Ertuğrul Demirel / SASAM Uzmanı
AİLE NE DEMEK?
Aile, toplumun en küçük ve temel birimini oluşturan, küçük ancak hayati öneme sahip bir organizmadır. Geleneksel Türk toplumunda, ev ve çocuk genellikle annenin sorumluluğundadır, baba ise genellikle ailenin maddi durumuyla ilgilenir. Toplumlar arasında ekonomik düzen, yönetim, dinsel tutum, gelenek-görenek gibi birçok konuda farklılıklar bulunsa da, aile üyeleri olan kadınlar, erkekler ve çocuklar ortak bir tema oluşturur.
Aile kurumları, toplumdan topluma farklılık gösterir ve bu çeşitlilik aile yapısı, biçimi, bölge ve sınıf farklılıklarından kaynaklanır. Aile büyüklükleri değişebilir; geniş aile biçimleri genellikle toplumsal düzende rastlanırken, az sayıda üyeye sahip dar aileler, sanayi toplumunun gereksinimlerine uygun olarak ortaya çıkar.
Sosyal yapıya bağlı olarak, aile içindeki bireylerin sorumlulukları değişebilir ve bu durum iç ilişkileri etkileyebilir. Aile, diğer sosyal kurumlar gibi, belirli bir sosyal düzenin ayrılmaz bir parçasıdır ve tarih boyunca toplumsal düzenin değişimleriyle birlikte evrim geçirmiştir. Aile incelemesine tarihsel bir perspektiften bakmak, bu değişimleri anlamamıza yardımcı olabilir.
Aile kelimesi, Latince “famulus”tan türetilmiş olup “ev kölesi” anlamına gelir. “Familia” terimi, bir efendinin altındaki kölelerin toplamını ifade eder ve başka bir anlamı da kayınpederdir. Aile, birey, eş, baba, anne ve çocuklar arasında belirli bir düzen içinde şekillenir; topluma hazırlık sürecini başlatır ve belirli bir şekilde düzenlenmiştir. İçtenlik, sıcaklık ve güven ilişkilerinin kurulduğu, ekonomik faaliyetlerin toplumsal düzene bağlı olarak gerçekleştiği sosyal bir kurumdur.
Aileyi diğer sosyal gruplardan ayıran dört temel özellik bulunmaktadır. Aile bireyleri genellikle aynı evde ve çatı altında yaşarlar, bu birimlere “hane” denir. Herhangi bir nedenle ayrı yaşıyorlarsa, aynı ailenin üyeleri kendilerini hala aynı hane içindeki bireyler olarak görürler. Aile, aynı yerde yaşayan, işleri birlikte yöneten ve genellikle tek bir gelire sahip olan kişilerden oluşan bir birim olarak tanımlanır.
AİLE KAVRAMININ TANIMI
Aile, bireylerin doğdukları anda doğal bir zorunlulukla mensup oldukları sosyal bir birlikteliktir. Ailenin önemli işlevlerinden biri olan toplumsallaştırma, bireylere içinde bulundukları toplumun değerlerini ve doğru-yanlış ayrımlarını öğretir. Bireyler, bulundukları grup içinde dilini konuştukça, gruplarıyla benzer düşünce kalıplarını benimserler. Bu nedenle birey, zihinsel eylemlerde bulunurken içinde bulunduğu sosyal çevreden, toplumdan ve kültürden etkilenir, soyutlanmaz.
Bireyler, sosyal hayatta karşılaşabilecekleri durumlara uygun düşünce kalıplarını ailelerinden miras alır. Her birey, içinde bulunduğu şartlara ve yetiştiği toplum içindeki ön yargılı düşünce ve davranışlara göre şekillenir. Ailenin bireyin siyasal sosyalleşmesinde önemli bir rolü vardır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak ailelerinde edindikleri değerlerle yetiştirilen bireyler, bu değerlere dayalı kişilik gelişimlerinin farkındadırlar. Bu nedenle, ailenin bireylerin siyasi ve ideolojik düşüncelerinde büyük bir etkisi olduğu söylenebilir.
Aile, önemli bir toplumsal kurum ve kültürel aktarım aracı olarak bireylerin siyasi ve ideolojik düşüncelerinin oluşumunda temel bir kaynaktır. Aynı veya benzer ideolojik görüşlere sahip insanların bir araya geldiği bir yapı olarak aile, bireylerin dünya görüşlerini şekillendirmede etkin bir rol oynar.
2024 TÜRKİYE’SİNDE AİLE YAPISI
Aile, genellikle anne, baba ve çocukları içeren temel bir birlik olarak tanımlanır. Bunun yanı sıra, zaman içinde geniş aile kavramına da yer verilebilir ki bu durumda büyükanne ve büyükbabalar da bu öz kadroya dâhil olabilir. Bu temel tanım 1. Derece aileleri ifade ederken, çeşitli sosyal bağlamları ve ilişkileri içeren alanları ise 2. Derece aile olarak sınıflandırabiliriz. İş yerleri, çalışma ortamları, arkadaş grupları, kuruluşlar, dernekler, vakıflar, siyasi düşünceler etrafında bir araya gelen gruplar, sosyal sorumluluk projeleri, sanat ve spor gibi sosyokültürel faaliyetler, bu bağlamda değerlendirilebilir.
Ancak, en önemli olanın 1. derece aile olduğunu hatırlayarak, bu temel birlikteliğe odaklanmalı ve bu gerçeği göz önünde bulundurmalıyız. 21. yüzyılda bireyin daha fazla bireyselleştiği, yalnızlaştığı, değer ve beğeni yargılarının değiştiği bir dönemde yaşamaktayız. Olaylara, benliklere ve insanı insan yapan kodlara bakış açısının evrildiği bir zamanda, geçmişte aykırı kabul edilen düşüncelerin bugün norm olarak kabul gördüğüne tanık oluyoruz.
Dünya genelinde farklı toplumlarda farklı aile yapıları bulunmaktadır. Türk aile yapısının tarihte en eski ve köklü aile yapılarından biri olduğu bilinmektedir. Diğer ülkelerde çocukların belli bir yaşa geldiklerinde aileden ayrılma eğilimi varken, bu durum Türkiye’de genel olarak geçerli değildir. Her ülkede ve toplumda aile kavramı, anne-baba yaklaşımı, düşünceler ve bireyler arası iletişim farklılık gösterir. Bu çeşitlilik, kültürel ve tarihsel farklılıkların bir yansımasıdır.
Son 10 yılda, aile içi iletişim ve bağların zayıflamasında, insanların aynı hane ortamında bireyselleşmesinde ve yalnızlaşmasında pek çok faktörün etkisi bulunmaktadır. Bu olguyu tek bir nedene bağlamak mümkün olmasa da, her yerde olduğu gibi insan ilişkilerinde de eksiklikler, noksanlıklar ve sorunlar yaşanmış ve yaşanmaya devam edecektir. Ancak önemli olan, bu sorunları en aza indirgeyerek rasyonel çözümler bulmaktır.
Aile içi sorunların başlıca sebeplerini sıralayacak olursak; eğitim düzeyi, değer yargıları, aile içi şiddet, empatinin gelişmemiş olması, ekonomik etkenler, AVM kültürünün yaygınlaşması, sosyal alanların artması, yaşanılan bölgenin kültürel özellikleri, teknoloji ve sosyal medyanın etkileri gibi faktörler bulunmaktadır. Özellikle teknoloji ve sosyal medyanın bireyler arasında yaygın olarak kullanılabilir olması, bu mecraların doğru kullanılmadığında bireyleri olumsuz etkileyebilir.
Aile, toplumun en önemli yapı taşlarından biridir ve her ne yaşanırsa yaşansın, bireyler aile fertleriyle iletişim içinde olmalıdır. Modern toplumlarda, özellikle Avrupa’da eğitim düzeyinin aile için kritik bir öneme sahip olduğu gözlemlenir. Eğitim düzeyi yükseldikçe doğum oranları genellikle azalırken, düşük eğitim seviyelerinde doğum oranlarının arttığı görülmektedir. Bu durum, dünya genelinde farklı coğrafyalarda belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Örneğin, ABD ve Avrupa ülkelerinde toplumun eğitim seviyesinin yüksek olması, doğum oranlarını düşürmekte ve nüfusun yaşlanmasına neden olmaktadır. Diğer yandan, Ortadoğu, Asya ve çevresinde eğitim seviyesinin düşük olduğu toplumlarda doğum oranları genellikle yüksektir. Türkiye ise Asya ve Avrupa arasında bir köprü vazifesi gördüğü için sosyokültürel ve jeopolitik olarak benzer durumları yaşamaktadır.
AİLE YAPISINI GÜNÜMÜZDE TEHDİT EDEN DURUMLAR
Günümüzde Türk aile yapısının sarsılmasına ve aile içi iletişimdeki zayıflamaya, bireylerin yalnızlaşmasına neden olan en önemli etkenlerden biri, sosyal medya erişilebilirliği ve kullanımıdır. Çağımızda, çocuklar, gençler, hatta ebeveynler bile anne-babalarından daha çok sosyal medya mecralarına yönelmektedirler. Son 15-20 yılda sosyal medyanın hayatımıza girişi ile bu eğilim daha da artmış ve yaygınlaşmıştır. 2023 TÜİK verilerine göre ülkemizde yaklaşık 5 milyon kişinin yalnız yaşadığı tespit edilmiştir; bu, Türkiye için ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bu durumu sadece sosyal medyaya bağlamak mümkün değildir; kişisel yaşantı ve deneyimler de bireylerin bireyselleşmesi ve yalnızlaşmasının sebepleri arasında yer almaktadır.
Özellikle genç bireyler, sosyal medyanın etkisi altında, takip ettikleri kişiler gibi yaşamak ve davranmak isteğiyle sosyal medyaya büyük bir ilgi gösterirler. Bu durum, beğeni, takip edilme ve farklı görünme kaygılarını beraberinde getirir. Bu etkenler, zamanla sosyolojik olarak birey ve aile yaşantısına, insan ilişkilerine yansır.
15 yıl kadar öncesine kadar Anadolu insanının aile bağları daha güçlüydü ve aile yapısı daha kırılgan değildi. Ancak günümüzde Türk aile yapısını tehdit eden unsurların farkında olmalı, bu tehditlere karşı mücadele etmeli ve olabildiğince bu algılamaları en aza indirmeliyiz. Güçlü ve birbirine bağlı bir aile, aranan ve ideal bir ailedir. Bilinçli bir birey, aileyi etkiler; bu etki sokağa, mahalleye, şehre, bölgeye, topluma ve hatta ülkeye yansır. Bu nedenle aile bağlarını güçlendirmek ve sosyal medyanın etkilerine karşı bilinçli bir şekilde hareket etmek, toplumsal düzenin ve bireyin sağlığı için önemlidir.
ÖNLEYİCİ TEDBİRLER
Bu konunun ele alınmasında belirli bir zümreye değil, toplumun birçok kesimine görev ve sorumluluk düştüğü kanaatindeyim. Hepimiz bir ailenin mensubuyuz nihayetinde, kısıtlı güncel fikirlerin uzağında ve sınırlanmış düşüncelerin kalıplarını bir kenara bırakarak, tüm toplum olarak bardağın dolu tarafına, yani büyük resme odaklanmalıyız.
Öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı, bu alanda çalışmalar yapabilir; seminerler, konferanslar, eğitimler düzenleyebilir. Aile demek toplum demek, aile demek Türkiye demektir. Okullar ve Halk Eğitim Merkezleri bile bu alanda çalışmalar yapabilir. Hatta MEB, ailenin güçlendirilmesi ve korunmasını içeren seçmeli bir dersi müfredatına eklerse, okullarda anlatılması kesinlikle olumlu karşılanacaktır.
Bir diğer önemli görev ve sorumluluk da ülkemizin en köklü kuruluşlarından biri olan, Türkiye’nin vatandaşlarına ve dünyaya açılan kapısı TRT’ye düşmektedir. TRT’nin aile ve aile içi sevgi, saygı, dayanışma içeren yayınlarını arttırması ve çeşitlendirmesi büyük önem taşımaktadır. TRT, Türk halkının değerlerini ve bir arada kardeşçe yaşamanın anlamını güzel bir şekilde yansıtmıştır; ancak bu yayınlar belirli yaş gruplarına daha fazla hitap etmeli, çeşitlenmeli ve artmalıdır.
Diğer üzerine görev düşen kuruluşlardan biri de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’dür. Son 10 yılda Türkiye’de özellikle belli yaş gruplarına hitap eden, aileleri ve gençleri olumsuz yönde etkileyen diziler ve yayınlar takip edilmeli. Uyarı ve ikaz halkası genişletilmeli; aileyi ve toplumu olumsuz etkileyip, toplum ve aile hayatını göz ardı eden içeriklere sınırlama getirilmelidir.
Türk halkının karakteri, aile içi yaşamı ve değer yargıları; reyting kaygısı, beğeni kaygısı ve rakamsal kaygılardan çok daha önemlidir. Bu nedenle, toplumun genel yapısını olumlu bir yönde etkileyebilecek adımların atılması, herkesin ortak sorumluluğudur.