Global boyuta ulaşan Covid-19 pandemi krizi, klasik güvenlik anlayışı ve uygulamalarına odaklanan kurumlarda yeni bir kırılma noktası oluşturmuştur. Dolayısıyla, kamu düzeni ve güvenliği, ülkesel ulus devlet kontrol modeli, hudut ve sahil güvenliği, terörle mücadele ve asayişten sorumlu kurum ve kuruluşların görev alan ve tanımlamaları üzerine yeniden tartışmak durumundayız. Mesela, NATO kışlaların güvenliğinden, ortak tatbikatlara kadar pek çok konu, birey güvenliği, birlik güvenliği ve tıbbi istihbarat konusunda ezberlerin bozulacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
2020 yılının ikinci yarısı itibariyle, dünya kamuoyu gündemi, yeryüzündeki toplam ağırlığı 1 gram olan bir virüsün insafına terk edilmiştir. Peki, bu 1 gram virüs ne yaptı bir bakalım:
-1 gram virüs tam 420 milyon ton insanı evine kapattı.
-1 gram virüs 1 milyar ton petrolü depolarda tuttu.
-1 gram virüs, 20 trilyon dolar kaynağın tükenmesine sebep oldu.
-1 gram virüs, 45 tane savaş ve çatışmayı durdurdu.
-1 gram virüs, 100 milyon insanı işsiz bıraktı.
Bu satırları kaleme alırken, Covid-19 salgınından kaybettiğimiz yurttaş sayısı neredeyse 6000’e yaklaşmış durumda. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’mızda verilen şehit sayısının (9167 er ve subay) yarısını geçmiş olduğumuzu ortaya koyuyor. Dolayısıyla, aslında adı konmamış bir biyolojik harp ile karşı karşıyayız. Virüsün, laboratuvar üretimi olması ya da tabiatın bir reaksiyonu olarak sahneye çıkması biyolojik bir harp ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
Dünya kamuoyu virüste 2. Dalga ihtimalini konuşurken, şu gerçeği de ayrıca fark etmemiz gerekiyor: Covid-19’da 2. Dalganın olmaması devletlerin kendi elindedir. Eğer yeni ve etkili bir biyogüvenlik stratejisi konfigüre edilirse, 2. Dalga hiç yaşanmayabilir ve salgın tamamen son bulabilir. Virüsün mutasyon sonucu bulaşıcı etkisini arttırırken, öldürücü etkisinin azaldığını da Bilim Kurulu üyeleri ifade etmeye başladı.
Covid-19 sürecinde ana akım bilimin bir propaganda aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Covid-19 insanlık tarihinin son 2000 yılındaki en tuhaf ve sıra dışı dönüm noktalarından biri oldu. George Orwell’ın 1984 romanında tasvir ettiği DİSTOPYA DÜZENİ, bugün Orwell’ın bile hayal edemeyeceği bir sürece doğru ilerlemektedir.
Yeni Bir Stratejik Argüman: GEÇİCİ ZORUNLU HAYAT
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti salgın başladığından beri azim ve kararlılıkla mücadele etmeye çalıştı. Yer yer başarılı sonuçlar da alındı. Ancak Haziran ayının son çeyreği itibariyle vaka sayılarının tekrar artış göstermesi, artık ‘Kontrollü Sosyal Hayat’ veya ‘Yeni Normal’ yerine daha farklı bir stratejik kavram üretilmesini zorunlu kılmaktadır. İşte bu yeni stratejik kavrama, GEÇİCİ ZORUNLU HAYAT adını veriyorum. Öngördüğüm ve savunduğum bu yeni stratejik kavram, kısa sürede müspet sonuç almayı hedeflemektedir.
Sn. Cumhurbaşkanımızın 6 Nisan 2020 tarihinde ifade ettiği şu cümle, geçici zorunlu hayat kavramının önemini destekler niteliktedir:
“Devlet ile vatandaşları arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin yeniden tanımlanacağı bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde, tüm dünyada bizim 17 yıldır dilimizden düşürmediğimiz ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ ilkesi, her ülkede yönetim sisteminin merkezine yerleşecektir.”
Kuşkusuz, tüm küresel salgınlar insan ve toplum sağlığıyla ilgili kısa vadeli ve süratli olumlu sonuçların yanında bazen orta ve uzun vadede ciddi boyutta sosyal, ekonomik ve politik krizleri de beraberinde getirmektedir. Covid-19 salgını da bir biyogüvenlik krizidir. Hem salgının hem de ortaya çıkardığı bu biyogüvenlik krizinin yönetilmesinde, kamu kapasitesinin ve kamu politikası yönetim sürecinin sağlıklı şekilde işlemesi de bu tür krizlerde, amme idaresinin bir zorunluluğu olan, başarılı bir eşgüdüm koordinasyon sürecine bağlıdır.
Artık net biçimde görülüyor ki, Güneydoğu bölgesinin neredeyse tamamı, Ankara ve Konya, pandemi kurallarına neredeyse hiç dikkat etmemektedir. Bu duruma, bayram tatilindeki rehavet ve sorumsuzluğun had safhasındaki bireysel tutum ve davranışlar da eklenmiştir. Toplumun büyük çoğunluğu 1 Haziran’da başlayan kontrollü sosyal hayat argümanını algılayamamış, sahip çıkmamış ve uygulamamıştır. Nihayetinde, virüsün yayılma hızı yeniden R1 seviyesine yükselmiştir. Eğer R1′ in altında devam etseydi, çok kısa sürede bu işi sonuçlandırmak mümkün olacaktı. Ne yazık ki, toplum bu süreçte kendisinden beklenen çaba ve başarıyı veremedi. Dolayısıyla, virüsün yayılma hızını kesmek ve tamamen yok edebilmek için kademeli olarak 21 günlük yasakların uygulanması zorunludur. Okulların açılması ise salgın R1 seviyesinde olduğu sürece asla rasyonel bir hareket olmayacaktır. Hem özel, hem devlet okulları bu eğitim öğretim yılını interaktif olarak sürdürmek zorundadır. Hatta gerekirse tüm kamusal alan bir süre bu şekilde faaliyet sürdürmek zorunda kalabilir. Kabullenmek gerek; Covid-19 vakalarının yeniden binin üzerine çıkılmasıyla yeni önlemlerin hayata geçirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Dolayısıyla, vaka sayılarının kontrol altına alınamadığı bölgelere özel yasaklar uygulanacak. İl, ilçe, mahalle, köy bazında risk durumuna göre karantina veya sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmesi olağan bir durumdur.
Başta İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Konya, Malatya, Şanlıurfa, Mardin ve Batman olmak üzere hareketliliğin fazla olduğu, izolasyonun sağlanamadığı kentlerdeki ilçe, semt ve mahallelerde 21 gün sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi mecburi hale gelmiştir. Zorunlu ihtiyaçlar ve istisnai durumlar dışında ilçeler arasında geçişler kapatılmalıdır.
Covid-19 salgını göstermiştir ki, çok yakında su yüzüne çıkacak olan yenidünya dengelerinde sürprizler ve ezber bozan gelişmeler her zamankinden daha fazla olacaktır. Bu, tüm dünyada post-istihbarat stratejisine ihtiyaç duyulacak bir dönemin de işaretidir. Covid-19’un dünyaya kavrattığı temel gerçeklerin başında tıbbi istihbarat kavramı gelmektedir. Tıbbi istihbarat konusunda, kurumsal bazda çalışma yapan az sayıda ülke bulunmaktadır. ABD bu konudaki çalışmalarını 2. Dünya Savaşı başlarında kurduğu, ‘The National Center for Medical Intelligence’ (Ulusal Sağlık İstihbarat Merkezi) ile başlatmıştır. ABD sınırları içerisinde Amerikan devleti personelinin ve halkını, yani kamu sağlığını korumak amaçlı çalışan bu merkez, ABD askeri ve sivil toplumların sağlığını etkileyebilecek olumsuz küresel sağlık olaylarını kontrol etmek, yönlendirmek ve kullanmak için kurulmuştur. Ulusal Sağlık İstihbarat Merkezi (The National Center for Medical Intelligence-NCMI) ABD Savunma İstihbarat Ajansına (Defence Intelligence Agency -DIA) bağlı bir merkezdir. 1950’den, 2000’lere kadar, CIA, LSD ve diğer kimyasalların insanlar üzerinde denenmesi konusunda Amerikan Ordusu’yla eşgüdüm ve koordinasyon içinde çalışmıştır. Tıbbi istihbarat konusunda ABD’deki bir diğer kurum ise, SOD (ABD Ordusu Biyolojik Araştırmalar Merkezi Özel Operasyonlar Dairesi) dairesidir. SOD’ un temel görevi CIA için biyolojik araştırmalar yapmaktır. Bugünkü koşulların zorunlu kılması nedeniyle de, Türkiye’de benzer bir merkez TSK bünyesinde kurulabilir ve MİT ile eşgüdümlü bir çalışma yürütebilir. Ya da, Savunma Bakanlığı ve MİT bünyesinde benzer şekilde tıbbi istihbarat dairelerinin kurulması gündeme gelebilir.
Yeni Post-istihbarat stratejisi
Covid-19 salgını ile beraber, dünya modernizmin son kalıntılarının tamamen tasfiyesini ve postmodernizmin kendi iç çelişkilerinin de ortaya saçılmasını sağlamıştır. Dünya post modernizmin yaşadığı bu büyük tehdit sonucunda yeni bir yapılanmaya doğru giderken, ülkelerin ve özellikle büyük güçlerin güvenlik kurumları, güvenlik algılamaları ve gizli servisleri de Türkiye’de istihbarat teşkilatının ‘Grand’ stratejisinin en önemli görevi, ulusal güvenlik istihbaratının sağlıklı bir biçimde sağlanması ve milli güvenlik siyaset belgesinde formüle edilen milli hedeflere ulaşmak için, Türkiye’ye karşı yürütülen kontr-espiyonaj (karşı istihbarat) faaliyetlerini sürdüren yabancı gizli servislere karşı, önleyici-türevsel bir istihbarat yaklaşımıyla karşı koyabilmektir. Stratejinin planı, önleyici istihbarat yaklaşımının, en kısa zamanda, en mükemmel sonucu vereceği doğrultuda organize edilmesidir. Bugünkü bölgesel, küresel ve sosyo-ekonomik koşullarda, Milli İsithbarat Teşkilatı, Türk toplumunu huzur, barış ve güven içinde bir arada tutmanın vazgeçilmez bir aracı haline gelmiştir. Bu görev ve misyonunu en güçlü ve istikrarlı şekilde devam ettirmek için yeni bir post-istihbarat stratejisine ihtiyaç duyulmaktadır. Postmodern dünya sosyal düzeninin mutasyon yaşadığı bu yeni evrede, Türkiye milli istihbarat stratejisinin ana hatları, Türk ve dünya tarihindeki bazı kırılma noktalarına, askeri strateji ile bir analoji yapılarak pratik ve somut biçimde belirlenebilir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, günümüz Türkiye ve dünya jeopolitiğinde güncellenen ve belirlenen versiyonuyla, ‘İç ve Dış Güvenlik Esasları’ ve ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre yeni bir milli istihbarat direktörlüğü sistemi oluşturabilir. Milli İstihbarat Direktörlüğü Sistemi, ülkemizdeki tüm istihbarat kuruluşlarının stratejik ve yönetimsel liderliğini, genel güç konfigürasyonunu ve aynı zamanda oluşturulması gereken Milli İstihbarat Programı’nın yöneticiliği ile gözlemciliğini yapma misyonunu yürütebilir. Zira, Covid-19 salgını göstermiştir ki, çok yakında su yüzüne çıkacak olan yeni dünya dengelerinde sürprizler ve ezber bozan gelişmeler her zamankinden daha fazla olacaktır.
Unutmadan; Sonsuza dek süren hiçbir savaş olmadığı gibi, sonsuza dek süren hiçbir salgın da yoktur. Pandemi, belli başına bir biyogüvenlik ve ulusal güvenlilk sorunudur. Pandemi, ulusal boyutta topyekün mücadele ve dsiplinle üstesinden gelinebilecek bir tehdittir. Türkiye’deki herkes bu süreci her açıdan eşit koşullarda yaşarsa ve eşit şekilde kurallara uyarsa, Covid-19 salgınını çok kısa sürede atlatacağız.
Umut Berhan ŞEN
umutsen91@outlook.com