Mesut Emre KARAKÖSE – SASAM Başkanı
Türkiye’nin dış politikada attığı adımlar oyun kurucu olma özelliğini güçlendiriyor. İnisiyatif alan, arabulucu yönünü güçlendiren ve pro-aktif hamlelerle çevresini şekillendirme kabiliyetini her geçen gün güçlendiren Türkiye; Mısır ve Körfez ülkelerinin yanı sıra İsrail’le de iyi ilişkiler geliştirip bölgesel dengeleri yeniden kuruyor. Bu kapsamda İsrail’le Türkiye arasında başlayan yakınlaşma ve normalleşme sürecinin devam edeceği öngörülebilir.
İsrail’le dalgalı seyreden diplomatik ilişkiler 2018 sonrasında büyükelçilerin geri çekilmesiyle “maslahatgüzar” seviyesine indirilmişti. 2021 sonrasında ise Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanlığına seçilen Herzog’u tebrik telefonu ile başlayan iyileşme sinyalleri, taziye ve geçmiş olsun dilekleri ile güçlenerek bugüne kadar gelen olumlu atmosferi oluşturdu. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Büyükelçi Sedat Önal’ın Kudüs ziyaretinde İsrail makamlarıyla yaptığı yüz yüze görüşmeler ilerlemenin somut göstergesiydi.
Görünürdeki bu adımların gerisinde ve derininde yatan sebepler ise çok daha rasyonel ve iki tarafın karşılıklı çıkarlarının bir gereği. Doğu Akdeniz’de kurulmaya çalışılan güç dengesinde ortak pozisyonlar, gaz nakli için en uygun güzergahın Türkiye üzerinden geçmesi, Suriye krizi ve Orta Doğu sahasındaki dinamikler bir çok konu başlığında Türkiye ve İsrail ilişkilerinde iyileşmeyi dayatıyor. Bu doğal sürecin gereği olarak atılan adımlar İsrail Cumhurbaşkanı Sn. Herzog’un Mart 2022’de planlanan Ankara ziyareti ile taçlanacaktır.
Türkiye-İsrail ilişkileri bölgesel istikrar ve güven ortamının tesisi için çok önemli olmakla birlikte İsrail tarafının tutumu ilişkilerin seyrinde belirleyici olacaktır. Yapıcı ve samimi yaklaşım sergilenmesi halinde kendisine güçlü ve güvenilir bir komşusunun müttefikliğini sağlayacak olan İsrail bölgesel soyutlanmadan da kısmen kurtulacak ve başta ekonomi, ticaret, turizm olmak üzere bir çok alanda işbirliği zemini oluşacaktır.
Bu noktada Türkiye-İsrail ilişkileri Filistin meselesinden bağımsız olarak kendi mecrasında ele alınmalıdır. Dış politikada Türkiye’nin tezleriyle uyumlu tavır sergilemekten uzak kalan Hamas ve Filistin temsilcilerinin, Türkiye-İsrail ilişkilerini şekillendirmesi ihtimali Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla örtüşmeyeceğinden kabul görmeyecektir. Kaldı ki geniş kapsamlı bir mutabakat zemini bütün aktörler için olumlu sonuçlar doğuracaktır. Öte yanda Batı ülkeleri başta olmak üzere dünya genelinde yükselen İslamofobik ve Anti-Semitik akımlara karşı ortak refleks ve tavır geliştirilmesi ihtimali yabana atılmamalıdır. Böylesi bir yakınlaşma sonuç alma ve başarıya ulaşma şansını da artıracaktır.