Twitter Facebook Linkedin Youtube

COVİD-19 VE ULUS DEVLETLERİN GELECEĞİ -1

Tüm dünya Covid-19 salgınından kurtulmaya çalışırken, aslında şu sıralar ulus devletlerin yöneticilerinin ve özellikle büyük güçlerin istihbarat servislerinin acilen cevaplaması gereken bir soru var. Ulus devletlerin geleceği ne olacak? Tamam mı? Devam mı?

Covid-19’un Çin’de ortaya çıkıp yıkıcı bir etki yapması ve dünyaya yayılmasıyla birlikte iletişim araçları yoluyla herkeste korku, panik ve öngörülemez bir istikrarsızlık başlamış durumda. Her gün binlerle ifade edilen ölümler insanlığı esir alırken,  fabrikalarda üretimler durdu, milyonlarca insan işsiz kaldı. Küresel çapta ekonomiler durma noktasına geldi ve büyük şirketler değersizleşerek el değiştirmeye başladı, Çin, İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere ve hatta ABD virüsle mücadele konusunda çaresiz kaldı.

Dünyamızın İspanyol gribi (1918-1920) sonrasında gördüğü en büyük  küresel salgın olan Covid-19’un farklı alanlarda önemli değişimlere neden olacağı şüphesizdir. Bunların derece ve kapsamı salgının süre ve tahribatı tarafından belirlenecektir. Şu sıralar gelinen süreçte, küresel gelişmenin, küresel ölçekli ekonomik durgunluk, otoriterliğin güçlenmesi, uzaktan çalışma ve yapay zeka kullanımının yaygınlaşması, özel hayat alanının daraltılması ve kısa vadede, bütçelerde sağlık ve acil durum planlamalarına ayrılan payların artışı benzeri sonuçlara yol açmasını öngörmek rasyonel ve tutarlıdır. Tüm bu gelişmeler ulus devletin kaderini tayin edebilecek muhtemel etkiler olacaktır.

  Ulus devlet, kuşkusuz çağımızın en önemli kavramıdır. Tarihte ulus devlet kavramı hep bir bayrak etrafında, liderler etrafında ve hatta milli marş ve özel günler etrafında doğmuş ve yaşamıştır. Ulus devlet kavramı, inanç otoritelerini dinlememekten tutun da, halkın bağımsızlığına inanmaya ve halkı baskı altına almaya kadar; Avrupa’da XIV. Louise ve VII. Henry örneklerinde olduğu gibi sıklıkla görülmüştür.

Türk Ulus Devlet geleneğinin bekası açısından bugün can alıcı soru şudur: Çin ekonomisinin derinden yara aldığı ve üretim merkezlerinin Asya kıtasına yayıldığı bu dönemde Türkiye’nin, bu süreci lehine değerlendirerek bu yeni dünya düzeninin önemli aktörlerinden biri olarak ön plana çıkması ne derece mümkündür?

Ülkelerin ve yönetimlerin yeniden dizayn edildiği yeni bir tasarım süreciyle karşı karşıyayız.  Covid-19 salgın sürecinde tasarlanan ve şekillenen yeni dünya sistemine karşı, ulus devletlerin daha da güçleneceği, yönetimlerde otoriterleşmenin daha da artacağı bir karşı ”yönetimsel algoritma” da ABD, İngiltere, Kanada, Almanya, Rusya ve Türkiye gibi kurgulanmaktadır.

Ülkemiz, dünya coğrafyasında büyük güç merkezlerinin tam ortasında yer alan, farklı dinlerin ve kültürlerin temas alanı ve kesişme noktasında bulunan merkezi konumu ile güç dengesinde bir mihenk taşıdır. Ülkemizin söz konusu konumu, kendisine çoklu jeopolitik ve jeostratejik imkanlar, seçenekler sunduğu gibi, pek çok riskle karşılaşmasına da neden olmaktadır.

Ulus devletin yeni yönetimsel algoritması, aynı zamanda Covid-19 sonrası daha sık dile getirilen tek dünya devleti (dünya konfederatif modeli) distopyasına karşı bir ulusal reaksiyon niteliği taşımaktadır. Covid-19 salgını sonrası yeni bir dünya düzenine doğru gidildiğini savunan küresel güç ve sermaye odakları, bir global trends olarak, ulus devlet kavramını kıyasıya bir şekild eleştirmekte ve daha da ileri giderek ulus devlet paradigmasına saldırmaktadırlar. Dolayısıyla, ulus devletin modasının  geçtiğini, geride kaldığını ileri süren küresel güç ve sermaye odakları bile mevcut tutumları ile ulus devlet kavramını güncelleştirmektedirler. Bu güncellenen tartışma, özellikle Covid-19 ve hemen akabindeki siyahi yurttaş Floyd’un ölümü sonrasında hız kazanmıştır.

