1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın ardından Türkiye ile İran arasında herhangi bir sıcak çatışma olmamasıyla övünülürdü bir zamanlar. Kaldı ki savaşları ve kaosları ile meşhur bu coğrafyada hiç de haksız bir kıvanç değildi bu. 21.YY’da, aralarında pek çok dini ve ideolojik farklılık, Suriye İç Savaşı gibi güncel konulardaki fikir ayrılıkları ve nihayetinde bölgesel rekabet konusunda olduğu gibi çeşit çeşit anlaşmazlık bulunan, Osmanlı İmparatorluğu ve Pers İmparatorluğu gibi iki kadim medeniyetin evlatlarının kurduğu yüksek düzeyli işbirliği konseyi yahut Astana Süreci gibi oluşumlar, bölgedeki istikrar adına umut vericiydi. Son dönemde ise, Dağlık Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasının ardından İran’ın en büyük korkularından birisi olan Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanması, Nahçivan’ın anakara ile birleşmesi, Türkiye ve hatta Orta Asya Türk devletleri arasında bir koridor oluşması Tahran’ın, savaş esnasında kara propaganda timsali olarak Ermenistan’ın Bölgedeki Türk etkisinin önündeki tampon bölge-güç” olmak şeklindeki demeçlerini paylaşmasına ve Ankara’ya karşı tavrının sertleşmesine neden oldu. 11 Aralık’ta Bakü’de gerçekleşen Zafer Geçit Töreni’ni esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Aras Nehri ile ilgili, Şair Bahtiyar Vahapzade’nin Topraktan pay olmaz adlı şiiri okumasını takiben “Aras Nehri’nin kuzeyinin daha önce İran’a ait olduğu” gerekçesiyle Türkiye’nin İran Büyükelçisi İran Dışişleri Bakanlığına çağrıldı. Ardından, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif Twitter’dan “Kimse Erdoğan’a, Bakü’de yanlışlıkla okuduğu şiirin, Aras Nehri’nin kuzey bölgelerinin İran’ın ana topraklarından zorla ayrılmasıyla ilgili olduğunu söylememiş” şeklinde bir paylaşım yaptı. Zarif bu paylaşımı ile “Bir Millet İki Devlet” olgusunu paylaşan iki devlet arasındaki birliği zedelemeye yönelik, sözüm ona ‘esas Türk’ün kim olduğu’ şeklindeki yahut ‘ağabey olma’ konulu bayağı tartışmalara ve bunların sözcülüğünü yapanlara da göz kırptı. Peşi sıra, İran İslam Cumhuriyeti İletişim Bakanı Cehremi yine sosyal medya hesabından Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’yu içine alan sınırlarını gösteren bir harita paylaştı.
Ülkenin kuzeyinde yaklaşık 40 milyon Azeri kökenli vatandaşı olan İran’ın, bölgesel güç dinamiklerinin yanı sıra iç politikadaki istikrar bakımından yaklaşıldığında da takındığı agresif tavır fazlasıyla tahmin edilebilir. Tahran’a ek olarak Moskova da, tarihsel açıdan bahsi geçen Türk koridorunun inşasının Balkanlar’dan Çin sınırına kadar olan bölgede kendi etki alanını etkileyebileceğinin farkında. Bütün bunların yanı sıra, Demokrat Parti adayı Joe Biden’ın selefi Obama gibi yeniden nükleer antlaşma masasına oturmayı ve salgın neticesinde de ekstra zayıflayan ekonomiye avantaj sağlanacağı ve bölgesel bağımlılıkları azaltacağı umuduyla da hareket eden Tahran, başta 2011 yılında başlayan Arap Baharı protestolarının pek çok ülkede estirdiği istikrarsızlık rüzgarından da faydalanarak ‘Şii Hilali’ idealine yönelik elde ettiği kazanımları korumak ve yegane bölgesel güç olmak hırsıyla hareket ediyor.
Yaşanan gelişmeleri her zaman ki gibi daha geniş bir perspektifle ele almak gerekiyor. Örneğin, bilindiği üzere ilk olarak 2017 yılında Körfez ülkeleri tarafından Katar’a karşı uygulanan ambargolar,2020 yılının Kasım ayında Suudi Arabistan tarafından Türk mallarına uygulamaya konan boykot ile en son geçtiğimiz Eylül ayında ABD garantörlüğünde Bahreyn, BAE ve İsrail arasında imzalanan İbrahim Antlaşmalarına (Abraham Accords) göz atmak yerinde olacaktır. Hatırlayacak olursak, 2017 yılında Katar’a uygulanan ambargonun kaldırılması için belirtilen koşullardan biri ülkedeki Türk askeri üssünün kapatılması ve askeri işbirliğinin sonlandırılması idi. Daha yakın geçmişe bakacak olursak, Suudi Arabistan tarafından Türk mallarına uygulanan boykota karşı Katar’da da Türk malları ön plana çıkarılmış, tüketiciler Türk mallarını seçmek konusunda teşvik edilmişti. Son olarak İbrahim Antlaşmaları ile bir yandan bölgedeki agresif icraatları ile eleştirilen İsrail ile ilgili ülkelerin arasında amiyane tabirle buzlar eritilirken, Orta Doğu coğrafyasında İran, Katar ve daha da önemlisi bölgedeki “Türk Yayılmacılığı” karşısında yeni bir cephe oluşturulmaktaydı. En son, Fas’ın da İsrail Devleti’ni tanıyacak bir antlaşmaya imza atacağı duyuruldu.
Her ne kadar, İbrahim Antlaşmaları ve benzeri Arap-İsrail cephesi oluşturma çabalarının uzun vadede başarılı olacağı düşünülemese de, küresel eğilimlerin anlaşılması açısından bahse konu gelişmeler dikkat çekicidir. Evet, İsrail ile herhangi bir Arap devletinin ikili görüşmeler ve ortaklık yapması mümkün olsa da, İbrahim Antlaşmalarının kalıcı olması sürpriz olacaktır. Şayet, imzalanmasının ardından henüz üç ay geçmiş olmasına rağmen İsrail antlaşmada geçen Batı Şeria bölgesindeki Yahudi yerleşimlerinin “askıya alınacağını” (suspend) ifade ederken BAE yönetimi bu bölgede Yahudi yerleşimlerinin tamamen durdurulacağını iddia etmekte. Eşzamanlı olarak, 2016 yılında yeniden diplomatik ilişkiler tesis edilmiş olsa da, halen pek de yakın ilişkilere sahip iki ülke olarak adlandırılamayacak Türkiye ve İsrailli yetkililerin görüşmelere başladığı şeklindeki yayınlar da yine dikkatle izlenmeli.
3 Kasım’daki seçimlerde Amerika’da, 2019 başında verdiği bir röportajında ifade ettiği gibi, dış politika ajandasında “Türkiye’deki dostları” aracılığıyla, “demokratik” biçimde Türkiye’deki iktidarı değiştirmek, “Türkiye’yi Akdeniz’de yalnız bırakmak” gibi sınır aşan hedefler belirleyen Joe Biden’ın seçilmesi, 14 Aralık tarihinde , CAATSA dahilinde Türkiye’ye yönelik alınan yaptırım kararı, İsrail ile Türkiye arasında ve hatta Yunanistan-Türkiye hattında anlaşmazlıkların varlığı, hem İran’a, hem de Körfez ülkelerine, Türkiye karşıtı cephe oluşturma yahut var olan cepheye katılma yönünde esin sağlıyor. Fakat, gerek Libya, gerek Suriye’deki akıllı politikaları ile Türkiye’nin yıllardır elde ettiği kazanımları başarıyla muhafaza etmesinin önünde herhangi ciddi bir engel görünmüyor. İran ve diğer bölge ülkeleri için de süregelen anlaşmazlıklara rağmen bölgede istikrarın sağlanması ve dış müdahale gerekçelerini azaltmak için Astana süresince olduğu gibi fikir teatisinde bulunması, masaya oturulması uzun vadede kaçınılmaz görünüyor.
İlknur Şebnem Öztemel – Aday Uzman