Twitter Facebook Linkedin Youtube

OĞUZNAME’DEN LİDERLİK SIRLARI

Cahit GÜNAYDIN

TRT AVAZ’ın “Orhun’dan Malazgirt’e Kutlu Yürüyüş” ve NTV’nin “Zaman Yolcusu Türklerin İzinde” videolarını izledikten sonra Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divan-ü Lugati’t-Türk okuyarak bin yıl öncesine zihinsel bir yoluculuk yapabilir insan…

Prof.dr. Necati Demir de Kaşgarlı Mahmud gibi saha araştırması yaparak kitaplar, makaleler yazan ve bunları www.necatidemir.net kişisel sitesinde paylaşan bir düşünce bozkurtudur. Kaşgarlı Mahmudun bayrağı yüzlerce düşünce bozkurtu ile elden ele taşınıyor. Ne kutlu bir iş böyle güzel kitaplar yazmak. Ötüken yayınevinden yayınlanan kitaptan bir alıntı ile dünya tarihine bir giriş yapalım, kişisel dünyamızı güzelleştirelim. Aile şirketlerinde liderlik krizine çözüm için Oğuz Kağanlardan liderlik sırlarını öğrenelim.

“Türkler, tarih sahnesine çıktıkları günden beri tarih yapan, ancak Köktürk Yazıtlarını kenarda tutacak olursak yakın zamana kadar, tarih yazma konusunu ciddiye almamış bir millettir. Halk yaşanmış olayları aklında tutar, nesilden nesile rivayet yolu ile nakleder, akılda kaldığı kadarıyla sonraki nesillere ulaştırır.” diyor Necati Demir, Oğuz Kağan Destanı kitabında.

Bugün bırakın tarih yazmayı, yazılmış tarih kitaplarını da okumayı ciddiye almıyoruz. Halkımızın okuma alışkanlığı olmamasını yoksulluğu nedeniyle hoş görebiliriz ama varsıllarımız, milyarlarca lira ciro yapan, binlerce eleman çalıştıran aile şirketlerinin hissedarları okumaz ise nasıl strateji geliştirebilir?

Türkiye’deki şirketlerin %99’u aile şirketidir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine üye aile şirketlerinin sayısı bir milyonun üzerinde. Ekonomiye ve siyasete aile şirketleri yön veriyor. Şirketlerin %51 hissesi aile şirketine ait ise şirketler aile şirketleri olarak tanımlanır ve ilk akla gelen büyük holdinglerden kobilerine kadar aile şirketlerinde liderlik krizi yaşanmakta ve aile şirketleri bir liderin öncülüğünde kurumsal yapılanmayı gerçekleştiremediğinden ekonomideki en ufak bir dalgalanmada şirketler küçülmekte veya yok olmaktadır. Çünkü aile şirketlerinde liderlik sorunu vardır.

“Liderliğin sırlarını aile şirket üyeleri –beyleri- Oğuzname’den öğrenebilir mi?” sorusuna bir yanıttır bu yazı.

Tarih bilincine sahip olmayan bir lider aile şirketinin geleceğini tasarlayamaz. Geleneğinin farkında olmayan bir aile şirketi üyesi modern olamaz. Oğuzname’yi okumayan bir şirket kurumsal kimlik kazanamaz, Marka yaratamaz.

Necati Demir diyor ki“Oğuz-name, insanoğlunun yaratıldığı günden itibaren bütün Türklerin uzak tarihini, atalarını, nesillerini, toplum yapısını, özellikle devlet yapısını, dilini, hukukunu, geleneklerini ve yaşayış tarzını daha çok rivayetlere dayanarak anlatan eserdir. Dolayısıyla Oğuz-name, Oğuz Türklerinin kimlik belgesidir. Kendisi ile hesaplaşmasıdır. Eserin girişi dikkate alındığında da bir Dünya Tarihi’dir….Asya kıtasında tarih sahnesine çıkan Türklerin ortak bir tarihî geçmişi bulunmaktadır. Buradan hemen hemen dünyanın her tarafına yayılmasına rağmen, doğal olarak, Türklerin ortak bir kültürü de bulunmaktadır. Türk milleti tarih içerisinde geniş coğrafyalara yayılmış olmasına rağmen ortak geçmişini ve ortak kültürünü büyük oranda korumuştur. Dil birliği, tarih birliği, edebiyat, aile yapısı ve müzik, bunlardan yalnızca bazılarıdır. Hiç bir eser Türk Dünyası’nı, Türk’e akraba olan toplumların dünyasını, Türk’ün dostunun ve düşmanının dünyasını Oğuz-name kadar kucaklayamamıştır. Daha başka bir ifade ile Bütün Türk Dünyası, Türk’e akraba olan toplumlar, Türkün dostu ve düşmanı kendilerini bu eserde bulabilirler. Hiçbir eser belki de dünya tarihi açısından bu kadar kucaklayıcı değildir. Oğuzname’yi önemli kılan unsurlardan birisi de içerisinde bulunan Oğuz boyları damgalarıdır. Öyle anlaşılmaktadır ki Türkler, tarih boyunca damgalarını, kendilerini tanıtan “kimlik kartı” olarak kabul etmişlerdir. Bu damgalar, tarih boyunca boyları temsil etmiştir. Damgalar; öncelikle, sahibi belli olsun diye otlak ve tarlalarındaki taşlara kazınır. Oturanı belli olsun diye çadırlarının veya evlerinin kapısına nakşedilir. Hangi aileden olduğu anlaşılsın diye başa konulan şapkaya veya bereye işlenir. Kemençe, bağlama, kaval, tulum, davul, zurna gibi müzik aletlerinin üzerinde bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca tarım yapılan araç ve gereçlere, ev eşyalarına, kap–kacaklara, süt ve yoğurt kaplarına, kilim ve halılara, at takımlarına, dokuma tezgâhlarına da damga vurulmaktadır. Hayır sahibini bildirmek için çeşme, cami, köprü gibi hayır için inşa edilen eserlere vurulur. Damgaların uğur getirdiğine inanılır.”

Bir ülke markalarının değeri kadar güçlüdür. Bir Alman Mercedes i, bir Japon Toyota sı, bir Amerikalı Ford u, bir Koreli Samsung’u ile gurur duyar. Bu markaların bir kimliği vardır. Dolaysıyla bir aile şirketi marka kimliği yaratmak istiyorsa tarih bilinci ile Damgaların kimliğini anlamalıdır. Türkiye’nin dünyada Arçelik, Vestel, Ülker, Mavi gibi bir elin iki parmağını geçmeyen markalarının olması aile şirket liderlerinin DAMGA’yı Oğuzname’den okumamalarıdır. Türk kültürü halılara öyle semboller ile yazılmıştır ki O nu anlayan gözler dünyanın neresinde bir Türk halısı görürse o sembolleri çözerek size tarihi anlatabilir. Türk Kültürü kâğıda değil ama halılara, türkülere, destanlara yazılmıştır. Lucien Arkas halı koleksiyonu ile dünyada ki en eski ve değerli Türk halıları özenle saklar. Dünyanın neresinde olur ise onu bulur, satın alır. Çünkü Oğuzname’yi okumuştur. SUMLIMlar Oğuzname’yi çok iyi bildiklerinden binlerce yıldır Türk ün zihninden silerek mankurlaştırmaya çalışıyorlardı. Bugün sosyal medya sayesinde milyonlarca düşünce bozkurtu Oğuzname üzerine yazıyor, konuşuyor. Binlerce Oğuzname kitabı çıkıyor aklınıza gelen her dilde. İstanbul’daki Türk İslam müzesinde ki halılara bir de Oğuzname de damgaların şifresini çözdükten sonra bakın  nasılsa  göreceksiniz Alper Tunga’dan Alparslan’a, Kaşgarlı Mahmud’tan Ali Şir Nevai’ye geçen Türk Kimlik Kartını. Oğuz Kağan Destanı kitabından bir alıntı ile liderliğin sırlarını yazmaya başlayalım.

Türk; çok iş bilir, becerikli, yiğit ve bilge bir kişi idi….Bugün o yere Issık Köl derler. Türk bu güzel manzaralı yerde ağaçtan ev yaptı. Bir süre sonra büyük çadırdan evi o bina kıldı. Çadır yani otağ, Yafes oğlu Türk ün icadıdır. Türklerin içinde bazı adetler vardır ki o adetler Yafes oğlu Türk’ten kalmıştır. Koyun ve diğer hayvanlardan insanlar için giysiler yapmanın yine Yafes oğlu Türk’ten miras olduğu bilinmektedir. Türk bu bakımdan da meşhurdur. Yafes oğlu Türk, padişah olduğunda ADİL, ERDEMLİ, AKILLI ve DÜZEN sahibi idi. Uyulması gereken kurallara her zaman saygı gösterip uyardı.”

Aile şirketi lideri becerikli, iş bilir, yiğit, yenileşimci, adil, erdemli, akıllı, düzen sahibi olduğu kadar uyulması gereken kurallara örneğin aile şirketi anayasasına saygı göstermelidir. Yaklaşık yirmi yıldır yüzlerce aile şirketinde gözlemlediğim; aile şirketini kuran liderin hiçbir kural, yasa dinlemediği gibi sabah verdiği kararı akşam değiştirebiliyor olması, milyar dolarlık yatırımlara bir dakikada kimseye danışmadan karar verebilmesi idi. Müşterilere zamanında uygun kalite de teslimat yapmadığı gibi tedarikçilerin ödemelerini de geciktiriyordu. Binlerce senet protestosu ve ödenmeyen çeklerden birçok şirket kapanma noktasına geldi. Makro finansal risklerin etkisi tüm şirketler için geçerlidir. Global şirketler ve kurumsal şirketler risklerini yönetir. Aile şirketlerinde ise liderlik krizin nedenidir.

İnşaat sektörüne bir bakalım. Sadece İstanbul Ticaret Odası’na kayıtlı müteahhit sayısı 60 bin! 80 milyon nüfuslu Almanya’da toplam sayı 3 bin 800 iken, tüm Avrupa’da 20-30 bin arasında. Türkiye’de tüm Avrupa’nın 10 katı müteahhit bulunuyor. Bugün sadece Bağdat Caddesi’nde çalışan müteahhit sayısı 500’den fazlayken, bölgede yaşanan ‘kentsel dönüşüm enkazı’nın bir nedeninin de müteahhit sayısındaki artış olduğu değerlendirilmişti. Türkiye geneli müteahhit sayısının 330 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Yeni girişlerin yarattığı sorunlar sektörün gündeminde. Kat karşılığı arsa bulan kişiler imar alıp maketten satış yapıyor. Tıkanan projelerin çoğu da bu tür girişimler. Müteahhit sayısındaki fazlalık konut üretimine de yansıyor. Halihazırda konut satışlarının neredeyse iki katı oranda yeni üretim bulunurken, sektöre yeni giren firmalar dahi 500, 1000, 1500 konutluk büyük projelere girişebiliyor.

Bu sorunun nedeni aile şirketlerindeki liderin Oğuzname’de belirtilen lider özelliklerini taşımamasıdır. Aile şirketlerinde kurucu patronun yerine gelecek veliaht yetiştirilmesi çok önemli sorundur. İkinci Murat’ın Fatih sultan Mehmet e 15 yaşında padişahlığı devrederken Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlunu ipek iplikle boğdurması olayını kaynaklarını Oğuzname de okuyabiliriz. Aile şirketlerindeki baba-oğul kavgası tarihsel olarak aile şirketlerinde devam ediyor. Yine Oğuzname de bir Türk ün adsız olması ve isim almak için başarılar kazanması da aile şirketlerinde yeni nesilin yetişmesinde örnek alınabilir. Yani genç patron-bey- in  aile şirketinde en alt kademeden başlayarak şef, müdür, genel müdür olması geleneğimizden gelen bir yönetim modelidir. Yine aile şirketi kurucusunun ölümünden sonra aile şirketinin parçalanmaması için bir aile anayasası hazırlamak için Oğuzname den ders alınabilir. Oğuzname Türklerin kadim belleğidir. Binlerce kişiden, olaydan süzülmüş kolektif bir bilinçtir. Bugün yaşadıklarımızın nedeni, çözümü destanlaşmıştır. Kodlarını çözmektir bugün bize düşen. Oğuz Kağan Destanı kitabından bir alıntı yapalım bu konuda.

“Oğuz Kağan’ın Uygur diye ad verdiği Türk boyundan Irgıl Hoca adlı bilge bir veziri vardı. Bu bilge vezir Irgıl Hoca, Oğuz Kağanın veziri olduğu zamanlarda Oğuz Kağan’a şöyle bir konuyu arz kıldı. “Ey büyük kağanımız sizden sonra gereği gibi uygulanacak kanunları bizzat mübarek el yazınızla yazmanızı arz ederiz. Sizden sonra insanlar yerleri, makamları ve hisseleri paylaşmada anlaşmazlık çıkarmasınlar. BENLİK VE DİK BAŞLILIK DAVASI SÜRDÜRMESİNLER”.

Aile şirketlerinde kız çocuklarının yönetim kurullarında yer alması konusunda Oğuzname den ders alabilir aile şirket liderleri. Oğuz Kağan Destanı kitabından son alıntımızı yapalım.

“Türkmenlerin tarih bilen bilginleri ve yazıcıları şöyle söylemişlerdir. Yedi Türkmen kızı bütün oğuz ilini ağzına bakındırıp çok uzun yıllar beylik kıldılar. Ülke ve Savaş yönettiler. Adaleti sağlayıp insanların huzurlu yaşamasını sağladılar….Bu eser; hicri 1071 de yani miladi 1669-1660 ta Harezm memleketinde yazıldı. Tamamlandı ve kitap haline getirildi. Hazreti Peygamber, iki cihanın güneşi ,güllerin efendisi: “KALEM, DÜNYANIN İZZETİ VE AHİRETİN ŞEREFİDİR” demiştir.

Aile şirket yönetim kurullarına kadın elinin değmesi aynı tarihimizde olduğu gibi şirketlerde de çok büyük etkisi olur. Şölen Çikolata’nın CEO koltuğunda altı senedir oturan Elif Çoban’ın şirket performansına katkısı ise büyük. Çoban, Şölen’i kısa sürede 120 ülkeye ihracat gerçekleştiren, Türkiye’nin çikolata ve bisküvi alanındaki en büyük üçüncü şirketi haline getirdi. Dört erkek kardeşi bulunmasına rağmen icranın başına Elif Çoban’ı getirdiği gün baba İsmail Çoban, “Elif’i bin erkeğe değişmem. Bu göreve çok hak ederek geldi. Şölen’i güzel yerlere taşıdı, özveriyle çalıştı. Bundan sonra daha ilerilere götürecek” diyordu.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde ekonomi eğitimini şeref derecesiyle tamamlayan Çoban, mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesinden asistanlık teklifi aldı. İki yıl doktora programına katıldıktan sonra akademisyenliğin kendisine göre olmadığını düşünüp iş hayatına atıldı. Birkaç yıl süren profesyonel yaşam macerasından sonra ailesinin isteğiyle Gaziantep’e döndü. “Aile şirketinde kazara işe başladım. İşler iyi gidince de devam ettim” diyen Çoban, bu süreci şöyle anlatıyor: “Bir gün fabrikamızda Lübnan’dan gelen bir faks gördüm, faksta ‘Sizden mal almak istiyorum ama kimse benimle ilgilenmiyor’ yazıyordu. O faksa verdiğim cevapla işe başlamış oldum ve Ortadoğu ülkelerine açıldık. Benim gelişimle Ortadoğu, Balkanlar ve diğer ülkelere ihracata başladık.

İhracatın sekretaryasından işe başlayan Çoban, “Ruhum ihracattan yana” ve “Başarıyı da başarısızlığa da çok büyütmem. Yarın beni daha çok ilgilendiriyor” diyor. “Fortune En Güçlü 50 İş Kadını” listesinin Anadolu’daki başarılı temsilcilerinden biri olarak kadın istihdamına verdiği önemle tanınıyor. Fabrika çalışanlarından bir grup mavi yakalı kadın çalışan ,onun bu tutumuyla ilgili olarak; “Burada çalışmaktan çok memnunuz. Kadınların iş hayatında yükselmesini isteyen ve bu yolu açan bir yönetici” diyor. Şölen’de 2 bine yakın çalışan var. Çoban, gelecek vaat eden, potansiyeli olan çalışanlarla birlikte olmak istediğini söylüyor. Liderlikle ilgili olarak neler düşündüğünü ise şöyle dile getiriyor: “Bana göre iyi bir lider, sonuç odaklı ve hızlı olmalı. Kolay kolay pes etmeyen, motivasyonu bozulmayan, gerekirse hedefe gideceği yolu değiştiren ancak gitmekten asla vazgeçemeyen karaktere sahip olmalı. Kısacası uzun koşu maratoncusu olmalı.

Aile şirketleri yönetimindeki liderler, Oğuzname’den kıssadan hisse çıkartabilir. Aile şirketlerimizin varlığını sürdürmesi, global şirketlerin finansman gücü karşısında çok güçlü bir liderlik ile olasıdır. Tarih boyunca tüm Oğuz Kağanlar kurultay kararlarına uydu, bilge vezirlerine danıştı, görevini yapamayan kağan, görevi ya kendisi bıraktı, ya da bıraktırıldı.

Oğuz törüg’den uzaklaştıkları için Türk aile şirketlerinin bir biri ile yaptıkları kuralsız rekabet, hiçbir aile şirketinin küresel bir güç olmasına izin vermiyor. Saçma sapan isimler ile marka yaratmaya çalıştıkları gibi, saçma sapan markalara para yatırıyorlar.

İtalya da kaç tane Starbucks kahve dükkanı var, Türkiye da kaç tane? .Patronlarımız yerli fabrikalarına Türk marka tezgah almazsa nasıl yerli ve mili üretimi var olabilir? Türk markası giymezsen, Türk markası  kahve dükkanında içmezsen, Türk markası lokantada yemezsen nasıl Türk markası yaratabilirsin ki?

Türkçe düşünmez isen, Türkçe yazmaz isen Türkçe nasıl bilim dili olur. Kültür, dildir. Dil, ses bayrağıdır. Düşlerinin sınırını dilin belirler. Türk Aile şirketleri, hem ülke ekonomisine hem de siyasete yön verdiğinden OĞUZNAME’yi bir liderlik kitabı gibi ve DAMGA’nın geçmişini anlayarak da MARKA olmanın şifresi gibi yeni bir gözle okumalıdır.

Bir okyanustur Oğuzname… Herkes elindeki bardağı kadar doldurabilir. Ben liderlik çerçevesinde aldığım kendi dersimi yeteneğim çerçevesinde bu kadar yazdım.

Şimdi yayımızı bin yıl gerelim ve geleceğe bir düşünce oku atalım. Bilim kurgu öyküler ile gelecek tasarlanabilir. Soru sormaya başlarsan düşünmeye de başlarsın aslında. Michio Kaku, Popular Science dergisinin Temmuz 2017 sayının 75. sayfasında şöyle diyor; “Küçük çocukken zihnimi açan bilim kurgu kitapları sayesinde fizikçi oldum. Okurken şu soruyu sorardım; bugün imkansız olarak nitelendirdiğimiz hangi teknolojiler gelecek bin yılda hayata geçirebilecek hale gelebilir? 

Yıl 3019. Zamanının ruhunu yansıtan “hız”a uygun bir form oluştu sonunda. Herkes bir tür bilinç gibi “personal algoritma” olarak internete bağlandı. Bedene gerek yok. Herkes ne isterse düşüncesini yazıya dönüştürebilir herhangi bir sosyal medyaya kanalında. Yazmak zor gelirse emo kullanır.

Düşüncenin bilinmesini istersen, “yayınla” diye düşünüyorsun o kadar. İnternet kullanıcısı olmak herkesi eşitliyor ve kolektif bir yazar-çizer oluyoruz. İstesek de, istemesek de bağlanıyoruz ve “big algoritma” ile sürekli izleniyoruz.

Dezonformasyon o kadar büyük ki “bot”ları insan sanabilirsin ya da insanları bot. Karıncalar gibi yazıyoruz ve saçma sapan kolonilerin işçileri oluyoruz. Bazıları arılar gibi her blogdan bal izleri topluyor, bir kovanda eritiyor. Tek bir organizmaya dönüşüyoruz, sürüye katılıyoruz, tipleşiyoruz, sosyal medya morfinleri ile uyuşturuluyoruz ve neo-gangam style videosunu 333 milyar insansı seyrediyor, bayılıyor.

Herkes bir birinden bir şeyler alıyor, bir şeyler katıyor. Her şeyi 1 dakikada unutup, yeni bir şeyi arıyoruz gooogleda; ya da aradığımızı sanıp yeni bir şeylere yönlendiriliyoruz, devasa bir bilincin içinde sürekli yeni bağlantılar ile dönüşüyoruz. Sürekli yeni nicname’ler ile kendi kendimizi yeniden biçimlendiriyoruz, sanal alemlere akıyoruz.

Fast-food gibi popüler kültürün “yüzeysel derinlik”lerinde buluşuyoruz. Biraz “like” biraz “share” ile orgazm oluyoruz. Kozmik bir “mem” çorbasında yitiyoruz. Artık ne post-modernizm kaldı, ne de sürrealizm.

Güneşten gelen ışıkla fotosentezini kendi yapıyor bulut bilişimde yaşayan micro-siborglar. Düşlerde geziyor. Zamandan zamana geçerek.

3017 den sonrası yok. Bir tık sonra “big bang”. Yeniden yükleniyor evrensel program. İster Alper Tunga ol, ister Alp Arslan. İster Kaşgarlı Mahmud ol, ister Ali Şir Nevai.

Sen geçmişe gittikten sonra tarih yeniden yazılıyor. Ama her zaman 3017’de bitiyor. Daha ötesi yok. Big bang’in başladığı an aynı zamanda son nokta.

İşte her şeyin teorisi bu kadar basit… Hiçten doğduk, hiçleşiyoruz mem çorbasında. Genlerin taşıyıcılığına gerek yok ki yeniden doğmak için; her nöronal bağlantıda yeni bir bilinç biçebilirsin kendine rastlantısal olarak.

3017 yılında “weareconnectum” formülü bulundu. Oğuz Kağan bir mesaj gönderdi Michio Kaku’ya: “İşte MASTER algoritma” (sanal gerçek = 1/sonsuzluk).

Cahit GÜNAYDIN*
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

* İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesinden mezun oldu. Otomotiv Endüstrisinde Mühendis ve Yönetici olarak 25 yıl çalıştı. Profesyonel olarak çalıştığı dönemde altı sigma, kaizen, yalın üretim, proje yönetimi, efqm, bsc, stratejik planlama, arge ve teknoloji yönetimi eğitimleri alan Cahit Günaydın, Mercedes-Benz, Ford, Isuzu , Nissan gibi küresel firmaların otomotiv projelerinde çalışmıştır. İşletme Yönetimi Sertifika Programını programını tamamladıktan sonra ülkemizin önde gelen danışmanlık firmaları ve TUGİAD, KALDER, MPM, TOSYÖV, TTGV, MEV, TİM, TOBB, BEYAZ NOKTA, UBSV STRATEJİ VAKFI gibi sivil toplum kuruluşları ile sanayi 4.0.& yenileşim yönetimi projelerinde çalışmaktadır.

 

 

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: