Umut Berhan ŞEN / SASAM Uzmanı-Yazar
“Diğer canlıların aksine insan doğaya mahkûm değildir: Ne iklim ne de coğrafya. Benzer coğrafya şartlarında yaşayan insanlar birbirlerini andıran tepkiler göstermiyorlar.” Prof. Dr. Teoman Duralı
Türk felsefe profesörü, biyolog ve düşünür merhum Teoman Duralı’nın bu sözleri, “coğrafya kaderdir” mantığına karşı bir tez, bir duruş, bir metafor olarak da görülebilir aslında. Zira Teoman Duralı üstadımız, üzerine bastığı toprağın köklerini ve derinliklerini iyi bilmek ve özümsemekle birlikte, halk yığınlarını millet yapan ana öğenin dil olduğunu ve dilin coğrafyanın da üzerinde bir ses bayrağı, bir düşünce alevi olduğunu bilerek çalışan ve üreten bir filozoftu.
21. yüzyılın her açıdan bir kaos, kargaşa dönemine denk gelmesi, aslında bu yüzyılın bir bunalım çağı olduğunu düşündürebilir. Şunu da unutmamak gerek; Batı’nın Aydınlanma Çağı olarak adlandırdığı dönemden günümüze dek tüm Jakobenist, tüm Marx’çı, tüm Comte’cu yaklaşımlar son 200 yıllık tarihsel süreçten günümüze bunalım sürecinin bitmesini sağlayamadı. Bu açıdan bakıldığında tüm bu felsefi yaklaşımlar bunalım çağının toplum felsefeleriydi. Bunların 21. yüzyıldaki güncel versiyonları da güncel ve nesnel bir formatta somut bir tarihsel ve toplumsal başarı gösteremedi.
Teoman Duralı, bastığı toprağı iyi bilen, ona yüreğiyle ve aklıyla bağlanan her gerçek aydın gibi, milletinin diline aşık bir düşünür, bir alimdi. Kuşkusuz, merhum Duralı’nın derslerindeki derinlik ve anlatım başarısı, heyecanı ve azmi Türk diline verdiği önemle yakından ilgiliydi. Ayrıca hem Batı hem doğu dillerini incelemiş bir bilim insanı olacak, dilin düşüncenin aktarılmasındaki önemini bilirdi.
Teoman Duralı bir felsefe profesörü olmasının da ötesinde multidisipliner bir anlayışla, sahip olduğu akademik unvanın hakkını vermeyi fazlasıyla başardı. Onun sıra dışı ama tutarlı ve namuslu ilerleyen düşünce serüveni, bir diğer branşı olan biyolojiyi de kullanarak yaşamı, insanı ve yaradılışı anlama hedefiyle bir ömür devam etti. Bu perspektifte edindiği izlenimleri, insanlığı ve insanın sosyolojisini derinlemesine irdelerken de somut olarak kullandı. Dolayısıyla, felsefe ve bilim ilişkisini incelerken neyi nasıl yapmalı sorusundan hareketle, somut durumun somut tahlilini ortaya koydu. Zira Duralı, Onun kaleme aldığı kitap ve makaleler, bir aydının, bir düşünürün, dedektif misali biyoloji, filoloji, toplumbilim ve felsefe ekseninde ne yönde iz süreceğini gösterir. İncelediği konulardaki sorunları yakalaması ve tahlil yaparken reel ve objektif sonuçlara ulaşması onu özel ve derinliği olan bir bilge, bir filozof ve hatta zamanın modern Gazali’si haline getirdi. Bu noktada, onun kaleme aldığı şu ifadeleri dikkatli okumak ve üzerine uzun uzun düşünmek gerekiyor. Zira merhum Duralı burada da ezberleri bozan ve ters algıları yıkan bir ustalıkla zihni ve ufku açık okuyucularına sesleniyor:
“Artık, insanlık İki binli yılların başlarında anlamlı, sıkı, tıkız bir seçenek bekliyor. Sorun, millî bir dava olmaktan da öte bir insanlık meselesidir. Görünen şu: İnsanlık, binmiş bir alâmete, doludizgin gider kıyâmete vecîzesini haklı çıkarır biçiminde. Her sıkı dokunmuş felsefe-bilim sistemi kültüre, topluma, bunların da vücut verdiği gelenekler, yeryüzünün geniş coğrafyalarına yeni ufuk, yol yordam açmışlardır. Demek ki, Karl Marx’ın iddiasının tersine, felsefe-bilim sistemleri kenardan köşeden seyre dalmış hâlde kalmayıp dünyayı değiştirme denemesi olmuşlardır.” (Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, Sayı 20, Ekim 2011, s. 17-40)
Teoman Duralı, son yıllarda TRT 2’de yayınlanan Felsefe Söyleşileri programıyla daha geniş kitlelere seslenme imkanına kavuşmuştu. Bu programı izleyenler sanki İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne onu dinler misali, keyifli, düşündüren ve sıradışı bir sohbet dinliyorlardı. İzleyenleri Doğu-Batı arasında bir yolculuğa çıkaran bu programlar, düşünen ve sorgulayan ve olaylara ve olgulara tabu olarak bakmayan zihinler için ufuk açıcı ve yol gösterici oldu. TRT 2 ekranlarında da tıpkı üniversite kürsüsünde olduğu gibi, felsefenin fantastik sınırları içerisinde yol alırken, sohbet konusu Konfüçyüs’ten Kant’a, Muhyiddin Arabi’den Jean Paul Sartre’a, Mevlana’dan Darwin’e ve hatta İbn Haldun’dan Marx’a ilerleyebilir ve Teoman Duralı bu sayede izleyicisi ne tıpkı öğrencilerine yaptırdığı gibi felsefi düzlemde mukayese ve muhakemeler yaptırırdı. Merhumun iki yıl önce kaleme aldığı şu ifadeler ise yaşamın epistemolojik anlamını oluşturmak açısından son derece anlamlı ve derin ifadelerdir:
‘Dünyaya vedâ etme ânı gelip çattığında, neler olur? Bu, her sahici, sâlih seyyahın havsalasını durmadan meşgul eden sorudur. Muazzam keşif, ölüm diyârıyla ilgilidir. Ölüm, dünya bilgisinin kesinlikle sonlandığı ufuk çizgisidir. O kapıyı bize açan tek anahtar, imândır. Uzak yol gezgini, seyâhata çıkmadan önce, uzun süre zihince, bedence ve erzakça özenle hazırlanır. İşte dirimli, bedenli yaşama da, ölüm yolculuğuna hazırlık devresidir. Ancak, öteki yolculukların tersine, bu seyâhatin çıkış ânı baskın çoğunlukla bilinmez. Bu da, Rahmet ile Adâletin şâhikasıdır. Yalnız, adâlet, eşitlikci, eşitleyici değildir. Hazırlanmış olan ile olmayan, ölümü farklı karşılayacaklardır. “Yarın ölecekmişcesine ibâdet…” eden, “hiç ölmeyecekmişcesine…” çalışandır. İkisi birbirlerini tamamlayan ödevlerdir. Yapıp ettiklerinin dünyevî karşılığını beklemeden gördüğün iş, şartsız ödev gereğidir.’ (‘Ölüm Sınavın Sonu: Dirimsiz Hayata Diriliş’, Teoman Duralı, 01.05.2019, www.fikriyat.com)
Sanki hiç ölmeyecekmişçesine ve aynı zamanda her an da ölebilecekmişçesine okuyan, düşünen, yazan ve üreten Teoman Duralı, hem modern Batı dillerine hem kadim dillerine hakim bir bilim insanı olarak dilin düşüncenin aktarımında ki kilit öneminin farkındaydı. Onun temel metodolojisi, felsefenin bilimle temellendirilmesi, bilimin de felsefe ile bir bakış açısına kavuşması gerektiği şeklinde kurgulanmıştı. Elbette merhum Duralı bu noktada da son derece isabetli ve ilkeliydi. Zira bu metodoloji temel alınmazsa, felsefenin çeşitli sosyal ve politik spekülasyonlara, bilimin de dogmatizme sapması söz konusu olabilir. Tıpkı 20. yüzyılın ve günümüzün Post modern Paganizm olarak görebileceğimiz Nazizim örneğinde olduğu gibi. Ancak, Teoman Duralı ve onun yaslandığı derin kökler aslında tarihimizin her döneminde var oldu ve olmaya da devam edecektir. Gazali’de, İbn Haldun’da, Mevlana’da ve hatta Marx’ın ‘Doğu Sorunu’ üzerine yazdıklarında bu tarihsel felsefi kökleri görürüz. Bugün ise nasıl tarihte bir Fuar Köprülü, bir Halil İnalcık ekolü varsa felsefe alanında da bir Teoman Duralı ekolü oluşmuştur. İster felsefe ile profesyonel ilgilenelim; ister amatör bir ruhla felsefeyle hemhal olalım; köklerimize sağlam tutunarak geleceği felsefi retorik açısından inşa edebilmemiz için bu ekolü takip etmemiz, okumamız, üzerine düşünmemiz ve düşündürmemiz gerek. Bir ayağımızla topraktaki köklerimize basan, zihnimizle de beynimizin sınırlarını ve doktrinde katı dogmaları aşarak geleceğin dünyasında yol almak ve yol açmak bu sayede mümkün olacaktır.
umutsen91@outlook.com