ABD Başkanı Trump’ın yakın zamanda Ortadoğu’ya düzenlediği ilk yurtdışı seyahatinin hemen ardından, kucağımızda büyük bir kriz bulduk. Seçim kampanyasındaki (bir örneği aşağıdaki videoda yer alan) konuşmalarında ABD’nin 19 trilyon Dolar civarındaki borcunu Körfez ülkelerine ödeteceğini söyleyen Trump, bu ziyaretinde hem 300 milyar dolar civarında silah satışı anlaşması imzalayıp hem de bu silahların kullanımı için uygun ortam oluşturmuş.
Bu yazıda Katar’ın niçin hedefte olduğuyla başlayıp, Katar’a yöneltilen suçlamaları, krizin Türkiye’yi ilgilendiren boyutunu (ki bence Türkiye açısından büyük bir sorun teşkil ediyor) ve Türkiye’nin izleyebileceği politikaları ele almaya çalıştım.
Katar neden hedefte?
Osmanlı’nın dağılması esnasında da (detaylar için dipnota bakınız[1]), sonrasındaki süreçte de diğer Körfez ülkelerinden ayrı bir pozisyon sergileyen Katar, Müslüman Kardeşler ve onun Filistin kolu olan Hamas’ı destekleyerek siyasal İslamcı örgütlerin savunuculuğunu ve destekçiliğini yapar bir pozisyonda.
Bu pozisyon ve politikaları ile de Ortadoğu’nun krallık ve emirliklerle yönetilen, çoğu İslamî görünümlü ancak iktidarlarını korumak için İslam düşmanlarıyla aşırı derecede içli dışlı olan ülkelerden ayrışıyor. (Ancak İsrail ve ABD ile ilişkiler konusunda Katar da çok masum değil. Katar, Körfez ülkeleri arasında İsrail’de ilk ticaret ofisini açan devlet. Yüzölçümü bakımından oldukça küçük olan ülkede, bölgenin en büyük ABD hava ve deniz üssü var. Katar ayrıca Suriye iç savaşında ABD’nin güdümünde hareket etti.[2])
2013 darbesinden sonra Mısır’ın da dahil olduğu ve bir nevi diktatörlükle yönetilen Katar karşıtı bu ülkeler, siyasal İslam’ı iktidarları için büyük bir (iç) tehdit olarak algılıyorlar. Dolayısıyla da Katar’ın Müslüman Kardeşler ve Hamas gibi siyasal İslamcı örgütlere desteğini düşmanca bir tavır olarak görüyorlar.
İran ise, bunlardan özellikle İran’a komşu olan ve kendi içlerinde Şii nüfus barındıran ülkeler için önemli bir dış tehdit olarak algılanıyor. Bu ülkeler, en az İsrail kadar İran’ın nükleer güç haline gelmesinden endişe ediyorlar. İsrail’den çekinmedikleri kadar İran’dan çekiniyorlar ve İran düşmanlığı, onları İsrail ile ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin kucağına doğru itiyor. (Burada aynı ülkelerin Şii vatandaşları üzerinde İran nüfuzunu kırma konusunda bugüne kadar ciddi tedbir almadıkları, İran ile sınır problemleri yaşayan BAE’nin İran ile sürdürdüğü ve yıllık 20 milyar dolar civarında olan ticaretinden bugüne kadar hiç vazgeçmediği ve BAE’de yaşayan İran kökenlilerin sayısının kendi vatandaşlarından daha fazla olduğu yönündeki iddiaları[3] da hatırlatmakta fayda var.)
Netice itibariyle ABD ve İsrail de, Müslümanları birbirleriyle tehdit ederek her iki tarafı kullanmanın, sömürmenin ve zayıf bırakmanın haklı gururunu yaşıyor!
Katar’ı, (terör örgütü olarak tanımladıkları) siyasal İslamcı Müslüman Kardeşler ve Hamas’ı desteklemekle suçlayan bu ülkeler, önce El Kaide’nin ardında da onun daha radikalleşmesiyle oluşan IŞİD’in ideolojilerinin temelini oluşturan Selefilik (Vahhabilik) anlayışının merkezi halindeler. İslam tarihinde sonradan türeyen ve İngilizlerin gayretleriyle kurumsallaşan Selefilik anlayışını, tıpkı İran’ın Şiiliği ihraç etmeye çalışması gibi tüm İslam ülkelerine ihraç etmeye çalışıyorlar. Bunun için de milyar dolarları harcamaktan kaçınmıyorlar. Kafkaslar ve Balkanlar başta olmak üzere Türkiye de dahil tüm İslam ülkelerinde, hatta aşırılıkla mücadele ettiğini iddia eden ABD ve Avrupa ülkelerinde dahi cömertçe harcadıkları fonlarıyla önemli varlık gösteriyorlar.
Ama her nasılsa, daha radikal anlayıştaki bu ülkeler, kendilerine nispetle daha ılımlı olanları (iktidarlarına tehdit oluşturdukları için) terörist olarak niteliyorlar ve ABD, İsrail ve Avrupa ülkeleri de (şimdilik) buna inanmış gözüküyorlar!
During my recent trip to the Middle East I stated that there can no longer be funding of Radical Ideology. Leaders pointed to Qatar – look!
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) June 6, 2017
ABD Başkanı Trump, yukarıdaki twitte; “”Ortadoğu’ya yakın zamanda gerçekleştirdiğim gezi esnasında artık Radikal İdeolojinin fonlanamayacağını söyledim. Liderler Katar’a yöneldi-izleyin!” diyor. ABD’den toplamda 300 milyar dolarlık silah aldığı söylenilen Suudi Arabistan’ın Katar’dan daha az radikal olduğuna inanmış(!) gibi yapıyor!
Burada bir parantez açarak Siyasal İslam ve İran’dan bahsedelim biraz. Siyasal İslam, Kuran ve Sünnet gibi ana referans kaynaklarından yola çıkarak yeni bir toplum, yeni bir devlet yapısı, yeni bir sosyal ve kültürel örgütlenme ile evrensel manada Büyük İslam Birliğini hedefleyen siyasi bir akımdır.[4] Siyasal İslamcılar, bu hedefler doğrultusunda çaba sarf ederken, Sünni-Şii ayırımı yapmamakta ve mezhebi taassuplarının olmadığıyla övünmekteydiler (bir kısmı hala övünüyor). Örneğin Türkiye İslamcılığı, İran Devrimi’nden (1979) önce Müslüman Kardeşlerden, sonrasında ise İran’dan etkilenmiş ve İran ile etkileşimde olmuştur.
İran Devrimine hayranlık ve İran’a karşı sempatinin, Suriye İç Savaşı’nda İran’ın tutumu ve İran’ın Irak, Yemen, Körfez ülkeleri ve Lübnan’daki siyasi etkisinin artmasıyla sekteye uğradığını ve İslamcılarda kafa karışıklığına neden olduğunu söyleyebiliriz. Zira Katar ve Türkiye, Suriye iç savaşında Baas zihniyetindeki İslami refleksi olmayan Suriye Rejimini devirmek için pozisyon alırken, İran ise tüm gücüyle rejimin arkasında durdu. Suriye’de rejim hala ayakta duruyorsa, bunu İran’ın desteğine borçlu.
Yaşanan bu gelişmelerden sonra Siyasal İslamcılar da, İran’daki sözde İslami Devrimin aslında “İslami” olmaktan ziyade siyasi bir hamle ve araç olduğunu fark etmeye başladılar. Çünkü devrimi gerçekleştiren Humeyni, İran’ın etki alanını genişletmek için İsnâaşeriyye Şiiliğinde olmayan ve geleceğine inanılan “İmam Mehdî” adına ulemanın siyasi liderliği üstlenmesi anlamındaki “velâyet-i fakih” anlayışını geliştirdi ve bunu ‘rehberiyet’ adıyla anayasal bir kurum haline getirdi. İran’ın ilk rehberi kendisi oldu.
Fakat bu kavram, başta Necef uleması olmak üzere, Şii ulemanın önemli bir kısmı tarafından kabul görmedi. Lübnan Şiilerinin dini otoritesi de öteden beri Necef mezunu alimlerden oluşmaktaydı ve Hizbullah’ı kuranlar, Necef talebesiydiler. Dolayısıyla velayit-i fakih konusunda İran ile hemfikir değildiler.[5] Ancak İran, Hizbullah içinde de gerçekleştirdiği operasyonlarla kendi görüşünü benimsemiş kişileri Hizbullah’ın liderliğine getirdi.
İran, benzeri yöntemlerle tüm Şii dünyasında siyasi etki sahibi olmak için alttan alta çalışmalarını yürütüyor. Yani Siyasal İslamcıların romantik bakışı, İran’da yok. İran’ı iyi tanıyanlar şunu söylüyorlar; “Eğer İran derin devleti, komunizmin İran için kullanışlı olacağına inansaydı, İslam Devrimi yerine İran’da komünist bir devrim gerçekleşirdi.”
Parantezi kapatıp konumuza dönelim tekrar;
Katar neyle suçlanıyor?
Onlarca yıldır dünyanın dört bir yanına İslam’ın radikal bir şekilde yorumlanmış versiyonu olan Selefi-Vahhabi ideolojiyi yayıp El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin doğuşuna fikir ve para babalığı yapan Suudi Arabistan ve şürekası, basından derlediğim kadarıyla Katar’ı şunlarla suçluyorlar;
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi: #Katar'ın bölgenin asi çocuğu ilan edileceği gün gibi açıktı https://t.co/3KE6myjP7G pic.twitter.com/kZ6NwEX4oq
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) June 7, 2017
Twitterda yayılan iddialara göre, Suudi Arabistan Kuveyt aracılığı ile ablukanın kalkması için Katar’a 10 şart ileri sürmüş. İddiaların doğruluğu tartışmalı ama yukarıda özetlenen suçlamalarla örtüşüyor.
Katar'dan yapılması istenen 10 şart pic.twitter.com/iAaw0FXOKS
— NEVZAT ÇİÇEK (@nevzatcicek) June 6, 2017
Krizin Türkiye açısından önemi
Katar’ın karşı karşıya kaldığı bu oldu-bitti, Türkiye’yi iki açıdan yakından ilgilendiriyor. Bunlardan birincisi, eğer bu kriz Katar ile sınırlı kalacak ve Türkiye’ye sıçratılmayacak ise ekonomik boyutla ilgili. Katar, özellikle son dönemde doğrudan yatırımları ve sağladığı nakit akışı ile Türkiye açısından önemli bir müttefik konumunda.
[Analiz] Arap ülkelerinin '#Katar' kararının ekonomiye yansımaları https://t.co/uGGCnmC3F1 pic.twitter.com/2bKJAxNLFe
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) June 6, 2017
Katar’ı şimdiden ekonomik açıdan sarsan abluka, devam etmesi halinde Katar’ın Türkiye’deki yatırımlarını ve diğer ekonomik ilişkilerini çok olumsuz etkileyecektir.
Yedi ülkenin ani bir biçimde Katar'la diplomatik ilişkilerini kesmeleri ülkenin ekonomisine darbe vurdu https://t.co/nfjydrFdfN pic.twitter.com/isZckhmSnt
— DW Türkçe (@dw_turkce) June 7, 2017
Bu da 15 Temmuz hain darbe girişiminin de etkisiyle zaten ekonomik darboğazdan geçen ülkemizi, normalde yaşatacağı etkiden daha fazla sarsabilir. Nitekim 15 Temmuz hain darbe girişiminin arkasında yer aldığı anlaşılan ve halen FETÖ’ye sahip çıkarak Türkiye’de yeni bir darbe arayışında olanlara destek veren Michael Rubin, Mart ayında attığı aşağıdaki tweette Katar’ın önemini vurguluyor.
Katar karşıtı ülkeler, Türkiye’nin Katar’ı yalnız bırakması durumunda onun yerini dolduracak ülkeler değiller. Yani bu ülkelerin böyle bir iradeleri yok. Özellikle Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri, açıkça Türkiye’nin karşısında yer alan ülkeler. Mursi’yi deviren 2013 Sisi darbesi yüzünden gerilen Mısırla ilişkiler, hala onarılmış değil. Ayrıca Mısır’ın Katar’a yönelttiği haksız suçlamalar, neredeyse tamamıyla Türkiye açısından da geçerli (El Cezire’nin yayınlarına yönelik suçlamalar hariç). Çünkü Türkiye, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarını temsil eden ve demokratik bir şekilde iktidara gelenMursi’ye sonuna kadar sahip çıktı ve darbeyi en ağır şekilde eleştirdi. Bu açıdan bakıldığında Mısır yönetimi açısından Türkiye, (tıpkı Katar gibi) kendileri açısından terör örgütü görülen Müslüman Kardeşler’e destek veren ve Mısır’ın içişlerine karışan bir ülke konumunda.
BAE ise İsrail ve ABD ile olan derin ilişkileri nedeniyle olsa gerek, anlaşılmaz bir biçimde Türkiye karşıtı bir tutum sergiliyor. BAE Washington büyükelçisi Yusuf el-Uteybe’nin geçen günlerde hackerlar tarafından yayınlanan e-mailleri, el-Uteybe’nin İsrail yanlısı Demokrasiyi Savunma Vakfı (FDD) ile yakın ilişki içinde olduğunu ve FDD ile birlikte Türkiye ve Katar’a karşı ortak politikalar geliştirmeye çalıştığını gözler önüne sermişti.[7] Burada BAE’nin FETÖ darbesini desteklediği ve FETÖ’nün yeni merkezinin BAE veya Mısır olacağına dair iddiaları da not etmekte fayda var.
Arafat’ın zehirlenmesi ve 15 Temmuz! BAE ve Dahlan! Peki ya Katar krizi?
— İbrahim Karagül (@ibrahimkaragul) June 6, 2017
Konunun Türkiye’yi ilgilendiren ikinci boyutu ise daha da önemli. Katar karşıtı ülkelerin Katar’a yönelttikleri ve bir anda savaştan bir önceki boyuta kadar tırmandırdıkları (haksız) suçlamalar, ağababalarının onaylaması durumunda Türkiye’ye de sıçratılabilecek karalamalar. Çünkü Katar, bu politikaları tek başına izlemedi. En önemli müttefiki, ülkesinde bölgenin en büyük askeri üssünü açan ABD’den sonra Türkiye idi.
Suriye iç savaşında ABD’nin gazına gelen bu iki ülke, ABD’nin Esad’ın hızla devrileceği yalanına inanarak Esat karşıtı güçlere destek verdiler. Ancak ABD, sonradan hiçbir şey olmamış gibi kendini kenara çekti ve Suriye’deki yanlış öngörü sonucu oluşan olumsuzlukların tamamı, Katar ve özellikle de Türkiye’nin omuzlarına bırakıldı.
MİT tırlarının durdurulması ile başlayan süreçte, bazıları açıkça, bazıları ise el altından Türkiye’nin teröre destek verdiği yönünde propagandaya başladı. FETÖ hala, bu konuyu gündemde tutmaya ve Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılatmaya çalışıyor. 2015 yılında yayınlanan aşağıdaki haberin Katar krizinden sonra tekrar dolaşıma sokulmasının da, bu çabanın bir sonucu olduğu düşünülebilir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan, Davutoğlu, Ala ve Fidan için harekete geçti https://t.co/0xB8L87G8b
— sinan (@sinandayan) June 6, 2017
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde ABD ve Rusya eliyle oluşturulmaya çalışılan PKK/PYD koridoruna müsaade etmeyeceğini açıkça ortaya koyması, Fırat Kalkanı Operasyonu ile birilerinin planlarını sekteye uğratması ve Rakka operasyonunda PYD/YPG’nin kullanılmaması için sonuna kadar çaba sarf etmesi, birilerini fena kızdırmışa benziyor.
Dolayısıyla çok kısa zamanda oluşturulan ve savaş öncesi boyuta getirilen Katar krizinde asıl hedefin zannedildiği gibi İran değil, Türkiye olabileceğini göz ardı etmemek lazım. Bu durumda Türkiye açısından tehlikenin boyutunun zannedildiğinden çok daha büyük olabileceğini bilerek, uluslararası dengeler açısından yeni pozisyonlar almak gerekebilir.
Rusya’nın bu kriz karşısında şu ana kadar verdiği tepkiler, krizin bir sonraki hedefinin Rusya’nın Suriye’deki müttefiki İran olmayacağı yönünde işaretler de barındırıyor. Rusya’nın açıkça desteklediği Esat rejimini devirmek için çalışan Katar’ın başının sıkışması, Rusya’yı sevindirmişe benziyor. Katar hem Suriye konusunda Rusya’nınkilerle çelişen politikalar izliyor, hem de Rusya’nın doğalgaz pazarına en büyük rakiplerden biri…
Suriye’nin karışmasının arkasında, Suriye rejimi devrildikten sonra Katar gazının Türkiye’ye bir boru hattıyla taşınması ve Rusya’ya bağımlılığın azaltılması projesinin olduğu söyleniyor. Tüm bunları çok iyi bilen Rusya, rakibinin bertaraf olmasından çok da rahatsız olmuşa benzemiyor. Hatta Türkiye’ye satılan gazın fiyatının artırılmasını bile henüz kriz esnasında dile getirmekten çekinmiyor!
Gazprom: Türkiye'ye sevkiyatlarda artık indirimi değil fiyat artışını konuşma vakti https://t.co/eSFs28Huwc pic.twitter.com/tLcENF2z5a
— Sputnik Türkiye (@sputnik_TR) June 6, 2017
Katar krizi sonrasında Cumhurbaşkanımız ile Putin arasındaki görüşmede de Putin, ne alaka ise Rus gazının Ukrayna’ya alternatif bir yoldan pazarlanmasına yönelik oluşturulan Türk Akımı Projesini[8] gündeme getiriyor!
Kremlin: Putin ile Erdoğan, ikili ilişkilerin tam olarak canlanma sürecini ve Türk Akımı projesini görüştühttps://t.co/0c6CL8QihK pic.twitter.com/DM463weOns
— Sputnik Türkiye (@sputnik_TR) June 5, 2017
Neler Yapılabilir
Yukarıda özetlenmeye çalışılan durum karşısında Türkiye’nin neler yapabileceğine geçmeden önce şu tespitlerimizi kayda geçirelim,
Bu tespitler ışığında neler yapılabileceğine yönelik önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz.
Almanya'dan Katar'a destek geldi: 'Trumplaşma' çok tehlikeli https://t.co/K81VawmdpM pic.twitter.com/cSeXIUcF0k
— DW TÜRKÇE (@dw_turkce) June 6, 2017
Fanatik Yahudilerden El-Cezire ofisine baskın https://t.co/yKIqAkLLHS pic.twitter.com/cPbumyZu1U
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) June 7, 2017
Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkan Yardımcısı Reysuni'den #Katar’a uygulanan ablukanın sona erdirilmesi çağrısı https://t.co/4b4MMnlWFg pic.twitter.com/U2POZjkZ93
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) June 7, 2017
Fanatik Yahudilerden El-Cezire ofisine baskın https://t.co/yKIqAkLLHS pic.twitter.com/cPbumyZu1U
— ANADOLU AJANSI (@anadoluajansi) June 7, 2017
Netice itibariyle hem ülke olarak, hem de tüm İslam alemi olarak zor günlerden geçiyoruz. Allah müslümanlara feraset versin, birilerinin kurdukları tuzaklar kendilerine dönsün.
Süleyman ERDEM – suleyman@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
________________________________
Dipnotlar:
[1] 19. yüzyılda İngilizler Körfez’de yayılmaya ve Körfez şeyhleri ile anlaşmalar yapmaya başladığında ikna edemedikleri tek kişi, Seyh Temim’in büyük dedesi Muhammed Al Sanı ve oğlu Modern Katar’ın kurucusu olan Casim (Kasım) Al Sani olmuştur. Onlar Osmanlı Devleti ile işbirliğinden yana oldular. Bu birliktelik de onlara bölgede yaşanan kabile çekişmeleri ve rekabetlere rağmen Katar yarımadasında tam bir egemenlik sağlama imkanı sağladı.
Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreçte ise Abdulaziz b. Suud Katar’ı da kendi nüfuzuna almak sevdasındaydı. Bu yüzden Katar Emiri Şeyh Casim oğlu Abdullah’a Osmanlı askerlerini asla Katar’dan çıkarmama vasiyetinde bulunmuştu. Nitekim Osmanlı askerleri savaşın ağır koşullarına rağmen 1916 yılına kadar Katar’da tutunabildi. Bu tarihten itibaren bölge İngiliz işgaline girdi.
İngilizler 1960lı yılların sonunda bölgeden çekilirken Katar’a da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) konfederasyonunun içinde yer almasını teklif ettiler ancak bunu kabul etmeyerek bağımsızlığı tercih eden Katar bir kere daha bölgede farklı davranan ülke oldu.
İşler burada kalmadı. Katar çetin pazarlıkların ve ihtirasların muhatabı oldu. SA bölgeyi tabii uzantısı olarak görüyordu. Üstelik bölgede Vehhabi mezhebinin en çok etkilediği yerdi aynı zamanda Katar. Dolayısıyla doğrudan ilhak olmasa bile Suudi Arabistan’ın nüfuzu altında yaşamalıydı. Aynı şekilde BAE kurulup, Şeyh Zayed güçlü bir lider olarak ortaya çıkınca sınırlarını eski bir meseleye dayanarak Katar aleyhinde genişletmek istiyordu. Zira bugün ABD üssünün yer aldığı Udeid bölgesinin kendi inci avı bölgesi olduğunu iddia ediyordu. Nitekim stratejik müttefiki ABD’nin burada üs kurması BAEni hiç bir zaman mutlu etmedi ve bunu Katar’ın kendisine karşı bir taktiği olarak gördü. En yakın komşusu Bahreyn de boş durmuyordu. Katar ile en eski tarihi ilişkileri olan ülke Bahreyn idi. Dolaysıyla en sorunlusu da. Önce iki ülke arasında altı zengin gaz yatağı olan Havar adaları sorun oldu. Uzun uğraşılar sonucu bu adalar Uluslararası Adalet Divanının kararı ile 2001’de Bahreyn’e devredildi ve Katar denizden hayli sıkıştırıldı. Bahreyn, elde ettiği bu üstünlük ile yetinmeyeceğe benziyor. Zira Katarın kuzeybatısında en uç noktası olan Zubara bir zamanlar Bahreyn yönetici ailesinin ikametgahı olmuştu ve hâlâ burada hakları olduğunu düşünmektedirler.
Hülasa Katar her yönü ile bölgede hem ihtirasların hedefi ve hem de istikrarın kilidi durumundadır. Bu yüzden ya kaderine rıza gösterip paylaşıma konu olacak veya farklı davranıp varlığını sürdürecektir. Katar ikincisini seçmiştir. Bu yüzden sahnelenen bu son oyunlar daha uzun yıllar tekrarlanacaktır. (Katar Neden Hedef Tahtasında?, http://ordaf.org/katar-neden-hedef-tahtasinda/)
[2] “ARAP YARIMADASI’NDA SAVAŞ HAREKETLİLİĞİ; HEDEFTE KATAR VAR”, https://sahipkiran.org/2017/06/05/hedefte-katar-var/
[3] Kurşun, Zekeriya, “Katar Neden Hedef Tahtasında?”, http://ordaf.org/katar-neden-hedef-tahtasinda/
[4] Anacık, Talha Oğuz, TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAMIN TEMELLERİ, https://sahipkiran.org/2014/05/27/turkiyede-siyasal-islam/
[5] Büyükkara, Mehmet Ali, AYETULLAH SİSTANİ’DEN SONRA NECEF HAVZASININ GELECEĞİ VE İRAN ETKİSİ, https://sahipkiran.org/2017/02/12/necef-havzasi/
[6] Kurşun, Zekeriya, “Katar Neden Hedef Tahtasında?”,, http://ordaf.org/katar-neden-hedef-tahtasinda/
[7] BAE’nin Washington büyükelçisine ait olduğu iddia edilen e-postalar yayınlandı, http://aa.com.tr/tr/dunya/baenin-washington-buyukelcisine-ait-oldugu-iddia-edilen-e-postalar-yayinlandi/833992
[8] Türk Akımı Projesi Nedir?, http://www.ntv.com.tr/ekonomi/turk-akimi-projesi-nedir,6SPX69lWSkaL6pBjj9F3EA
[9] Türkiye, İran ve Irak’tan Katar zirvesi, http://www.kurdistan24.net/tr/news/0494ee24-dfb8-4764-9757-8448652e246a
[10] Bayraktar, Bora, “Katar’a Abluka”, http://www.hurriyet.com.tr/katar-krizi-ne-anlama-geliyor-bora-bayraktar-yorumladi-40480223
[11] 6 soruda Katar krizi, http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40159120