Giriş
Açık olarak ifade etmek isterim ki, 2019 sonbaharından itibaren, dünya hiç beklenmedik bir şekilde, virüs görünümlü bir biyolojik harbe doğru sürüklenmiştir. Covid-19 salgını göstermiştir ki, bugün su yüzüne çıkmaya başlayan yeni jeopolitik dengelerde, şoklar, sürprizler ve ezber bozan gelişmeler her zamankinden daha fazla olacaktır. Bu yeni süreç, tüm dünyada post-yönetimsel, post-güvenlik ve post-istihbarat stratejilerine ihtiyaç duyulacak bir dönemin de işaretidir. Ocak ayı başından beri dünya büyük saldırının sarsıntılarını ve dehşetini yaşarken, aynı zamanda var olan diğer politik ve ekonomik krizler, ulusal ve bölgesel güvenlik sorunları da tüm hızıyla devam ediyor. Kuşkusuz, Covid-19 virüsü dünyamızın küresel ölçekte karşılaştığı en büyük tehditler arasına girmiştir. Covid-19 bir küresel tehdit olduğu kadar, tüm ulus devletler için de çok yönlü bir ulusal tehdit halini almıştır. Covid-19’un yaydığı ölümcül virüs, genetik bilimini ve tıbbı ilgilendiriyor olarak değerlendirilse de bu virüsün sosyolojik, siyasi, ekonomik, sosyal güvenlik, milli güvenlik ve tarihsel boyutları bulunmaktadır.
Kuşkusuz, Covid-19 pandemisi tüm dünyada taşları yerinden oynattı. Ekonomiden sosyal hayata, ticaretten güvenliğe, sağlıktan eğitime her alanda beklenmedik krizlere yol açtı. Salgının nerede duracağını ve ne gibi sonuçlar doğuracağını da tam olarak kestiremiyoruz. İşte ülke olarak başarmamız olan ilk görev budur. Covid-19’un ne zaman sona erebileceği ve bunun için almamız gereken biyogüvenlik tedbirlerinin kesin olarak belirlemek ve uygulamak zorundayız. Ayrıca, şu da bir gerçek ki, bu süreçte yaşanan olumsuzluklar devletlerin, sistemlerin, kurumların sorgulanmasına, liderlerin yeteneklerinin ve kriz çözme kabiliyetlerinin açığa çıkmasını sağlamıştır.
Küreselleşmeyi Yeniden Tanımlamak
Küreselleşmeyi, en kısa ve doğru biçimde, Batı’nın gerek altyapısal gerekse üst yapısal etkisini bütün dünyada yayması şeklinde tanımlayabiliriz. Günümüz dünyasında buradaki altyapının karşılığı Endüstri 5.0 devrimidir. Üst yapısal olarak ise üç temel sacayağından bahsedebiliriz: akılcılık(rasyoanlizm), sekülerizm ve demokrasi. Nihayetinde küreselleşme olgusunu tarih içinde 4 döneme ayırmak mümkündür. Bunlar;
-Birinci Küreselleşme(1490): Bu tarih Batı’nın denizler ötesini keşfini simgeler. Ulusal devleti güçlendirecek olan kolonilerin kurulmasının temeli bu tarihte atılmıştır.
-İkinci Küreselleşme(1890): Batı’nın ikinci büyük yayılması 1890’larda kurumsallaşmıştır. Sanayi devriminin yarattığı muazzam teknolojik imkânlar sayesinde, Batılı devletlerin az gelişmiş ülkelere önce büyük ticaret şirketleri, sonrasında da askeri güçleriyle üstünlük sağlaması bu dönemde gerçekleşmiştir.
-Üçüncü Küreselleşme(1990):Batı’nın teknolojik ve ekonomik açıdan mutlak üstünlüğünü ilan etesi ve ardından Berlin Duvarı’nın yıkılması.
-Dördüncü Küreselleşme(2020): Covid-19 pandemi süreciyle beraber dünyadaki sosyo-ekonomik modellerin ve yönetim-bilişim sistemlerinin tartışılmaya başlanması. Bu yeni süreç, bilişim devriminin altın çağı ve bilgi ekonomisinin küreselleşmesi olarak da değerlendirebilir.
Covid-19 Salgınına Karşı Yeni Stratejiler
Global boyuta ulaşan Covid-19 pandemi krizi, klasik güvenlik anlayışı ve uygulamalarına odaklanan kurumlarda yeni bir kırılma noktası oluşturmuştur. Dolayısıyla, kamu düzeni ve güvenliği, ülkesel ulus devlet kontrol modeli, hudut ve sahil güvenliği, terörle mücadele ve asayişten sorumlu kurum ve kuruluşların görev alan ve tanımlamaları üzerine yeniden tartışmak durumundayız. Mesela, NATO kışlaların güvenliğinden, ortak tatbikatlara kadar pek çok konu, birey güvenliği, birlik güvenliği ve tıbbi istihbarat konusunda ezberlerin bozulacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
2020 yılının ikinci yarısı itibariyle, dünya kamuoyu gündemi, yeryüzündeki toplam ağırlığı 1 gram olan bir virüsün insafına terk edilmiştir. Peki, bu 1 gram virüs ne yaptı bir bakalım:
-1 gram virüs tam 420 milyon ton insanı evine kapattı.
-1 gram virüs 1 milyar ton petrolü depolarda tuttu.
-1 gram virüs, 20 trilyon dolar kaynağın tükenmesine sebep oldu.
-1 gram virüs, 45 tane savaş ve çatışmayı durdurdu.
-1 gram virüs, 100 milyon insanı işsiz bıraktı.
Bu satırları kaleme alırken, Covid-19 salgınından kaybettiğimiz yurttaş sayısı neredeyse 6000’e yaklaşmış durumda. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’mızda verilen şehit sayısının (9167 er ve subay) yarısını geçmiş olduğumuzu ortaya koyuyor. Dolayısıyla, aslında adı konmamış bir biyolojik harp ile karşı karşıyayız. Virüsün, laboratuvar üretimi olması ya da tabiatın bir reaksiyonu olarak sahneye çıkması biyolojik bir harp ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
Dünya kamuyoyu virüste 2. Dalga ihtimalini konuşurken, şu gerçeği de ayrıca fark etmemiz gerekiyor: Covid-19’da 2. Dalganın olmaması devletlerin kendi elindedir. Eğer yeni ve etkili bir biyogüvenlik stratejisi konfigüre edilirse, 2. Dalga hiç yaşanmayabilir ve salgın tamamen son bulabilir. Virüsün mutasyon sonucu bulaşıcı etkisini arttırırken, öldürücü etkisinin azaldığını da Bilim Kurulu üyeleri ifade etmeye başladı.
Covid-19 sürecinde ana akım bilimin bir propaganda aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Covid-19 insanlık tarihinin son 2000 yılındaki en tuhaf ve sıra dışı dönüm noktalarından biri oldu. George Orwell’ın 1984 romanında tasvir ettiği DİSTOPYA DÜZENİ, bugün Orwell’ın bile hayal edemeyeceği bir sürece doğru ilerlemektedir.
Yeni Bir Stratejik Argüman: GEÇİCİ ZORUNLU HAYAT
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti salgın başladığından beri azim ve kararlılıkla mücadele etmeye çalıştı. Yer yer başarılı sonuçlar da alındı. Ancak Haziran ayının son çeyreği itibariyle vaka sayılarının tekrar artış göstermesi, artık ‘Kontrollü Sosyal Hayat’ veya ‘Yeni Normal’ yerine daha farklı bir stratejik kavram üretilmesini zorunlu kılmaktadır. İşte bu yeni stratejik kavrama, GEÇİCİ ZORUNLU HAYAT adını veriyorum. Öngördüğüm ve savunduğum bu yeni stratejik kavram, kısa sürede müspet sonuç almayı hedeflemektedir.
Sn. Cumhurbaşkanımızın 6 Nisan 2020 tarihinde ifade ettiği şu cümle, geçici zorunlu hayat kavramının önemini destekler niteliktedir:
“Devlet ile vatandaşları arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tanımlanacağı bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde, tüm dünyada bizim 17 yıldır dilimizden düşürmediğimiz ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ ilkesi, her ülkede yönetim sisteminin merkezine yerleşecektir.”
Kuşkusuz, tüm küresel salgınlar insan ve toplum sağlığıyla ilgili kısa vadeli ve süratli olumlu sonuçların yanında bazen orta ve uzun vadede ciddi boyutta sosyal, ekonomik ve politik krizleri de beraberinde getirmektedir. Covid-19 salgını da bir biyogüvenlik krizidir. Hem salgının hem de ortaya çıkardığı bu biyogüvenlik krizinin yönetilmesinde, kamu kapasitesinin ve kamu politikası yönetim sürecinin sağlıklı şekilde işlemesi de bu tür krizlerde, amme idaresinin bir zorunluluğu olan, başarılı bir eşgüdüm koordinasyon sürecine bağlıdır.
Umut Berhan ŞEN