“Türk çocuğu öksüz kalır,yurtsuz kalamaz!” diye bir söz vardır. Bu sözleri çok beğenmiş üzerinde çok düşünmüştüm. Sonradan hikayesini de kimin söylediğini de öğrenince derinden etkilenmiştim. Tarihimizde “93 harbi” olarak adlandırılan 1877-1878 yıllarındakı Osmanlı-Rus savaşında yaşanan bir olaydır. Öncelikle neden 93 harbi denildiğini kısaca hatırlatmak isterdim. Osmanlı-Rus savaşı başlangıcı miladi takvimle 24 nisan 1877’de,Hicri takvimle ise 1294 yılında başlamıştır. Ancak malum olduğu üzere Osmanlı Türk İmparatorluğunda bahsi geçen dönemde mali ve siyasi işler için Rumi takvimi kullanılıyordu ve Rumi takvime göre savaşın başlangıcı 1293 yılına rastladığı için, ‘93 Harbi’ diye adlandırılmıştır. Bahsi geçen bu harbin kahramanlarından biri olan Nene Hatun Türk kadınının vatanına,yurduna ne kadar güçlü bir sevgiyle bağlı olduğunu kanıtlayan en etkileyici örneklerden biridir. 93 harbinde kahraman Türk kadını Nene Hatun henüz 22 yaşında gencecik bir kadın olmasına bakmayarak küçük yaştaki oğlunu ve üç aylık bebeğini beşikte bırakmış vatanı için savaşa katılmıştır.”Bu bebeği bana Allah verdi, ona Allah bakar”diye söylemiştir. Şehit olan ağabeyinin silahını almış ve “Bebem anasız büyür de, vatansız büyüyemez.” diyerek Erzurum halkıyla cepheye koşmuş, vatan savunmasında bulunmuştur. Aziziye tabyalarında Nene Hatun’un halkı teşvikiyle Ruslar durdurulmuşdur. Meşhur “Türk çocuğu öksüz kalır, yurtsuz kalmaz” sözü de Nene Hatun’dan esinlenilmiştir. İşte yurt, vatan sevgisi uğruna bir Türk kadını beşikteki bebeğini geride böyle bırakmıştır. Pekiyi vatan toprağını bu denli önemli, değerli kılan nedir? Bu sorunun cevabını asil Türk düşünürü, şairi Mehmet Akif Ersoy “İstiklal Marşımızda içten duygularla şu dizelerle veriyor:
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Vatan toprağı bu sebepten paha biçilemez değerdedir. Aynı Mehmet Akif Ersoy gibi Azerbaycan Türk’ü düşünür, şair Abbas Sehhet’de “Vatan” isimli şiirinde yurdun, vatanın önemini şu dizelerle ne güzel ve içten anlatıyor:
Könlümün sevgili məhbubu mənim,
Vətənimdir, vətənimdir, vətənim.
(Benim gönlümün sevgili yari,
Vatanımdır, vatanımdır, vatanım)
Məni xəlq eyləmiş əvvəlcə Xuda,
Sonra vermiş vətənim nəşvü-nüma.
(Beni önce yaratmış Allah c.c,
Sonra vatanım büyütmüş.)
Vətənim verdi mənə nanü-nəmək
Vətəni məncə unutmaq nə demək?
(Vatanım verdi bana tuz ekmek.
Vatanı nasıl unuturum?,bence unutmak olmaz)
Anadır hər kişiyə öz vətəni,
Bəsləyib sinəsi üstündə onu.
(Her kişinin vatanı ona anadır
Onu göğsü üzerinde besleyen)
Südüdür ki, dolanıb qanım olub,
O mənim sevgili cananım olub.
(Vatanın sütü benim kanım oldu,
O benim sevgili yarim oldu.)
Saxlaram gözlərim üstə onu mən,
Ölərəm əldən əgər getsə vətən.
(Onu gözüm gibi sakınır saklarım ,
Ölürüm elimden giderse vatan)
Dünyanın dört bir yanındaki yurttaşlarımızı, soydaşlarımızı, kandaşlarımızı da bu değer, bu sevgi birleştiriyor. Atalarımız tarihin her döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır’ sözlerinin gereğini yapmıştır. Tarihte biz Türk’lerin vatan sevgisinin, yurd ahlakının benzeri yoktur. Bizi bir araya toplayan, bütün mazeretleri kenara koyduran vatan toprağına, yurdumuza olan aşkımızdır. Bütün Türk Dünyasını bir arada birlik ve dirilik içinde yaşadığını görmek en büyük amacımızdır. Türk Dünyasının büyük yazarı,şairi Ziya Gökalp’ın ünlü “Turan” şiirinde söylediği gibi :
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!”
Ne var ki; bugün bütün Türklerin yurdu olan Turan’a giden yolun özü olan Karabağ, Tebriz, Kerkük, Doğu Türkistan ve daha niceleri her bir bilinçli, soyuna bağlı Türk’ün kalbinin kanayan, acıyan yarasıdır. Hal böyle olunca Azerbaycan’lı Oğuz Türkü olarak bu yaranın acısını kalbimde derinden hissediyorum ve bu duyguyla kaleme aldığım “Türk Yurdu” şirini sizlerle de paylaşıyorum:
TÜRK YURDU
Sorma bana kimim, neyim…
Bacası tütmeyen bir ev
Ezansız bir minareyim…
Düşmana yurt olmuş olan…
Karabağ’da açan çiçek,
Tebriz’deki Türk diliyim
Kerkük’teki Türkmenim ben…
Zulüm altında Uygur Türkü…
Hasret kalan Kırım’ım ben…
Türk’ün ağlayan yurduyum…
Kalbi kırık Türk kızıyım…
(Aynur Talıblı)
Tarihe bakarak teselli ediyorum kendimi. Cesur, mert ve yiğit Türk atalarımızın kahramanlığı ve imanı bana güç veriyor. Bir de İbni Haldun’un “Su nasıl suya benzerse, bir milletin geleceği de geçmişine öyle benzer.” sözünü hatırlıyorum da demek ki, Türk milleti olarak bizler de eninde sonunda asil, soylu atalarımız gibi yiğitce vatanımıza yurdumuza sahip çıkacağız, masumca akan Türk kanına dur diyeceğiz, Türk ülküsünü her daim yükselteceğiz. Bütün gözü yolda, kulağı seste olan Türk yurtlarımızı ve zülme uğrayan soydaşlarımızın sesli ve sesiz çığlığını duyacağız ve gereğini yapacağız inşAllah. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş:
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettigi günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Hakk’ın vadettiği günlere ulaşmayı Türk milleti olarak Hakk’tan (c.c) niyaz ediyoruz. Turan’a uyanacağımız günler için çalışıyor çabalıyoruz.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!
Aynur TALIBLI – Tarih ve Medeniyet Araştırmacısı
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.