Twitter Facebook Linkedin Youtube

TÜRKİYE’NİN EKONOMİK DÖNÜŞÜMÜNDE FIRSATLAR VE ZORLUKLAR

Muhammed IŞIK – SASAM Genel Sekreteri

Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçişi 24 Ocak 1980 kararları ile başladı. Ancak bu geçiş süreci, 1989 yılında kabul edilen 32 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yabancı sermaye giriş ve çıkışları üzerindeki kontrollerin kaldırılmasıyla hız kazandı. Bu kararname aynı zamanda yabancı sermayenin Türkiye’de daha fazla yatırım yapmasını ve cari açığın yabancı sermaye girişleriyle finanse edilmesini de sağladı.

Serbest piyasa ekonomisi modelinin benimsenmesiyle birlikte Türkiye ekonomisi cari açığa dayalı bir büyümeye yöneldi. Ancak yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesi nedeniyle dış borçların ödenmesinde güçlükler ve bazı dönemlerde ekonomik krizler yaşandı. Özellikle 1994, 2000 ve 2001 yıllarında bu krizlerin etkisiyle finansman maliyetleri arttı. Bu süreçlerde sorunun çözümü ertelendi ve ekonomik istikrarın sağlanması zorlaştı.

2001 yılında Türkiye, IMF ile anlaşma yaparak Güçlü Ekonomiye Geçiş programını uygulamaya başladı. Bu programın temel amacı, ekonomik istikrarın sağlanması ve mali disiplinin sürdürülmesiydi. Ardından 2002 yılında AK Parti iktidara geldi. Hükümet bütçede faiz dışı fazla vererek borç yükünü azalttı ve IMF ile anlaşmayı başarıyla uyguladı. 2013 yılında Türkiye, IMF’ye olan borcunun son taksitini ödeyerek bu süreci tamamladı.

Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarı, 2008 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 8,5 büyüme performansının ve kişi başına düşen gelirin on bin doların üzerine çıkmasını sağladı. Küresel piyasalardaki para bolluğu bu döneme kadar cari açığın görece düşük maliyetlerle finanse edilmesini sağlıyordu. Ancak bu istikrar ortamı, 2008 yılında AK Parti’ye açılan kapatma davasıyla başlayan iç müdahaleyle sarsıldı. Ayrıca, 2009 yılında Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “one minute” çıkışı Türkiye’ye dış destek sağladı. Ancak bu süreci takip eden dönemlerde çeşitli olaylar Türkiye’nin ekonomik istikrarını zorlamaya başladı. Haziran 2013 Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık 2013 operasyonları ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi gibi olaylar Türkiye’yi derinden sarstı. Ayrıca 2018 yılında Rahip Brunson davası nedeniyle yaşanan kur manipülasyonları finansal piyasalarda istikrarsızlığa neden oldu.

Türkiye’ye finansal girişlerin kısıtlanmasıyla birlikte dolar kurunun rekor seviyelere yükselmesi, ekonomide büyük bir dönüşüm sürecini beraberinde getirdi. 1 Ocak 2018’de 3,78 seviyesinde olan dolar kuru, 30 Haziran 2021’de 8,73’e çıkarak önemli bir yükseliş kaydetti. Bu durum özellikle Türkiye’nin cari açığının finansmanında sorunlara yol açtı. Bu gelişme karşısında Merkez Bankası (TCMB), politika faizini Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında sırasıyla yüzde 18, yüzde 16, yüzde 15 ve yüzde 14’e indirerek politika yapısında farklı bir yaklaşım benimsedi.

Ekonomi yönetiminin negatif reel faiz politikasını tamamlayacak tedbirleri açıklarken gecikmesi ve spekülatif hareketler nedeniyle piyasalarda yaşanan kısmi panik, 20 Aralık 2021 akşamı dolar kurunun 18 Türk lirasının üzerine çıkmasına neden oldu. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıkladığı tedbirlerle kısa sürede 10 TL’ye kadar gerileyen dolar kuru, ilerleyen günlerde 10-12 TL arasında dalgalanmaya başladı. Türkiye Ekonomi Modeli (TEM), Eylül 2021’in yüzde 1’lik politika faiz indirimi ile başlamıştı ancak aslında TEM’in ilk ilanı 20 Aralık 2021 tarihidir diyebiliriz. 20 Aralık 2021’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın manifestosu ile Türkiye Ekonomi Modeli devreye alındı. Türkiye Ekonomi Modeli (TEM) olarak adlandırılan bu modele göre Türk Lirası değer kaybettikçe rekabetçi döviz kurları oluşması ve bunun sonucunda da cari fazlayı artırması hedeflendi. Aynı zamanda döviz bolluğu ve düşük faiz oranları ile üretim, yatırım ve istihdamın artması ve enflasyonun düşeceği öngörüldü.

Yeni ekonomi programı, Türkiye’nin cari açığının finansmanında yaşanan sıkıntılara çözüm bulma, üretim, istihdam ve ihracat üzerindeki olumsuz etkileri azaltma fırsatı sunmayı hedefledi. Özellikle altyapı yatırımlarının büyük ölçüde tamamlanmış olması ve stratejik sektörlerde önemli adımlar atılmış olması, Türkiye’nin krizlerle mücadele etmesini, bölgesel ve hatta küresel bir üretim üssü haline gelmesini sağlaması yine beklenen hedefler arasındaydı.

Türkiye’nin yeni ekonomik modeli enflasyon, ihracat, faiz ve üretim olmak üzere dört temel unsura odaklanıyordu. Bu unsurların bir araya gelerek ekonominin sağlıklı büyümesini ve dengelenmesini sağlaması amaçlanıyordu. Model, Türkiye’nin dünya çapında mal üretimi ve ihracatı yoluyla döviz girişi yaratma potansiyelini kullanarak cari açığını kapatacağını öngörüyordu. Aynı zamanda turizm ve döviz kazandırıcı işlemler de döviz geliri sağlanmasında önemli rol oynayacaktı.

Bu ekonomik model, ABD, Çin ve Almanya gibi ülkelerin düşük faiz politikalarından esinlenerek hazırlandı. Düşük faiz ortamının yatırımları artıracağına inanılıyordu. Örneğin 1970’li yıllarda Almanya, mülteci nüfusu ve genç iş gücü sayesinde sanayi üretimini artırarak ekonomik büyüme elde etti. Çin ise genç nüfusu, endüstriyel üretimi ve ihracata dayalı büyüme stratejisiyle dikkat çekici bir başarıya imza attı. Bu örnekler, Türkiye’ye düşük faiz oranları, genç nüfus ve üretim odaklı bir büyüme stratejisi benimseme konusunda ilham verdi.

Yeni ekonomik model, rekabetçi bir döviz kuru politikasını vurguluyor. İhracatta rekabet gücünü artırmak için yüksek kur kabul edilebilir görülüyor. Bu sayede Türkiye’nin uluslararası pazarda rekabet gücünün artırılması ve ihracatının artırılması hedefleniyor. Ekonomik modelin hayata geçirilmesi ile cari açığın kapatılması, düşük faiz ortamının sağlanması ve sanayi üretiminde kârlılığı yüksek bir ülke konumuna gelinmesi amaçlanıyor. Bu süreçte Türkiye’nin düşük faiz ortamı sayesinde ekonomik dengelerini iyileştirmesi, cari açığı kontrol etmesi ve yatırımları teşvik etmesi yine beklentiler arasındadır. Böylece Türkiye, güçlü bir sanayi ülkesi olarak uluslararası arenada rekabetçi bir konuma ulaşmayı hedeflemektedir.

Türkiye’nin Çin’e göre birçok avantajı var, bunlar arasında coğrafi koşullar, jeopolitik konum ve tedarik merkezlerine yakınlık gibi faktörler yer alıyor. Türkiye, Avrupa ve Asya kıtalarının kesiştiği noktada bulunması nedeniyle stratejik bir konuma sahiptir. Bu da Türkiye’yi ticaret ve lojistik alanında önemli bir merkez haline getiriyor. Ayrıca Türkiye’nin genç ve potansiyel nüfusu, batı ve doğu kültürlerinin kaynaşma noktasındaki konumu da büyük bir fırsat sunuyor.

Çin’in başarısı düşünüldüğünde, Türkiye’nin sabırlı olması gereken önemli bir noktadır. Çin’in bu noktaya gelmesinin yaklaşık 40 yıl sürdüğünü düşünürsek, Türkiye’nin başarıya giden yolda sabırla ilerlemesi, istikrarı sağlaması ve tecrübe kazanması önemlidir. Bu süreçte Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarını sürdürmesi, reformları gerçekleştirmesi ve stratejik adımlar atması gerekiyor.

Türkiye’nin potansiyeli ve avantajları, Çin’in başarısından ilham alarak uzun vadeli hedeflere yönelmesini gerektiriyor. Sabır, istikrar ve başarı ile Türkiye oldukça rekabetçi bir ekonomi haline gelebilir. Bu süreçte Türkiye’nin teknolojiyi etkin kullanarak yatırım çekme kapasitesini artırması, uluslararası ticarette daha güçlü bir oyuncu haline gelmesi ve yenilikçiliği teşvik etmesi önemlidir.

Türkiye’nin potansiyelini tam olarak kullanabilmesi için sadece ekonomik alanda değil, eğitim, Ar-Ge, altyapı ve insan kaynakları gibi alanlarda da sağlam bir temel oluşturması gerekiyor. İş dünyasıyla iş birliği yaparak girişimciliği teşvik etmek, yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamak ve yetenekli gençlerin yetişmesini desteklemek önemlidir.

Bugün tüm dünya enflasyon, faiz, döviz kurları gibi faktörlerin etkisiyle durgunluklar ve belirsizlikler arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Bu nedenle Türkiye’nin yurtiçinde makro ve finansal istikrarı sağlaması büyük önem taşıyor. TEM, Türkiye’nin sağlam ekonomik temellere, güçlü altyapıya, nitelikli ve genç insan kaynağına sahip olması gerektiği vizyonunu yansıtıyor. TEM’in başarılı bir şekilde uygulanması, uluslararası yatırımcıların güvenini artırarak Türkiye’yi daha cazip bir yatırım ortamı haline getirebileceği gibi, Türkiye’de ekonomik istikrarı da sağlayabilir. Bu süreçte etkin politika uygulamaları, sağlam kurumsal yapılar ve şeffaflık ilkelerine bağlılık önemlidir.

Ekonomik kırılganlık düzeyi 1990’lardaki kadar yüksek değil ve Türkiye ekonomisi şoklara karşı daha dayanıklı haldedir. Dışa bağımlılık nispeten azalmış ve ekonomik bağımsızlık önemli bir hedef olarak benimsenmiştir. Kamu-özel sektör ortaklıkları da ülkenin maliyetli dış finansman seçeneklerinden kaçınmasına yardımcı olmaktadır. Güçlü altyapı, Türkiye’nin ekonomik dönüşümünde önemli bir rol oynuyor. Ulaşım, lojistik, sağlık, eğitim, savunma sanayi, milli teknoloji hamlesi, sanayi ve imalat sektörlerindeki stratejik altyapı yatırımları, Türkiye ekonomisini dönüştürüyor. Yüksek teknoloji teşvikleri, teknolojik ilerlemeler ve başarılı girişimcilerle gelişen bir teknoloji sektörü, ekonomik dönüşümü destekleyecektir.

Mali disiplin de Türkiye’nin başarı öykülerinden biridir. Kamu maliyesinin sağlıklı ve disiplinli olması, düşük bütçe açıkları ve vergi tahsilatlarındaki artışlar bu disiplini göstermektedir. Türkiye’nin ekonomik dönüşümünü tamamlamak ve sürdürülebilir bir büyüme yoluna girmek için bazı zorluklarla karşı karşıya olduğunu hatırlamak önemlidir. Cari açık, dış borç yükü, yüksek enflasyon gibi sorunlar halen mevcuttur ve çözülmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye’nin ekonomik potansiyeli halen çok yüksektir. İnovasyon ve teknolojiye yapılan yatırımlar artmaktadır. Yüksek teknolojili ürünlerin üretimi ve ihracatı teşvik edilmektedir. Yerli girişimciler ve yeni teknoloji şirketleri ekonomik büyümeye katkı sağlamaktadır. Türkiye’nin jeopolitik konumu ve stratejik önemi de ekonomik büyümenin destekçileri arasında yer almaktadır.

Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik büyüme için yapması gerekenler arasında yapısal reformları hızlandırmak, kamu maliyesini konsolide etmek, eğitime ve nitelikli iş gücü geliştirmeye yatırım yapmak, yenilenebilir enerji kaynakları geliştirmek ve yenilikçi sanayilere odaklanmak yer alıyor. Türkiye’nin dış ticaretini ve yatırımlarını çeşitlendirmesi, rekabet gücünü artırması ve yatırım ortamını iyileştirmesi önemlidir. Yabancı yatırımcıların ülkeye güven duyması için siyasi istikrar ve hukukun üstünlüğü yine önemli konulardır.

Türkiye, düşük faiz oranları, genişletici para ve maliye politikası, likidite ve kredi bolluğu gibi arz yönlü politikalar kullanarak büyümeyi ve istihdamı artırmayı hedefliyor. Aynı zamanda, enerji ve emtia piyasalarındaki sübvansiyonlar da enflasyonun düşmesine katkıda bulunuyor. Mehmet Şimşek’in açıklamaları, Türkiye’nin ekonomik modelinin geleceği konusunda belirsizlik yarattı. Ancak, değişimin tam olarak hangi yöne gideceğini tahmin etmek için henüz çok erken olduğunu not etmek önemlidir. Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası’na yapılacak atamalar sonrasında alınacak kararlar yakından takip edilmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye ekonomik modelinden geri adım atması beklenmemelidir. Daha önce başladığı politikalardan vazgeçmek istemediği biliniyor. Ancak, bazı değişikliklerin yapılması ve ekonomik zeminin daha rasyonel ve öngörülebilir hale getirilmesi için Mehmet Şimşek girişimlerde bulunacaktır.

Mehmet Şimşek’in bir önceki bakanlığı döneminde savunduğu düşük kur yüksek faiz politikası, ekonomiyi dengelemek ve sermaye çıkışını önlemek için önerilen bir yaklaşımdır. Ancak bu politikanın uygulanması, iflas eden bazı şirketleri etkileyebilir ve yatırımcılar için fırsat yaratabilir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndaki değişiklik, ekonomi yönetiminde bir yenilenmeyi yansıtıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye ekonomik modelinden ve yüksek kur düşük faiz politikasından vazgeçmeyeceği tahmin ediliyorum.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: