Merkezimizce düzenlenen okuyucularımıza açık etkinliklerin 101’incisi, Gazeteci ve N Gazete haber sitesinin sahibi Nuray BAŞARAN DEMİR’in sunumuyla “Derin Devlet, Türkiye’nin Yakın Tarihi ve Bundan Sonrası” başlıklı bir söyleşi şeklinde gerçekleşti.
Söyleşi, Sayın BAŞARAN’ın kısa sunumunun ardından soru-cevap şeklinde devam etti. Türkiye’nin yakın tarihi ve yakın geleceğine ilişkin zorlu soruların sorulup cevaplandırıldığı söyleşi, 2,5 saat sürdü.
Sayın BAŞARAN’a bilgilendirici sunumu için çok teşekkür ediyor, sunumunu okucuyularımızın istifadesi için aşağıda arz ediyoruz.
SÖYLEŞİ SUNUMU:
Derin devleti anlamak için söze devlet tanımı ile başlamakta fayda var diye düşünüyorum.
DEVLET; toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık. Yani toplumun siyasal örgütlenişi ve örgütlerinin tümüdür
Ne yazık ki son yıllarda, Türkiye gündemine bu kavram değil de devleti çağrıştıran deyim olarak, ‘derin devlet’ kavramı pompalanmıştır.
Ve bu kavram 7’den 70’e herkese ezberletilmiştir. Oysa adı üstünde ‘derin’ demek karanlık ya da ‘derin’ deyince, ‘yeraltının’ çağrıştığı açıktır, ortadadır.
Ve yeraltına inilince de, illegal ve kriminal yapılar yaratılıp, bunlara yapılan operasyonlar ile de Türkiye’deki ‘devlet’ yapısının nasıl yok edilmek istendiği, yaşanan olaylara bugün bakınca daha da ortaya çıkmaktadır.
Oysa eski Türkçe’de bu kavram, ‘hikmet-i hükümet’ olarak ifade edilirdi. Avrupa dillerinde ise ‘raison d’etat’ kullanılmaktadır. Yani devlet sebebi ya da devletin var olma nedeni ve devletin kuruluş gerekçesi anlamı oluşturulmaktadır.
Ortaçağ’ın sona ermesi ve dine dayanan toplum düzeninin geride kalmasından sonra kullanılan devlet aklı, modern çağlara geçiş sürecini ve modern devlete hayat verme anlamında da kullanılıyor.
İtalyan düşünür Botero tarafından ilk kez kullanılan ‘devlet aklı’ kavramı, bir devletin kurulabilmesi ve yaşayabilmesi, varlığını sürdürmesi, her türlü tehdit ya da tehlikeye karşı kendisini koruyabilmesi, daha iyi ve gelişmiş düzeyde hizmetleri geliştirebilmesi ve diğer devletlerle arasındaki rekabet düzeninde daha güçlü bir konuma gelebilmesi için yapılması gereken bütün girişimleri ifade etmektedir.
Her devletin kurucuları bir akıl kullanarak devletlerini tarih sahnesine çıkarırlar ki, buna ‘kurucu devlet aklı’ denir. Ve diyeceğim şu ki, devleti kuran akıl, onu yaşatmasını, korumasını ve geliştirmesini de bilir ve bilecektir.
Devlet aklı, bir toplumda ya da ülkede güç merkezi oluşturmasını, oluşturulan güç merkezini siyasal anlamda örgütleyerek de görev yapmaktadır. Devlet aklı, devlet kuracak gücü oluşturmak ve bu güç oluşumunu daha sonra kurumlaştırarak sürekli siyasal yapıya dönüştürmek anlamında da açıklanabilir. Bu açıdan devlet aklı, devletin düşünce temelidir. Bu nedenle de son zamanlarda ben de yazılarımda bu kavramı çok sıklıkla kullanmaktayım.
PEKİ DERİN DEVLET NEDİR?
Aslında az önceki tanımlara paralel olarak devletin uzun devamını kapsayıcı bir tanım yapmak isterdi gönlümüz ama yaşadıklarımız, gördüklerimiz ve bildiklerimiz maalesef buna izin vermemektedir.
Zira derin devlet, ülkelerin anayasalarında devlet yapısı dışında oluşturulmuş yapıları ifade eden siyasi bir terimdir.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere derin devletin resmi kurumsal bir yapısı yoktur.
Resmi kurumsal yapısı olmamasından ötürü, kamuoyu çoğu zaman derin devletin varlığından haberdar bile olamaz.
Derin devlete mensup olduğu için bir kişinin kimliği ya da maaş bordrosu olmaz. Ancak bu durum, bazı derin devlet mensuplarının resmi kurumların mensubu olmasına da engel teşkil etmez.
Asker, polis, istihbarat elemanı, gazeteci ya da siyasi bir kişilik derin devlet mensubu olarak faaliyet yürütebilir.
Buna karşın derin devletin varlığı, daha çok kendine tabi kişi veya kurumların meşruluk sınırları dışına taştıkları zaman şiddet kullanmaları halinde kamuoyunca hissedilir hale gelir.
Nikaragua’daki kontralar veya İtalya’da varlığı 1990’larda ortaya çıkan Gladio bu şekilde kendini belli etmiş birer derin devlet yapılanmasıdır.
Böylesi durumlarda daha çok şiddeti uygulayanlar afişe olmakla birlikte, şiddet eylemlerini organize eden asıl derin devlet yapısı ve mensupları gizli kalır.
Bu sayede derin devlet yapılanmaları uzun yıllar engellenmeden faaliyetlilerine devam edebilirler.
Derin devleti dile getiren ülkemizdeki ilk devlet adamı olan Bülent Ecevit, 26 Eylül 1974‘te, Giresun‘da yaptığı bir konuşmada şu ifadeyi kullanmıştır:
12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve hatta soruşturmaların hukukiliğine ve insaniliğine gölge düşüren Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayri resmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.
Ecevit’in derin devletin varlığını gösteren bu açıklamasına karşın, derin devlet kavramını salt iktidar karşıtı politikalarla özdeşleştirmek mümkün değildir.
Çoğu zaman devletlerin resmi olarak yürütmesinde, çeşitli sakıncalar gördükleri politikalar ve uygulamalar derin devlet tarafından yürütülür.
Ki, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 17 Nisan 2005 tarihinde, CNN Türk’te yayınlanan Ankara Kulisi adlı programda “Derin devlet, devletin kendisidir“ demiştir.
Derin devletler kendilerine devletin üst aklı olma gibi bir görev de biçmişlerdir zaman zaman.
Derin devlet faaliyetlerinde esas; gizlilik üzerine kurulu olduğu için buna göre bir yapılanmaya gidilir. Düşünce ve strateji kuruluşları, vakıflar ve dernekler, basın yayın organları ve bazı STK’lar ile ticaret firmaları derin devlet faaliyetleri için ideal bir maskeleme sağlar.
Bir ülkenin derin devleti başka bir ülkenin bir bölgesinde kalkındırma ya da sosyal yardım faaliyeti adı altında gizli faaliyetlerde bulunurlar. Veya o ülkede hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi adına bölücü, yıkıcı faaliyetleri kolaylıkla desteklerler.
Bunlara SOROS, Alman Vakıfları günümüzde iyi birer örnektir.
Devlet bürokrasisi içinde yuvalanan, hükümetleri doğrudan kontrolleri altına alan, değişime kimi zaman şiddet, kimi zaman ise propaganda yöntemlerini kullanarak karşı çıkan ve hukuk tanımayan grupların oluşturduğu gizli sistemlere de derin devletler adı verilir.
Derin devletlerin, kanunlara bağımlı olmayan plan ve uygulamaları vardır.
Devletlerin üzerinde adeta bir korku imparatorluğu kurmuşlardır. Ülkelerin mevcut devlet başkanları ve siyasi sistemleri, her ne kadar bağımsız gözükseler de, çoğunluğu maruz kaldıkları dayatma sistemi nedeniyle derin devletlerin himayesinde hareket etmek mecburiyetindedirler.
Devlet sistemlerinde liderler tarafından alınan kararlar, vicdani ve makul bile olsa, söz konusu derin devletler tarafından kolaylıkla reddedilebilmekte; derin devletlerin çıkarları adına savaşlar, çatışmalar, bölücü eylemler başlatılabilmektedir.
Derin devletler, hemen her ülkede o veya bu şekilde varlığını göstermiştir. Kimileri oldukça güçlenmiş, kimileri milletler üzerinde tek başına söz hakkına sahip olacak bir nüfuza erişmiştir.
Almanya- İsrail- İngiltere-Rusya-hatta İran’ın derin devlet yapılarının ne kadar güçlü olduğu tarihsel süreçte izlenmiştir.
ABD derin devleti de dahil olmak üzere, yeryüzüne hâkim tüm derin devletlerin üzerinde, çok daha etkin, çok daha hakim ve çok daha derin bir mafya yapılanması vardır.
Bu yapı İngiliz derin devletidir.
Kurulduğu 5. yüzyıldan bu yana dünya çapında çok yönlü olarak, dinsizliği, dejenerasyonu, çete ve mafya ruhunu, öfkeyi, şiddeti, savaş felsefesini, bölünmeyi ve terörü yaygınlaştırmayı hedeflemiş, dünya finans sistemini, ardından dünya politikasını ve topraklarını elde etmiş olan İngiliz derin devleti, dünyayı ilgilendiren hemen her olayda tarih sahnesinde olmuştur.
Devletlerin yıkılması, savaşların başlaması, darbeler, parçalanan ülkeler, terör örgütlerinin desteklenmesi gibi tüm ataklar, kapalı kapılar ardında hep İngiliz derin devletinin kararlarıyla gerçekleşmiştir.
Dönemin karanlık liderleri, 5. yüzyıldan itibaren tümüyle ateistlere ait olan mason localarında aldıkları kararlar doğrultusunda hareket etmiş ve hâkim olduğu yerlerde istediklerini yaptırır hale gelmişlerdir.
1588 yılında Avrupa’nın en güçlü donanması olan yenilmez İspanyol Armada’sını bozguna uğratarak Britanya İmparatorluğu’nun kurulması ve ülkenin denizaşırı topraklara kavuşması ile İngiliz derin devleti uluslararası alandaki faaliyetlere ağırlık vermiştir.
İngiliz derin devletinin ana hedefi sömürge topraklarının genişletilerek elde tutulması için uluslararası politikalar üretmek ve bunların uygulanmasını sağlamak olmuştur. İngiliz Derin Devleti 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeler ile olan doğrudan olan bağlarını gevşetmişse de buralardaki etkisi hala çok fazladır.
Özellikle Afrika’nın sömürgeleşmesinde İngiltere’nin payı çok büyük olmuştur. Afrika’da sömürge faaliyetleri, İngiliz tüccarlar tarafından kurulan şirketler vasıtasıyla yürütülmüştür. Bu şirketler gittikleri yerlerde toprakları kendi üzerlerine alarak savaş ve barış yapma yetkisine dahi sahip olacak bir güç edinmiş, bölge ülkelerini tümüyle kendilerine bağlı kılmışlardır. Devlet tarafından yetkilerle donatılıp bireysel devlet görünümü alacak konuma gelmişlerdir.
İngiliz Derin Devleti, sömürgeler haricindeki diğer ülkeler üzerinde de özel bir çaba sarf etmektedir. Özellikle Ortadoğu ülkeleri için projeler geliştirip uygulamaya çalışmaktadır.
İngiliz derin devleti, ülkeleri içten zayıflatma politikalarını çeşitli azınlık grupları içinde ayrılık söylemlerini teşvik ederek veya ülkeler içinde faaliyet yürüten terör örgütlerini alttan alta destekleyerek de gerçekleştirmiştir. Derin güçlerin bu yönde faaliyetleri şu an halen aktif olarak devam etmektedir.
Dünya devletlerinin istihbarat örgütleri, gerçekte kendi derin devletlerinin kontrolü altında faaliyet yaparlar. Hiçbiri bağımsız bir güç değildir.
Günümüzde dünyada gelişen hemen hemen tüm olaylardan sorumlu tutulan ABD ve CIA, gerçekte, tüm diğer ülkeler ve istihbarat kurumları gibi İngiliz derin devletinin kararlarının dışına çıkamaz.
Beş göz adlı oluşum sayesinde ABD, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya istihbarat örgütleri edindikleri tüm bilgileri İngiliz İstihbarat örgütüne akıtırlar.
Özellikle Ortadoğu’ya gelen çeşitli yöneticiler, kilit görevlere sahip insanlar, daima İngiliz derin devletinin yetiştirdiği kişiler olmuştur. Söz konusu kişilerin özgeçmişleri incelendiğinde, mutlaka derin devletin istihbarat birimlerini yetiştiren özel okullarda eğitim aldıkları görülür. Bu kişiler, Ortadoğu’da güçlü pozisyonlara gelip hatta devlet başkanlığı yaparlar. Bu yolla, söz konusu ülkelerin bütün kaynakları, imkânları ve planları, İngiliz devletine uyumlu olacak şekilde şekillendirilir…
Bütün bu bilgiler ışığında dünyada gerçekleşmekte olan olayları incelerken, doğrudan ABD’yi, çeşitli hükümetleri, devlet yöneticilerini, istihbarat servislerini suçlamak yerine olayları derinlemesine incelemek gerekir.
Bu derin inceleme, daima İngiliz derin devletinin yapılanmasına işaret ederek ve mutlaka yüzyıllar önce geliştirilmiş stratejik planlara sadık kalındığını gösterir.
Şunu bilmeliyiz ki, bugün dünyada gelişen olaylar, savaşlar, ayaklanmalar, kıtlıklar, yoksulluklar, göçler, dejenerasyon, ahlaki çöküntü, dinsizlik, maneviyatsızlık ve bunun gibi çöküşe işaret eden olayların hiçbiri spontane gelişmemekte, mutlaka yüz yıllar önce kapalı kapılar ardında kararlaştırılan planların ışığında seyrettiğnin görürüz.
PEKİ TÜRKİYE’DE DURUM NEDİR?
Türkiye’de derin devlet üzerine yazmak ve konuşmak hem çok bildik hem de bilinmez bir alan hakkında yazmak anlamına geliyor. ”Derin devlet” genellikle, hemen hemen herkesin algı dünyasında bir yeri olan, var olduğuna inanılan, zaman zaman görünür hale geldiği düşünülen bir buzdağı metaforuyla tanımlanıyor. Bazılarınca son yıllarda ”tasfiye edildiği ve yargılandığı” düşünülüyor
1996 yılında Susurluk kazası derin devletin görünür hale geldiği az sayıdaki enstantanelerden biriydi. O günlerde “derin devlet” kavramıyla kastedilen ve efsaneleşen yapı; köşe yazarlarının James Bond filmlerindeki gizli görevlerle bağlantılandırdığı, bilinmezden bilinir haline gelmiş olan bu durum, devlet görevlilerinin hukuki sınırlar içinde yapılmasının zor olduğu düşünülen bir mücadelede hukuk dışı yöntemler benimsemesi, hatta suçluları görevlendirmesiydi.
Susurluk Olayı’nın patlak vermesinden yıllar sonra Türkiye devleti, 2009 yılına kadar efsanevi örgüt JİTEM’i bile soruşturamamış, soruşturma amaçlı girişimler sürüncemede kalmışken, ardından başlayan Ergenekon davasındaki sanıklardan bazıları kendisinden derin devlet olarak söz ediyordu.
Ve artık derin yapılar temizleniyordu…
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından alınan kararlarla oluşturulan özel yetkili savcılık ve mahkemeler, Ergenekon, OdaTV, Balyoz, İnternet Andıcı, Devrimci Karargah, KCK davaları ile televizyonlardaki polis baskınları, adliye önü görüntüleriyle birlikte gündelik hayatımızı kapladı.
Bu davaların bazıları Ergenekon davasıyla ilişkilendirildi. “Türkiye’nin derin devletten temizlendiği” düşüncesi dolaşıma girdi. Çoğu zaman, “derin devlet” kavramı ile askeri vesayet, siyasal sistem üzerinde ordunun etkisi ya da devlet aklına dayalı meşrulaştırma anlayışı karıştırıldı.
1980 darbesine ilişkin ise çok sayıda analiz bulunuyor. Darbenin toplumsal kesimler açısından yeni sağ politikaların Türkiye’de yerleştirilmesini sağlayan bir tür şok olduğu, ABD’nin bilgisi dahilinde, toplumsal muhalefetin doğrudan askeri güçle ve olağanüstü hal rejimiyle siyasal toplumsal örgütlenmenin sarsılıp, işgücünün burjuvazinin taleplerine uygun biçimde ehlileştirildiriği, genel olarak biliniyor.
Doğrudan askeri güç kullanarak, hukuk devletinin asgari gereklerini ve siyasal hayatın bütününü askıya alan darbe yönetiminin elbette ”derin devlet”le karıştırılmaması gerekir.
Derin devletin ”derinliği” basitçe ‘açık’ olmayıp, devlet gücü ve yetkisi kullanılarak “örtülü faaliyet” yürütmesinden gelir.
Askeri darbe, ordunun fiziki şiddet gücünü açıkça siyaseti düzenlemekte kullanmasıdır ki, bir tür raison d’etat (devlet aklı) tarafından harekete geçirilmiş de olsa derin devlet faaliyeti değil, ordunun siyasal sistem üzerindeki gücünün somutlaşmasıdır.
1990’lı yılların başından 1996’ya kadar hukuki yollarla mücadelenin yetersiz kaldığı düşünülen Kürt hareketinin üyelerine yönelik çok sayıda faili meçhul cinayetin işlenmiş olması, bombalamalar, derin devlet ve kontrgerilla tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi.
Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı, 1980 öncesi antikomünist hareketin gençlik lideriydi. Bu bir tesadüf değildi. Antikomünist hareketteki arkadaşları da 1990 sonrasındaki faaliyetlerinde Çatlı’nın yanındaydı. Bu kadronun 1980 öncesinde yedi TİP’li genci evlerinde öldürdüğü tesadüf eseri ortaya çıkmıştı.
1970’li yıllarda komünizmle savaş amacıyla yararlanılan kadrolar, 1990’ların başlarında Kürt hareketiyle savaş amacıyla başvurulan kadrolarla aynıydı.
Çeşitli olaylarla görüyoruz ki Doğu Bloku’nun dağılması ve anti komünist örgütlenmenin anlamsızlaşması, derin devlet faaliyetlerini ne dünyada ne de Türkiye’de bitirmiştir.
Zira, hukuki sınırlar dışında güç kullanmak isteyen her iktidarın örtülü faaliyetlere ihtiyaç duyma ihtimali vardır.
Tam da bu nedenle, derin devlet, şiddet tekelini elinde bulunduran devlete özgü bir ayrıcalıktır.
Devletten bağımsız olarak sivil toplumda hayat bulamaz ancak devletin ya da devlet içindeki bir grubun mevcut hukuki sistemin ötesinde güç kullanmak istemesiyle ortaya çıkar.
“Derin devlet metaforu”yla genellikle kastedilen, devletin bir parçası olarak işleyen ve yasal olmayan faaliyetleri el altından gizlice sürdüren yürütme gücünün bir parçasıdır.
Bu gizli saklı faaliyet bir biçimde açığa çıktığında ise üstlenilmez, “suçu işleyenler”in kişisel sorumluluğu olarak ortada kalır.
Bu anlamıyla derin devletlerin, ya da devletlerin hukuki olmayan faaliyetlerinin bir anlamda meşruluk derdi vardır; meşruluk sorununu gizli kalarak çözer.
Devlet aklını, devletin kendini koruma kaygısı olarak meşrulaştıran şeyi, sıklıkla hukukun doğrudan siyasal iktidarın aracı haline gelemediği durumlarda görürüz.
Darbe dönemindeki devlet faaliyetlerinde bu derinlik kaygısı minimuma inmiştir. Zira, yasama gücü doğrudan silah gücüyle yönetime el koyanlara geçmiş, yargı denetimi ortadan kalkmış, toplumsal muhalefete karşı olağanüstü güvenlik ve yargılama yöntemleri benimsenmiş, siyasal muhalefete hayat alanı tanıyacak basın özgürlüğü, siyasal örgütlenme özgürlüğü gibi özgürlükler alabildiğince sınırlanmıştır.
Böylece, hukukun da toplumsal güçlerin mücadelesiyle ilişkisi koparılmış, iktidar için sınırlandırıcı ve aşılması gereken bir çerçeve olmaktan çıkmış, neredeyse tümden siyasal iktidarın tasarrufuna geçmiştir.
Son yıllarda “Türkiye’de derin devletin yargılandığı” sanısı ortada dolaşıyor. ”Derin devlet”le kastedilen de genellikle AK Parti hükümetine karşı düzenlendiği iddia edilen darbe girişimleri ve toplumsal hareketler.
Kuşkusuz AK Parti açısından bir tür iktidarı devralma, yeni bir hegemonya kurma ve siyasal liderliğini kabul ettirme süreci yaşandı.
Ancak, 11 Eylül sonrasında bütün dünyada bir biçimde geri gelen güvenlik paradigmasına dayanan otoriter devlet ve olağanüstü yargılama usullerinin Türkiye’de herkesin gündelik hayatının bir parçası haline gelecek kadar sıradanlaştığı şu dönemde derin devletin peşinden koşmak en hafifinden ironik.
Tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi ülkedeki bütün muhalif kesimleri cezaevlerine doldurma yetkisine sahipseniz, gizli saklı işlere ve derin devlete daha seyrek ihtiyaç duyabilirsiniz.
16 yıldır parlamentoda çoğunluğu, “istikrarı”, sağlamış AK Parti iktidarının, yasama gücü, yargı bağımsızlığı, yürütme üzerindeki yargı denetimi, basın özgürlüğü, siyasal özgürlükler konularında attığı adımlar gizli saklı faaliyetlere, yani derin devlete nerede ihtiyaç duyacağı konusunda da bir fikir verebilir.
“İstikrarı sağlayacak güçlü bir hükümet’’, bütün muhalif güçleri yasal görünen ama hukukiliği çok tartışmalı biçimlerde bastırabiliyor. Devlet yargı sisteminin referandum sonrası düzenlenmesiyle hiçbir mahcubiyet duymaksızın kolluğu ve yargıyı araçsallaştırabiliyor.
Bu haliyle biçimsel olarak yasal işleyen bir sistemde, hukuki olmaktan uzak belki ”derin” gibi görünmeyen ama bu haliyle de derin devlete sıkça ihtiyaç duymayacak bir devlet bugün söz konusu.
SONUÇ:
Önce hukuk temelinde, adalet temelinde bir devleti olmak mecburiyetindeyiz. Derin yapılara ihtiyaç olduğunda ve gerekliliğinde ortaya hukuksuzluk çıkarsa; sarılacağımız tek yer yine hukuktur.
Elbette devlet, ebed müddettir. Hem dışardaki derin yapılarla onların silahları ile savaşmalıyız. Ve devlet devamlılığı için de esas ne ise, onu yapmaktan kaçınmamalıyız.
Bunun için de en önemli ihtiyaç devlet aklının stratejisidir. Ama diğer yandan da ulus devleti korumak için, devlet aklının halkına adaleti sağlama mecburiyeti olmazsa olmazdır…
İlelebet bir Türkiye için, devlet, ebed müddettir.
SÖYLEŞİDEN KARELER: