Umut Berhan ŞEN
Türkiye Cumhuriyeti, küreselleşme sürecinin hızlanması, yani bilgi, para ve insan akışının daha önceki dönemlerde hiç görülmemiş biçimde hızlanması sonucu, artık dış politikasını daha açık, dinamik ve ön alıcı bir formata doğru dönüştürmek zorunda kalmıştır. Covid-19 pandemi süreci sonrasında dünya yeni bir sistem tartışmasına doğru evrilirken Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden mevcut Türk dış politikasının ana ilkelerini koruma ve muasır medeniyetler seviyesini yakalama stratejisini harfiyen sürdürmektedir.
Dış tehditlere karşı barışçı ve yaratıcı diplomatik önlemler geliştirmek, Türk Dışişlerinin temel strateji ve taktiği olmuştur. Mesela Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün sorumluluğunu Rum/Yunan cephesine kaydırma ve bunu yaparken de AB hedefine kilitlenme bu duruma en somut örneklerdendir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından dış politikanın en kilit kavramlardan biri de elbette küreselleşmedir. Kısaca tanımlarsak; küreselleşme, en kısa ve doğru biçimde, Batı’nın gerek altyapısal gerekse üst yapısal etkisini bütün dünyada yaymasıdır. Günümüz dünyasında buradaki altyapının karşılığı Endüstri 4.0 Devrimidir. Üst yapısal olarak ise üç temel sacayağından bahsedebiliriz: akılcılık(rasyonalizm), sekülerizm ve demokrasi. Nihayetinde küreselleşme olgusunu tarih içinde dört döneme ayırmak mümkündür. Bunlar;
Birinci Küreselleşme (1490): Bu tarih Batı’nın denizler ötesini keşfini simgeler. Ulusal devleti güçlendirecek olan kolonilerin kurulmasının temeli bu tarihte atılmıştır.
İkinci Küreselleşme (1890): Batı’nın ikinci büyük yayılması 1890’larda kurumsallaşmıştır. Sanayi devriminin yarattığı muazzam teknolojik imkanlar sayesinde, Batılı devletlerin az gelişmiş ülkelere önce büyük ticaret şirketleri, sonrasında da askeri güçleriyle üstünlük sağlaması bu dönemde gerçekleşmiştir.
Üçüncü Küreselleşme (1990): Batı’nın teknolojik ve ekonomik açıdan mutlak üstünlüğünü ilan etmesinin ve ardından Berlin Duvarı’nın yıkılması.
Dördüncü Küreselleşme (2020): Covid-19 pandemi süreciyle beraber dünyadaki sosyo-ekonomik modellerin ve yönetim-bilişim sistemlerinin tartışılmaya başlanması. Bu yeni süreç, bilişim devriminin altın çağı ve bilgi ekonomisinin küreselleşmesi olarak da değerlendirebilir. Ayrıca çok eksenli diplomasi ve diplomatik istihbarat unsurlarının da öne çıkacağı bir sürece girilmiştir.
Türkiye’nin milli güvenliğinin en önemli unsuru olan dış politika stratejisi üzerine yapılan tartışmaların başında, Türkiye’nin ne ölçüde bağımsız bir devlet olarak hareket ettiği ya da ne ölçüde güçlü olduğu sorusu gelmektedir. Bu sorunun cevaplanabilmesi için dünyadaki büyük güçlerin kendi aralarında oynadıkları roller ve bundaki değişimleri takip etmemizi sağlayacak bir kavramsal çerçevenin ortaya konması gerekmektedir. Bugün, çok yönlü ve çok fonksiyonlu iç ve dış terör tehditleriyle mücadele eden bir ülke olarak, dış politika ve jeopolitik stratejileri konusunda bu tür teorik çalışmaları yapmak ve bu sayede oluşturulabilecek güç konfigürasyonuna ve konfigürasyon yönetimine katkı sağlayabilmek, ülkemizdeki resmi uzmanlar, akademisyenler ve stratejistler için bir görev ve misyon haline gelmiştir. Esasen, 2010 sonrasında Dr. Hakan Fidan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı’mızın yeni başkanı olması ulusal güvenlik istihbaratında köklü ve süratli bir paradigma değişikliğine neden olmuştur. An itibariyle ise, Sayın Fidan’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Dışişleri Bakanı olarak atanması da yine aynı şekilde yeni bir paradigma gelişimini sağlayacaktır.
Hakan Fidan, henüz 39 yaşında iken hazırladığı doktora tezinde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yeni diplomasi stratejik konseptini açıklamıştır. Tezin başlığı, “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı” olarak geçmektedir.
YÖK Ulusal Tez Merkezinde yer alan tezin özeti ise şu şekildedir:
“Bu tezin temel argümanlarından bir tanesi de bilgi devriminin mevcut uluslararası anlaşmaların doğrulanmasında kayda değer bir etkisi olduğudur. Bu argümanı desteklemek için bilgi devrimi ile uluslararası ilişkiler arasındaki ilişki; bilgi devriminin güvenlik, çatışma yönetimi ve uluslararası işbirliğine etkilerinin yanı sıra, bu ilişkinin sistem ve birim bazlı incelenmesi yoluyla ele alınmıştır. Akabinde, antlaşmalarının doğrulanmasının teori ve uygulaması, rejim teorileri ve doğrulamayı zorlayan konuların özellikle vurgulanması suretiyle detaylı bir biçimde tartışılmıştır. Son olarak, bilgi devriminin etkilerini inceleme kamacıyla Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ve Nükleer Denemelerin Yasaklanması Antlaşması Örgütü (CTBTO) iki örnek olarak seçilerek incelenmiştir. Sonuç kısmında ise, IAEA ve CTBTO uygulamalarından elde edilen bulgulara göre, yeni bilgi teknolojilerinin hileleri ortaya çıkarmada daha etkili hale gelmesinden beri, doğrulamanın uluslararası ilişkilerde daha kullanışlı hale geldiği öne sürülmüştür.”
Son yıllarda, Dışişleri Bakanlığı ile MİT arasındaki koordinasyonun güçlenmesi ve MİT bünyesinde kurulan ‘dış istihbarat analiz’ birimi ile birlikte diplomasi ve istihbarat birimleri sıkı bir eşgüdümle çalışmaya başlamıştır. Ayrıca ABD, Fransa ve İngiltere istihbaratının başındaki isimlerin geçmişte Ankara’da büyükelçi olarak görev yapmaları, yeni küreselleşme sürecinde diplomasi ve istihbaratın eşgüdümlü çalışmasının bir sonucudur. Hakan Fidan’ın MİT Başkanlığı döneminde de, Milli İstihbarat Teşkilatımız ve Dışişleri Bakanlığımız arasında oldukça verimli ve başarılı bir eşgüdüm ve koordinasyon süreci yaşanmıştır.
Diplomatik istihbarat, günümüzde çok farklı bir meslek grubunun doğuşuna da zemin hazırlamaktadır. Ulus devletlerin 21. yüzyıldaki karmaşık güvenlik sorunlarının çözümünde “hibrit profesyonel uzmanlar’’ dediğimiz yeni meslek grubunun görev alması kaçınılmazdır. Ordu-diplomasi-istihbarat denkleminde oluşan yeni güç konfigürasyonları da bunu zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, 21. yüzyılın yeni risk ve tehditlerine karşı mücadele edecek olan bu hibrit profesyonel uzmanlar, ulus devletlerin vazgeçilmezi, bir nevi melez-karma silahı, kilit öneme sahip güvenlik ve fikir işçileri olacaklardır. Türk hariciye kadrolarında da bu nosyona sahip kadroların yetiştirilmesi önem arz etmektedir.
Çok kutuplu ve çok eksenli bir dış politika stratejisi yürütmek; dinamik, aksiyoner, insiyatif alan, bölgesinde ve dünyada etkili bir aktör olan Türkiye’nin etkili bir grand strateji geliştirmesinin de önünü açacaktır. Unutmamak gerek; Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan bir Türkiye’nin AB karşısında da eli güçlenecek ve AB’ye giriş süreci de hızlanmış olacaktır. Zira, Türkiye’nin demokratikleşme, modernleşme ve reform çabaları ne kadar ileri düzeye erişmiş olursa olsun AB ülkelerinin Türkiye’yi birliğe alma konusundaki çekincelerini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Sonuç olarak, alternatif güç dengeleri ve yeni stratejiler oluşturmak, bu yeni küresel dönemde, Türkiye için bir zorunluluk halini almıştır. Elbette ki, Sn. Hakan Fidan’ın Türk Hariciye’sinin kaptan köşkünü devralmasıyla birlikte yeni jeopolitik dengeler ve jeostratejiler yürürlülüğe sokulacaktır. Unutmamak gerek; jeopolitika güç ve egemenlik mücadelesidir. Dış politika ise bilgi ve enformasyona dayalı bir oyun sahasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin jeopolitik avantajları doğrultusunda yeni dönem izleyeceği dış politika stratejisinin mimarı ise kuşkusuz Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan olacaktır. İlerleyen süreçte konuyu irdelemeye devam edeceğim.
umutsen91@outlook.com