Muhammed IŞIK – SASAM Genel Sekreteri
Bazı insanların doğuştan aşağı, bazılarının doğuştan üstün olduğunu savunan aşırı sağ düşünce, göç ve entegrasyona, sosyo-kültürel baskılara, milliyetçilik ayrımcılığına ve istenmeyen gruplara karşı duruşlarıyla öne çıkarken, ırksal ve dini gruplar kendilerini diğerlerinden üstün kılacak küreselleşme karşıtı tutumlarıyla tanınıyorlar.
Avrupa ülkelerinde ırkçı, göçmen ve Müslüman karşıtı söylemleri benimseyen aşırı sağ partilerin 1980’lerden itibaren ilerleme kaydettikleri görülmektedir. Avrupa’da sağ popülist partilerin ulusal, eyalet ve yerel düzeylerde önemli seçim kazanımları, özellikle Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İtalya ve Macaristan’da yapılan bölgesel ve ulusal seçimlerde aşırı sağ partilerin rekor sonuçları, uluslararası toplum tarafından yakından takip ediliyor.
Günümüzün aşırı sağ partileri, geleneksel faşist hareketlerden farklı olarak anti-demokratik yaklaşımlar sergilememektedir. Anti-demokrasi anlayışlarına sahip olmadıkları için halk egemenliği ve çoğunluk yönetimi kavramlarını benimsiyorlar, ancak azınlık hakları ve kültürel çoğulculuk gibi liberal demokrasi kavramlarını kabul etmiyorlar. Popülizm, siyasetlerinin en önemli araçlarından biri olarak görülüyor. Hem popülist hem de otoriter siyaseti takip ettiklerini de söyleyebiliriz.
Toplumsal dayanışmayı temel alan ve ulusal birliği vurgulayan aşırı sağ görüşteki milliyetçiler, totaliter bir yönetim altında toplumun birliğini hedefliyorlar. İnsanlar arasında eşitliği kabul etseler de, milletleri için zararlı gördükleri fikirlere karşı mücadele etmeyi amaçladıklarından, insanların farklı gelenek, yaşam tarzı ve inançlara sahip oldukları düşüncesini savunuyorlar ve her kültürün kendi coğrafyasında gelişmesi fikrini destekliyorlar.
Homojen bir kültüre mensup Avrupa vatandaşlarının bir kısmı, sığınmacıları ülkelerinin kültürü ve yaşam tarzı için bir tehdit olarak görmektedir. Özellikle Müslüman göçmenlerin ülkelerinin hem ulusal hem de Avrupa kimliğini zayıflattığını ve bulanıklaştırdığını iddia ediyorlar. Aşırı sağ partiler, Avrupa dışından gelen sığınmacıların suç oranını artırdığını ve eğitim düzeyini düşürdüğünü savunuyor. Yine aşırı sağ partiler söz konusu iddialarını öne sürerek politika geliştirmektedir.
İngiltere’nin 2016’daki Brexit referandumu ile Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı ve aynı yıl ABD başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması Avrupa Birliği’nin geleceğini de etkiledi. AB’yi savunan siyasetçilerin söylem ve eylem geliştirmesini zorlaştıran terör saldırılarının yol açtığı göç krizi ve bunun sonucunda ortaya çıkan çokkültürlülük karşıtı söylemler ve sosyo-ekonomik gerilimler de aşırı sağ siyaseti olumlu yönde tetikliyor. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin kendi içindeki ayrılıkçı güçleri dengeleyebilmesi için Avrupalı siyasi liderlerin stratejik kararlar vermesi gerekiyor. Popülist aşırı sağ partilerin oy oranlarındaki artıştan anlıyoruz ki AB’ye şüpheyle bakanların sayısı her geçen gün artıyor.
Avrupalı insanlar kendilerini küreselleşmenin sosyo-ekonomik etkilerine karşı savunmasız görüyorlar. Özellikle göç politikaları nedeniyle devletlerinden uzaklaşıp aşırı sağcı politikalar benimsemeye başlamalarının nedeni, ülkelerine gelen sığınmacın işlerini ellerinden almak için geldiklerini ve onların daha fazla sosyal yardım aldıklarını düşünmelerinden kaynaklanıyor. Bu nedenle ulusal ve ulusötesi kurumlara olan güvenleri sarsılmaktadır. Elbette bu ekonomik etkiler popülist aşırı sağ partilerin başarısını açıklamaya yetmez. Yine de, küreselleşmeye maruz kalmadaki bölgesel ve bireysel farklılıkların, tam da bu tür eşitsizlikleri ele aldığı için popülist kampanyanın başarısı için zemin hazırladığını ifade edebiliriz.
Avrupa Birliği’nin entegrasyon sürecinde peş peşe yaşadığı krizler incelendiğinde, sorunun siyasi olmaktan çok ekonomik olduğu görülmektedir. Bu ekonomik krizler eşitsizlikleri artırırken, bu sürecin kazananları ile kaybedenleri arasındaki uçurumun her alanda açıldığı dikkat çekiyor. Üretimin daha ucuz, ücretlerin düşük ve işçi haklarının daha zayıf olduğu gelişmekte olan ülkelerde yatırımlarını artıran üreticiler, sanayileşmiş Batı ülkelerinde yeni yatırım yapmadıklarından AB’nin dünya ticaretindeki ve üretimindeki payı azalmaya devam ediyor.
Avrupa’da geleneksel sol ve merkez partilerin yeterli politika ve çözüm önerileri sunamayan zayıflığı, aşırı sağın güçlenmesine zemin hazırlıyor. Geleneksel partiler eskisi kadar güçlü olmadığı veya düşüşte olduğu için, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Avrupa için yapısal bir fenomen haline geliyor. Ucuz popülizm politikalarının siyasi retoriği sadece göçmenlere veya üçüncü ülke vatandaşlarına değil, aynı zamanda Avrupa entegrasyonunun değerlerine de zarar veriyor.
ABD, Avrupa’da aşırı sağın yükselişini yakından takip ederken, AB’yi kendine daha bağımlı hale getirmeyi ve mümkün olduğunca AB’yi zayıflatmayı hedeflediği iddia edilebilir. AB’nin ABD politikalarına karşı verdiği mücadele ile aşırı sağ partilerin varlığı Avrupa’da bağımsız bir gücün ortaya çıkışını da tetikleyebilir.