Milliyetçilik sosyal bir olgu olarak modern dönemde ortaya çıkmasına rağmen geçmişle bağlarını hiçbir zaman koparmamıştır. Milliyetçiliğin kökleri 18. yüzyıl Fichte ve Herder’a, hatta Kant ve Rousseau’ya kadar götürülmektedir. 1789 Fransız ihtilali ile gelişip yayılan milliyetçilik, 1880’li yıllarda radikal sağcı ve yabancı düşmanlığı içeren bir nitelik taşımıştır. 1914’lü yıllarda milliyetçilik hareketlerinin sayısı artmıştır. İki savaş arası dönemde ise milliyetçiliğin ivme kazandığı görülmektedir.
2. Dünya savaşından sonra sömürge devletlerin çözülmesi ile birlikte çok sayıda millet bağımsızlığını ilan etmiştir. 20. yüzyılın sonlarına doğru küreselleşme ve getirdiği olanaklar kapsamında ulus devlet ile birlikte milliyetçiliğin de etkisinin yok olacağı düşünülmüştür. Ancak milliyetçilik, kapitalizmin yeniden dönüşüm içerisinde olması, küreselleşme ve küreselleşmenin iletişim, ulaşım ve ticaret alanında getirdiği yenilikler nedeniyle farklı kalıplara girerek varlığını sürdürmektedir.
Çalışmanın hipotezi, 21. yüzyılda milliyetçiliğin ateşi sönmeyecek, aksine yükselerek devam edecektir. Milliyetçilik ölmekte midir? 21. yüzyılda milliyetçilik rüzgarı kitleleri harekete geçirebilir mi? Küreselleşme ve milliyetçilik arasında ters bir bağlantı var mıdır? Kürt milliyetçiliği, 21. Yüzyılda Ortadoğu’da ve Türkiye’de milliyetçiliğin seyrine yön verecek midir? Bu ana sorunsallara yanıt aranan çalışmada ilk olarak 21. yüzyılda milliyetçiliğin seyri hakkında çıkarımda bulunabilmek için milliyetçiliğin bilinç olarak nasıl doğduğu ve geliştiği ele alınacaktır. Giriş kısmından sonra etkili bir akım olarak ortaya çıkan ve popülerleşen küreselleşme çağında milliyetçiliğin ılımlaştırılmasının ya da milli kültürel farklılıkların ortadan kaldırılarak tek devlet, tek kültür vs. kurmanın mümkün olmayacağı açıklanacaktır. Üçüncü olarak bu çalışmanın tezi olan 21. yüzyılda milliyetçiliğin etkisini yitirmeden devam edeceği Kürt milliyetçiliği örnek olayı ile analiz edilecektir.
GİRİŞ
Kavram olarak milliyetçilik, ilk kez 1774 yılında Johann Herder tarafından kullanılmıştır. 17.yüzyılda İngiltere’de, 18.yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da ve 19.yüzyılda Almanya’da yaygınlaşan siyasal katılımın sonucu ortaya çıkmıştır.[1]
John A. Hall’a göre milliyetçilik, özü itibariyle gevşek, etkileşime girdiği tarihsel güçlerin niteliklerini özümseyen libido gibidir.[2] Bazı milliyetçi hareketler, dini, etnik, kültürel ve ırksal bir türdeşlik için çaba göstermektedirler ama bazı milliyetçi hareketler de millet içinde az bir oranda çeşitliliğe göz yummaktadır. Ancak her iki milliyetçi hareketin amacı; ortak değer, kültür ve dili tüm topluma yaymaya çalışmaktadır.[3]
18. yüzyılın ikinci yarısında sosyal ve entelektüel öğretilerin bir sonucu olan milliyetçilik, 1789 Fransız devrimi ile gelişip yayılan bir olgudur. İlk olarak ortaya çıktığı yer, Batı Avrupa’dır. Eski çağlarda gelişmemiş ama modern çağda gelişmiş sosyal, kültürel, politik ve ekonomik şartlar ile kapitalizm, laiklik, endüstrileşme, kentleşme ve merkezi devletlerin kurulması, milliyetçiliği ortaya çıkarmıştır. 16.yüzyıla kadar etkisini sürdüren 17.yüzyılda gerilemeye başlayan din ve hanedanlık kurumları ile milliyetçilik arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Din ve hanedanlığın etkisinin azalmasıyla bu iki sitemin yerini dolduran olgu, milliyetçilik olmuştur.[4]
Vatandaş ile ulus devlet arasındaki bağlantıyı temel alan klasik liberal milliyetçilik, 20. yüzyılda ortak soy fikrine dayanan etnik farklılıkları ortaya çıkararak etnik milliyetçiliğe doğru bir dönüşüm yaşamıştır. Milliyetçilik zamana göre var olan ideolojilere eklemlenerek farklı boyut ve etkide kendisini gösterebilmektedir. Genellikle otoriter, tutucu, anti-demokratik ve faşist özellikler barındıran ideolojilerle eklemlenerek Almanya’da nasyonal sosyalizm, İtalya’da faşizm ve İspanya’da Frankoculuk olarak kendini göstermiştir.[5] Dinin etkisinin azalmaya başlamasıyla birlikte en iyi alternatif olarak geçmişten gelen geleceğe doğru ilerleyen millet fikri olmuştur.[6]
Milliyetçilik, politik ekonominin etkisi altındadır. O zaman dünyada hakim olan kapitalist ekonomi sisteminin ürünü milliyetçiliktir. Bu ürün kapitalist sistemin dengesiz, adil ve eşit olmayan paylaşımları sonucunda meydana gelmiştir. Gelişmiş ülkeler ve gelişmemiş ülkelerdeki gelişmişlik makasının ağzını daha fazla açan, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan kapitalist ekonomi sonucunda gelişmemiş ülkelerin seçkinleri bu düşük olan gelişmişlik düzeyini olumlu yönde arttırmak ve halklarının bu konuda sözcüsü olmak için işi kendi üstlerine almışlardır. Milliyetçilik bu süreç içerisinde amacı ulaşmada danıştıkları bir güç olmuştur. Kapitalist sistemin getirdiği adil olmayan gelir dağılımı, eşit olmayan kalkınma vs. gelişmemiş ülkelerde gelişmiş ülkelere karşı saldırgan milliyetçiliğin tepki olarak çıkmasına neden olmuştur.[7]
Vatandaşlık esasına dayalı olan ve siyasi unsurların baskın olduğu, vatandaş ve devlet arasında bir uzlaşmanın olduğu ortak tarih, kök, kültür ve dil gibi unsurları içine almayan milliyetçilik sivil milliyetçiliktir. Bunun Avrupa’da ilk ortaya çıkan şekli klasik liberal milliyetçiliktir. Etnik milliyetçilik ise etnik unsurlar ve özelliklerin önemli bir yer tuttuğu milliyetçilik türüdür. Ortak tarih, dil, köken ve kültür bu milliyetçilik türünde önemli ölçütlerdir. İçerisinde barındırdığı bu ölçütler onu dışlayıcı ve baskı kurucu bir yapıya dönüştürmektedir. Milliyetçiliğe olumsuz ve ön yargıyla bakılmasının nedeni olan bir milliyetçilik türüdür.[8]
1880’li yıllarda milliyetçilik radikal sağcı ve yabancı düşmanlığı içeren bir nitelik taşımıştır. Batılı olmayan toplumlarda yabancı düşmanlığına bağlı olarak milliyetçilik hareketleri çoğalmıştır. 1914’lü yıllarda milliyetçilik hareketlerinin sayısı artmış ve gerçekleştiği bölgeler çoğalmıştır. (Gürcüler, Yahudiler balkanlardaki milletler, Araplar ) Bu milliyetçilik hareketlerinde etnik unsurlar ön plana çıkmıştır. İki savaş arası dönemde ise milliyetçilik ivme kazanmıştır. Birinci dünya savaşı, mağlup olmuş ve savaş yüzünden güçsüzleşmiş devletleri ve içlerinde milliyetçi duyguların ateşinin etkisiyle öç almak isteyen milletleri karşı karşıya getirmiştir. 1990 sonrasında emperyalist küreselleşmeye bir tepki olarak ortaya çıkan milliyetçi hareketler milliyetçiliğin tansiyonunu tekrar yükseltmiştir. Bu dönemde milletler birlik anlayışında olmuşlardır. Milliyetçiğin tansiyonun yükselmesi Sovyetlerin on altı milletinin bağımsızlığa kavuşması, Yugoslavya içinde kanlı çatışmalar ve Çekoslovakya’nın ikiye ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. [9]
KÜRESELLEŞME VE MİLLİYETÇİLİK
1770’li yıllarda ve 1950’li yıllarda sırasıyla yaşanan sanayi devrimi ve iletişim bilişim devrimi kültürel, sosyal, ekonomik ve politik alanda birçok değişiklikler yaratmıştır. Bilgi toplumu ve küreselleşme, iletişim devrimin iki önemli ürünüdür. Yeni bir evrensel değişim olgusu olarak görülen küreselleşme, dünyanın küçüldüğünü tüm birey ve grupların birbiriyle etkileşim halinde olup bütünleştiğini, birbirleriyle kısıtlamalar olmadan bağlantılar kurulabildiğini, insanların her şeyden haberdar olduğunu, ülkeler ve bireyler arasındaki mesafelerin kaybolduğunu, bu anlamda dünyanın her anlamda tek tipleştiğini ifade etmektedir.[10]
Küreselleşme ve milliyetçilik kavramları birbirine zıt olarak görülen iki kavramdır. Ancak küreselleşme ve milliyetçilik birbirine zıt değil aksine aralarında oluşum açısından paralellikler bulunmaktadır. Küreselleşmenin yaygınlaşması milliyetçiliği de yok etmeyecektir. Aksine küreselleşmenin gelişmesi farklılıkları daha çok belirginleştirmekte milli duyguları ve kültürel duyguları açığa çıkarmaktadır. İletişim devrimi sanılanın aksine insanların arasındaki farklılıkları her kültürün kendine özgü niteliklerin farklı olduğunu hatırlatmaktadır. İnsanlar kendi kültürel renklerini ve kimliğini tanıtma çabasına girmekte ve kendi kültürünün dayatılmaya çalışılan evrensel kültürden farklı olduğunu dile getirmektedir.[11]
Küreselleşmenin dünyayı bir köy haline getirme iddiası bulunmaktadır. Bir köye indirgenen dünya içerisinde gruplar, kurumlar ve tüketim kalıpları aynılaşmaktadır ve farklı hayat tarzının olmasını engellemektedir. Yemek yeme alışkanlıklarında, müzik tarzlarında giyim tarzında tek tipleşmeye gitmektedir. Batı ve Amerika kültürü baz alınarak tek tipleşme meydana gelmektedir ancak bu tarz bir tek tipleştirme Batı dışı kültürlerde onların yaşam tarzının özelliğini yok saydığı için büyük bir tepkiye yol açmaktadır.[12]
Küreselleşme insanların bir arada yaşamaları sonucu olarak ortaya çıkan değerleri tehdit etmekte, rekabet, aşırı bireycilik, yalnızlık ve toplumsal kurumlara olan inanca bağlılığın azalması gibi unsurları beraberinde getirdiği için dayanışma ve sosyalleşmeye karşı risk oluşturmaktadır. Bu durumda toplumsal birlik ve beraberliğin zarar görmesine neden olmaktadır.[13] Küreselleşme kavramı altında dünyada egemen olmaya çalışan Batı-Amerikan kültürü homojen bir toplum yapısı kurmaya çalışmaktadır ve bu aynı kültürün süzgecinden geçen insanların kendi kültürlerini benliklerinden koparmalarını ve Batı kültürünün kopyasını[14] oluşturmalarını istemektedirler.
Küreselleşme milli kültürleri yok etmek istediğini dile getirmekte ve bu durumun insanların yararına olacağını savunmaktadır. Ancak küreselleşme kültürün istenmeyen değişimlere karşı direnme gücünün olduğunu unutmaktadır. Kültür genel olarak değişime açıktır ancak tabiiyetindeki derin kökler nedeniyle ani radikal değişimlere kapalıdır. Bu yüzden kendi kimliğine zarar verecek bir tehlike karşısında tepkiler verecektir. Küreselleşme de bu çerçevede ele alınmalıdır. Küreselleşmeyi temel alan görüşlere karşıt olarak küresel kültür çatısı altında kültürel farklılıkları ortadan kaldırarak tek bir ekonomi, kültür, devlet, dünya vatandaşı, milliyetçilik oluşturmak mümkün gözükmemektedir. Çünkü küreselleşme, küreselleşme hakkında pozitif düşünenlere anti tez oluşturacak şekilde sağladığı avantajlar yanında olumsuzluklar da barındırmaktadır. Gelir adaletsizliği, eşitsizlik, açlık, refah seviyesinin adil olmayan dağılımını göz onunda tutarak ortaya çıkan anti küreselleşme hareketleri tek bir dünya ekonomisi, dünya vatandaşı, dünya kültürü oluşmasının imkansız olduğunu kanıtlamaktadır.[15]
Ulus ötesi şirketlerin küresel faaliyetleri ve yayılmacı hareketleri, kendilerini bu durum karşısında farklı bir yere konumlayan insanların milliyetçilik, yerelcilik ve bölgesellik olarak tepki göstermesine neden olmaktadır.[16] Farklı kültür yapılarını kapatmaya ve aynılaştırmaya çalışan küreselleşme ile birlikte milliyetçilik ve yerelleşme hareketleri artmaktadır/artacaktır. Stuart Hall’a göre küreselleşme sürecinde kültür ve kimlik farklılıkları aşınmaya uğramaktadır. Ona göre milli kimliklerin, kültürün ve ekonomilerin aşınmaya uğraması riskli ve tehlikeli bir süreci meydana getirir. Ulus-devletlerin yok olup gideceği düşüncesi küreselleşmenin en büyük yanılgısıdır. Çünkü ulus devletler yok olmaya başladıkça milli kimlik, kavgacı ve saldırgan ırkçılık tarafından yönlendirilen riskli, korumacı bir biçime dönüşecektir.[17]
Aşırı sol ve aşırı sağ milliyetçiler küreselleşme karşıtı bir durum sergilemektedirler. CIO‘ların cezalandırılması ve çok uluslu şirketlerin alanlarının daraltılması aşırı sağ ve sol milliyetçiler tarafından büyük memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu şirketlerin alanlarını daraltan ve küreselleşme karşıtı hareketlerde bulunan liderler ise popüleritesini artırmaktadır. Amerika, Fransa İngiltere, Almanya, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde milliyetçi sağın ciddi bir alanı bulunmaktadır. Rusya’da Avrupa Birliği’ne karşı Avrupa’daki bu sağ aktörleri kısmen desteklemekte ve kendi çıkarlarına uzun veya kısa vadede yararlı olacağını düşünmektedir. Sputnik gibi medya kuruluşları Avrupa’daki milliyetçilere desteklemektedir.[18]
Tüm baskılara karşı kültür alanında derin ve köklü geçmişe sahip ülkeler kendi benliklerini ve kültürlerini korumaya çalışmaktadır. Örneğin, profesyonel ve büyüleyici Amerika sinemasına karşın Fransız sinemasının direndiği görülmektedir. Çünkü küresel nitelikli mesajlar ileten Amerikan sineması belirli bir hayat tarzı ortaya koymakta ve kendine özgü kültürü ve yaşayış giyim vs. şekillerini empoze etmeye çalışmaktadır. Bu tür küresel amaçlı faaliyetlere karşılık geleneksel, milli ve kültürel kimliğe sahip ülkeler milliyetçiliği sanat eserine yerleştirmektedir.[19] Bu durum milliyetçiliğin küreselleşmeye karşı reaksiyon gösterdiğini açığa çıkarmaktadır. Comte’un Pozitif Hal ve Hegel’in Tarihin Sonu öngörülerinden yola çıkarak bir çok yazar insanların yaşanan küresel boyutlu gelişmelerle bütünleşeceği ve farklılıkların ortadan kalkmasıyla tek millet, tek devlet, tek ekonomi ve tek kültürün oluşmasının sonucu olarak dünyada entegrasyon sağlanacak görüşünü savunmaktadırlar.[20] Ancak küreselleşmenin dünyanın küçülerek küçük bir köye dönüşeceği sloganı insanları ayrımlaştırma açısından etkilerken aynı zamanda insanların farklılıklarını ortaya çıkarmaktadır. Bilişim devrimi farklı kültürlerin dünyaya açılmasına imkân tanımaktadır. Evrenselci kozmopolit komünizmin hâkimiyetinden kurtulan milletlerin Sovyetler yıkılır yıkılmaz bağımsızlığını ilan etmesi bu duruma örnektir. Koloniciliğe karşı tepki hareketi olarak doğan milliyetçilik yeni kolonicilik olarak tanımlanan küreselleşmeye karşı da bir tepki yaratmaktadır.[21] Küreselleşme süreci kendisiyle paralel olarak farklı süreçleri de içinde barındırmaktadır. Küreselleşmenin yükselmesiyle beraber etnik hareketlerin yükselmesine de bu bağlamda bakılmalıdır.
21. YÜZYILDA MİLLİYETÇİLİK VE KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ
Ulusal devletin aşılması, teknoloji alanındaki yenilikler ve sermayenin küreselleşmesi nedenlerine bağlı olarak kapitalizm, 1970’li yıllarda yeniden oluşum içerisine girmiştir. Kapitalizmin tekrardan yapılanma süreci, sadece ekonomik alanda sınırlı kalmamıştır. Ekonomik alandan daha çok siyasi alanda değişim ve etki yaratmaktadır. Medya ve kitle iletişim araçlarının kullanım alanı ve sıklığı, artık artış göstermektedir. Bu durum, bireyin algılamasını ve öğrenme yeteneğini etkilemektedir. Küresel sermayenin denetimi altında olan da medya olmaktadır. Bu durum, post-modernizm olarak vuku bulmaktadır.[22] Kapitalizm yeniden yapılanma sürecinde neo-liberal politikaların da etkisiyle devlet kavramında yeni formül oluşturmuştur. Siyasi alanda ekonominin etkin olmasının istenmediği, ekonomi ve siyasetin ayrı evrelerde olduğu, devletin gücünün azaldığı minimal devlet formülüdür.[23]
Ulus-devletin alanının daraltılması, sermayenin egemenlik alanının genişletilmesi amaçlanmaktadır. Küreselleşme ve kapitalist yeniden dönüşüm süreci, ulus-devlete istekleri ve çıkarlarına bağlı olarak yeni roller yüklemektedir. Bu gelişmelerin sonucunda ulus devletin etkisi ve işlevleri azalması/azalacağı öngörülmektedir. Ulus-devletin işlevinin azalması küreselleşme çağının zararına olacaktır. Çünkü ulus devletin etkisi azalırken buna ters orantılı olarak milliyetçilik ideolojisinin etkisini artıracaktır. Küreselleşme nedeniyle toplumsal ve ekonomik alanda etkisi azalan ulus devlet tüm bunlara paralel olarak toplumları bir arada tutan tutkal görevini yitirmektedir. Toplumların çıkarına değil tam tersine sermayenin çıkarına yarar sağlamaya çalışan bir kuruma dönüşmektedir. Dolayısıyla toplumların önceki var olan tüm ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle toplum içindeki etnik kimlikler kendilerini hizmet etmeyen devlete bağlı olmanın[24] yarar getirmeyeceğini düşünmektedir. Devlete bağlı kalmak istemeyen etnik milliyetçiler çıkarmış oldukları çatışmalar neticesinde ya da dağılmakta ya da ayrılmaktadırlar. Kürtlerin düzene karşı ayaklanması bu duruma örnektir.[25]
Postmodernizm ve milliyetçilik arasındaki ilişkiye bakıldığında postmodernizm evrensel bütüncül yaklaşımlara karşı iken ayrıştırıcı unsurlara ve farklılıklara saygı göstermektedir. Postmodernizm küreselleşmeci ifadenin alt yapısını oluşturmasına[26] rağmen modernitenin ulus fikrine karşı çoğulcu yapıları ve etnik kimlikleri ön plana çıkarmaktadır. Çoğulcu kimlikler ön plana çıkarken ulusal kimliklerin bağlayıcı özelliği kaybolmaktadır ve gerilemektedir. Gerileyen ulusal kimlik karşısındaki çoğulcu kimlikler kadın, etnisite, din vs. gibi unsurlara dayanmaktadır. Alt kimliklerin oluşmasına karşılık olarak yükselen milliyetçilikler söz konusudur. Yükselen milliyetçiliğin somut bulmuş hali yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır. Özellikle bu iki kavram günümüzde Hollanda, Almanya gibi çoğu Avrupa ülkelerinde ve ABD’de popülerleşmeye başlamaktadır.[27] Alt kimlik olarak etnik milliyetçilik ve üst kimlik olarak ulusal kimlik çatışma içerisine girmektedir. Batı ekseninde türdeşleştirme[28] eylemi, toplumları tektip haline getirmek istemektedir. Ancak toplum içindeki farklı kesimler bu türdeşleştirmeye tepki olarak kendi yerel özelliklerini ve kültürlerine bağlı kalmaktadırlar. Türdeşleştirme, milliyetçiliğin etkisinin ve oluşum sürecinin hızlanmasının nedeni olarak görülebilir. Küreselleşme etkisi altında ulus devletin gücü azaldıkça ulusal kimliklerin saldırgan yönü ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmenin var olan toplulukları ortadan kaldıran etkisi yerel kimliklere güç katmaktadır. Aşırı sağ hareketleri, radikal hareketler ve ayrılıkçı etnisite hareketleri[29] anti-küreselleşme hareketleridir. Bu hareketlerin ortak noktası yerel bağları güçlendirmek ve kendi özüne dönme isteğidir. Küreselleşme, milliyetçi hareket yanlısı kesimler ve bütünün bozulacağından kaygı duyan milliyetçi karşıtı kesimler oluşturmaktadır. Ekonomik açıdan adaletsizliğin artması, gelir dağılımında adaletsizlik, hizmet odaklı sektörlerin köklü iş gücü gerektiren mesleklere ikame edilmesi, mali krizler ve insanlığın küreselleşme sürecinde ortaya çıkan belirsizlik ortamında kimlik ve değerlerine sığınması insanlardaki gelecek korkusunu ve karamsarlıklarını anlamak için önemli ipuçlarıdır. Yalnızlaşan, değerleri ve kültürel farklılıkları aynılaştırılmaya çalışılan, değişimin hızına ayak uyduramayan bireyler kimliklerine yerel özelliklerine ve milliyetçilik ideolojisine sıkıca tutunmaktadır.[30]
Göç olgusu da milliyetçi duyguları ön plana çıkarmaktadır. Özellikle göçler sonucunda oluşan kozmopolit yapıda yeni gelenler ve yerliler arasında rekabet oluşmaktadır.[31] Örneğin, 2011’de Suriye’de başlayan iç savaş sonucu ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlar özellikle komşu ülkeleri Türkiye’yi etkilemektedir. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de oluşturduğu kozmopolit yapıda Suriyeliler ve Türkiye vatandaşları arasında yaşanan sürtüşmeler bu duruma örnektir. Bu durumu ABD’de 11 Eylül 2001 terör saldırısından sonra Müslümanlara terörist imajının yapıştırılması Müslümanlara karşı hoşgörüsüz hareketleri artırmaktadır. Avrupa ülkelerinde İslam’ı simgeleyen camilerin sayısının azaltılması veya bunlara saldırılar düzenlenmesi, Müslümanlara yönelik ayrımcı politikalar, aşırı sağ partilerin sloganlarında Müslüman karşıtı söylemler burada yer alan Müslüman göçmenlere karşı negatif milliyetçilik olgusunu örneklendirmektedir. Küreselleşme tektipleştirici amacını ekonomide gerçekleştirmektedir fakat toplumsal kesimler de aynı durum söz konusu değildir. Ülkelerin özellikle Avrupa ülkelerinde siyasi alanda aşırı sağ partilerin yükselişe geçmesi milliyetçilik duygusunun sönmediğini aksine desteklendiğini göstermektedir.
21. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye Irak, İran ve Suriye’de önemli ve dikkat çekici hareketlerden biri Kürt milliyetçiliğidir. Irak’ın kuzeyinde Irak Kürdistan’ı ve Irak Kürt yönetiminin kurulması ve Suriye’de 2011’de başlayan Arap Baharının uzantısı iç savaşla beraber Türkiye kara sınırına yakın mesafede Kürtlerin egemen olduğunu bir bölgenin fiilen belirmesi, Kürt milliyetçiliğini ivme kazandırmıştır.[32]
Kürt hareketleri dil tarih kültür vs. milli alanda isteklerinin gerçekleşmesi ve tabi oldukları devletlerin demokratikleşmeleri arasında yakın bir bağ kurmaktadırlar. 1950’li yıllardan 2010’a kadar Kürt hareketleri dört ülke içerisinde sol muhalefetinde yer almışlardır. Irak’ta ise Kürdistan komünist partinin baskı altında hissettiğin zaman sığınacak limanı olmuştur. Dört ülkede Kürt milli mücadelesi efendi-köle ilişkisinin son bulmasını kölelerin kölelikten efendilerin köle sahibi olma isteğinden kurtulmasını istemektedirler. Batıcılık, 1920 ve 1930’lu yıllarda Kürtlerin meşruiyet kaynakları olmuştur. Daha sonraları ise sol kesimler Kürt hareketinin yeni meşruiyet kaynağı olmuştur. 1990’lı ve 2000’li yıllarda ise İslami Kürt hareketleri, kendilerini İslam’la tanımlamaya başlamıştır.[33]
Irak’ta Kürtlük, adı belli olmayan devlet çerçevesinde etkin bir konum kazanmaktadır. 10 Haziran 2004 tarihinden sonra (Musul’un düşmesi) Kürt hareketleri, medeniyetsizlik ve zalimliğe karşı mücadele çerçevesinde yeniden tanımlanmaya başlamaktadır. Rojava (Suriye Kürdistan’ı) kavramı 2000’li yılların başından beri kavram olarak kullanılmaya başlamış ve bu kavramın hızlı şekilde kullanılması Kürtlük hayalinin amacının kazanmış olduğu boyutu göstermektedir. Rojava’daki PYD (Demokratik Birlik Partisi), kendisini radikal demokrasi, ekoloji, feminizm gibi temalarla meşrulaştırmaya çalışmaktadır. PYD, Kürtlüğü El-Kaide ve İslam Devleti ile savaşma bağlamında yeni bir çerçeve içine oturtmaktadır.[34]
Türkiye’deki silahlı çatışmalar genel olarak doğuda yaşayan Kürtleri etnik kimlikleri bakımdan uyandırmıştır ve bu bilinci daha da arttırmaktadır. 21. yüzyılın başında meydana gelen iki olay, Irak’ta özerk Kürdistan bölgesel Hükümeti’nin oluşması ve Suriye’deki Kürt alanlarında özerk kantonların (Afrin, Kobanê, Cizire) açıklanması, kötü siyasetin ifade edilme biçimlerine yönelik rakip görüşleri ortaya çıkarmıştır. Bu iki durum, Kürt milliyetçiliğinin farklı versiyonlarını temsil etmektedir.[35]
HDP’nin Türkiyelileştirilmesi projesi, Kürtlerin milliyetçileştirilmesine yol açmaktadır. Suriye iç savaşının sonucu Türkiye’deki Kürtlerde etnik milliyetçi duygularının yükselmesidir. Barzani’nin referandum gerçekleştirmesi, Ortadoğu’da yeni milliyetçiliklerin döneminin başlatılmasına neden olmuştur. Irak’ta Barzani tarafından gerçekleştirilen referandum ve Suriye’de ABD destekli PKK-PYD’nin özerklik arayışı hem Kürt milliyetçiliğini güçlendirmekte hem de Kürtleri, Arap, Türk ve Fars kimliklerin ötekisi haline getirmektedir.[36]
21. yüzyılın Kürtlerin yüzyılı olacağı yönünde birçok iddia bulunmaktadır. Bu iddia hakkında kesin bir söylemde bulunmak erkendir ama 2015 yılı ile birlikte Irak ve Suriye Kürtlerinin yararına gelişmeler yaşanmıştır. Irak’ta oluşturulan Kürt bölgesinde bağımsızlık söylemleri güç kazanmakta ve Ortadoğu’daki Kürtlerin en zayıf kesimi Suriyeli Kürtler ise fiili olarak kendi özel bölgelerini kurmuştur ve siyasi statüye sahip olmaya çok yaklaşmışlardır. Suriye’de 2011 yılında patlak veren iç savaşın uzaması nedeniyle IŞİD gibi radikal hareketler oluşmuştur. Bu hareketler Suriye ve Irak gibi bölge ülkelerin merkezi otoritelerini zayıflatmaktadır. Bu durum yerel kesimlerin güçlenmesine neden olmaktadır. IŞİD, rekabet halindeki Kürt siyasi ve askeri aktörler arasında ortak tehdide karşı işbirliği yapma fırsatı kazandırarak onlar adına bir fırsat olmaktadır. Kuzey Suriye’de yaşananlar Türkiye açısından sadece dış politika meselesi değil aynı zamanda iç güvenliği ve siyasi bütünlüğü açısından önemlidir. Suriye’deki mücadele PKK’ya IŞİD’le mücadelesi bağlamında uluslararası meşruiyet sağlamakta ve PKK’nın Kürt milliyetçiliğinin bayraktarlığını üstlenmesine fırsat tanımaktadır.[37]
Türkiye’nin Ortadoğu’da yer alması ve buradaki olaylarda söz sahibi olması burada emeli olan ülkelerin işine gelmemektedir. Kürt milliyetçiliği körükleyen PKK ve PYD gibi silahlı aktörlere bu devletler tarafından verilen somut maddi destekler, bu aktörlerin özellikle PKK’nın silahlı mücadeleleriyle Türkiye’nin zaman ve para kaybetmesine yol açmaktadır.[38]
Batı 19. Yüzyıl başlarından günümüze özellikle 1920 Sevr anlaşmasından beri Türkiye’nin bağımsızlığına, bütünlüğüne, güvenliğine büyük bir düşmanlık beslemektedir. Bu düşmanlığını özellikle Kürt milliyetçiliğinin silahlı aktörü PKK’ya destek vererek ya da ülkede Kürt meselesini körükleyecek gizli veya açık davranışlarda bulunarak göstermektedir.[39]
Batının düşmanlığı sürdüğü müddetçe PKK sorunu, Kürt meselesi ve bunlara bağlı körüklenen Kürt milliyetçiliği dalgası, 21. yüzyılda etkisinden bir şey kaybetmeyerek devam edecektir. 2020’li yıllar göz önünde bulundurulduğunda Kürtlerin hangi konumda olacağı hakkında tahminlerde bulunmak zordur. Ancak son 22 yıldır gerçekleşen olaylar gözlemlendiğinde Kürtlük güçlenmekte, Kürt milliyetçiliği de güçlü bir akım haline gelmektedir.
SONUÇ
Sanayi devriminin oluşturduğu eğitimli kesim, beraberinde ulusal kültür ihtiyacını da doğurmuştur. Yaygınlaşan ulusal kültür bilinci ise milliyetçiliğin ortaya çıkmasına temel olmuştur. Ayrıca din ve hanedanlık gibi iki temel unsurun etki alanının azalması ve birçok şeyin (kitapların yaygınlaşması, dillerin standartlaşması) etkisiyle bunların yerini milliyetçilik almış ve o tarihten beri hayatın ve dünyanın her yerinde etkili olmaya başlamıştır.
Bazı kesimler milliyetçiliğin sonunun küreselleşmeyle geldiğini ifade etmektedir. Küreselleşmenin tek tipleştiren unsurları, milletlerin milli kültürel ve siyasi varlıklarına tehdit oluşturmaktadır. Çünkü milletlerin bu söz konusu varlıklarına tehdit oluşturulduğunda milliyetçilik ve buna bağlı olarak milliyetçilik hareketlerinde de artış görülmektedir.
Şirketlerin kar güdüsüyle hareket etmesi ve bu kârı engelleyecek tüm durumları ortadan kaldırma isteği ve sermayenin devleti minimal bir etki alanı içine sokmak istemesi, ulus devletin gerilemesine ve onun ekonominin dışına atılmasına neden olmaktadır. Ulus-devletin arka plana atılmaya çalışılması, millete sağlamış olduğu hizmetlerin tam donanımlı olarak sağlanamamasına neden olmaktadır. Bu süreç içerisinde etnik milletler de devlete bağlı olmanın anlamı olmadığına dikkat çekmektedir. Türdeşleştirme, ulus-devletin zayıflaması, yükselen kimlikler, değerler-kurumlar arasındaki değişim, oluşan güvensizlik ortamı ve göç gibi unsurlar, bu yüzyılda milliyetçiliğin artmasına neden olabilecek unsurlardır. Ezilmiş halkların kurtarıcısı ve bu halkların kendi uygarlıklarına ulaşmasındaki aracı olan milliyetçilik, 21. yüzyılın ezilmiş halklarının da amaca ulaşmalarında iyi bir destekçi olabilir.
Milliyetçilik, 21. yüzyılda da toplumsal, sosyal ve siyasi kültürel dünyamızın aktörü olmaya devam edecek ve her birimizin hayatlarına bir şekilde dokunmayı sürdürecektir. Ülkelerin ve yöneticilerin üzerine düşen milliyetçiliği körükleyip çıkarlar elde etmek yerine insani açıdan olaya bakarak milliyetçiliğin doğurduğu acılar, yıkımlar ve hayal kırıklıkları nasıl azaltılabilir veya yok edilebilir sorusuna odaklanmalıdırlar.
21.yüzyılda milliyetçilik ve onun ortaya çıkardığı etkileri azaltılmak isteniyorsa, en azından etnik grupların bulunduğu gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş olarak belirtilen ülkelerin izinden gitmemelidir ve kendi kuramsal başarılarından hareket etmelidir. 21. yüzyılda tarihin katı, saldırgan ve yıkıcı bir milliyetçilikle yeniden yazılmasının olasılığı büyüktür. Bu konuda Anthony Smith’in sözünün hatırlatılması manidardır. “İster övülsün, ister yerilsin, millet, aşılmakta olduğuna dair hiçbir emare göstermemektedir. Milliyetçilik popüler tahrip gücünden ve öneminden bir şey kaybedecek gibi görünmüyor.”
Melisa ARSLAN
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler Anabilimdalı Yüksek Lisans Öğrencisi
_____________________________________
Dipnotlar:
[1] Senem Sönmez Selçuk, Dünden Bugüne Milliyetçilik: Küresel Dünyada Yükselen Sesler, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 12(3), 2012, s.s 117-136
[2] Umut Özkırımlı, 21. Yüzyılda Milliyetçilik, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s.13
[3] Özkırımlı, A,g.e., s.s 159-160
[4] Selçuk, A.g.m., 118-119
[5] Selçuk, A.g.m., 119-120
[6] Selçuk, A.g.m., 119-121
[7] Selçuk, A.g.m., s.s 121-123
[8] Selçuk, A.g.m., s. 122
[9] Selçuk, A.g.m., s.s122-123
[10] Aydın Yaka, Sosyoloji Yazıları/ Çatışma Kültüründen Uzlaşma Kültürüne, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2015, s.s 146-149
[11] Yaka, A.g.e s.s 149-150
[12] Fahri Atasoy, Küreselleşme ve Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2005, s.s 363-365
[13] Atasoy, A.g.e., s.363
[14] Atasoy, A.g.e., s.364
[15] Atasoy, A.g.e., s.s 367-368
[16] Atasoy, A.g.e., s.378
[17] Atasoy, A.g.e., s.379
[18] Talha Köse, Küreselleşme Karşıtı Sağ Hareketin Dünyada Ciddi Bir Potansiyeli Var, SETA, 13.12.2018, https://www.youtube.com/watch?v=_7ZhWaq3lo0 (21.12.2018)
[19] Atasoy, A.g.e., s.s 409-410
[20] Atasoy, A.g.e., s.412
[21] Atasoy, A.g.e., s.416
[22] Selçuk, A.g.m., s.s 125-126
[23] Selçuk, A.g.m., S.s 128-129
[24] Selçuk, A.g.m., s.129
[25] Selçuk, A.g.m.,S.s 129-130
[26] Erol Erkan, Gençlerde Tüketim ve Din,İstanbul: Hiperlink Yayınları, 2018, S.s 75-79
[27] Doğu Ergil, Avrupa’da Yaygınlaşan Yabancı Düşmanlığı Üzerine Düşünceler, Dergipark, 1982, 37(3), S.s 153-157
[28] Türdeşletirme detaylı bilgi için bknz. John A. Hall, Miiletleri Türdeşleştirmenin Koşulları
[29] Selçuk, A.g.m., s.130
[30] Selçuk, A.g.m., s.131
[31] Selçuk, A.g.m., s.s 131-132
[32] Ali Cenkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu, Türkiye’de ve Dünya’da Milliyetçilik, İstanbul Politikalar Merkezi, s.s 6-7
[33] Hamit Bozarslan, 2010’larda Ortadoğu’da Milliyetçiliği Tartışmak, (ED) Elçin Aktoprak-A. Celil Kaya, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2016, s.122
[34] Bozarslan, A.g.e., s.123
[35] Bozarslan, A.g.e., s.s 351-353
[36] Burhanettin Duran, Kürt Milliyetçiliği İle Yüzleşmek, SETA, 30.09.2017, https://www.setav.org/kurt-milliyetciligi-ile-yuzlesmek/ (2.12.2018)
[37] Oytun Orhan, Irak ve Suriye’de Savaşın Kazananı Kürtler, Al Jazeera Turk, 23.07.2015, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/irak-ve-suriyede-ic-savasin-kazanani-kurtler (2.12.2018)
[38] Vedat Erden, Sunuş, Türk Ocakları’nın 100. Yılında Milliyetçilik ve Kimlik Tartışmaları, (ED) Vedat Erden-İkbal Vurucu, Konya: Kültür Yayınları, 2013, s.s 12-13
[39] Fred Halliday, Ortadoğu Hakkında 100 Mit, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s.133
KAYNAKÇA
Atasoy, F. (2005). Küreselleşme ve Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Yayınları.
Bozarslan, H. (2016). 2010’larda Ortadoğu’da Milliyetçiliği Tartışmak. Aktoprak ve Kaya (Ed.) 21. Yüzyılda Milliyetçilik Teori ve Siyaset (ss.119-139). İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Cenkoğlu, A. ve Kalaycıoğlu, E., Türkiye’de ve Dünya’da Milliyetçilik, İstanbul Politikalar Merkezi, s.s 6-7
Duran, B., (2017, 30 Eylül) Kürt Milliyetçiliği İle Yüzleşmek, Seta, https://www.setav.org/kurt-milliyetciligi-ile-yuzlesmek/ (2.12.2018)
Erden, V. (2013). Sunuş, Erden ve Vurucu (Ed.), Türk Ocakları’nın 100. Yılında Milliyetçilik ve Kimlik Tartışmaları (ss. 9-15). Konya: Kültür Yayınları.
Ergil, D. (1982). Avrupa’da Yaygınlaşan Yabancı Düşmanlığı Üzerine Düşünceler, Dergipark, 37(3),153-157.
Erkan, E. (2018). Gençlerde Tüketim ve Din, İstanbul: Hiperlink Yayınları.
Halliday, F.(2008). Ortadoğu Hakkında 100 Mit, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Köse, T. (2018, 13 Aralık). Küreselleşme Karşıtı Sağ Hareketin Dünyada Ciddi Bir Potansiyeli Var, SETA, https://www.youtube.com/watch?v=_7ZhWaq3lo0 (21.12.2018)
Orhan, O. (2015, 23 Temmuz). Irak ve Suriye’de Savaşın Kazananı Kürtler, Al Jazeera Turk, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/irak-ve-suriyede-ic-savasin-kazanani-kurtler (2.12.2018)
Özkırımlı, U. (2008). 21. Yüzyılda Milliyetçilik, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Sönmez Selçuk, S. (2012). Dünden Bugüne Milliyetçilik: Küresel Dünyada Yükselen Sesler, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 12(3),117-136.
Yaka, A. (2015). Sosyoloji Yazıları/ Çatışma Kültüründen Uzlaşma Kültürüne, İstanbul: Gündoğan Yayınları.