Twitter Facebook Linkedin Youtube

TÜRKİYE’NİN AVRUPALILAŞMA SÜRECİNE DAİR TARİHSEL BİR DEĞERLENDİRME

Muhammed IŞIK – SASAM Genel Sekreteri

Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci, tarihsel bir perspektifle değerlendirildiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Batılılaşma çabalarına kadar uzanmaktadır. Bu çabalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yüzyıllar öncesine, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri alandaki ilk Batılı etkileşimlerine dayanmaktadır. Ancak, bu dönemdeki girişimler genellikle Avrupa değerlerini benimseme yerine, Avrupa’daki özellikle askeri alandaki başarıları taklit etme veya Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut yapısına uyarlama şeklinde gerçekleşmiştir.

18. yüzyıl itibarıyla Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’da açılan elçilikler ve Osmanlı ordusunda görev yapan Avrupalı komutanların reform girişimleri gibi etkileşimlerle karşılaşmıştır. Ayrıca, matbaanın Osmanlı topraklarına getirilmesi gibi teknolojik yenilikler de bu süreçte rol oynamıştır. Ancak, bu etkileşimlerin Osmanlı toplumunda geniş bir kabul görmemesi, özellikle ulema sınıfının Hristiyanlardan gelen yeniliklere karşı direnç göstermesiyle sınırlı bir etki yaratmıştır.

Fransız Devrimi’nin ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma fikri daha fazla yaygınlaşmıştır. Bu dönemde, imparatorluğun Avrupa karşısında iktisadi, politik ve askeri anlamda geri kaldığının farkına varılması, Batılılaşma sürecini hızlandırmıştır. Osmanlı yöneticileri, ülkenin modernleşme ve güçlenme çabalarıyla Avrupa’nın öncüllerini takip etmeye çalışmışlardır.

Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci, kökenlerini Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Batılılaşma çabalarına dayandırır. Bu çabalar genellikle Avrupa’nın askeri pratiklerinin, özellikle de başarılı uygulama örneklerinin “taklit edilmesi” veya Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısına uyarlanması üzerine odaklanmıştır. Bu dönemde açılan elçilikler, Avrupa’dan gelen diplomatik ilişkiler, Osmanlı ordusundaki Avrupalı komutanların gerçekleştirdiği reform girişimleri ve matbaanın getirilmesi gibi unsurlar, sosyal ve kültürel etkileşimleri beraberinde getirmiştir.

Özellikle II. Mahmud döneminde, Tanzimat devri olarak bilinen süreçte, iç ve dış baskılar neticesinde devletin varlığını koruma adına gerçekleştirilen Batılılaşma çabaları daha da belirgin hale gelmiştir. Bu dönemde, özellikle askeri, idari ve adli alanlarda yapılan reformlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme sürecini başlatmıştır. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türkiye, çağdaş bir devletin oluşturulması hedefi doğrultusunda toplumsal, ekonomik ve siyasi alanlarda daha kapsamlı reformlara odaklanmıştır.

Atatürk dönemi reformları, önceki Tanzimat döneminden farklı olarak, liberal ekonomiye sahip, Batılı, laik ve demokratik bir devletin kurulmasına odaklanmıştır. Bu dönemde, toplumsal yapı, eğitim sistemi, hukuk ve ekonomi gibi birçok alanda köklü değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Her iki reform sürecinin ortak özelliği ise, geleneksel düşünce tarzlarının, Batılı ilke ve değerler etrafında sorgulanarak dönüşüme uğraması olmuştur. Bu süreç, Türkiye’nin modernleşme ve Avrupalılaşma çabalarının derinlemesine kök salmasını sağlamıştır.

Avrupalılaşma ve modernleşme süreci, Türkiye’de 50 yılı aşkın bir süredir devam etmekte olup, zaman zaman kesintilere uğramış olsa da genel itibariyle başarılı bir gelişim içerisindedir. Bu süreç, daha çok demokratikleşme odaklı bir evrim olarak değerlendirilmekte ve siyasi Avrupalılaşma olarak algılanmaktadır. Özellikle 1999 yılında adaylık ilanı ve 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri, Türkiye’nin siyasi Avrupalılaşmasının zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilmektedir.

1999 Helsinki Zirvesi’nde alınan adaylık kararı sonrasında ortaya çıkan üyelik perspektifi, Türkiye’de yoğun reform girişimlerine yol açmıştır. AB’nin normatif ve dönüştürücü etkisi, özellikle etnik, dini, toplumsal ve politik alanlarda uyumun teşvik edilmesi amacıyla kamuoyunda reformlara destek oluşturacak bir zemin oluşturmuştur. Bu süreç, Türkiye’nin AB normlarına uyumunu sağlamak adına çeşitli politika ve hukuki değişiklikleri içermiştir.

Bu dönemde yapılan reformlar, Türkiye’nin demokratikleşme sürecini hızlandırmış, insan hakları ve temel özgürlükler konusundaki standartları yükseltmiş ve toplumsal alanda olumlu değişikliklere vesile olmuştur. Ancak, süreç boyunca yaşanan bazı sıkıntılar ve gerilimler de göz ardı edilemez. Türkiye, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde karşılaştığı zorluklara rağmen, Avrupalılaşma çabalarını sürdürmekte ve modernleşme yolunda ilerlemeye devam etmektedir.

2005 yılının sonundan itibaren Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecinde yaşanan gelişmeler, sürecin ivmesinin kaybedilmesine ve Türkiye-AB ilişkilerinin en düşük seviyelere gerilemesine neden olmuştur. Bu dönemde, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin başlatılmasına yönelik AB üye ülkeleri arasındaki tartışmalar, AB kanadında müzakerelerin devam etmesine dair isteksizlikle sonuçlanmıştır. Ayrıca, AB üyesi ülkelerle Türkiye’deki siyasetçiler ve toplumlar arasındaki karşılıklı uzaklaşma da sürecin yavaşlamasında etkili olmuştur.

Bu dönemde, Fransa, Almanya ve Avusturya tarafından önerilen tam üyelik yerine “imtiyazlı ortaklık” teklifiyle ortaya çıkan müzakerelerin ilerlemesine yönelik isteksizlik, Türk toplumunda AB’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden olmuştur. Siyasi alandaki motivasyonun azalması, Avrupalılaşma ve demokratikleşme reformlarına yönelik kapsamlı bir yaklaşım yerine seçici reformlara kayışa neden olmuş ve zaman zaman Avrupa kuşkuculuğunun yeniden yükselmesine sebep olmuştur.

Azalan motivasyon, ilerleyen dönemlerde Türkiye’nin dış politikasının AB’den ziyade Birlik üyesi olmayan komşuları, özellikle Arap Baharı sonrası Orta Doğu coğrafyasındaki ülkelerle iyi ilişkiler kurulması rotasına çevrilmesiyle sonuçlanmıştır. Aynı zamanda, yeniden yükselen Avrupa kuşkuculuğu, AB’nin Türkiye’nin dış ilişkilerinde ve iç reform girişimlerinde merkezi bir konumda olma özelliğini kaybetmesine yol açmıştır.

Bu süreç, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerindeki karmaşık ve zorlu bir dönem olarak değerlendirilmekte, Avrupalılaşma ideali ile Türkiye’nin dış politika tercihleri arasında bir denge arayışını ortaya koymaktadır.

2005-2010 yılları arasında Türkiye’nin AB üyeliği hedefi, kamuoyu ve siyasi çevrelerde artan Avrupa-kuşkuculuğu eğilimleri ve iç politikadaki karmaşık mücadelelerle birlikte önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu dönem, Türkiye’nin demokratikleşme adına önemli adımlar attığı bir süreç olarak değerlendirilse de, özellikle siyasi dinamiklerin etkisiyle şekillenen Anayasa değişiklikleri bu sürecin seyrini belirlemiştir.

2000-2010 arasındaki Anayasa değişiklikleri, demokratikleşme yönünde olumlu adımlar içermiş olsa da, 2001’deki değişiklik süreci daha çok Kopenhag siyasi kriterlerine uyum sağlama arzusuyla şekillenmiştir. Ancak, 2007 ve 2010’daki Anayasa değişikliklerinde genel olarak iç siyasi dinamiklerin etkili olduğu bir süreç gözlemlenmiştir.

Bu dönemde, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki belirsizlik ve Avrupa-kuşkuculuğundaki artış, hükümetin iç politikadaki konumunu güçlendirmeye yönelik siyasi mücadeleleri tetiklemiştir. Özellikle askeri vesayete karşı mücadele ve parti kapatma davası gibi olaylar, iç politikadaki dinamikleri etkilemiş ve AB üyeliği konusundaki hedefin geri plana atılmasına sebep olmuştur.

Bu süreç, Anayasa değişikliklerinin içeriğinin ve sürecinin, Türkiye’nin demokratikleşme çabaları üzerindeki etkisini vurgular. 2001’deki değişikliklerin AB normlarına uyum amacı taşırken, sonraki yıllardaki değişiklikler daha çok iç siyasi dinamiklerle şekillenmiştir. Türkiye, bu dönemde hem AB üyeliği hem de iç politikadaki demokratikleşme çabaları arasında bir denge kurmaya çalışmış, ancak çeşitli zorluklar ve belirsizliklerle karşılaşmıştır.

2010-2023 yılları arasında, Türkiye-AB ilişkileri yaklaşık 76 seneye varan tarihleriyle bilinen bir geçmişe sahip olmasına rağmen, bu dönemde kopma noktasına gelip en gerilimli zamanlarını yaşamıştır. Ancak, taraflar arasındaki bağımlılık ve çeşitli stratejik alanlarda iş birliği zorunluluğu, ilişkilerin tamamen kesilmemesini sağlamıştır. Göç, dış politika, güvenlik ve enerji gibi önemli konularda, Türkiye ile AB arasında iş birliği devam etmek zorundadır.

Zaman içinde yaşanan gerilimlere rağmen, Türkiye ve AB, ilişkilerin kopma noktasına geldiği evrelerde dahi çeşitli alanlarda çözüm üretmek ve somut adımlar atmak için işbirliği gerçekleştirmişlerdir. Bu, ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yönetilmesi ve ortak çıkarların korunması adına önemli bir noktadır.

AB, Türkiye ile olan bu ilişkide göç, dış politika, güvenlik ve enerji gibi stratejik konularda iş birliği yapma zorunluluğunda olduğu gibi, aynı zamanda Türkiye’nin politik ve ekonomik reformlarını destekleyen ana bir referans noktası olmaya devam etmektedir. Türkiye için ise AB, politik ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesi konusunda hayati bir rol oynamakta ve Türkiye’nin önemli bir ticaret ortağı ile doğrudan yabancı yatırım kaynağı olarak öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda, ilerleyen zamanlarda Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden normalleşmesi ve canlanması kaçınılmazdır. İki taraf arasında güçlendirilmiş diyaloglar ve çeşitli politika alanlarında ortak eylem planlarının sıklıkla kullanılması, ilişkilerin canlı ve sağlıklı tutulması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çabalar, taraflar arasındaki güveni artırabilir ve ortak çıkarların korunması adına uygun bir zemin oluşturabilir.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: