Sahipkıran Akademi ailesi adına, daha evvel birkaç kez yazdığım ve çeşitli boyutlarıyla incelemeye çalıştığım Kıbrıs meselemizi, bu kez bir Kıbrıs Türkü, eğitim bilimleri uzmanı, tarihçi ve siyasetçi (UBP MV. Adayı) olan Hatice Özler ŞAHİN Hanımefendiyle konuştuk.
Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Türklerini, tarihsel bir bakış açısıyla ele aldığımız bu röportaj, Kıbrıs Meselemizi gündemde tutma ve bu meseleye katkı sağlama çabamız içerisinde değerlendirilmelidir.
Ayrıca bu röportaj, “Mavi Türk Kuşağı” adlı projemizde geçen doğal müttefikimiz olan Türk aktörlerin etkinleşip güçlenmesi adına göstereceğimiz girişimlerden biridir.
HALDUN BARIŞ: Türkiye’nin garantör olarak yaptığı haklı müdahale sonrasında, 1974’ten bu yana, gelinen noktayı ve bu süreci değerlendirebilir misiniz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Kıbrıs’ta mevcut durumun anlaşılmasında 1974 sonrası olduğu kadar, meselenin kökeninin yattığı 1963- 74 döneminin de irdelenmesinde yarar vardır. İki dönem arasındaki fark 1963- 74 döneminde Kıbrıs Türkleri’nin adada dağınık olarak yaşamaları, 1974 Mutlu Barış Harekatı’ndan sonra ise coğrafi olarak adanın kuzeyinde toplanmış olmalarıdır. Adayı Yunanistan’a ilhak etmeye (ENOSİS) yönelik 15 Temmuz 1974 Rum-Yunan darbesini müteakip gerçekleşen Barış Harekatı sonucu Kıbrıslı Türkler yoğun olarak adanın kuzeyinde, Kıbrıslı Rumlar ise Güney Kıbrıs’ta toplanmışlardır. İki halkın yeniden gruplaştığı bu coğrafi yapı, 2 Ağustos 1975 Nüfus Mübadelesi Anlaşması ile sonuçlandırılmıştır. 3. Viyana Anlaşması olarak da bilinen bu anlaşma, Kıbrıs’ta konuşlu BM Barış Gücü’nün katılımıyla ve gönüllülük esasına bağlı olarak uygulanmıştır. Bu çerçevede güneyde kalan 8000 civarında Kıbrıslı Türk kuzeye, kuzeyde kalan 10000 civarında Rum ise güneye taşınmıştır.
Bu coğrafi yapı, daha ileri aşamalarda “İki Kesimli, İki Toplumlu Federal” çözüm şeklinde ifade edilen uzlaşı formülünün temelini oluşturmuştur. Bu zeminde yapılan görüşmelerin netice vermemesi, Kıbrıs Rum tarafının 2004 Referandumlarında Annan Planını reddetmesi ve 2017 yılında Crans-Montana’da yaşanan çöküş sonucu federal çözüm arayışları tüketilmiş, “İki Devletli” çözüm şekli gündeme gelmiştir. Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin de desteği ile İki Devletli çözüm de dahil alternatif çözüm şekillerini görüşmeye hazır olduğunu açıklamıştır.
HALDUN BARIŞ: Bir Kıbrıs Türkü olarak, Kıbrıs’ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Mevcut durumda Kıbrıs Türk Halkı hak etmediği izolasyon ve ambargolara maruz kalmakla birlikte Anavatan Türkiye ile başlatmış olduğu atılımlar sonucu ülkemizin potansiyelini kullanma yönünde bir seferberlik başlatmıştır. Önümüzdeki orta ve uzun dönemde bunun meyvelerini toplayacağımız değerlendirilmektedir. Bunun özellikle turizm ve yükseköğrenim alanlarında gerçekleşeceği inancındayız.
HALDUN BARIŞ: Kıbrıslılar Annan Planı oylaması sonrasında ve gelinen noktada adanın birleşmesine nasıl bakıyorlar?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Annan Planının reddedilmesinden sonra Kıbrıs Türk Halkı büyük bir hayal kırıklığı yaşamış, plan çerçevesinde gösterdikleri özverilerin karşılıksız kaldığı, planı reddeden Kıbrıs Rum tarafının AB üyeliği ile ödüllendirilirken kendilerinin izolasyon ve kısıtlamalar altında kalmaya devam ettiklerini, kendilerine yapılan vaatlerin ve verilen sözlerin hiçbirisinin tutulmadığını görmüşlerdir. Bu Kıbrıs Türk’ü için ayrıca bir uyanış olmuş, olaylara ve geleceğe daha gerçekçi bir yaklaşımla bakmalarını sağlamıştır. Kıbrıs Türk tarafı uzlaşı yanlısı politikalarını sürdürürken, diğer yandan da alternatif çözüm şekillerini gündeme getirmeye başlamıştır. Aynı zamanda Kıbrıs Türk Halkı Anavatan Türkiye’nin yardım ve desteğiyle KKTC’nin içte ve dışta gelişip uluslararası alanda hak ettiği yeri alabilmesi için yeni atılımlar başlatmış, buna paralel olarak KKTC’nin ve Türkiye’nin kendisinin Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını korumak için fiiliyatta harekete geçmiştir.
HALDUN BARIŞ: Kıbrıs’ta Türk Devletini tam anlamıyla bağımsız kılmak ve ambargoların kalkmasını sağlamak için nasıl adımlar atılabilir?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Kıbrıs’ta şu an iki ayrı devlet gerçeği vardır. Ancak bunlardan biri uluslararası alanda tanınmamaktadır. Ele alınması gereken alternatif çözüm modelleri arasında iki ayrı devlet modeli bizler için en uygun olandır. Bunun yanında; Monaco, Tayvan, Kosova, Çek-Slovak modelleri görüşülebilir. Medeni ayrılıklar söz konusu olabilmelidir.
HALDUN BARIŞ: Sık sık Kıbrıs’tan Türkiye’ye yönelik tepkilerin olduğuna ve KKTC’de Türkiye’ye karşı tepkinin arttığına dair haberler yayılıyor. “Kıbrıslı” tabiriyle çeşitli tepkiler ve öneriler gündeme geliyor. Bu hususta Kıbrıs Türkleri nasıl düşünüyorlar gerçekten? Ve “Kıbrıslı” tabirini ulus yaklaşımı açısından değerlendirir misiniz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Öncelikle “Kıbrıslılar” ibaresinin ne anlama geldiğine bakmamız lazım. Kıbrıslılar diye bir ulus yoktur ve tarih boyu olmamıştır. 1960’ta kurulan ortaklık cumhuriyeti Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak ayrı ve birbirinden farklı iki halkın eşitliği üzerine bina edilmişti. Kıbrıs Rum tarafının bu cumhuriyeti yaşatmayarak Yunanistanla birleşme (Enosis) uğruna vermeye devam etmeme uğraşları nedeni ile bu ortaklık yıkılarak günümüzdeki iki ayrı bağımsız ve egemen devlet şeklini almıştır. Mevcut iki ayrı siyasi yapının yeni bir ortaklıkta bir araya gelmesine yönelik 50 yılı aşkın bir süredir sürdürülen müzakereler ise Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıslı Türkler’le eşit ortaklık temelinde yetki ve refah paylaşmayı reddetmesi nedeni ile bir sonuca ulaşamamıştır. Mevcut koşullarda “Kıbrıslılık” sadece coğrafi bir anlam ifade etmenin ötesine geçmemiştir. Makarios’un 1960’lardaki ifadesi ile Kıbrıs diye bir devletten bahsedilebilse de Kıbrıslı diye bir ulustan bahsetmek mümkün değildir.
“1960 Zürih ve Londra Antlaşmaları yeni bir devlet doğurmuş ancak yeni bir ulus yaratmamıştır. Beni bilen hiçbir Rum/Yunan Kıbrıslılık diye ulusal bir zihniyet yaratmaya çalışmayacağımı bilir.” Bunlar, Makarios’un o tarihlerde kendi söylediği sözlerdir.
Türk dış politikası da Kıbrıs’ı hep “Milli Politika” olarak değerlendirmişti. Türkiye’de belli bir kesim ise Kıbrıs’ın Türkiye- Avrupa ilişkilerini bozduğuna, Türkiye’ye mali yük olduğuna (Özellikle Özal ve Tansu Çiller Dönemlerinde gelişen ver- kurtul söylemleri) inanmaktadır.
Kıbrıs Türkleri arasında ise Türkiye’ye karşı şu veya bu nedenle karşı olduğu söylenen kesim azınlıktadır hatta marjinaldir. Herhangi bir topluluğun/ halkın içinde değişik düşünen insanların bulunması demokrasi gereğidir ve bunlara “aile içi farklılıklar” olarak bakmak gerekir.
Şunu unutmamak gerekir ki siyasi eğilimleri ne olursa olsun halkımızın kahir çoğunluğu kendi güvenliğini Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin devamında görmektedir.
HALDUN BARIŞ: Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Devletinin bu mücadelede eksik olduğu veya geç kaldığı yönler/politikalar nelerdir?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Kanımızca KKTC’nin ilanında geç kalınmıştır. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ilan edilirken dünyaya verilmek istenen mesaj “Kıbrıs Türk tarafı olarak iki kesimli iki toplumlu federal bir uzlaşı konusundaki kararlılığımızın somut ifadesidir.” şeklinde olsa da bu mesaj uluslararası toplum tarafından yanlış algılanmış ve ilanından 8 yıl sonra deklare edilen KKTC’ye gösterilen tepkinin neredeyse aynısı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından KTFD’ye de gösterilmiştir. Dolayısıyla o tarihlerde 1975’te KTFD ilan edileceğine KKTC ilan edilseydi durum pek de farklı olmayacaktı. Ancak tek farkı, ikili bir olay olan siyasi/ diplomatik tanınmanın ülkeler bazında daha kolay gerçekleşeceğiydi. Çünkü Kıbrıs’ta 1974 olayları ve bunu takip eden coğrafi ayrılık yeni gerçekleşmişti ve Kıbrıs Rum propogandası daha sonraki dönemler kadar organize değildi; en azından tanınmayı engelleyecek düzeyde değildi. Rahmetli kurucu cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş 1975’te uluslararası hukukta pek de benzeri olmayan KTFD yerine KKTC’nin ilan edilmesi için Türkiye’yi ikna etmeye çok uğraş vermiştir.
HALDUN BARIŞ: KKTC’nin Türkiye’den halihazırda beklentileri ve talepleri nelerdir? Ekonomik, sosyal, siyasal olarak neler bekleniyor?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: KKTC’nin anavatan Türkiye’den ve Türkiye’nin KKTC’den beklentileri yeni koalisyon hükümetiyle Türkiye arasında imzalanan TC-KKTC Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolünde yer almaktadır. Bu protokolün uygulanmasında geçmiş protokollerin uygulanmasında yaşanan zorlukların yaşanmaması tabiatıyla her iki tarafın da beklentisidir. Ortak amaç KKTC’nin ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan geliştirilmesi uluslararası alanda hakettiği yeri alması ve kendi ayakları üzerinde durabileceği bir devlet yapısına kavuşmasıdır.
HALDUN BARIŞ: KKTC’de farklı siyasi fraksiyonların son dönemlerdeki yaklaşımlarını da değerlendirebilir misiniz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Siyasi yelpazenin solunda olarak nitelendirebileceğimiz kesimler, Türkiye’den daha bağımsız Rum tarafına karşı ise daha uzlaşıcı/ tavizkar bir tutum izlenmesini savunurken, yelpazenin sağındaki kesim Türkiye ile daha yakın ve sıkı ilişkileri öngören Rum tarafına karşı da daha kararlı ve dik bir duruşu savunan bir yaklaşım içerisindedir.
HALDUN BARIŞ: Kapalı Maraş’ın açılma kararı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu sadece envanter çalışmasıyla mı sınırlı kalacak yoksa ciddi adımlar atılacak mı?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Hükümet Türkiye’nin de desteği ile Maraş konusunda yeni ve ciddi bir strateji izlemektedir. Envanter çalışmaları bu stratejinin ilk adımı olup bunu diğer somut adımlar izleyecektir. Ancak bunu kapalı Maraş’ın bir gecede açılacağı olarak yorumlamamak lazım çünkü ciddi altyapı sorunları vardır. Hükümet yetkilileri yaptıkları açıklamalarda bu hareketimizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uygun olduğunu, çünkü kişilerin haklarına saygılı davranılacağını söylüyorlar ve BM Güvenlik Konseyi’nin buna karşı çıkamayacağını belirtiyorlar. Dolayısıyla bu kararın uluslararası hukuka da uygun olduğuna işaret ediyorlar.
HALDUN BARIŞ: Uluslararası kamuoyunda ve uluslararası davalarda Türkiye ve KKTC’nin çalışmalarını yeterli buluyor musunuz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Her zaman daha fazlası yapılabilir ama unutulmamalıdır ki uluslararası hukukta siyasi eğilimler büyük rol oynar bu nedenle Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan ve siyasi tanınmayı tekelinde bulunduran Kıbrıs Rum tarafı önemli avantaja sahiptir.
Özellikle Türkiye tarafından verilen mücadele gerçekten takdire şayandır.
HALDUN BARIŞ: Çeşitli STK’ların Kıbrıs’taki varlıkları veya şube dahi açmamaları hususu hiç gündeme geliyor mu? Kıbrıs Türklerinin bu konuda bir sitemi veya çağrısı var mıdır?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Bu konuda yasal mevzuatta bir takım sıkıntılar/ eksiklikler olduğu anlaşılıyor. Ancak şu ana kadar yerel düzeyde konunun gündemde olduğu ve yüksek talep bulunduğu söylenemez.
HALDUN BARIŞ: Kıbrıs Türk Devleti Rumlar hususunda nasıl bir yaklaşıma sahiptir? AİHM’nin verdiği çeşitli kararlarda Türkiye dolayısıyla da KKTC tazminata mahkum edilmişti. Özellikle şahsi mülkler ve zorunlu göçler konusunda Kıbrıs Türk Devleti bu meseleye nasıl bakıyor?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: Kıbrıs Türk tarafı mülkiyet sorununun ağırlıklı olarak toplu mal-mülk takası ve tazminat, sınırlı olarak da iade yöntemiyle masada çözümlenmesini savunagelmiştir. Bireysel müracaatlar konusu ise AİHM’nin önerisi ile kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) uhdesinde olup müracaat eden Rum eski mülk sahiplerinin başvuruları değerlendirilip işleme konulmaktadır.
HALDUN BARIŞ: AB’nin yaklaşımları noktasında Kıbrıs Türkü’nün siyasi hayatında rol almış biri olarak olarak Kıbrıs halkının ve politikacılarının düşünceleri nasıldır, değerlendirebilir misiniz?
HATİCE ÖZLER ŞAHİN: AB’nin Kıbrıslı Türklere karşı çok büyük haksızlıklar yapmış, ikiyüzlülük içinde hareket etmiş ve vaatlerini yerine getirmemiş bir supranasyonal yapı olduğunu düşünüyorum. 2004 Annan Planı referandumlarında Kıbrıslı Türklerin plana “evet”, Kıbrıslı Rumların ise “hayır” demiş olmasına rağmen, AB Yunanistan’ın şantajı sonucu Kıbrıs Rum tarafını tek yanlı olarak üye yapmakla bir hata işlemiş ve Kıbrıs sorununun çözümüne ağır bir darbe indirmiştir. Bu haksızlık hala devam etmektedir çünkü, AB Kıbrıslı Türkler’e karşı adı konmamış bir izolasyon ve kısıtlamalar uygulamaktadır. Yine 2004 yılında almış olduğu izolasyonların kaldırılması yönündeki kararı ve bu karar uyarınca geçirdiği üç tüzüğü dahi (Mali yardım, Yeşil Hat ve Doğrudan Ticaret Tüzükleri) uygulamaktan aciz olan AB Kıbrıs Rum tarafının bir üye olarak yaptığı itirazın arkasına saklanmaktadır. AB’den bu politikasını değiştirmesi ve iki tarafa eşit davranmasını beklemek hakkımızdır.
Röportaj: Haldun BARIŞ – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız