Umut Berhan ŞEN
Son birkaç gündür Dış Politika gündemimizi en çok meşgul eden konuların başında, Afganistan’dan ABD ve NATO güçlerinin ayrılmasından sonra Kabil Havaalanının güvenliğini Türkiye olarak bizim sağlamamız için ABD’nin yaptığı teklif gelmektedir. ABD ve NATO müttefikleri, yaklaşık 20 yıldır Afganistan’da asker bulunduruyor.
ABD Başkanı Joe Biden, 1 Mayıs’ta başlayan geri çekilmenin New York’taki Dünya Ticaret Merkezi binaları ve Washington’daki Pentagon’a uçaklarla düzenlenen saldırıların 20’nci yılı olan 11 Eylül 2021’de tamamlanmasını hedefliyor. Pentagon, 2001 yılında yaklaşık 3 bin kişinin hayatını kaybettiği saldırılardan El Kaide örgütü ve lideri Usame bin Ladin’i sorumlu tutmuş ve bin Ladin’in burada koruma altında olduğu gerekçesiyle Afganistan’a önce hava, sonra kara operasyonu başlatmıştı. Tam 20 yıl sonra çekilmenin başladığı bu dönemde en önemli gündem maddesini başta Kabil olmak üzere Afganistan’daki kritik noktaların güvenliği oluşturuyor. Çünkü Afganistan’da halen Taliban etkili bir güç. Taliban kısa süre içinde başkent Kabil’i bırakarak dağlara çekilse de, hiçbir zaman tam olarak bitirilemedi ve zamanla yeniden güç kazandı. Bugün yaşanan şiddetli Taliban saldırısının, Afganistan genelinde bir kontra işgal halini alması aslında sürpriz bir gelişme de değildir.
ABD ve NATO’nun Taliban ile yürütülen barış görüşmelerinden sonuç alınamamasına rağmen, ABD ve NATO askerleri, Taliban Afganistan’dan çekilmeye hazırlanıyor. Ayrıca son dönemde ülkedeki şiddet olaylarında ciddi bir artış görülürken, bu çekilme sonrası Afganistan’da kamu güvenliğinin sağlanması imkânsız hale gelecektir.
Coğrafi olarak dağlık bir bölgede yer alan, deniz ulaşımı olmayan ve karayollarında ciddi bir güvenlik sıkıntısı bulunan Afganistan’ın dış dünyayla bağının kurulabilmesi için Kabil havalimanı kilit öneme sahiptir. Uluslararası yardım kuruluşları Afganistan için gereken insani yardımları bu havalimanını kullanarak ulaştırmaktadır.
21. yüzyılın ikinci çeyreğine doğru yol alırken, artık temel insan içgüdüsü; ”Bir sonraki hareketini düşünmelisin, asla rahatlayamazsın, kimse güvende değil” şeklinde gelişmiştir. Kimin düşman veya dost olduğunun, öncelikle ayrımının yapılması gerektiği bir zaman başlamıştır. Dünyanın çeşitli kriz bölgelerinde yıllarca yaşanan savaşlar zamanımızı yeni bir çağın başlangıcına getirmiştir. Küresel jeopolitik krizler ve bölgesel krizler bütün kamu düzenlerini ve sosyolojik düzenleri alt üst etmiştir. Küresel operasyonlarda, toplumları terörize eden gizli servisler ve çok uluslu büyük şirketler, uyguladıkları hibrit nitelikli operasyonlarla coğrafyaları parçalamakta ve parçaladıktan sonra da o coğrafyanın içinden yine hibrit nitelikli terör örgütleri yaratmaktadırlar. Bu durum Afganistan için de bu şekilde gelişmiştir. Zira Asya’nın kadim coğrafyası Afganistan, 1994’ten beri hibrit nitelikli bir terör tehdidi olan Taliban ile mücadele etmeye çalışmaktadır.
Afganistan küresel jeopolitik çatışmaların 150 yıldır bitmediği bir ülke oldu. Dünya tarihinde, Afganistan’ın özel bir yeri vardır. Zira Afganistan’ın kıtalararası ve bölgelerarası stratejik bir coğrafyada, Çin, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Pakistan ve İran arasında yer alması son derece önemli bir faktördür. Ayrıca Afganistan, sıcak denizlere, Orta Asya’ya ve Ortadoğu’ya ulaşmak için bir kavşak noktasıdır.
