Twitter Facebook Linkedin Youtube

“AFRİKA JEO-POLİTİĞİNDE İRAN VE TÜRKİYE” BAŞLIKLI SÖYLEŞİMİZ GERÇEKLEŞTİ

Merkezimizce düzenlenen okuyucularımıza açık etkinliklerin 99’uncusu, Sudanlı Araştırmacı İbrahim Nassır’ın sunumuyla “Afrika Jeo-politiğinde İran ve Türkiye” başlıklı bir söyleşi şeklinde gerçekleşti.

Sayın Nassır’a bilgilendirici sunumu için teşekkür ediyor, söyleşiden bazı notları okuyucularımızın istifadesi için aşağıda sunuyoruz.

SÖYLEŞİDEN NOTLAR:

İran’ın Afrika’da tahmin edemediğimiz kadar fazla etki ve nüfuzu var. Afrika’ya Şiilik, ilk olarak İbadiler kanalıyla gitti.

(Hz. Ali dönemindeki Sıffin Savaşı ve sonrasındaki Hakem Olayı dolayısıyla Hz. Ali’nin yanından ayrılan ve Hz. Ali muhalifleriyle de hareket etmeyen üçüncü bir grup teşkil ediyor. Genel olarak bunlara Hariciler adı verilir. İbadiler de Hariciliğin farklı kollarından biri. Bunlara Hariciler içindeki en ılımlı kesim denilebilir. Silahlı mücadeleyi yöntem olarak kabul etmiyorlar. Hariciler içerisinde varlıkları devam eden tek grup İbadilerdir. Hicri 68 yılında vefat eden kurucuları Abdullah Bin İbad dolayısıyla bu adı almışlardır. Emeviler döneminde çok büyük baskı altında kalmışlar. Hareketin merkezi Basra iken zamanla daha sonra İslam dünyasının çeşitli merkezlerine dağılmışlar. İlk olarak da Umman’da yayılıyorlar. Nitekim günümüzde Uman Sultanlığı’nın resmi mezhebi İbadiliktir. Bu mezhep Doğu Afrika’ya Uman’dan yayılıyor. Zenzibar, Kenya, Brundi, Uganda’da İbadiler yaşıyor. Kuzey Afrika’da ise Tunus/Cirbe, Cezayir/Ğardaya, Libya/Cebel Nefusa bölgelerine dağılmışlar. Mağrip İbadileri düşünsel anlamda Mutezile’ye daha yakın duruyorlar. Aynen Mutezile gibi Kur’an’ın yaratılmışlığına inanıyorlar. Umân İbadileri ise Ehl-i Sünnet ile paralel düşünüyorlar.)[1]

Ayrıca İngiltere’nin Hindistan’dan Afrika’ya yerleştirdiği Hintli nüfus da genellikle Şii idi.

İran’ın Afrika’da nüfuzunu artmaya çalışması; kıtadaki siyasi, iktisadi ve askeri çıkarlarını korumaya yönelik bir strateji gereğidir. Bu amaçla İran, Afrika’daki STK’lar, etnik gruplar ve özellikle de dini gruplarla temas kurup, yeri geldiğinde onları destekleyerek onlar üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışmaktadır.

İran, bu stratejisini gerçekleştirmek için daha çok dini grupları (tasavvufi tarikatları) kullanmaya çalışmaktadır. Çünkü İran, dini grupların Afrika insanı üzerindeki etkisini bilmektedir. Tasavvuf, Afrika’da Türkiye’deki gibi değildir. Daha çok kültürel bir anlam taşır. İran, tasavvuf gruplarını Vahhabilikle korkutup bu gruplar üzerinde nüfuz tesis etmeye çalışmaktadır.

İran’ın Takribü’l Mezahip, yani mezhepleri yaklaştırma stratejisi vardır. Bu amaçla Kum’da Takribü’l Mezahip Üniversitesi kurulmuştur. Bu üniversite, İslam dünyasındaki tüm dini yapıları incelemekte ve bu yapıların Şiilikle benzer inançları olup olmadığını ve varsa bu benzer inançlar üzerinden bu gruplara nasıl nüfuz edilebileceğini araştırmaktadır.

İran’ın Şiileştirme politikalarında kullandığı diğer bir kurum da Dünya Ehl-i Beyt Konseyi’dir.

İran’ın Şiileştirme politikasının hedefi, tamamen siyasidir. Yani İran’ın çıkarlarını gözettikten sonra, Şiiliğin dini vecibeleri çok önemli değildir. İtikadi açıdan Şiilik, (Ayetullah Sistani liderliğindeki) Irak merkezli Şii ekolü aracılığı ile yayılmaktadır.

İran’ın Afrika’daki Müslüman olmayan nüfusu Müslümanlaştırmak gibi bir amacı ve stratejisi yok. Daha çok Frakofon Afrika ülkelerindeki Müslüman nüfus üzerinde etkili oluyor. Hatta Komor Adaları Cumhurbaşkanı bile Şii olmuştur.

İran, Afrika açılımı ile ABD’nin ambargosunu delmeyi, Batı ile mücadelesini kendi toprakları dışına yaymayı, nükleer çalışmaları için Afrika ülkelerinden uranyum temin etmeyi ve Afrika ülkelerine nükleer teknoloji transfer etmeyi amaçlamaktadır.

İran’ın en fazla ticari ilişkisi, Güney Afrika iledir. Güney Afrika, İran’ın en çok petrol sattığı ülkedir. İran’ın Güney Afrika, Cezayir, Kenya, Nijerya, Senegal gibi ülkelerde nükleer santralleri tesis ettiğini iddia edilmektedir.

İran’ın Afrika kıtasındaki nüfuz haritası incelendiğinde, ilk başta Müslümanların yoğun olarak yaşadığı ülkelerin ön plana çıktığı görülmektedir. Bunun sebebi ise, Tahran’ın Afrika Müslümanlarına yönelik kullandığı özel bir politikadır. Bu politikayı geliştirirken İran’ın oldukça farklı araç, söylem ve yöntemler geliştirdiği de bilinen bir gerçektir

İran, dini gruplar dışında etnik unsurlar üzerinden de Afrika’da nüfuz ve etki sahibi olmaya çalışmaktadır. İran’ın üzerinde etki kurmaya çalıştığı etnik unsurlara en güzel örnek, Berberiler ve Hausalardır. İran, Afrika’daki ilk TV kanalını Hausaca dilinde kurmuştur. Hausalar, Sudan (yaklaşık 2 milyon), Kenya, Etiyopya Batı Afrika’nın her ülkesinde (Nijerya, Nijer, Burkina Faso, Cezayir, Çad vb.) nüfusları olan bir etnik gruptur. Çok dindardırlar. Boko Haram örgütünün mensupları, çoğunlukla Hausa’dır. Aynı şekilde Nijerya’da sayıları 7 milyona ulaşan Şiiler ve Şiilerin lideri İbrahim Zakzaki de Hausa’dır. Hausalar, Müslüman ve Hausa kelimelerinin eş değer olduğuna inanırlar. Onlara göre Hausa demek, Müslüman demektir. Hausalar hemen her ülkede ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir. İran, Hausalar üzerine strateji geliştiriyor ve Hausa milliyetçiliğini teşvik ediyor.

İranlılar, Sasani İmparatorluğu döneminden beri Afrika ile ilişkilerinin olduğunu iddia etmekteler. Ancak modern dönemde İran’ın Afrika politikasının, Şah döneminde başladığını söylemek doğru olacaktır. Söz konusu dönemde İran Şah’ı Bahlevi, Sudan’a askeri gemi hibe etmişti. Bu hamleyle İran, Kızıldeniz’de etkili olmaya çalışıyordu. İran, Sudan’dan sonra Güney Afrika ve Mısır ile ilişkilerini geliştirdi (Devrimden sonra Şah, Mısır’da sürgün hayatı yaşamıştı).

İran İslam Devriminden sonra İran’ın Afrika’ya olan ilgisi daha da arttı. Özellikle de Irak Savaşından sonra Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani döneminde İran’ın Afrika stratejileri hazırlandı. Rafsancani, Afrika’ya ilk ziyaretini Sudan’ın başkenti Hartum’u ziyaret ederek başladı. Sudan’da İran Devriminden esinlenerek devrim gerçekleşti. Bundan sonra İran’ın Sudan’daki nüfuzu çok arttı. İran, Sudan’da şiileştirme politikası uyguluyor.

Sudan’da tasavvuf yaygın ve tasavvufun Şiiliğe yakın bazı yönleri var. Yine İran’da Şiilikte olduğu gibi Mehdi bekleyen gruplar var. İran, bu grupların Şii propagandasına açık yönlerini istismar ediyor.

İslam Devriminden sonra İran’ın ilgi gösterdiği ikinci ülke Kenya oldu. Kenya’da Şah döneminde yerleşen İranlı aileler vardı ve bunlar çok zengin idiler. Örneğin Samir Grup’un sahibi Kenya’nın en zengin ailesi, İranlı bir ailedir. Yeni İran rejimi, bu ailelerin Şah destekçisi olup olmadıklarına bakmaksızın onlarla iyi ilişkiler ve nüfuz tesis etti.

Ahmedinacad’ın cumhurbaşkanı seçildikten sonra İran, Afrika ile ilgili yeni bir vizyon geliştirdi. Ahmedinacad’ın 2009 yılında Kenya’ya ziyareti esnasında iki ülke arasında ticari ve siyasi anlaşmalar izmalandı. Anlaşmaların en önemlisi enerji sektöründe imzalanmıştı. İran, Kenya’da kültür merkezleri, Kuran Kursları ve sağlık merkezleri açtı. Bu merkezler üzerinden halkla ilişkilerini yürütüyor. Ayrıca tasavvufi akımlarla iletişime geçip bu yapılar üzerinde nüfuz tesis etti.

Şiiliğin Kenya’daki varlığı eskiye dayanmaktadır. Dolayısıyla Tahran, bu zemin üzerinde Şiileştirme politikasını yürütmektedir.

İran’ın kendileri aracılığı ile nüfuz kullandığı yapılar arasında Kenya’daki Hint azınlığı başrol oynamaktadır.

Kenya’daki Şii gruplar; Ahmediler, Caferiler, Muhra grubu, İsna Aşeriye (12 İmam) gruplarıdır. En güçlü grup ise Caferilerdir. Hemen hemen her şehirde merkezleri var. Nairobi’de Caferi Kültür Merkezi var.

Kenya’daki Şii Kurumlar: Resulekrem Okulu, İmam Cafer Akademisi, Back Road sağlık ocağı, El- Caferi merkezi, İran Kültür Merkezi, İran Kızılay’ının Nairobi’deki sağlık merkezi.

Afrika’da Şiiliğin en fazla olduğu ülke, 1985 yılına kadar hiç Şii nüfus bulunmayan Nijerya’dır. İran’ın politikaları neticesinde, Nijerya’nın kuzeyinde Zara bölgesi merkezli Islamic Movement grubu liderliğinde Şiilik yayılmaktadır. Grubun lideri, İbrahim Zakzaki’dir ve İran dini liderliğine bağlılığını açıkça ifade etmektedir. Daha önce Sünni olan Zakzaki, 1985’te İran’a gidip döndükten sonra fanatik bir Şii oldu. Boko Haram, bu Şii grubun sayısının artmasına neden oldu. Çünkü bu Şii grup, Boko Haram’a karşı mensuplarını korumak amaçlı olarak Mehdi Ordusu isminde bir askeri yapılanmaya gitti.

Şii Mehdi Ordusu – Nijerya

Nijerya’da Suudi Arabistan’ın politikaları sonucu Vahhabilik de hızla artmaktadır. Boko Haram’ın mensuplarının hepsi Vahhabidir. Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad merkezli bir araştırma merkezi, vahhabiliği yaymak için stratejiler oluşturmaktadır. Suudi Arabistan, Mısır ile ortak hareket ederek Afrika’da ince stratejiler gütmektedir. Medine İslam Üniversitesinden mezun ve maaşını Suudi Arabistan’dan alan imamlar, Afrika’nın çeşitli ülkelerinde mezhepsel propaganda yapmaktadır.

Nijerya’da devlet, bir dönem Müslümanlara olumsuz yaklaştı. Bunun sonucunda Müslümanlar sığınacak ülke arayışına girdi. İran ve Suudi Arabistan’ın Nijerya’da etki ve nüfuz kazanmalarının bir nedeni de budur.

Afrika’daki Şiiliği üç başlıkta toplamak mümkündür; 1) İtikadi Şiilik, 2) Siyasi Şiilik, 3) Rant Şiiliği (çıkar için Şii olduğunu ifade edenler bu gruptandır. Kenya’daki Şiilerin çoğu bu gruptandır.)

Dünyanın birçok ülkesinde bir şubesi olan Uluslararası Al-Mustafa Üniversitesinin Afrika’da 20’ye yakın ofisi veya şubesi bulunmaktadır. Genel olarak İslami ilimlere ağırlık vermektedir. Bunun yanında da Afrikalı öğrencilerine burs olanakları sağlamaktadır. Şuan yaklaşık 5.000 Afrikalı öğrenci İran üniversitelerine eğitim almaktadır. İran’ın ülkesinde burslu eğitim sağladığı öğrencilere Şii olmaları için belirli bir süre verdiği ve Şii olmayı reddedenleri geri gönderdiği iddia edilmektedir.

İran, Afrika’ya silah satmakta ve konu güvenlik olunca ideolojik bir katılık göstermeden her grup ile iletişim kurabilmektedir. Selefilerle bile iletişime geçebilmektedir. Bu açıdan Türkiye, İran’ın gerisindedir. Afrika ülkelerinin Ankara Büyükelçiliklerinin çoğunda hala askeri ataşe bulunmamaktadır.

Türklerin 860 yılından itibaren Afrika ile irtibatta olduğu düşünülmektedir. Osmanlı Devleti döneminde, Afrika’nın kuzey ve doğu bölgelerinin hâkimiyet altına alınmasıyla Türklerin Akdeniz, Kızıldeniz ve Büyük Sahra ile güçlü temasları olmuştur. Ancak cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’nin Afrika ile temaslarında azalma görülmüştür.

Türk dış politikasında, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ve özellikle Turgut Özal’ın çok yönlü dış politika yaklaşımıyla dönüşüm yaşanmıştır. Dönüşümün devamında Türkiye, Afrika ile ilişkilerini siyasi ve iktisadi olarak geliştirmek amacıyla 1998 yılında Afrika Açılımı Politikası geliştirmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidara gelmesiyle de Türkiye, Afrika ile olan münasebetlerini arttırmaya yönelmiş, bu doğrultuda 2005 yılı “Afrika Yılı” olarak ilan edilmiştir. Dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın Afrika’nın Sahra Altı bölgesindeki, Etiyopya ve Güney Afrika ülkelerini ziyaret etmesi de bu kapsamda değerlendirilmektedir.

SÖYLEŞİDEN KARELER:

___________________________
Dipnot:
[1] https://www.dunyabizim.com/kitap/ibadilik-nedir-ibadilerin-ozellikleri-nelerdir-ibadiler-nerelerde-yasarlar-h24936.html

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: