Terör örgütü YPG’ye yönelik beklenen harekât, Afrin’den başlamış durumda. 22 Ocak itibariyle 3 gündür Mehmetçik Afrin’de ülkenin selameti için mücadele ediyorken, Jandarma Genel Komutanlığı’nın resmi twitter hesabından paylaşılan bir dörtlük, yaklaşık 150 yıldır Türklük ve İslamcılık ekseninde devam eden bir tartışmayı yeniden alevlendirdi.
Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yâ Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ınZeytin Dalı Harekatı’nda kahraman askerlerimize muvaffakiyetler diliyoruz 🇹🇷 pic.twitter.com/kofkQ6xEov
— T.C. Jandarma Gn. K (@jandarma) 20 Ocak 2018
Söz konusu dörtlük, Yahya Kemal’in Milli Mücadele sırasında Büyük Taarruz başladığında yazmış olduğu, 26 Ağustos 1922 başlığını taşıyan şiirinden şu kıta idi;
“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi
Ta ki ezanlarla yükselsin müeyyed nâmın
Galib et çünkü bu son ordusudur İslam’ın”
Yaygaranın kopma sebebi, “İslam ordusu” lafzı. Konu, özetle ordunun laikliğinden başlayıp, Hristiyanların birbirleriyle geçinemeyip haçlı ordusu kurmasıyla özdeşleştirmelere, oradan IŞİD ile bir tutmalara, hatta dörtlük içindeki tüm kavramlara dil uzatmalara kadar oldukça geniş bir ölçüde itirazlar.
Konu etrafında hiçbir tarafa yâr olamama durumuna tekabül eden, tahmin edilmesi zor olmayan muhtelif içerikleri dileyenler okuyabilir. Ben bu atmosferin tıpkıbasım bir izdüşümünü 100 yıl öncesinden, bizzat şairin kendi biyografisinden okumayı tercih ediyorum;
1921’de 5 ay kadar Dergâh’ta yazan ve Darülfünun da dersleriyle ilgilenen Yahya Kemal, zaman zaman öğrencileri ile birlikte, çoğu zaman da yalnız başına çıkarak İstanbul’u keşfettiği gezintilere devam eder. Şubat 1922 başlarında Tevhid-i Efkâr’da yazmaya başlar ve gezinti izlenimlerini bu yazılarda okuyucuyla paylaşır. Bu gezintileri sırasında bir gün “Ruh eser” dediği Topkapı Sarayını gezer ve o gün orada haberdar olduğu Hırka-i Saadet dairesinde dört yüz senedir geceli gündüzlü bila fasıla (fasılasız) okunan Kur’an geleneğinden çok etkilenir ve bu duygularını Tevhid-i Efkâr’ın 14 Şubat 1922 tarihli nüshasında “Hilafete Yakın bir Gün” ve yine 30 Mart tarihli nüshasında da çıkan “Ezan ve Kuran” başlıklı yazılarında ele alıp bu gezilerde keşfettiği hakikati şöyle özetler;
“Bu devletin iki manevi temeli vardır Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor; Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hala okunuyor. Eskişehir’in Afyon Karahisar’ın, Kars’ın genç askerleri siz bu güzel iki şey için dövüştünüz.”
Yahya Kemal’in bu yazıları, halk tarafından büyük bir zevk ve heyecanla okunurken hem pozitivist aydınları, hem de İslamcıları (mesela Darülfünun felsefe müderrislerinden Ahmet Naim Beyi) rahatsız ediyordu. Nakledilenlere göre Ahmet Naim Bey, 5 Mart günü Kâtip-i Umumi Behçet Bey’in odasında bir araya geldiklerinde “Yahya Kemal Beyefendi İslamiyet’e sizin verdiğiniz zararı bu aralık kimse vermiyor” demişti. O gün yayımlanan “Bir rüyada gördüğümüz Eyüp” başlıklı yazısına da telmihte bulunarak; “Mesela bugünkü yazınız… Zaten delalete düşmüş olan bu zavallı milleti daha da şaşırtıyorsunuz. Bir zaman Türkçülükle şimdi de İslamiyet’i hurafeler üzerine kurulmuş bir din gibi göstererek… Hâsılı bu şaşırmış halkı şaşırtmak için yeni yollar icat ediyorsunuz. Bizim Abdullah Cevdet’ten korkumuz yoktur çünkü o sarahatle dinsizdir ve maddidir; İslamiyet’i yıkamaz. Hâlbuki sizin Tevhid-i Efkâr’da çıkan yazılarınız İslam akaidini ve esaslarını baştanbaşa tahrif ediyor.” şeklinde uzayan suçlamalarla gelmiş ve Ahmet Naim Bey’in Yahya Kemal’i tekfir (küfürle itham) etmese de Müslümanlığından şüphe eder göründüğü böyle bir tartışma vuku bulmuştu. Diğer yandan, 2 ay kadar sonra aynı doğrultuda yazacağı “Ezansız Semtler” başlıklı yazısı Sebilürreşad dergisince basılmış ve bu yüzden Yahya Kemal, Halide Edip’in bir gün çiftlikte birlikte yemek yerlerken “Bu durum sizi de irticaı teşvik eder bir vaziyette gösteriyor” demesiyle irtica imasına maruz kalmıştı.
Yahya Kemal’in Bergson izleri taşıyan; “zamanda gerçekte mazi, hal ve istikbal yoktur. Bir imtidad yani devamlılık vardır. Tarih de bir zaman içinde cereyan eder. Dolayısıyla bir milletin hayatında imtidad (devamlılık) vardır.” eksenli fikirleri çerçevesinde bugünkü izdüşüm düşünüldüğünde, bizdeki devamlılığın hiç arzu edilmeyen fikirler üzerinde ısrarla sürdürüldüğünü görmek üzücü.
Yazıyı yine Beyatlı’nın Ahmet Naim Bey’e vermiş olduğu cevapla nihayetlendirelim;
“Demin biz korkmayız gibi bir şey söylüyordunuz. Siz kimsiniz? Kaç kişisiniz? Çokluksanız bile bütün Türk milletinin tarihi hatıralarına ne karışırsınız? Türk milleti, dinini istediği gibi benimsemiştir. Diyanetini vatanının toprağına istediği gibi karıştırmıştır. “Biz” dediğiniz zevat kalkıp da; “Ey Türkler İslamiyet sizin vatan toprağınıza bigânedir, sizin milliyetinizi ve diğer kavimlerin milliyetini tanımaz. Zaten milliyet tanımaz!” demenizle şu memlekette emin olunuz bir yaprak kımıldamaz.”
Seher GÖK
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
_________________________
Kaynaklar
Ayvazoğlu, Beşir, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Ötüken Neşriyati 1995.
Ayvazoğlu, Beşir, Bozgunda Fetih Rüyası, Ötüken Neşriyati 2004
Banarlı, Nihad Sami, Yahya Kemal’in Hatıraları, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1960.
Kendi Gök Kubbemiz, Devlet Kitapları, 1000 Temel Eser, İstanbul 1969.