Twitter Facebook Linkedin Youtube

MİLLİ İSTİHBARAT AKADEMİSİ İSRAİL-İRAN SAVAŞINA İLİŞKİN RAPOR YAYIMLADI

Milli İstihbarat Akademisi, “12 GÜN SAVAŞI VE TÜRKİYE İÇİN DERSLER” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapora PDF formatında buradan ulaşılabilir. 13 Haziran’da başlayıp 24 Haziran’da sona eren ve literatüre 12 Gün Savaşı olarak giren İsrail-İran Savaşının birçok açıdan yakından incelenmeyi hak ettiği ve başta Türkiye olmak üzere bütün taraflar için çeşitli dersler barındırdığı ifade edilen raporun sonuç bölümü şöyle:

SONUÇ VE TÜRKİYE’NİN ATMASI GEREKEN ADIMLAR

Son çeyrek yüzyıldır bölgede meydana gelen işgal, iç savaş, askerî darbe gibi güvenlik eksenli gelişmeler; Türkiye’yi büyük oranda olumsuz yönde etkilemiştir. 7 Ekim sonrası son dalgası görülen bu çatışma ortamı; İsrail’in önce İran’ın bölgedeki vekil ve müttefiklerini, ardından doğrudan Tahran’ı hedef aldığı bir sürece evrilmiştir. Geçmişte gerek Irak gerek Suriye’de merkezî yönetimlerin güç kaybetmesine yol açan gelişmeler, başta etnik ayrılıkçı hareketlerin ve radikal terör örgütlerinin güç ve alan kazanmasına neden olmuş ve kitlesel göçü tetiklemiştir. Türkiye ekonomisi de bu gelişmelerden olumsuz etkilenmiştir. Türkiye’nin güney sınırları istikrarsız hâle gelmiş ve oluşan otorite boşluğunda terör örgütleri bölgede güçlenmiştir. Dolayısıyla İran eksenli gelişmelerin en kötü ihtimalleri dahi hesaba katılıp çok yönlü olarak değerlendirilmesi, Türkiye’nin kazanımlarını artıracaktır. Bu kapsamda Türkiye’nin, riskleri azaltacak tedbirleri alması zaruridir. Irak ve Suriye’nin istikrarsızlaşması sonucu oluşan risklerin daha büyüğü, İran’ın istikrarsızlaşmasıyla gelebilir.

İran-ABD/İsrail gerginliğinin yukarıda aktarılan birinci senaryo çerçevesinde ilerlemesi yani tarafların müzakere masasına dönmesi, İran’ın nükleer faaliyetlerinde Trump yönetimini tatmin edecek tavizler vermesi, yine bölgesel politikalarında İsrail’i tehdit edebilecek durumdan uzaklaşması; Türkiye için en az risk oluşturan senaryo olarak görülebilir. Türkiye bu aşamada İran’ın nükleer faaliyetlerinden, geniş füze ve SİHA envanterinden ve bölgesel milis şebekesinden en az İsrail ve ABD kadar tehdit hissetmektedir. Ancak Türkiye ve İran arasında olası bir gerginlik oluşması hâlinde, Tahran’ın yeteneklerini Ankara aleyhine seferber etmeyeceğinin garantisi yoktur. Nitekim geçmişte Irak eksenli krizlerde Türkiye’ye en büyük tepki İran destekli milis liderlerinden gelmiş, bu gruplar zaman zaman Irak’taki Türk üslerine yönelik taciz saldırılarında bulunmuştur. Dolayısıyla İran’ın bölgedeki devlet dışı silahlı aktörler üzerindeki etkisinin kısıtlanacağı ancak iç istikrarını koruyacağı ve son yıllarda iyice yıpranmış olan ekonomisini raya koyabileceği bir anlaşma; Ankara açısından en olumlu senaryo olarak değerlendirilebilir. Bu durum; bölgenin yeni bir çökmüş devletle karşılaşmasına engel olabilecek, orta vadede İran’da daha ılımlı hükûmetlerin işbaşına gelmesine yardımcı olacaktır. Komşularıyla kazan-kazan temelli yapıcı ekonomik, kültürel ve diplomatik ilişkilere sahip olan bir İran, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge açısından tercih edilir seçenektir.

Böylesi bir senaryoda Türkiye; ABD ve İran arasındaki kolaylaştırıcı arabulucu rolünü sürdürmeli, İran ile yapıcı diyaloğunu derinleştirmeye çalışmalıdır. İran’ın bölgesel konumunu gözden geçirmesi, Tahran’ın Ankara karşısında geçmişteki uzlaşmaz tavrında değişikliklere yol açabilir ki bu durumun olumlu etkisi Suriye, Irak ve Azerbaycan gibi alanlarda gözlemlenebilir. Güvenlik açısından zaaflarının farkında olan İran, Türkiye’nin öncülük ettiği bölgesel inisiyatiflere daha ılımlı yaklaşabilir. Böyle bir durumda, Türkiye’nin bu ülkeyle iş yapmasının maliyetleri azalacak ve çoktandır bahsedilen ancak başta yaptırımlar olmak üzere çeşitli dış etkenler nedeniyle gerçekleşemeyen 30 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşma hedefi mümkün hâle gelebilecektir. Batı’yla normalleşen İran’ın, bölgesel ve küresel enerji piyasalarına dönmesi hem Türkiye’nin enerji güvenliğinin tahkim edilmesine ve çeşitlendirilmesine hem de İran doğal gaz ve petrolünün Türkiye üzerinden taşınmasına olanak sağlayabilir.

İkinci senaryonun gerçekleşmesi ve diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması hâlinde İran, geleceği belirsiz bir rotaya girebilir. Bu durumda İran’a bir yandan kapsamlı ekonomik yaptırımlar uygulanacak diğer yandan Tahran; rutin hâle gelen hava saldırıları, sabotajlar ve suikastlarla karşılaşabilecektir. İran’ın buna vereceği yanıtlar yeni bir kapsamlı çatışmayı mümkün hâle getirebilir. Bu durum, iç politikada ve ekonomik alanda İran’a maliyetleri iyice artırabilir. Şu ana kadar sistem içi muhalefet yapan gruplar; kötüleşen güvenlik, ekonomik ve politik ortam nedeniyle muhalefetini şiddetlendirebilir, buna karşı yönetim de muhalif kesimlere yönelik daha şiddetli bir tavır takınabilir. Böylesi bir durum, İran’daki Kürt ayrılıkçı hareketler ile terör örgütleri başta olmak üzere çeşitli silahlı etnik grupların hareketlenmesine yol açabilir. İran’ın NPT’den çıkması, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile iş birliğini sonlandırması ise KOEP’teki tetik mekanizması uyarınca kapsamlı BM yaptırımlarının geri dönmesine neden olacak, bu da ülkeden sermaye ve beyin göçünü hızlandıracaktır. İran, uzun yıllar sürebilecek yeni bir türbülans ve benzersizlik dönemine girme riskiyle karşı karşıyadır. Bu risk, bölgede domino etkisi yaratabilir.

Böyle bir senaryoda, Türkiye’nin alması gereken tedbirler artacaktır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi azalacak, yeni ticaret ya da enerji anlaşmalarının imzalanması bir yana var olanların uygulanması dahi zorlaşacaktır. Böylesi bir durum enerji fiyatlarının artmasına yol açabilir; İran’dan gelen doğal gaz akışında kesintiler yaşanabilir. İranlılar açısından dünyaya açılan az sayıdaki kapılardan biri olan Türkiye’ye yönelik kitlesel göç riski ortaya çıkabilir. Dahası, İran’da yerleşik milyonlarca Afgan’ı ülkelerine göndermeye çalışan Tahran yönetimi, herhangi bir nedenden bunlardan bazılarını Türkiye sınırına da yönlendirebilir. Bu durum, Türkiye açısından sınır güvenliğine yönelik tedbirlerin artırılmasını gerektirecektir. Tarafların herhangi bir nedenden diplomasi masasına oturmaması hâlinde Türkiye’nin arabuluculuk girişiminden istenilen sonucu almak kolay olmayacaktır.

Son senaryo ise gerek İran gerekse de bölge ve Türkiye açısından gerçekleşmesi muhtemel en kötü seçenek olarak öne çıkmaktadır. Buna göre İran ve ABD arasındaki görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine İsrail’in provokasyonlarının da etkisiyle tekrar kapsamlı bir çatışma başlayacaktır. 12 Gün Savaşı’na benzer biçimde İsrail, hava üstünlüğünü ve İran içinde kurmuş olduğu şebekeleri kullanarak komuta kademesine ve stratejik hedeflere saldırılar düzenleyecektir. Geçmiş seferden farklı olarak bu defaki çatışmada İran’ın kritik sivil altyapılarının ve önde gelen siyasetçilerinin hedef alınması da mümkündür. Bu sefer, saldırılarda sürpriz baskın unsuru olmayacağından İran’ın daha etkili cevaplar verme olasılığı bulunmaktadır ve İsrail içindeki kritik hedefleri 12 günlük savaşta etkinliğini kanıtlamış olan hipersonik füzeleriyle hedef alabilir. İlk savaşta olduğu gibi burada da ABD’nin tavrı belirleyici bir rol oynayacak, İsrail’e verdiği desteğin ölçüsü ya da doğrudan savaşa girip girmemesi önemli olacaktır.

Kesin olan tek husus, bu senaryodaki bir çatışmanın ilk savaştan daha şiddetli ve etkilerinin daha derin olacağıdır. Çin ve Rusya gibi uluslararası aktörlerin, böylesi bir savaşta ne gibi bir tavır alacakları da belirleyici olacaktır. Çin ve Rusya’nın angajmanları, savaşı derinleştirme potansiyeline sahiptir. Bu senaryo aynı zamanda İran’ın nükleer bir silah üretimine yönelmesinin en muhtemel olduğu seçenektir ve bu durum, zaten zor olan şartları daha da karmaşıklaştıracaktır.

Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi hâlinde Türkiye’nin atması gereken temel adımlar, kendi millî çıkarlarının bu tür bir çatışmadan en az etkilenmesini sağlamaya yönelik olmalıdır. Öncelikle 12 günlük savaşın gösterdiği üzere kapsamlı bir savaş hâlinde, İran’ın Türkiye sınırlarında güvenlik boşluğu oluşması oldukça muhtemeldir. Türkiye bu hususta ilgili bütün tarafları bilgilendirerek gerekli adımları atmalıdır. Bunlar arasında, terör örgütlerinin bölgede etkinlik kazanmasından hava sınırları tamamen kapanacağı için kara sınırlarına yığılma riskine kadar insan hareketliliği de bulunmaktadır. Bu hususta İran içindeki yerel idari birimlerle irtibatta olunması faydalı olabilir.

Çatışmanın şiddetlenmesi hâlinde, Irak ve Lübnan’daki nispi istikrarın bozulması da mümkündür. İsrail’in, 12 Gün Savaşı’nın hemen ardından Lübnan’daki Hizbullah örgütüne yönelik saldırılarını şiddetlendirmesi, yine örgüt lideri Şeyh Naim Kasım’ın 8 Temmuz’da yayımlanan açıklamaları bu ihtimali güçlendirmektedir. Irak’ın da 2025 Kasım ayında seçimlere gideceği düşünüldüğünde, bu ülke de ortaya çıkacak gerginlikten olumsuz biçimde etkilenebilir. İran yanlısı milis grupların ülkedeki ABD üslerine yönelik saldırıları ise Irak içinde yapısal değişikliklerin kapısını açabilir. Türkiye, Kalkınma Yolu gibi uzun vadeli stratejik projelerde ortağı olan Irak’ın bu gerginlikten en az şekilde etkilenmesi için hem Bağdat hem de Erbil ile irtibatını sıkılaştırmalı, Irak’ın bir çatışma alanına dönmemesi için gerekli desteği vermelidir.

Çatışma senaryosu ucu açık bir senaryodur. Bununla birlikte en kötü senaryoya hazır olmak faydalı olacaktır. İsrail, bu tür saldırıların sonucunda Tahran’da bir rejim değişikliği istediğini gizlememektedir. ABD Başkanı Trump ise bu hususta daha belirsiz ifadeler kullanmakla birlikte böyle bir senaryonun görece az maliyetle gerçekleşmesi hâlinde destekleyeceğine şüphe yoktur. ABD açısından rejim değişikliği senaryosu ihtimal dışı değildir. 12 günlük savaşın gösterdiği üzere şu an için bu senaryo daha düşük ihtimal olsa da İran’ın merkezden uzak bölgelerde kontrolü kaybetmesi oldukça mümkündür. Nitekim Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan bu ihtimale binaen yetkilerinin birçoğunu valilere dağıttığını, bu şekilde kendine bir şey olması hâlinde yönetimde aksamaların en aza indirilmesine çalışılacağını belirtmiştir. İran’ın güvenlik bürokrasisi ve devlet mekanizmasının uzun yıllardır bir dış müdahale ve işgal girişimine yönelik hazırlık yaptığı düşünüldüğünde, İran’a yönelik bir dış müdahalenin müdahil taraflarca kolay sonuçlar üretmeyeceği gerçeğinin altını çizmek gerekir. Ancak böylesi bir müdahale, İran’ı uzun süreli bir istikrarsızlık sürecine sürükleyebilir. Müdahil tarafların nihai hedefi, bu istikrarsızlığı tetiklemekle sınırlı da olabilir. İran’ın kuzeybatı bölgeleri bu açıdan oldukça önemlidir. İsrail’in, ilk saldırıda özellikle Tebriz ve Kirmanşah gibi bu etnik azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bölgedeki büyük şehirleri hedef alması, buralardaki füze tesislerine yönelik olduğu kadar başka amaçları da içermektedir. Özellikle İsrail’e tehdit oluşturmayan bazı askerî tesis ve teçhizatın hedef alınması, bu olasılığı güçlendirmektedir. Dolayısıyla Türkiye, yakın geçmişte Irak ve Suriye’de yaşanan olumsuzlukların benzerinin İran’da da yaşanmaması için her türlü adımı kararlılıkla atmalıdır. Mezkûr bölgelerin Güney Kafkasya’ya komşu olması, meselenin stratejik önemini ve konuya ilgi gösteren aktör sayısını daha da artırmaktadır.

Son olarak İsrail’in baskın saldırılarıyla başlayan 12 günlük savaş, savunma sanayisi açısından da önemli dersler içermektedir. İran’ın on yıllardır konvansiyonel ve hibrit sistemler geliştirmek için harcadığı büyük meblağlar, her yıl düzenlediği ve yüz binlerce askerin katılımıyla gerçekleştirilen “büyük peygamber” (peygamber-i azam) tatbikatları ve sürekli olarak geliştirdiğini ileri sürdüğü silah sistemleri İsrail’i durdurmaya yetmemiştir. İran’ın İsrail’e vurduğu darbeler, büyük oranda ülkenin son yıllarda geliştirdiği hipersonik füzeler tarafından gerçekleştirilmiştir ve bunlar da ancak satürasyon yöntemiyle etkili olabilmiştir. İsrail’in, saldırılar esnasında son dönemde geliştirilen sivil görünümlü teknolojileri yoğun olarak kullanması; tehdit, caydırıcılık ve silah sistemleri gibi en temel kavramlar da dâhil olmak üzere savunma sanayisindeki temel dinamiklerin yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Zira daha önce muharebe alanında on yıllara bazen yüzyıllara dayanan kavramsal dönüşüm süreçleri artık çok daha kısa süre içinde değişebilmekte; uzay ve siber gibi yeni çatışma alanlarının ortaya çıkmasının yanı sıra giderek küçülen farklı SİHA türlerinde görüldüğü üzere ölçek bazlı değişim de artık yıllar hatta aylar içinde gerçekleşebilmektedir. Bu durum ise karşı tedbirlerin de sürekli güncellenmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla savunma sanayisi sektörü, Türkiye’nin gelenekselleşen ihtiyaçlarını temin ederken geleceğin savaş ortamının artık günümüzün gerçekliğine dönüştüğünü unutmamalıdır. Söz konusu dönüşümler ve yeni araçlar, klasik anlamda mutlak bir askerî zafer sağlamasa bile İran örneğinde görüldüğü üzere karşı tarafın savunma mekanizmasını felç edebilmekte, geleneksel caydırıcılığını ortadan kaldırabilmekte ve stratejik bir kazanım veya kayba yol açabilmektedir.

Son yıllarda niteliksel ve niceliksel gelişimi nedeniyle farklı ülkelerin dikkatini çekmeye başlayan savunma sanayisinin temel meydan okumalarından biri de kötü niyetli istihbarat operasyonlarıdır. Türkiye’nin güvenlik bürokrasisi ve savunma sanayisinin özel aktörleri, yabancı aktörlerce daha yakından takip edilip çeşitli saldırılarla karşılaşabilir. Bu nedenle kritik personele yönelik istihbarata karşı koyma eğitimlerinin yoğunlaştırılması, farkındalığın artırılması ve erken uyarı sistemlerinin oluşturulması zaruridir. Zira raporda da örnekleri zikredildiği üzere savunma sanayisi ya da güvenlik bürokrasisi gibi kritik noktalardaki en ufak bir istihbarat zafiyeti, çatışma ortamında son derece yıkıcı darbeler alınmasına neden olabilmektedir.”

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: