Türkiye, dünya coğrafyasında büyük güç merkezlerinin tam ortasında yer alan, farklı dinlerin ve kültürlerin temas alanı ve kesişme noktasında bulunan merkezi konumu ile güç dengesinde bir mihenk taşıdır. Ülkemizin söz konusu konumu, kendisine çoklu jeopolitik ve jeostratejik imkanlar ve seçenekler sunduğu gibi, pek çok riskle karşılaşmasına da neden olmaktadır.
Yaşadığımız yüzyılda küresel ve bölgesel gelişmeleri izlemek ve onlar arasında bir bağlantı kurmak giderek zorlaşmaktadır. Teknoloji ve iletişim alanlarındaki devrimlerin de katkısıyla, küresel ve yerelin birbirlerini etkileme kapasitesi önemli oranda artmıştır. Dünya siyasal sistemi de günümüzde öngörülemeyecek ölçüde hızlı bir değişim ve dönüşüm geçirmekte; geçmişin paradigmaları olgu ve olayları açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Tıpkı, 15 Mart 2019’da Yeni Zelanda’da camide ibadet eden 51 Müslümanın katledildiği meşum saldırıda olduğu gibi.
Katliamı gerçekleştiren terörist Brenton Tarrant, katliamda kullandığı silahların üzerine bazı isimler yazmıştı. Bunlar içerisinde bence en dikkat çekeni ve kilit olanı, 1389’daki Kosova Savaşından hemen sonra Murat Hüdavendigar’ı hançerleyerek şehit eden ve Sırplar’ın yüzyıllardır “ulusal kahraman” olarak gördükleri Miloş Obiliç. Malumunuz; Sultan 1. Murad, Osmanlı’nın bir beylikten imparatorluğa geçişinde rol oynayan ve Rumeli’yi ve Balkan coğrafyasını büyük ölçüde Türk vatanı haline getiren büyük bir Türk hakanıdır. Bu bağlamda, katliamı yapan teröristin, tarihsel olarak tüm anekdotları iyi etüt eden bir örgüt ya da servisle temasta veya angaje olduğu açıkça ortadadır. Dolayısıyla, bu angajmanın nasıl kurulduğu çözülürse, Türk-İslam coğrafyasını bekleyen, olası risk ve tehditlerin de belirlenebileceği ve önlenebileceği düşünülebilir.
Yaşanılan bu meşum olay açısından, hibrit savaş tanımını açarsak; iki ayrı taarruz yöntemli, yani bir melez-karma stratejik savaş olan; faşist ırkçı reaksiyon ve İslamofobi terörünün yansıması olarak da tanımlayabiliriz.
Artık, yeni küresel düzende, yaşanılan her meşum olay, farklı coğrafyalara sıçrayabiliyor. İşte bu hibrit savaş yönteminin en temel özelliğidir. Yeni Zelanda’dan tüm İslam coğrafyasına ve Müslümanlara yönelik yeni bir İslamofobik terör reaksiyonu sıçrayabilir. Korkarım, bu reaksiyonu Balkanlar’da görebiliriz. Zira teröristin silahında yazılı olanlar, bu reaksiyonun artık kaynama noktasına geldiğini ve her an Balkan coğrafyasına ve dünyanın her yerindeki Müslüman nüfusa yönelebileceğini de ortaya koyuyor. Yani, şunu net olarak belirtmek istiyorum; Yeni Zelanda cami katliamı hibrit savaş yönteminin kaynama noktasıydı. Sırada ne var? İşte Türkiye ve onun çevresinde kenetlenmeye çalışan Türk-İslam coğrafyası oluşabilecek bu yeni reaksiyonu önceden tespit etmek ve önlemler almak zorundadır. Eğer hibrit savaş, Türk ve İslam dünyası olarak, bizim evimize kadar girdiyse, biz de hibrit savaşın içinde yer alan ‘hibrit istihbaratı’ yönteminin gereği olarak, harekete geçmek durumundayız. Ülkemizdeki ve hatta dost Türk-İslam coğrafyası ülkelerindeki ilgili güvenlik kurumları, çağımızın önemli bir jeo-stratejik mücadele unsuru olan HİBRİT SAVAŞ ve HİBRİT İSTİHBARATI konusunda gerekli güncellemeleri süratle yürürlüğe sokmak ve kurumsal adımları atmak zorundadır. Hiç kuşkusuz, Türk devlet geleneği ve birikimi, yaşanılan her türlü saldırı ve risk algoritmasına karşı tedbir ve imkan yaratma kabiliyetine sahiptir. Unutmamalıyız, artık hibrit savaş gerçeğinin bir gereği olarak, dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir kriz veya saldırı, dünyanın herhangi bir bölgesine sıçrayabilir ve birçok risk ve tehlikeyi de beraberinde getirebilir.
21. yüzyılda küresel güç olma yolunda ilerleyen ülkelerin dünyanın jeopolitik dengelerini kökten değiştirebileceği ve bunun potansiyel etkilerinin bütün dünyayı etkileyebileceği tartışılmaktadır. Dolayısıyla, küresel güç dengeleri bakımından Çin-Rusya ile İran-Pakistan arasındaki yakınlaşmanın, Avrupa-Atlantik entegrasyonu üzerinde ciddi bir basınç yaptığı; bununla beraber, Asya-Pasifik’te Japonya, Yeni Zelanda ve Avustralya’yı askeri bir güce, Güney Asya’da ise, Hindistan’ı nükleer güce dönüştürecek hamleleri beraberinde getirdiği gözlemlenmektedir.
Küresel arenada, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırısından günümüze kadar Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, Meksika, Avustralya, Yeni Zelanda gibi küresel veya bölgesel lider olma potansiyeline sahip uluslararası aktörlerin, ABD’nin küresel rakipleri durumuna geldiği; küresel güç mücadelesinin Afrika ile Asya-Pasifik ekseni coğrafyasında yaşandığı; ABD’nin, eski müttefikleri ve yeni kurduğu işbirliklerinin yardımıyla, Çin liderliğindeki Doğu ekseninin etki alanını daraltmaya odaklı politikalar izlediği; enerji kaynaklarının ve güzergâhlarının daha da önem kazandığı, dinamik, çok aktörlü bir uluslararası yapının ortaya çıktığı değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, yeni küresel düzende; dünya güç dengesini belirleyecek kritik bölgenin Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığı ve Asya-Pasifik’in bir çekim merkezine dönüştüğü gözlemlenmektedir. Yeni Zelanda’nın Asya-Pasifik ekseninde İngiltere adına kontrol ve muhafızlık yaptığını da unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Yeni Zelanda’nın yaşayacağı her türlü risk ve kriz doğrudan doğruya İngiltere’yi de ilgilendirmektedir.
Günümüzde ‘hibrit savaş’, konvansiyonel kökenli savaşların yerini tamamen almamakla beraber devletler ve devlet dışı küresel aktörler açısından önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz, toplumların algılama seviyelerinde yaşanan evrimsel değişimlerin oluşturduğu tanımlama ve analiz süreçlerinde yetersiz kalan bazı konular, savaş için de geçerlidir. Bütün savaş ve istihbarat yöntemlerinde olduğu gibi hibrit savaşın ve hibrit istihbaratın da kendine özgü bir sosyolojisi vardır. Bu özgün sosyolojik yaklaşımın da savaş ve istihbarat yöntemleri bağlamında, içerisinde barındırdığı çok unsur bulunmaktadır. Tıpkı dini inanç unsuru gibi. Çünkü adına insan denilen özel varlığı diğer türlerden ayıran din faktörü, sosyolojik analizin de temel bir öğesidir.
Savaşın tarihi gelişim sürecinde, savaşan taraflar birbirlerine karşı “düzenli” kuvvetlerin yanında çoğu durumlarda gayri nizami (düzenli olmayan) kuvvetleri de kullanmışlar; aldatma ve sürpriz etkisi yaratacak yeni taktikler uygulamışlar ve henüz bilinmeyen silahlara başvurmuşlardır. Günümüzde, değişen koşullar ile birlikte, kullanılan silah türleri değişti. Konvansiyonel, biyolojik, kimyasal, asimetrik, hibrit, total, sivil, küresel, siber, nükleer savaşlar gibi yeni kavramlar ortaya çıktı. Artık en iyi tüfeklere, toplara değil; en iyi hackerlere, hassas güdüm kitlerine, insansız hava araçlarına ve bilgi teknolojilerine sahip taraflar üstünlük sağlıyor.
Hibrit Savaş, savaşanların her türlü şiddet ve suç eylemiyle beraber, medyanın ve bilgi akışının da “silah” olarak kullanılabileceğini öngörüyor. Taraflar, birbirleriyle sadece sahada çatışmıyor; aynı zamanda, hedef kitlelerinin “kalpleri ve zihinleri kazanma savaşı” için ellerinden geleni yapıyor. Sadece sıcak çatışmanın yaşandığı yerlerdeki halklar değil, aynı zamanda uluslararası aktörler ve kamuoyu da, Hibrit Savaş’taki hedef kitlelerden biridir. Diğer bir deyişle, askeri üstünlük elde etmek kadar, “manevi güç ve zafer” elde etmek için de gerçekleştirilen bir “algıları yönetme” çatışmasından söz ediyorum. Hibrit savaş söylemi Rusya’da son dönemlerde artan önemde ilgi çekmektedir. Bu kapsamda Putin’in danışmanı Surkov ile Rus generali Valery Gerasimov’un yaklaşımları dikkate değerdir. Surkov, 2014’de yayımladığı makalede Rusya’nın son dönem harekâtlarını doğrusal olmayan (non-linear) savaş, yeni nesil savaş ve “kirli savaş” olarak nitelemektedir. Hibrit savaşların en başta gelen özelliklerinden biri, çatışma tipinin dönüşüme uğramasıdır. Örneğin, 2010’da dünyadaki 37 çatışmadan sadece 6 tanesinin devletlerarasında gerçekleştiği; 31 tanesinin ise terörizm tipi çatışmalara girdiği kabul edilmiştir. Yani terörizm, hibrit savaşlarda önemli bir yere sahiptir.
Hibrit savaşların özelliklerinden biri de siber saldırıları barındırmasıdır. Siber uzay, hibrit savaşın yürütülmesi için gereken iki unsurun sağlanmasında ve savaşın kazanılmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu önemi iki yönlü olarak görmemiz gerekir. Her şeyden önce hibrit savaşın başarısı büyük ölçüde savaşı yürüten asimetrik birliklerle komuta kontrol mekanizması arasındaki oldukça sıkı iletişime dayanmaktadır. Siber savaş internet ortamında karşı tarafın bilgilerine ulaşabilme, stratejik noktaları çökertme şeklinde gerçekleşen savaştır. Gerek siber savaş ve ağ savaşı geleneksel olarak tanımlandığı şekliyle gerçek savaşlar değildir. Her ikisi de bilgi hakkında, kimin neyi, ne zaman, nerede ve niçin bildiği ve bir toplum ya da bir ordunun, kendisi ve düşmanları ile ilgili bilgisine bağlı olarak ne kadar güvende olduğu hakkında bir savaş biçimidir. Siber boşluktaki tüm silahlar ağ savaşında, propaganda faaliyetleri ve veri tabanlarına, bilgi sistemlerine müdahalede bulunma amaçları için kullanılabilmektedir. Siber uzayın öneminin diğer boyutu ise hibrit savaşın doğasına uygun biçimde sağladığı saldırı ortamıdır.
Hibrit savaşta saldıran devletle saldırılan devlet arasında olması gereken temassızlık hali düzenli birlikle sağlanamazken siber saldırı kapasitesi ile sağlanabilmektedir. Siber uzayda yapılan saldırılarda verilebilecek zarar kapasitesi her geçen gün artarken tespit/isnat sorunu varlığını sürdürmektedir. Şebekeleşmenin her geçen gün artması ise tespit/isnadı zor gri bölgede kullanılan saldırı seçeneklerini arttıracaktır. Sonuç olarak devletlerin hibrit savaş stratejisine bir uygulayıcı olarak hazırlanması gerekmektedir. Bunun da ötesinde ilgili kurumlar tarafından böyle bir saldırıya maruz kalınması durumunda yaşanan örnekler üzerinden alınması gereken dersler olduğunu kabul ederek savunma önlemleri üzerine de kuramsal ve kurumsal temelde çalışmalıdır.
Son yıllarda askerî, siyasi literatür ve medyada savaş kavramları ve bununla ilgili tasnif ve yorumlarda büyük bir dejenerasyon olduğu gözlemlenmektedir. Neye karşılık geldiğini düşünmeksizin, ilgili ilgisiz kullanılmaya ve moda tabirler haline getirilerek, referansta bulunma çılgınlığı her alana süratle yayılmaktadır. Sanki yeni bir savaş türü ortaya çıkmış gibi bir hava estirilmekte, bunun anlaşılması ve kullanıma sunulması halinde de sorunlara gümüş kurşun olma beklentisi oluşturulmaktadır: Asimetrik, dördüncü nesil, siber, post-modern, kirli, örtülü, psikolojik, bilgi, hibrit savaş vb. Kavramlar da düşünceler gibi belli şartların ürünüdür. Bir kavramın ortaya çıkışı, yaygın bir kullanım alanına sahip oluşu onun bir boşluğu dolduruyor olmasına bağlıdır. Harp ve onunla ilgili kavramları kullanma ve referans almada titizlenilmesi gereken yönler bulunmaktadır. Önemli olan, onun renkli ve albenisi yüksek sıfatlarla tedavülde tutulması değil, mücadele stratejileri içerisinde nasıl işlevsel kılındıklarıdır.
Tarihin her devrinin, kendine özgü harp tarzları, kuralları ve istihbarat yöntemleri vardır. Örneğin, Sun Tzu’nun, “ Sadece yedi nota bulunmasına karşın bu yedi notanın karışımından pek çok melodi yaratılır. ”ifadesi ve ayrıca “ Sadece beş ana renk (mavi, sarı, kırmızı, beyaz ve siyah) olmasına karşın bu beş rengin karışımı ile sınırsız renk üretilebilir. ” tespiti ve “ Sadece dört tat (acı, ekşi, tatlı, tuzlu) bulunmasına karşın bu dört tadın karışımları ile sonsuz lezzet ortaya çıkar. ” yaklaşımı günümüze kadar varlığını sürdüren bu gerçekliğin altını çizmekte, harp teori ve pratiğinin istikametini tayin etmektedir. Dolayısıyla, hibrit savaşın kavram olarak ortaya çıkışı ve kullanılmasını bu anlamda değerlendirmek gerektiği hususunda güçlü bir inanç bulunmaktadır. Savaşın melezleşmesini iki ayrı türün kırması gibi görmemek ve anlamamak gerekir. Savaşa etki eden birçok hususun uyumlu birlikteliği sonucunda, zamanın ruhuna uygun olarak ortaya çıkan yeni yöntem, yeni bir savunma ve saldırı anlayışı olarak ortaya çıkmaktadır.
Hibrit savaş, mücadelenin değişimi ve dönüşümü kapsamında incelenmesi gereken bir konudur. Bu savaş, millî güç unsurlarının tamamını, mücadelenin içerisine alan sürekli ve sınırsız bir savaştır. Hibrit savaş, konvansiyonel/nizami savaşın klasik gerilla/kontrgerilla harbi ve onun yöntemleri ile etkileşimi sonucunda, ortaya çıkan yeni bir gayrinizami savaş türüdür. Her ikisinin de özelliklerinin harmanlandığı bileşkede asimetrik savaşın, düşük yoğunluklu savaşın, psikolojik harbin, bilgi harbinin, siber savaşın, nükleer savaşın ve hatta uzay savaşının karakter özellikleri vardır. Sadece savaşla ilgili olanlar değil savaş dışı araçlar, oluşumlar ve yöntemler de vardır. Bu bağlamda, hibrit savaşı, nesillere göre tasnif eden farklı bir yaklaşımla incelemenin yerinde olacağı düşünülmektedir. Ancak, harbin karakterindeki bu anlamlı değişimi doğru okumanın yolunun, öncelikle, onun doğasını anlamaktan geçtiğini de bilmek gerekmektedir.
Umut Berhan ŞEN – e-posta: umutsen91@outlook.com
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
__________________________________________________________
Konuyla İlgili Okuma Tavsiyesi:
-Milli Savunma Üniversitesi, Savaşın Değişen Modeli: HİBRİT SAVAŞ, Ankara, 2018.
-Sun TZU, Savaş Sanatı, İş Bankası Yayınları, Ankara, 2017.
-MGK Genel Sekreterliği, STRATEJİ YAZILARI- 1. Cilt (Milli Güvenlik Perspektifinden İç ve Dış Meseleler), Ankara, 2014.
-ÖZER, Yusuf, Savaşın Değişen Karakteri: Teori ve Uygulamada Hibrit Savaş, Güvenlik Bilimleri Dergisi, Mayıs 2018, 7 (1), 29 –56
e-posta: umutsen91@outlook.com