Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi İstanbul Şubesi, “Türkiye İç Siyasetindeki Değişimin Türk Milli Güvenliğine Etkisi” başlıklı bir analiz raporu hazırladı. Rapora pdf halinde buradan, metin halinde ise aşağıdan ulaşılabilir.
***
Analiz Raporu: Rapor NO.1
TÜRKİYE İÇ SİYASETİNDEKİ DEĞİŞİMİN TÜRK MİLLİ GÜVENLİĞİNE ETKİSİ
Amaç ve Kapsam: Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi İstanbul Şubesi tarafından hazırlanan ‘’Türkiye İç Siyasetindeki Değişimin Türk Milli Güvenliğine Etkisi’’ başlıklı çalışma hiçbir kişi, merci ve ideolojiyi hedef almamaktadır. Gündemdeki verilerin işlenerek analiz raporu haline getirilmesiyle birlikte Türk siyasetinde etkin bir konumda bulunan Ana Muhalefet Partisi’nde ki dönüşümün Türkiye istikrarı ve Türkiye Ulusal Güvenliğine etkilerine değinilmiş bu yönde ki dönüşümün kısa vadede Türkiye’nin kurumsal güvenlik yapısını zedeleyeceği kanısına varılmıştır.
Her ülkenin Ana Muhalefet Partileri, örgütlenme ve siyasal-sosyal etki bakımından faaliyet gösterdikleri ülkelerde en etkin organizasyonlardan birisidir. Bu yaklaşımdan yola çıktığımızda Türkiye’de Ana Muhalefet Partisi konumunda bulunan CHP’nin, terör örgütüyle ilgisi olan başka bir partiyle yakınlaşması, tarihi değerlerini çiğnemesi, ulusal kaygılarda bütün ve kararlı bir tutum sergileyememesi yalnızca siyasi değil toplumsal sosyolojiyi de zedeleyici yeni bir süreci peşinden getirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve milli birliğini sağlaması, Rusya, Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkelerin siyasi birliklerini oluşturma teşebbüslerinden büyük farklılıklar göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti, sınıfsal bir çatışmadan doğan rejimi ifade etmemektedir çünkü o dönemde olgunlaşmış bir Türk sosyal sınıfı bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sert emperyal devletlerin yayılmacı teşebbüslerine karşı meydan okumayı ifade ettiğinden revizyonist bir atağın yanı sıra anti emperyalist bir tutumu içermektedir. Şu hâlde Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Siyasi Birliği kendisine özgü karakteristik özellikleriyle diğer ülkelerin siyasi birliklerini oluşturma süreçlerinden farklılık göstermektedir. Bu evrede Cumhuriyet Halk Fırkası (ve sonrasında Partisi) Mustafa Kemal Atatürk’ün Genel Başkanlığını üstlendiği ve Cumhuriyet devrimlerinin tatbikini işleyen siyasi mecradır. Türk devriminin karakteristik özelliğine göre diğer ülkelerde ki kurucu partilere göre kansız ve yıkıcı yerine evrimci bir mahiyeti içermektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyet koşulları arasında olan ulus devlet ve uluslaşma sürecine erişebilmek için temel ilke kabul ettiği Türk Milliyetçiliği odaklı siyasi söylem ve hamlelerin benimsendiği parti, 1933’lerden itibaren CHP güçlendirilmiş Genel Sekreterlik uygulamasıyla kütle halinde bütün millet teorisinin uygulayıcısı olmuştur. Her durumda değişen tonlar dahilinde 1923-1938 arasında Milliyetçi zeminde yükselen parti, İkinci Dünya Savaşı ile beraber dış meselelere göre iç siyaseti belirlemiş bu evreden itibaren baskın milliyetçi özelliğini yitirmiştir. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinde, ordu ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü arasındaki yakınlık vicdani olarak kabul edilmemiştir. 1970’lerde dünyada ki sol siyasi iklime uygun olarak Türkiye’de de sol akımlar yükselişe geçmiş bu durum CHP’ye de yansımış 1974 tüzük kurultayında Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin üst yapı olarak kabul edildiği ve toplumsal köklerinin bulunmadığı yönünde konuşmaların yapılmasıyla parti içerisinde Atatürk Geleneksel Çizgisi ile Orta’nın Solu’nu temsil eden gruplar arasında kırgınlıklar yaşanmıştır. 1990’lı yıllar çoklu koalisyonlar ve genellikle Merkez-Sağ görüşünü paylaşan siyasi partilerin iktidar bloğunun görüldüğü ve CHP’nin varlık gösteremediği dönemi ifade etmektedir.
İki binli yıllardan itibaren Türk siyasetinde daha istikrarlı bir döneme girilmiştir. Bu evrede CHP söylemleri ulusalcı-laik-Kemalist tonunu korumuştur. Ancak CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın değişmesiyle beraber; Deniz Baykal-Adnan Keskin-Önder Sav ekolü partiden hızlıca tasfiye edilmiştir. 2005 yılında temellene ‘’10 Aralık Hareketi’’ ve ‘’Yeni Sosyal Demokratlar’’ parti yönetimine ve kadrolarına egemen olmaya başlamışlardır. Bu grupların temelde ittifak ettikleri meseleler ise;
Olarak sıralanabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olarak gösterilen ve toplumun büyük bölümü için ‘’Atatürk’ün Partisi’’ algısını yaşatan bir Ana Muhalefet Partisi’nin hızlı dönüşüm süreciyle terör örgütü ve uzantısı olan siyasi yapılarla organik bir geçirgenlik yaşaması Türkiye için de bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Yeni Sosyal Demokrasi olarak tanımladığımız kavramın kurumsal kökenleri Avrupa’ya dayanmaktadır. Fikri ilham noktasını ise ‘’Sosyalist Ütopya’’ parolasıyla yola çıkan ezoterik Fabian Cemiyeti oluşturmuştur. İngiltere’de İşçi Partisi kurulduğunda ön planda bu ezoterik yapının yöneticileri yer almaktaydı. Bernard Shaw, Edward Pease, Sidney Webb ve Ramsey Mcdonald ön planda olan simalar arasında yer almışlardır ve Kabine Mcdonald’ın Başbakanlığında, Webb’in Ticaret Bakanı, Philip Snowden’ın Maliye Bakanı, Lord Haldene’nin Dışişleri Bakanlığında oluşturulmuştu. Bu ekol İngiltere siyasetinde devam ederek yakın geçmişe kadar uzanmıştır. Tony Blair zamanında ise neredeyse zirve yapmıştır. İngiliz İşçi Partisi önderliğinde kurulan Sosyalist Enternasyonel’in, Küresel Sermayenin sorunlarını çözmek için kurulduğu ise içeriğinden oldukça açıktır. Sosyalist Enternasyonel’in ise Başkanlığında Talabani ve Papandreu gibi simalar bulunmuştur. İngiliz İşçi Partisi ile ihraç edilen sosyal demokrasi furyasında, İngiliz sosyalistleri 1956 yılında öncelikle Mısır’a saldırma kararı aldılar. Alman ve Fransız sosyalistleri ise Yugoslavya’nın işgalinde aktif olarak yer aldılar. Siyasi sosyal demokrasinin merkezi ise Israel Lazereviç ile beraber Almanya’ya kaymıştı. Günümüzde ise Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’ye yakın olan vakıf Friedrich Ebert Vakfı, Yeni Sosyal Demokrasi faaliyetlerini sürdürmektedir. Vakıfın misyonları arasında ise, küreselleşmeye sosyal boyut kazandırmak, cinsiyet eşitliği, şehir devletleriyle ilgili olan ekolojik sürdürülebilirlik kavramı, sınırsız serbest ticaret, demokratikleşme tanımıyla devlet varlık ve mekanizmasının tartışmaya açılması gibi başlıklar bulunmaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi formatlanmış sosyal demokrasi, Türkiye’de bazı çevrelerde karşılık bulduğu gibi sosyal devlet mekanizmasının güçlendirilmesi, hukukun şeffaflaşması ve işlevsel olması gibi demokratik ulus devlet standartlarına ait olması gereken özelliklere denk düşmemektedir. Bu yöndeki bir görüşün siyasi temsilcisi haline dönüşmeye başlayan Türk siyasi partisi ise tam olarak CHP’ye denk düşmektedir.
Bu durumda CHP’nin ve kurmak istediği bloğun siyasi seçenekleri ya da stratejileri doğrultusunda Türkiye’de kısa vadede belirsizlik ve kaos sürecinin yaşanması oldukça muhtemeldir.
CHP’nin Mevcut Statükosunu Koruması: Toplumdan ve CHP’nin tabanından gelen tepkilere rağmen, bu seçeneğe ait stratejinin uygulanması durumunda CHP, HDP ile dolaylı ve doğrudan görüşme, temas, ortaklık çabasını devam ettirecek ve bu durumu ‘’Legal bir siyasi partiyle ilişki kurmak’’ olarak değerlendirecektir. Fakat görüşme veya ilişkiler bir noktadan sonra HDP tarafından kabul edilmeyecek ve daha somut adımlar beklenecektir. CHP bu durumda demokratikleşme- Yeni Anayasa-HDP tutuklu vekilleriyle ilgili kurtarıcı tedbirleri sunma girişimlerinde bulunabilecektir. Bu adımlardan sonra kendi içerisindeki Ulusalcı-Kemalist-İnönücü-Yeni Sosyal Demokrat konsensusunu yitirecek ve Genel Başkan-Genel Merkez profili ve söylemleri üzerinden kendi içerisinde ‘’Karşı Devrimci’’ hesaplaşmayla karşılaşacaktır.
CHP Genel Başkanı’nın Dokunulmazlığının Kaldırılması Durumunda: CHP-HDP organik bağının ortaya koyulmasıyla birlikte CHP Genel Başkanı’nın dokunulmazlığının kaldırılması gündeme gelmiş ve bu partinin Genel Başkanı popülist bir çıkışla ‘’Dokunulmazlığının Kaldırılmasını’’ desteklediğini belirtmiştir. CHP’nin Ana Muhalefet Partisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu yönde bir konumu bulunan siyasi parti liderinin dokunulmazlığının kaldırılması, diğer partilerdeki figürlerin de zamanı geldiğinde dokunulmazlıklarının kaldırılmasını gündeme getirebilecektir. Bu sebeple MHP’nin samimiyetine ve desteğine rağmen bu teklifin Meclis içerisinde kabul edilmesi oldukça düşük bir olasılık olarak belirmektedir.
CHP’de Genel Başkan Değişikliğinin Yaşanması Durumunda: CHP’nin Genel Başkanlık yarışında öne çıkacak ve muhtemelen yarışı önde bitirecek olan aday Yeni Sosyal Demokrat çizgiden olacaktır. Bu durumda parti içi kıyım yaşanacağı gibi, parti marjinal sol söylem ve eylemlerin odağı haline gelecektir.
Her durumda kısa vadede CHP ve uyguladığı siyaset, Türk siyasetinde değişimlere yol açacaktır. Bunlar sıralanmak istendiğinde;
Sosyal Demokrasiyi benimseyen CHP ile Liberal Muhafazakâr Partiler aynı çizgide buluşabilirler mi?
Liberal Muhafazakâr partilerin ana argümanları; özel teşebbüsün desteklenmesi, devletin küçülmesi, sıcak sermayenin çekilmesi, kritik özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi prensiplerine dayalı vizyondan beslenmektedir. Sosyal Demokrat partilerin dünyada ki seyir süreçleri de genel olarak aynı alışkanlıklara sahiplerdir. Bu bakımdan kimi noktalarda söylem ve kadro farklılıklarına rağmen ana çizgide kolay bir biçimde buluşmaktadırlar. İdari düzeyde bir ittifaka karşın bu durumun tabanlara nasıl yansıyacağı düşünüldüğünde ise Muhafazakâr-Sosyal Demokrat kitle ayrımının keskin olarak yaşanmayacağı bu kitlenin, Cumhurbaşkanlığı karşıtlığı üzerinden konsalide edilerek bir arada tutulmaya çalışılacağı bir yöntem izlenecektir.
CHP’nin başını çektiği bloğun ‘’Sivil İtaatsizlik’’ eylemleri başlatması durumunda siyasi iklim ne oranda etkilenebilir?
Sivil itaatsizlik kavramı, siyaset bilimi açısından mutlaka şiddet içermeyen eylemleri içerse de bu yönde başlayan gösteriler Türkiye karakteristiğine uygun olarak kısa süreçte şiddet protestolarını içerebilecektir. Gerek sivil itaatsizlik gerekse şiddet içeren itaatsizlik eylemlerinde Türkiye’de en örgütlü tabana sahip siyasi parti HDP’dir. Bu sebeple olası bu eylemlerde ana yöntem ve omurga HDP kadroları aracılığıyla oluşturulmak istenecek ancak CHP söylemi ve profili öne çıkarak toplumsallaşma süreci güdülecektir. Sivil ya da şiddet içerikli itaatsizlik gösterilerinde işlenecek argümanlar arasında:
Bu söylemler iç kulvardan çok dış kulvara yönelik olup Türk Hükümeti’nin cezalandırılması kavramı üzerinde durulmak istenecektir. Türkiye’ye yönelik mali yaptırımlar, ambargolar, siyasi baskılar, ilişkilerin kesilmesi gibi uygulamaların tatbik edilmesi yoluna gidilecektir. Bu süreçte başta CHP yönetimi olmak üzere yeni kurulacak partilerin temsilcilerini daha çok yabancı elçiliklerde ve dış ülkelerde görebilmek olanaklı olacaktır.
HDP’nin içerisinden yeni siyasi parti çıkartma stratejisi nedir?
Genel olarak isim değiştirme seçenekleri ABD’nin Irak’ı işgal süreciyle birlikte görülmeye başlamıştır. O dönem terör örgütü PKK, uluslararası terör listesinden çıkabilmek için adını KONGRA GEL olarak değiştirmiştir. Daha yakın tarihli olarak ise terör örgütü YPG’nin adını SDG olarak değiştirdiğini görmekteyiz.
Mikro milliyetçi hareketlerin Türkiye’de siyasallaşmasından sonra istediği karşılığı bulamayan partilerde aynı tercihten yana olmuşlardır. Barış ve Demokrasi Partisi beş sene önce topladığı kongrede adını Halkların Demokratik Partisi’ne çevirmişti. Burada özellikle farklı etnik kökenler de bu siyasi yapıya dahil edilmek istenmiş ve Türkiye sol-sosyalist partisi oluşturulduğu imajı çizilmek istenmiştir. Ancak yeni isimli partinin de kendisinden önceki partiler gibi terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı olduğunu anlamak güç olmamıştır. Bu sebeplerle HDP’nin giderek marjinalleşmekle toplumsal öfkenin yöneldiği ilk yapı olduğu göz önünde bulundurulduğunda farklı isimli bir siyasi parti HDP içerisinden çıkabilecektir. Ancak yeni parti de bizzat HDP’nin ve terör örgütü PKK’nın kontrolünde olacaktır.
TÜRK SİYASETİ VE TÜRK GÜVENLİK İSTİKRARI
Türkiye’nin başlattığı ‘’Barış Pınarı Hârekatı’’ tezkere bazında CHP tarafından desteklenmiştir. Ancak bu yönde kararlı ve bütün bir tutum sergilenememiştir. Özellikle parti Genel Başkanı tarafından Cumhurbaşkanlığı makamına sorulan ‘’7 Soru’’dan ikinci, üçüncü ve dördüncü maddeler, Türkiye’yi dış kulvarda zorlamaya yöneliktir:
‘’2. Suriye’deki teröristlere Türkiye üzerinden silah gönderenler kimlerdi? Meşru olmayan bu yolu sana kimler önerdi? Bu gayrimeşru yolu sana önerenler hala senin yanındalar mı?
3. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip, Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen teröristlere “geçiş imkânı sağlayın” diyenler kimlerdi?
4. Astana sürecinde “İdlib’deki teröristlerin elinden ağır silahları alacağız” sözünü verdin. Bu sözünü yerine dahi getirememişken şimdi Fırat’ın doğusundaki tutuklu IŞİD teröristlerini ABD’den devralmaya kalkıyorsun. Biz teröristlerin bekçisi miyiz? Bu tablo Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışıyor mu?”
Sualler özellikle 2013 yılından itibaren FETÖ firarisi simaların, sosyal medya platformları üzerinden MİT’i, El-Kaide ve benzeri terör örgütleriyle işbirliği içerisinde gösteren kurgunun devamıdır. O dönemde Türk istihbaratını teröristlerle ilişkilendirip yaptırım çıkartılmasını amaçlayan çabalar ile bu dönemde ki terör gruplarını, Cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirmeye çalışacak ortamın alt yapısını hazırlayan sualler aynı çizginin uzantıları olarak değerlendirilebilir.
15 Temmuz 2016 sürecinden sonra ise toplumsal muhafazakârlık ile Kemalist olmayan tarihi Atatürk çizgisi giderek birbirine yaklaşmış ve Türk Milliyetçiliği iki ülküyü birbirine yaklaştıran ana kavram olarak belirmiştir. Bu bakımdan toplumun farklı katmanlarını bir araya getiren ve siyasi tutkal görevini üstlenen Ülkücü ideoloji ve Ülkücü kadrolar iç ve dış politika ile devlet bürokrasisi tarafından tercih katsayısı en yüksek değerler olarak belirecektir. Bu bakımdan Ülkücü kadrolar ile Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin aralarını açmak isteyen yayın, yayım, tez, söylem ve eylemler etki ajanlarının fiili hükümleri olarak belirecektir. Türkiye’nin içinden geçtiği bu hassas süreçte ise;
SONUÇ:
15 Temmuz 2016 darbe girişimi 1962 ve 1963 askeri kalkışmalarının benzeridir. 1962 ve 1963 yıllarında ordu karacılar ve havacılar olarak ikiye bölünmüş ve kendi içerisinde çarpışmıştır. Bu çarpışmanın uzaması neticesinde füze rampalarını korumak için ABD, İskenderun’dan itibaren, Sovyetler Birliği ise Kars sınırından itibaren sıcak ve hafif konvansiyonel müdahale için hazırlanmışlardır. 15 Temmuz sürecinde de ordunun kendi içerisinde ve halk ile çatışmasının uzaması planlanmış bunun neticesinde Türkiye’ye uluslararası müdahalenin önünün açılabileceği düşünülmüştür.
Türkiye’nin yeni bir çatışmaya sürüklenmek istenmesi siyasi hareketlerin marjinalleşmeleri, sivil ya da şiddet içerikli eylemlerin artırılması ve sosyal ya da psikolojik harp unsurlarının bileşimi ile mümkün olabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin, Doğu Akdeniz, Irak ve Suriye harekâtları kesin olarak sekteye uğratılmak istenecek iç kulvarda daha özerk profil çizilmek istenecek ancak buna karşın dış kulvarda daha bağımlı bir Türkiye oluşturulmak düşünülecektir. Bu vaziyete sahip Türkiye’de muhafazakâr ve milliyetçi söylemler tartışmaya açılmak istenecek böylece Yeni Sosyal Demokrat iktidara yol açılacak;
Bu durumda bulunan bir Türkiye’nin, Tek Kuşak Tek Yol ya da Neom Kent gibi global uygulamalara verebileceği bir cevap bulunmamaktadır. Bu yönde bir siyasi yapının tesisi için en geçerli algı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin her daim kriz içerisinde olduğunu ve siyasi idareyi yöneten bloğun parçalanmaya başladığını işlemek olacaktır. Bu tezlerin popülerliğinin artması, CHP’nin içten bölünme sürecine girdiğini ve bu durumun ötelenmesi ya da baskılanması için Hükümet Sistemi ve Cumhur İttifakı’nın daha fazla hedef alınacağının belirtisi olarak görülmektedir.