Şu gerçek artık gün yüzüne çıkmış durumda: 11 Eylül’le birlikte tüm dünyayı değiştirmek ve yeni bir dünya düzeni kurmak isteyen kesim ile buna karşı koyan cephe arasındaki savaşta yöntem-araç farklılaşması söz konusu.

Avrasya coğrafyasının gerçek sahibi olan kadim uluslar ve devletler, bu coğrafyada yıllardır sürüp giden savaş tehlikesinden kendisini kurtarmaya çalışırken, bu bölgede istedikleri gibi normal bir askeri savaş senaryosunu uygulama alanına getiremeyenlerin, bunun yerine bir alternatif çatışma türü olarak, biyolojik savaşı tercih etmeleri, aslında ABD başta olmak üzere büyük güçlerin yıllardır beklediği bir durumdu.

1987 yılında ABD Yale Üniversitesi Uluslararası Güvenlik Direktörü olan Prof. Paul Kennedy’nin 21. Yüzyıla Hazırlanmak” başlıklı raporu Pentagon tarafından yayınlandı. Paul Kenedy’nin 2000’li yıllarla ilgili bilimsel verilere dayanan değerlendirmeleri son derece önemlidir. Zira, raporda hem 90’lı yılların başında SSCB’ nin dağılacağı gibi yakın stratejik öngörüler hem de 2020-2030 arası küresel çapta gerçekleşecek biyolojik savaşlar ve dünya geneli ağır gribal enfeksiyon salgınları öngörüleri dile getirilmektedir. (Rapor, 1993 yılında dönemin Harp Akademileri Komutanı Org. Kemal Yavuz’un emriyle Türkçe’ye çevrilmiş ve harp akademileri eğitim yayını olarak kurmay adaylarına okutulmuştur.)

Rapordaki 2020-2030 arası öngörülerle ilgili başlıklar şu şekildedir:

-ŞEHİRLER FAKİRLİĞİN MERKEZİ OLACAK

-NÜFUS PATLAMASI

-BİLİŞİM DEVRİMİ VE PETROL ŞİRKETLERİNİN ÇÖKÜŞÜ

-YENİ DÜNYA TANIMI VE BİYOTEKNOLOJİK DEVRİM

-ROBOTİK OTOMASYON VE YENİ SANAYİ DEVRİMİ

-ULUS DEVLETLERİN SONU

-DÜNYA İÇİN YAKLAŞAN BÜYÜK TEHLİKE: ÇİN

-AMERİKA’NIN İKİLEMİ (Cumhuriyetçi-Demokrat savaşını uzun vadede kim kazanacak?)

-POLİTİK HUZURSUZLUK: LİDERLİK ASASI ÇİN’İN ELİNDE

-BİYOLOJİK HARPLER VE VİRÜS BELASI

-AVRUPAYI KÖTÜ GÜNLER BEKLİYOR

Raporun son sayfasında (s.55) yer alan ifadeler, günümüz ve gelecek açısından son derece düşündürücü ve kritik cümleler içermektedir. Aynen aktarıyorum:

”Dünya ekonomik alanda tek bir yöne kanalize olmuştur. Politik alanda ise milli akımlar azalmaktadır ki, sonuçları ciddi boyutlara varacak gelişmeler olacaktır. Dünyadaki iki karşıt tez olan ulus devlet ve küresel devlet kavramları dünayda bir çok gerilim ve tartışma çıkarmaya müsaittir. Bugünlerde toplumları teknolojik değişim ile ekonomik entegrasyonu uyumlaştırabilmeyi; Geleneksel politik yapı, milli vicdan, sosyal gerekler ve kurumsal düzenlemelerin egemen olduğu bir dünyada yapmak zorundadır. ABD Başkanları bu gözlemi artık iyi yapmalı, ülkeyi geleceğe uyum için hazırlamalı ve öncülük etmelidirler. Amerikan liderleri bugüne kadar  böyle bir atılım yapacak cesareti gösteremediler. Bugün sokaktaki insanlar dünyanın değiştiğinin farkındalar ve bu değişimden endişe duyuyorlar. Politik liderlerinden ise memnun değiller. Gelişme Yolundaki Ülkeler’de, gelişmiş ülkelerde ve  Marksist rejimlerde gençlerin din ve diğer aşırı uçlara kaymasının en önemli nedeni de budur. İnsanlar artık soğuk savaşlardan ve korumacılıktan hoşlanmıyorlar. Aksine, ülkenin yapısını ve kişisel yapılarını değiştirecek ve kendilerini 21. yüzyılın gereksinimlerine göre hazırlayacak politikacılar ve liderler arıyorlar. Taviz veren, çeşitli menfaat gruplarına hizmet eden ve bu pazarlıkların içinde olan politikacıları istemiyorlar. Politikacıların artık dünya meselelerine daha çok eğilmesini arzu ediyorlar. Dünyadaki toplumlar 21’nci yüzyıla hazırlığı üç önemli nedenden dolayı ciddiye almalıdırlar:

1- İnsanlar arasındaki rekabet artık her alanda büyüktür. Tekrar düşünmeyen, tekrar eğitilmeyen ve tekrar kalıplanmayan ülke ve insanlar 21′ nci yüzyılın rekabetine dayanamayacaklardır.

2- Demografi ve çevre sorunları… Dünya, bu nüfusumuz ile bizleri taşıyamaz duruma gelmiştir. Çareleri bizim bulmamız ve uygulamamız şarttır.

3- Savaşlar ve çekişmeler artık dünyanın ve insanların kaldıracağı boyutların ötesinde gelişmektedir. Sosyal, siyasal ve dinsel huzursuzluklar ve çattışmalar sadece kıt olan kaynakların daha fazla israf edilmesine neden olacak, sonuçta kimse önemli bir kazanç sağlayamayacaktır. Üzülerek söylemek gerekirse; Politik liderlerin dünyadaki karışıklıkları önlemek ve durdurmak için fazla şansları yoktur. Bizler de kendimizi bu karışıklıklara göre hazırlamak zorundayız.”

Paul Kennedy’nin kaleme aldığı 55 sayfalık bu rapor, dile getirdiği öngörülerle günümüze dek yaşanan ve 2020 sonrası yaşanabilecek olan pek çok olayın işaret fişeği niteliğinde bir açık istihbarat çalışmasıdır. Zira Paul Kennedy son elli yıldır ABD’nin tehdit konseptlerine, stratejilerine ve gelecek planlamalarına yön veren isimlerin en başında gelmektedir. Pentagon’un bakanlık içi düşünce kuruluşu olan ‘Durum Tespit Ofisini (ONA) 1973 yılında oluşturulmasından beri yöneten tek isim olan Andrew Marshall’ın(1921-2019) yardımcısıydı. Paul Kennedy, Marshall 2019’da vefat ettikten sonra, halen bu ofisteki görevine devam etmektedir ve şu an ABD başkanı Trump’ın ulusal güvenlik danışmanları arasındadır.

Bugün,  Covid-19’un ulus devletlere yönelik jeopolitik etkisinin Richard Nathan Haass’ın işaret ettiği gibi, “tarihi yeniden şekillendirme” değil, “hızlandırma” şeklinde olabileceği ihtimali daha mantıklı görünmektedir. (Richard Nathan Haass, Amerikalı diplomat ve CFR üyesidir. ABD’nin dış politikası konusunda önde gelen isimlerden biridir.) Haass’a göre Covid-19 sonrası beklenmesi gereken 2. Dünya Savaşı sonrasının işbirliği değil, 1. Dünya Savaşı sonrasının belirsizliğidir. Dolayısıyla bu yeni süreç, ABD liderliğinin düşmeye devam etmesi, küresel iş birliğinin daha da zayıflaması, birçok ülkenin iflas etmesi ve  ‘grand stratejide jeopolitik rekabetinin derinleşmesi’ anlamına gelecektir. Nihayetinde, uluslararası sistemin geleceğinin şekillenmesinde en etkili iki süper güç oaln ABD ve Çin’in pandemi sonrasında iş birliği yapmaması, aksine çok boyutlu ve sert bir kapışmaya girmesi, ticaret savaşlarına biyolojik savaşın da eklenmesi anlamına gelmektedir.

Umut Berhan ŞEN

@umuten16
SASAM Uzmanı / Ulusal Güvenlik Analisti- Yazar

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: