Twitter Facebook Linkedin Youtube

21 MAYIS ÇERKES SÜRGÜN VE SOYKIRIMI

Umut Berhan ŞEN

Yerküremiz, son 5 aydır yaşadığı büyük korku ve tehdidi atlatmaya çalışıyor. Bugüne dek yaklaşık 300 bin insanın yaşamını yitirdiği ifade ediyor. Büyük bir trajedi ve direniş olarak da görülebilecek Coid-19 ile mücadele sürecinde, Mayıs ayının ikinci yarısında, hatırlamamız gereken büyük bir insanlık trajedisi daha var: 21 Mayıs Büyük Çerkes Sürgün ve Soykırımı…

   Bu yazıyı yazmaya teşebbüs etmek, benim için bir görev ve bir vicdan borcu. Zira, hem Kafkas kökenli bir insan hem de Çerkes toplumunun en bilinen boylarından biri olan Ubıh’lara mensup olmama karşın, bu konuyu ele alırken mümkün mertebe nesnel olmaya çalışsam da dünyanın dört bir yanına dağılmış Çerkesler için sadece bir ağıt değil, bir övgü olarak değerlendirilebilir yazdıklarım. Aslında her halk, her ulus kendi tarihinde övgüye değer olaylar yaşamıştır. İşte, adına Çerkes denilen cesur ve asil toplum, tarihinden ve manevi değerlerinden gelen olağanüstü bir kültür mirasının üstüne, bir de acıyı, katliamları ve sürgünü yaşamıştır. Dolayısıyla Çerkes Sürgünü, aslında kitlesel bir imha soykırımı niteliğinde yaşanmış bir trajedidir. Dünyanın gözü önünde, tüm Kuzey Kafkas halkları öncelikle Türkiye’ye, bir bölümü ise Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasına sürgün edilmiştir. Tarihin en eski ve kadim çağlarından beri yaşadıkları atayurtları Kuzey Kafkasya’da eşsiz bir dil ve kültür geliştiren Çerkesler yüzyıllarca süren onurlu direnişlerine rağmen Rus Çarlığı’nın yayılmacı politikaları ve stratejik hedefleri doğrultusunda soykırıma uğramış ve Atayurtlarından sürgün edilmiştir.

Çerkesler Kuzey Kafkasya’nın otokton (yerli) halkı olup binlerce yıldır bu coğrafyada yaşamıştır. Dilleri bir insanın çıkarabileceği tüm sesleri barındırır. Efsanevi Elbruz dağlarının güzellik, cesaret ve gizemini yansıtan büyüleyici bir kültürleri vardır. Dolayısıyla, Çerkesler olmadan Kuzey Kafkasya, Kuzey Kafkasya olmadan Çerkesler düşünülemez. Kuzey Kafkasya’nın doğal güzellikleri Rus edebiyatına mal olmuştur. Mesela, ünlü Rus romancı Puşkin’in “Kafkas Mahkumu” adlı şiiri, Lermontov’un Çağımızın Bir Kahramanı adlı romanı ve Tolstoy’un Kazaklar ile Hacı Murat adlı romanlarında bu güzelliklerden bahsedilir. Kuzey Kafkasya’nın yüksek dağları ve derin vadileri kadim halk efsanelerine de ilham kaynağı olmuştur. Prometheus bu topraklarda zincire vurulmuş, Argonotlar altın postun yatağını buralarda aramış, ilahiliğin ve sonsuzluğun sembolü olan mitolojik kuş Simurg Kaf Dağı’nın yüksek tepelerinde uçmuştur. Kuzey Kafkasya, Avrasya’nın etnografik açıdan en karmaşık bölgesini oluşturmaktadır. “Diller Dağı” olarak da bilinen Kafkas Dağları, farklılıkları ile insanı şaşırtan pek çok etnik topluluğa ev sahipliği yapmaktadır. Bu toplulukların bazıları çok eski çağlardan beri bu bölgede yaşayagelmiştir. Bu gruplarca aşağı yukarı elli dil konuşulmakta olup bunların çoğunun dünya üzerindeki diğer dillerle hiçbir akrabalığı bulunmaz. Bu dil karmaşık ve egzotik karakterleri ile Avrasya’nın diğer dillerinden de farklıdır. Bölgede üç farklı yerli dil ailesi bulunmaktadır; Güney-Kartvel, Kuzeydoğu ve Kuzeybatı. Kuzeybatı dilleri olan, Abhazca/Abazaca, Ubıhca ve Adıgece bölgenin belki de en karmaşık dillerindendir.

Çerkes kimliğinin tarihi süreçte şekillenmiş sosyal ve etnik yapısına baktığımızda, Çerkesler’in atayurdu olan Kuzey Kafkasya’nın demografik unsurlarının, ADİGE(Şapsığ, Abzakh, Hatukay, Beseney, Kabardey vs.), ABHAZ ve UBIH’lar başta olmak üzere, Çeçen-İnguş grupları ve Dağıstan bölgesinde yaşayan (Avar, Lak, Lezgi vb. kabileler) tarihi otokton halklar ile bölgeye sonradan gelip yerleşen halklar olan Türk kökenli Karaçaylar, Balkarlar, Nogaylar, Kumuklar ile aslen İndo-Germen kökenli bir halk olan Osetler’den oluştuğunu görüyoruz. Bugün, Çerkesler’in çok büyük bir kısmı Kuzey Kafkasya dışında yaşıyor. Türkiye’de, Kafkasya’da yaşayanların 5-6 misli Çerkes bulunuyor. Ayrıca Suriye, Ürdün ve İsrail’de de önemli Çerkes yerleşimleri bulunuyor. Avrupa ülkeleri, ABD ve dünyanın diğer pek çok bölgesinde de Çerkesler var olma savaşı veriyorlar.

1556’dan 1864’e dek, Çerkes halkına boyun eğdiremeyen Çarlık Rusyası, Çerkesler’i sürgün etmeye karar verdi. Çerkesya’nın yerli halklarından temizlenmesi amacıyla uygulanan sistemli politika sonucu, Çerkesler’in büyük bir kısmı 1864’de çok kısa bir süre içerisinde, atayurdundan korkunç koşullarda sürgün edildi. Bu, insanlık tarihinin gördüğü en acımasız sürgün ve soykırımlardan biridir.  Ancak tüm baskılara, dağılmışlığa, acılara karşın Çerkesler varlıklarını ve kimliklerini korudular, yaşattılar, 21 Mayıs’ı ve anayurtlarını hiç bir zaman unutmadılar. Şimdi gelelim sürgün ve soykırım meselelerine. Öncelikle bu iki kavramı tanımlamak, sonrasında da 21 Mayıs Büyük Çerkes Sürgünü ve Çerkes Soykırımından bahsetmek istiyorum.

Sürgün ve Soykırım; Kuzey Kafkasya insanının belleğinde acı ile yer etmiş iki sözcüktür. Sözlüklere baktığımızda sürgün; ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimse veya topluluk, şeklinde tanımlanmaktadır. Soykırım ise; bir insan topluluğunu, ulusal, dinsel, politik vb. sebeplerle imha etmek, katletmek olarak tanımlanmaktadır.

Bulundukları jeopolitik konum nedeniyle Kuzey Kafkasya coğrafyası ve üzerinde yaşayan Çerkes halkı, tarih boyunca birçok saldırıya maruz kalmıştır. 1556 yılında tahta geçen Çar 4. İvan’la başlayan ve 1864 yılına kadar süren savaşlar sonunda çok acıdır ki,  (Ruslar’ın 1 milyon üzerinde asker kayıplarına rağmen) Kuzey Kafkasya’yı işgal etme amaçları nedeniyle Çerkes halkını kitlesel olarak imha etme hareketine girişmişlerdir.

ABD’li ünlü tarihçi Justin McCartHy’in şu ifadesi konumuz açısından oldukça önemlidir:

‘Osmanlının Kırım Savaşını kaybetmesinin ardından, Rusya, Kafkasya üzerindeki baskısını olağan üstü düzeye çıkardı. Bu baskı karşısında daha fazla direnemeyen Kafkas ulusları, önce Şeyh Şamil’in teslim olmasından, 1864’te de son büyük savaşı kaybetmelerinden sonra tarihin en büyük sürgün ve katliamı ile karşı karşıya kaldı.’  

21 Mayıs 1864 tarihi, 300 yıl süren Kafkas-Rus savaşlarının sona ermesi ve Kuzey Kafkas halklarının sürgüne zorlanmasının başlangıç tarihidir. Bu tarihten sonra Çerkes toplulukları dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır. Sürgün süreci içerisinde birçok insan hayatını kaybetmiş, sürüldükleri topraklarda ise hastalık, açlık ve yoksulluk gibi problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Sürgün yolunda çekilen çileler, yolda telef olanların feci durumları Trabzon’daki Rus konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekte olan General Katraçef’e yazdığı raporda şöyle anlatılır:  ‘’Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70,000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24,700 kişiden şimdiye kadar 19,000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63,900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110’000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım.” İşte bu suretle peş peşe sürüp gelen felaketlerin ve musibetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve faziletkar milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskan edilmiştir.’’

  Atayurtlarından koparılan Çerkesler’in Karadeniz üzerinden Osmanlı topraklarına gerçekleşen sürgünü sırasında nüfusun büyük bir kısmı yaşamını kaybetti. Rus ordusu, boşaltılan ve yakılıp yıkılan Çerkeslerin topraklarına Rus, Ukraynalı, Ermeni, Gürcü ve diğer topluluklardan insanları yerleştirdi.

  Günümüzde yapılan araştırma ve incelemeler sonucu, Osmanlı topraklarına sürgün edilen Çerkes sayısının 500 bin ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Güvenilir arşiv kaynaklarına dayanan çalışmalara göre bu sayı 1.5 milyon kişi olarak hesaplanmıştır. Ancak bu nüfusun yaklaşık üçte biri yollarda ve yerleştirildikleri bölgelerde, hastalık, açlık ve kötü yaşam koşulları nedenleri ile yok olmuştur. Bu nedenle Osmanlı topraklarında kendilerine yeni bir yaşam kurabilen insanların sayısının yaklaşık 1 milyon kişi olduğu tahmin edilmektedir. Merhum tarihçi, Kemal Karpat 1859-1864 arasında çoğu Çerkes olmak üzere yaklaşık 2 milyon Kuzey Kafkasyalının göç ettiğini, bunların sadece 1.5 milyonunun yeni yerleşim yerlerine ulaşabildiğini tahmin etmektedir. (Kemal Karpat, Ottoman Population 1850-1914, University of Wisconsin Press, 1985)

Modern ve hümanist geçinen Avrupa kamuoyu, Çerkes soykırımı ve sürgünü karşısında sessiz kalmıştır. Mesela, 7 Temmuz 1864’te Kafkasya’nın tamamıyla işgal edilişinden sonra Karl Marx, New York Tribune gazetesindeki köşesinde şu ifadeleri kullanıyordu: “Rusya’nın Kuzey Kafkasya halkına karşı uyguladığı zecri tedbirler ve Avrupa’nın ahmaklık derecesindeki ilgisizliği ve görmezlikten gelişi, Rusya’nın işini kolaylaştırıyordu. Polonya inkılâbının boğulması ve Kuzey Kafkasya’nın işgali 1815’ten bu yana Avrupa için önem arz eden en büyük iki olaydır.”

Bugünkü reel politik düzlemden konuya bakarsak, Çerkes halkının varoluşu açısından en önemli bu üç faktör, üç kavram ile özetlenebilir: soykırım, sürgün ve asimilasyon. Çerkesler, bir toplum olarak varlıklarını sürdürebilmek için bu üç faktöre karşı, nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, tüm temel insan haklarının güvence altına alınması ve korunması; Kuzey Kafkasya’ya dönüş hakkının kabul edilmesi ve atayurttaki nüfusun belirli bir asgari düzeye ulaşması; ve uğradıkları tarihsel haksızlığın, soykırım ve sürgünün etkilerinin telafi edilmesi için mücadele ediyor.

Son söz; ‘Herkes yediğini kusar’ Ubıh (Çerkes) atasözü.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: