Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi İstanbul Şubesi Başkanı olarak atanan Onur Dikmeci, Sultanahmet’te gerçekleştirilen bir programla birlikte görevine başlamıştır. Dikmeci, SASAM İstanbul kadrosunda bugüne kadar emeği geçenlere teşekkür ederek dinamik yapının devam edeceğini ve şube faaliyetleriyle ilgili bazı yeniliklerin gerçekleştirileceğini duyurmuştur. Buna göre Türk ezoterizmine ve Türk tarihine ait olan ‘’16’’ rakamından yola çıkılarak bundan böyle her ayın 16’sında İstanbul Şubesi olarak geniş katılımlı toplantıların gerçekleştirileceğini bildirmiştir. Ayrıca yönetim ve danışma kurulunun oluşturularak stratejik analizlerin kurum ve kuruluşlara sunularak bir stratejik araştırmalar merkezinin misyon ve vizyonuna uygun faaliyetlerde bulunacağı ilan edilmiştir.
Dinamik bir sivil toplumculuk adına ise periyodik aralıklarla il temsilcisinin, SASAM Genel Merkezi’nin de onayıyla değiştirilmesi böylece sirkülasyonun sağlanarak kurumsal yapının ön plana çıkartılması kararlaştırılmıştır. Giriş konuşması akabinde İsrail’in güncel sorunları ve Türkiye’nin stratejik manevralarıyla ilgili bir söyleyişi de gerçekleştirilmiştir.
Söyleyişi de işlenen konu özet olarak;
KRİZDEKİ İSRAİL VE TÜRKİYE İÇİN STRATEJİ SEÇENEKLERİ
Yahudilerin sahip oldukları devlet milattan sonra yetmiş yılında Romalılar tarafından yıkılmıştır. Bu tarihten sonra özellikle dünyanın dört yanında yaşayan Yahudilerin 20. Yüzyıla kadar devlet kurma yönünde yüksek bir siyasi motivasyona sahip olmadıklarını söyleyebiliriz. Peki ne olmuştur da 1948’e kadar gösterilmeyen irade bu tarihten sonra siyasi zeminde sergilenmiştir? Aslında Birinci Dünya Savaşı arefesinde sanayileşmenin gereksinimi enerji kaynakları Ortadoğu-Mezopotamya bölgesinde bulunmaktaydı. Fransa, Almanya, Rusya bölgede misyonerlik faaliyetleri altında siyasi ve ekonomik bağlar kurmayı amaçladılar. Fakat bu anlamda en başarılı Devlet dönemin sömürge gücü olan İngiltere oldu. İngiltere’nin Filistin bölgesinde bir manda yönetimi kurması hem gözetimi üstlenmesini sağlamış hem de ABD gibi ülkelerdeki Yahudi kapitalinin ilgisini çekmeyi amaçlamıştır. Fakat yine de İsrail’in kurulması tek başına manda yönetimiyle açıklanamaz. Çünkü bölgede Yahudilerin oluşturdukları silahlı gruplar gerilla eylemlerini başlatmışlardı ve İngiltere artık zor durumda kalmaya başlamıştı. Özellikle King David oteli saldırısında İngiltere’nin yüzlerce askerini ve bürokratını kaybetmesiyle artık bölgeden çekilmek ve Yahudilerin egemenliğini tanımaktan başka bir yol kalmamıştı. Fakat bu durum hiçbir zaman bölgeye huzur sağlamadı. Sonrasında çıkan Arap-İsrail savaşları ile anti semitizm yükseldiği gibi, İsrail’de Yahudiler de tarihlerinin en militarist toplum ve devlet düzenini kurmuşlardı.
İsrail için her daim dile getirilen süper güç olduğu ve dünyayı idare ettiğidir. Fakat özellikle son dönemde yaşadığı krizler bu durumun bir aldatmaca olduğunu göstermektedir. Binyamin Netanyahu hakkında yolsuzluk soruşturmaları ve rejim-halk çatışması arasında gidilen seçimlerde Neteanyahu ve Evimiz İsrail Partisi Genel Başkanı Avigdor Liberman’ın anlaşamaması üzerine koalisyon kurulamamış ve altı ay içinde erken seçimlere gidilmişti. 17 Eylül’de gerçekleştirilen seçimlerden sonra ise sol blok 56, sağ blok ise 55 vekil çıkartmıştır fakat yine koalisyon kurulamamıştır. Bu durumda yine bir erken seçim olasılığı belirdiği gibi toplumsal kutuplaşma ve askeri darbe seçenekleri de gündemdeki senaryolardandır. Güncel veriler ışığında tarihi vakaları da dikkate aldığımızda İsrail’de var olan çatışmaları sıralayabiliriz.
Bölgesel sınıflar arasındaki çatışmalar: İsrail Yahudiliğinde karşımıza çıkan en baskın sosyal sınıf Aşkenazlardır. Aşkenaz Yahudiler, İsrail’in kuruluşunda ağırlıklı olarak yer almışlardır ve kendilerini diğer Yahudilerden üstün görmektedirler. İsrail nüfusunun yarısını oluşturan Aşkenaz Yahudileri şimdiye kadar görev yapan bütün İsrail Başbakanlarını çıkartmış olan gruptur.
İspanya, Sudan, Yemen, Cezayir, Fas gibi ülkelerden İsrail’e göçen Sefarad Yahudileri ise İsrail sosyal yapısında ki ikinci sınıftır. İsrail’de Aşkenazlar ile Sefaradlar arasında yıllardır süren çatışma 1977 yılından itibaren Sefaradlar lehine dönmeye başlamıştır. 1977 yılında iktidara gelen muhafazakâr Likud partisini destekleyen Sefarad Yahudileri böylece kendilerini ifade etme ortamı bulmuşlardır. Buna bağlı olarakta devlet bürokrasisindeki kadrolar değişmeye başlamıştır. İsrail toplumsal yapısında en alt grupta Etiyopya’dan ülkeye getirtilen siyahi Yahudiler yer almaktadır. Falaşa adı verilen bu grup her türlü ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Bu sebeple son dönemde ‘’ Yahudi Değiliz’’ pankartlarıyla gösteriler düzenleyerek İsrail’in elit politikalarını protesto etmektedirler.
Seküler ve Dindar Yahudiler arasındaki çatışmalar: İsrail’i kuran sosyal demokrat işçi partisi iktidarını 1977 yılında muhafazakâr partiye devretti ve bu durum iç politikalara yansıdı. Hahamlar, Talmud’dan çıkardıkları sonuçlara göre fetva vermekte ve laik Yahudilerin elinden kesilen etlerin bile yenilmemesini yasaklamaktadırlar. Ancak Ortodoks Yahudiler, kurulmuş İsrail Devleti’ni, Yahudi Şeriatına aykırı gördüklerinden dolayı yıkılmasını desteklemektedirler. Bu anlamda başta ultra Ortodoks Yahudiler olmak üzere liberal ve sosyalist Yahudilerin kurdukları İsrail karşıtı grupları da sıralayabiliriz:
Ultra Ortodoks Yahudilerin Kurdukları İsrail Karşıtı Gruplar:
Liberal Hümanist Yahudilerin Kurdukları İsrail Karşıtı Gruplar:
Sosyalist Yahudilerin Kurdukları İsrail Karşıtı Gruplar:
Ultra Ortodoks Yahudiler en ağır söylemlerle İsrail’i hedef almakla beraber mutlak suretle varlığının noktalanmasını düşünmektedirler. Liberal gruplar ise daha çok iki toplumlu devlet biçimine vurgu yapmaktadırlar. Sosyalist gruplar Yahudilerin ulus yapısını kabul etseler bile uluslaşmasının kurtuluşu getirmeyeceğini bunun için yalnızca proleter bir devrimin gerçekleşmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Holokost evresinde solcu Yahudiler söylemlerini koşullara göre inceltmek ya da ortadan kaldırmak zorunda olmuşlardır. Bu bakımdan daha o yıllarda Birlik Grubu faaliyetlerini bitirmiştir. Günümüz de Pusula Grubunun faaliyetleri ise devam etmektedir.
Yerleşimcilerin Yarattıkları Terör ve Kaos: 13 Eylül 1993 günü dönemin İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve FKÖ Lideri Yaser Arafat, Oslo Anlaşmasını imzalamışlardı. Anlaşmanın en çarpıcı yanı ise Gazze ve Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’nin kurulmasıydı. Bu noktadan sonra fanatik Yahudiler İsrail yönetimini suçlu ilan edip çatışmaya başlamışlardır. Yerleşimci Terörü olarak adlandırabileceğimiz bu evrede 4 Kasım 1995’de Başbakan Rabin fanatik bir Yahudi genç tarafından öldürülmüştür. İsrail’de daha sonra başbakanlık koltuğuna oturanlar bu psikolojiyi her daim hisetmişlerdir. Yerleşimciler ve İsrail yönetiminin sorunları aralıklarla devam etmiştir. Örneğin 2005 yılında Ariel Şaron’un kararıyla Gazze topraklarındaki 8500 Yahudi yerleşimci tahliye edilmeye başlanmıştır. Bu kararla yerleşimciler, askerlerle çatışmış onlarca kişi hayatını kaybetmiştir. Yerleşimciler yaşadıkları yerleri terk etmeyecek kadar İsrail ve yönetimiyle çatışırlarken, Müslümanlara karşı da ırkçı saldırıları her daim düzenlemektedirler.
Günümüzde yine başlayan Yerşleşimci-Müslüman çatışmalarında, yerleşimcilerin öfke ve saldırganlıkları bölgedeki Zeytinağaçlarını bile hedef almıştır.
İsrail Dış Politikasındaki Çatışmalar: İsrail kuruluş yıllarından itibaren Kudüs merkezli bütün ve tek devlet parolasıyla yönetilmiştir. Ancak gelinen noktada istediğine kavuşamadığı gibi bölgeye de barış gelmemiştir. Teknolojik gelişmeler ile fikirlerin hızla yayılmasıyla Yahudi bireyler de geleneksel politikaları sorgulamaya başlamışlardır.
SONUÇ
ABD ve İsrail’in çabuk olarak dağılmaları şu anda mümkün olmasa bile kriz yaşadıkları gerçektir. ABD iç karışıklıkları sebebiyle İsrail’e verdiği desteği hafifletebilir bu durumda bölgede bir güç boşluğu doğacaktır.
İsrail’in bütün olarak devam etmesi mümkün değildir. İsrail’de sekülerizmin yükselmesi iki sonuç doğuracaktır. Birincisi Yahudiler yerleşik kültürü terk etmeye başlayacak ve yeni çözüm yolları arayacaklardır. İkincisi ise dini yeniden yorumlanma adı altında Tevrat’tan alışılagelmişin dışında bilgiler çıkartılacaktır. Örneğin Tevrat’a göre Yahudilerin ilk başkentleri Şilo’dur. Ve ilk tapınaklarını bu bölgede yapmışlardır. Kudüs’ün başkent olması ise sonraki dönemlerde ki zorunluluktan ileri gelmektedir. Yahudiler Başkentleri neresi ise tapınaklarını oraya yaptıkları için şimdiki resmi başkentleri Tel Aviv’dir. Bu sebeple Tel Avivci Yahudiler ile Kudüsçü Yahudiler arasında çatışmalar başlayacaktır. Türkiye, Tel Avivci Seküler Yahudileri desteklemelidir.
Türkiye’nin Afrika’ya artan ilgisi dini ve kültürel olarakta desteklenmeli, Falaşa Yahudileri ile ilgili çalışmalar artırılmalıdır.
Ultra Ortodoks Yahudiler, İsrail Devleti ile çatışmayı hızlandırmıştır. Bu Yahudiler için Türkiye’de Enstitü kurulmalı ve İnsan Hakları-Demokratikleşme adıyla Ortodoks Yahudiler üzerinde İsrail iç siyasetine müdahil olunmalıdır.