Uğradığı işgaller Afganistan’ın sosyolojik yapısını dönüştürürken, aslında yaşanan her yeni müdahale başka müdahaleleri ve sorunları da beraberinde getirdi. Sovyetler’den sonra ABD ve NATO, bugün ise Rusya ve Çin bölgenin yeni büyük güçleri olarak öne çıkıyor. Günümüzde yaşanan gelişmeler ve Afganistan’ın değişmeyen makûs talihi bize gösteriyor ki, 11 Eylül sonrası Amerikan müdahalesi bölgede yerel ve uluslararası terör örgütlerini askeri eylem bazında sindirmiş gibi gözükse de, aslında daha tehlikeli bir sürecinde önünü açmıştır. Ayrıca, 11 Eylül ile birlikte tabiri caizse ”köprünün altından çok suların aktığı” görülmektedir. Özellikle 11 Eylül sonrası süreç ve Afganistan’daki silahlı etnik ve dini gruplar üzerindeki basınç, bu grupların büyük bir kısmını ve özellikle de Afganistan ve Pakistan’daki medreselerde eğitim görmüş ve Sovyet işgalinde savaştan kaçan Peştun mültecileri Taliban çatısı altında birleşmeye doğru sürüklemiştir.
Taliban askeri gücünü ilk defa 1994 yılında göstermiş ve 1996’da Afganistan’ın başkenti Kâbil’i ele geçirmiştir. Taliban, iktidarı sırasında Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri hükûmetlerinden yardım almış, Afganistan’ın yüzde 90’ını kontrol etmeyi başarmıştır. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin saldırılardan sorumlu tuttuğu Usame bin Ladin’i koruduğu gerekçesiyle başlatılan operasyon sonucunda 2001 Kasım’ında iktidardan uzaklaştırılmıştır. Fakat 2004 yılında Taliban yeniden örgütlenerek, ABD ve ve bölgedeki diğer NATO unsurlarına karşı saldırıya geçti. 2009 yılında isyan iyice büyüyerek bir topyekûn gerilla savaşına döndü. 2019’da Amerika ve müttefikleri Taliban’ın Amerika’yı tehdit edenleri barındırması karşılığında Amerika 14 ay içerisinde Afganistan’dan çekileceğini dair anlaşma yapıldı. Daha sonra Taliban anlaşmanın şartlarına tam olarak uymasa da, Coid-19 pandemisi nedeniyle saldırılara büyük ölçüde ara verdi.
An itibariyle ise, Afganistan’da barış ve istikrar sürecini kuşatan Taliban tehlikesinin varacağı boyutlar belirsizliğini korurken saldırılar devam ediyor. Son aylarda Kunduz’un ilçelerinde devam eden çakışmalar yüzünden 8 bine yakın aile bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Kunduz kentindeki 26 Haziran cumartesi günkü çatışmalarda son olarak 29 sivil hayatını kaybederken 225 kişi yaralandı. Afganistan’ın kuzeyindeki Faryab vilayetinin Andhoy ilçesi de son olarak Taliban’ın kontrolüne geçti. Afganistan Savunma Bakanlığı, ülkenin 10 vilayetinde Taliban’a karşı operasyon düzenlendiğini açıkladı. Operasyonda 248 militanın öldürüldüğü kaydedilen açıklamada, 137 militanın yaralandığı, 12 militanın da esir alındığı açıklandı.
Taliban, 21 Haziran’da da ülkenin kuzeyindeki Belh vilayetinin Devlet Abad, Şolgere ve Kişindeh ilçelerinin kontrolünü ele geçirmişti. Taliban, kent merkezleri hariç ülke topraklarının yüzde 50 ila 70’ini elinde bulunduruyor. BM’nin son açıkladığı verilere göre, Taliban 407 ilçeden 130’dan fazlasını, merkezleri dahil olmak üzere ele geçirmiş durumda. Bunlardan 60 kadar ilçedeki bazı beldeler Afgan güvenlik güçlerinin kontrolünde bulunuyor. Ülkenin 34 vilayet merkezi de hükümetin kontrolü altında. Afganistan topraklarının büyük bölümünde güvenlik güçleri ile Taliban arasında mücadele sürüyor, 407 ilçenin 200 kadarında çatışmalar devam ediyor.
Taliban Sözcüsü Suheyl Shaheen 4 Temmuz’da yaptığı açıklamada “Tüm yabancı güçler, üstleniciler, danışmanlar, eğitmenler, ülkeden çekilmeli çünkü bir ihlal olan işgalin parçasıydılar. Tepki göstereceğiz ama bu tepki, lider kadromuzun kararları temelinde gösterilecek” ifadelerini kullandı. Suheyl Shahenn’in kast ettiği çekilmenin tamamlanması için öngörülen 11 Eylül tarihine iki aydan biraz daha uzun bir süre kaldı. Bu gözdağı niteliğinde açıklamaya rağmen 1000 civarı ABD özel kuvvet askerinin büyükelçilikleri ve Kabil Havaalanı’nı korunması Afganistan’da kalması bekleniyor. Ayrıca Ankara ve Washington arasında Kabil Havaalanı’nı Türk ordusunun koruması için görüşmeler devam ediyor.
Afganistan’daki gerilimli durumu ve yüksek yoğunluklu çatışmaları gözlemleyen Pentagon, Çin’in ‘Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nde önemli bir istasyon ve kilit ülke olan Afganistan’daki NATO ve ABD unsurlarının çekilmesi halinde, buradaki güç boşluğunun Çin tarafından doldurulmasından endişe ediyor. Afganistan 11 Eylül sonrası süreçte yeniden bir hegemonya mücadelesine tanık olmakta ve bu durum ülkede barış ve istikrarın sağlanmasını engellemektedir.
Bugün 40 milyona yaklaşan nüfusuyla Afganistan; Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, İran, Pakistan ve Çin’le komşudur. Güney Asya bölgesinde yer alan Afganistan, komşusu olan devletlerden de anlaşılacağı gibi, Ortadoğu ile Orta Asya arasında bağlantı kuran bir geçit konumundadır. Dolayısıyla İngiltere, Rusya ve ABD arasında süren “Büyük Satranç Tahtası”ndaki oyunda Avrasya coğrafyasına hâkim olmak için kilit bir ülke olan Afganistan, daima büyük güçlerin ‘grand stratejilerinin’ pik noktası olmuştur.
Türkiye ve Afganistan arasında yoğun bir diplomatik emek sonucunda tesis edilen olumlu ilişkiler, bir asrı geride bırakırken ve Afganistan, küresel hegemonya satrancında Avrasya‘ya hakim olmak isteyen büyük güçlerin ana oyun sahası haline gelirken, Türkiye’nin yeni bir misyonla ve her zamankinden kalabalık bir askeri güçle bu coğrafyada olması bir çok dengeyi de değiştirecek gibi görünüyor. Bu bağlamda hem Ankara-Kabil hattının hem Ankara-Washington hattının yeni jeopolitik dengeler oluşturması bekleniyor.
Afganistan’daki Amerikan güçlerinin komutanı Orgeneral Scott Miller, son Amerikan askerlerinin terk etmeye hazırlandığı ülkenin iç savaşa sürüklenebileceği konusunda endişeli. Scott Miller 5 Temmuz 2021 günü düzenlediği basın toplantısında, “Afganistan’ın lider kadrosu birleşemezse ülke çok zor bir dönemle yüzleşebilir. Şu anda güvenlik durumu iyi değil. Şu anki haliyle devam ederse, iç savaş kesinlikle gerçekleşebilecek bir ihtimal. Bu, dünyayı kaygılandırmalı” ifadelerini kullandı. Bu açıklama hem ABD’nin hem NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacının bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Zira terörizmle mücadelede dünyanın ne tecrübeli ordusuna sahip bir Türkiye’nin bölgede olması. Taliban’ın geriletilmesi açısından kesin sonuç verebilecek bir faktör olacaktır. Kuşkusuz, Pentagon yönetimi de bunun farkındadır.
Afganistan’da NATO’nun geri çekilmesi bölgede yeni bir jeostratejik sürecin başlangıcı olabilir. Zira artık Türkiye’nin Kabil’de kalacağı netleşmiş gibi görünüyor. Macaristan ve Pakistan’ın da bizimle beraber burada konuşlanacak olması jeostratejik ve konvansiyonel açıdan iyi bir güç konfigürasyonu olarak karşımızda duruyor. Hatırlayalım; 2018’de Macaristan’ın Türk Konseyi’ne katılmasıyla beraber, üye ülkeler arasında işbirliği ve liderler arası iletişim oldukça arttı. Kuşkusuz, Macaristan bu yeni süreçte bir yandan savunma bütçesinde ciddi artış yaparken, bir yandan da çok yönlü bölgesel ittifaklara katılırken, NATO içerisindeki etki alanını ve gücünü de arttırmak istiyor. Pakistan ise, zaten her dönem Türkiye’nin yanında olmaktan memnun durumda ve Avrasya coğrafyasında oyun kurucu olarak yer almaktan da son derece hoşnut görünüyor.
Türk Devleti tarihinin hiçbir döneminde Afganistan’a emperyal amaçlarla yaklaşmamıştır. Çünkü devletimizin karar mercileri güçlü ve istikrarlı bir Afganistan’ın Türkiye’nin menfaatlerine uygun olduğunu fark edip buna göre hareket etmişlerdir. Türkiye’nin kalkınma yardımları açısından en çok payı ayırdığı ülke Afganistan’dır. Özellikle son 15 yılda TİKA aracılığıyla Türkiye eğitim, sağlık ve altyapı gibi alanlarda çeşitli yardımlarda bulunmuştur. Türkiye, Afganistan’ın kalkınma yardımlarına 150 milyon dolar ve NATO çerçevesindeki savunma yardımlarına da 60 milyon dolar yardım yapmıştır. Afgan halkı, ülkelerindeki tüm yabancı kuvvetleri işgalci olarak görürken; Türk ordusuna karşı çok yoğun sevgi, saygı ve güven duyguları beslemiştir. Bunun nedeni ise, bizim Türk devleti olarak, Afganistan’a sadece güvenlik perspektifiyle bakmamamız ve Afganistan’ın sosyal ve ekonomik kalkınmasına verdiğimiz büyük destek belirleyici olmuştur.
100 yılı aşkın süredir hep inişli çıkışlı bir ülke profili çizen ve gerilimin, terörün ve yüksek yoğunluklu çatışmaların eksik olmadığı Afganistan ancak bölgesel işbirliğine dayalı bir güç konfigürasyonu ile istikrara kavuşabilir. Dolayısıyla, Afganistan’ın kuzeyindeki Türkçe konuşan toplulukların orada yaşamaya devam etmesi ve demografik bir değişimin olmaması açısında Türkiye’nin bölgede güçlü biçimde yer alması gerekiyor. Bu konuşlanma ve mevzilenme hem Afganistan-Türkistan hattının güvenliği açısından hem de Türkiye’nin Afganistan’daki tarihi ve jeostratejik menfaatleri açısından oldukça kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca bölgedeki Türk nüfusun korunması başarılırsa Türkiye’nin Avrasya coğrafyasındaki ve hatta NATO’daki güç ve caydırıcılığı artacak ve Afganistan’dan Türk dünyasına yönelik göç tehlikesi önlenmiş olacaktır. Üçüncü olarak vurgulamak istediğim de şu; Türkiye, Pakistan ve Macaristan’ın bölgede kuracağı bu güç konfigürasyonuna Özbekistan’ın da dahil olması, jeopolitik açıdan son derece yararlı ve verimli sonuçlar verecektir. Nihayetinde ”Büyük Satranç Tahtası”ndaki tehlikeli oyun çerçevesinde küresel hegemonya amacıyla Afganistan’ı istikrarsızlaştıran ve istikrarsızlaştırmak isteyen devletlerin ve devlet dışı aktörlerin sıkça konuşulduğu yeni süreçte Türkiye-Afganistan ilişkilerinin her zamankinden daha güçlü ve daha kararlı bir sürece girmesi elzem hale gelmiştir.
Eğer Türkiye olarak biz Afganistan’da başarılı bir güç konfigürasyonu oluşturup, caydırıcılığımızı ortaya koyabilirsek NATO’nun kilit ve en önemli aktörü olduğumuz asla inkâr edilemeyecek ve Türkiye’ye olan ihtiyaç NATO ülkeleri tarafından da itiraf edilecektir. Dolayısıyla AB ile olan ilişkilerimize ve ABD ile özellikle Suriye ve K. Irak’ta yaşadığımız krizlere ciddi anlamda domino etkisi yapacak bir süreç başlayabilecektir.
umutsen91@outlook.com