer ve siyasal yapısını kontrol altında tutan sansür kurulu kurulduğundan beri filmleri en ince ayrıntılarına kadar izleyen, inceleyen ve “hoşlanmadıkları” kısımların “makaslanmasını” isteyen sansür kurulu, bu tür filmleri sansürden nasıl geçirmiştir? Erotik güldürü filmler, erotik sahneleri kesilerek sansür kuruluna gönderiliyor, filme onay geldikten sonra erotik sahneler ekleniyor ve bu şekilde sinema salonlarına gönderiliyordur. Sansür kurulundan bu şekilde filmlerin geçtiği, günümüzde çok inandırıcı olmasa da, bu olayların şikâyetine kadar, erotik güldürüler salonlarda oynamış ve sanatın salonlarını kayıp yıllarda bu filmler zapt etmişlerdir.
1970’li yılların sonlarına geldiğinde toplumsal hayat, daha da politize olmuş ancak sinemada seks furyası kapanmak üzeredir. Yasal önlemler ve sinema baskınları artmıştır ve yapımcılarla yönetmenler, yeni bir tarza doğru ilerlemektedirler.1979 yılında Ahmet Taner Kışlalı, meclise sansür yasasının değiştirilmesi gerektiği ile ilgili önerge vermiştir. Önergeden sonra kurul, çalışmalara başlamıştır ancak farklı bir sansür yasası çoktan hazırdır ve yürürlüğe koyulmayı bekliyordur… (2. Bölümün sonu)
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.